Pazartesi, Mayıs 30, 2005

HACKERLIK OKULU AÇILDI


Bilindiği üzere, bilgisayar sistemleri üzerinde pek de hoş olmayan işlemler yapan kişilere, biraz da hatalı olarak, hacker deniyor. Bu kişiler ya yetkileri olmayan bilgisayar sistemlerine erişerek o sistemlere zarar verebiliyorlar, ya da virüs vb gibi zarar verici bilgisayar programciklarini geliştirip, yayma konusunda başrol oynuyorlar.

Geçtiğimiz günlerde BBC’de bir haber dikkatimi çekti. Buna göre Barcelona’daki La Salle Universitesi ile ISECOM adlı kar amacı gütmeyen bir enstitünün ortaklaşa çalışması sonucunda, üniversite bünyesinde bir Hacker Okulu açılmış.

Okulun amacı ilköğretim, lise çağındaki gençlere hackerlık konularında bilgi vererek, bu tür olumsuzluklardan kendilerini sakınmayı öğrenmek, bu konuda bilgi ve becerilerini geliştirmek. Bir başka deyişle adı her ne kadar zihinlerde olumsuz bir imaj yaratıyorsa da gaye sağa sola zarar verecek gençler yaratmak değil.

Tam tersi, belki de burada kullanılan hacker kelimesi, kavramı gerçek anlamıyla çağrıştırıyor. Yani ileri düzeyde bilgisayar, internet kullanma, bu ortamlardan gelecek saldırı türlerine karşı bilgili olma, kendi bilgisayar ortamını koruma, meşru müdafaya girecek türden şeyler yapabilecek becerilere sahip olma.

Hackerlık okulu dileyen okulların da kendi müfredatlarına ekleyebilecekleri şekilde tasarlanmış. Ders malzemeleri çeşitli dillerde hazırlanmış. Müfredatına bu tür dersleri eklemek isteyen okullar, ISECOM ile temasa geçerek süreci başlatabilirler. Ayrıca ders materyalleri internet sitesinde de yer almakta. Dileyen bu dökümanları indirip inceleyebilir.

Dersler içinde hacker olmaktan tutun da windows ve linux gibi günümüz bilgisayarlarında popüler olarak kullanılan işletim sistemleri hakkında detay bilgiye, bilgisayar iletişiminin ana hatlarını oluşturan port ve protokol konusundan tutun da virüslere, internetten gelebilecek saldırı analizlerinden, şifre kırmaya dek pek çok alan yer almakta.

Örneğin daha henüz hacker olmak dökümanında google arama motoru vasıtasıyla “google hack” denilen işlemin nasıl yapılacağı konusunda bilgilendirme yapılmakta. Ayrıca öğrencilere bilgiler hazır halde sunulmuyor. Öğrencilerin internet üzerinde araştırma yapmasına, bilgiyi bulmasına yönelik bir çalışma modeli var. Bu da hackerlık ruhunun temelini oluşturan, araştırmacı kişiliğin gelişmesini sağlamada önemli bir rol oynayacağa benzer.

Bilgi toplumu olgusu, temelde bilgiye dayalı bir yaşam modelini ve kültürü öngörür. Bir başka deyişle sorunların tespitinde de bunların üstesinden gelmede de başvurulması gereken temel metod bilgi olmalıdır. Bilginin yasaklanması, sakıncalı bulunması bu metedoloji çerçevesinde bence bir çelişkidir.

Ülkemizde, uzun yıllardır, çeşitli konularda (özellikle de zihinlerin bilinçlenmesine olanak sağlayacak kategorilerde) bilgilenmeyi sağlayacak imkanlar yasaklanma yolu ile kısıtlanmıştır. Her ne kadar bu yaklaşımın ruhunda iyi niyet yer alsa da (henüz hazır düzeye gelmemiş zihinlerin olumsuz yönde etkilenmesi) bu kısa ve uzun vadede iki temel sorunun doğmasına neden olmuştur. Kısa vadede bu yasaklayıcı zihniyetin özünde mekanizmayı elinde tutanın keyfiyetinin etkili olması sorun yaratmıştır, uzun vadede ise sakınılan zihinlerin sakınıla sakınıla gelişmesini sağlıklı olarak sürdürememiş olmasından gelen genel bir seviye düşüklüğü sorunu ortaya çıkmıştır.

Cem Yılmaz “Eğitim şart” derken, ülkemizdeki pek çok üst düzey şirket, eleman seçiminde, eğitiminin bir aşamasını yurt dışında tamamlamış adayları tercih ederken, temelde aynı sorunun varlığını dolaylı olarak kabul ediyoruz.

Eğitim sistemimizin, insanlarımızın eğitilmesinin, gelişmesinin önünü, kısa vadeli siyasi/yönetsel sebeplerden dolayı tıkadık, şimdi de bunun sonucu oluşmuş cehaletle mücadele etmeye çalışıyoruz.

Bilgi toplumu için genç kuşakları yetiştiren eğitim ve öğretim kurumları, umarım geçmiş kuşakların yaptığı bu hatalara bakarak, “ne yapmayacakları” konusunda yeterince deneyim sahibidirler.

Bilgi toplumu içinde bilgi en değerli ama bir o kadar da değersiz meta olarak değerlendirilebilmeli. En değerli çünkü bilgisiz olmaz, en değersiz çünkü bilgiden harekete geçebilmek gerekir. Harekete geçirmeyici bilgi süs bitkisidir.

O halde plan ve planlama için yapılmış bir yakıştırmayı, bilgi için kullanmakta bir sakınca görmüyorum: Bilgi değersizdir, bilgilenme ise paha biçilmez (Bu sözün orijinali; planlar değersiz, planlama ise paha biçilmez).

http://www.hackerhighschool.org/

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (28 05 2005)

Pazartesi, Mayıs 23, 2005

100 DOLARA HER ÇOCUĞA LAPTOP



Ülkemizde her öğretmene bir laptop kaosu sürmeye devam ederken, bakın dünyada neler oluyor?

Dijital kültürün önde gelen yönlendiricilerinden, MIT Media Labratuvarlarının kurucusu ve başkanı Nicholas Negreponte aynı alanda yeni bir proje geliştirmiş durumda. Ocak 2005’te Davos’taki forumda açıkladığı yeni proje; 100 dolara okula giden her çocuğa bir laptop.

Evet sadece 100 dolara!

Bu nasıl olabilir? Laptoplar bugün bin – bin 500 dolar düzeyindeyken 100 dolara nasıl mal edilebilir?

Geçtiğimiz yıllarda ülkemize de gelip bir konferans vermiş olan Negreponte ile bu konuda yapılmış olan ve internette yayınlanmış olan söyleşiye göre 100 dolara bir laptop projesi hayal değil; gerçekleştirilebilir bir proje.


Detaylarına gelince.

Laptoplar 500 Mhz işlemci, 1 Gb bellekli, 1 Megapixel renkli ekranlı, USB portlu ve cep telefonu üzerinden internete bağlanabilme özelliğine sahip. İşletim sistemi olarak ise Linux kullanılıyor.

Böyle bir cihazın birim fiyatının 100 dolar olmasını sağlayan en büyük unsur, en az sipariş adedinin 1 milyon adet olması. Bir başka deyişle Negreponte bunu laptop satmak için değil ülke hükümetlerinin bir ilke kararı alarak ilköğretim çağındaki tüm öğrencilere birer laptop vereceğim diyebilmelerini sağlamak için yaptığını belirtiyor.

Beş on bin tane alalım da okullara birer tane verelim değil! İstisnasız her öğrenciye bir tane verilecek. Ortak kullanım ya da okula zimmetli geçici kullanım durumu da kabul edilmiyor. Sebep psikolojik. Çocuk kalemini, defterini, oyuncağını bir yerlerden ödünç mü alıyor? Hayır. Çocuk için o şeye sahip olmak çok önemli. Bu duygu zedelenmemeli.

Bugün Çin ile 220 milyon çocuk için görüşmeler yapılmış durumda. Daha düşük adette nüfusu olan ülkelerle pilot projeler yapılıyor.

Bizim ülkemizde de oldukça genç bir nüfus var ve ilköğretim çağındaki milyonlarca öğrenciye birer laptop verebilecek hükümet bence ülkemizde hem eğitim hem de teknoloji alanında gelmiş geçmiş en büyük işlerden birinin altına imza atmış olur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilmiş olan ve eğitimde fırsat eşitliğini temin eden Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile aynı kategoride ele alınabilecek bir proje.

Bir yandan e-devlet, bilgi toplumu diye sayıklıyoruz. İşte size pratik bir hedef. Bunu illa ki gidip Negreponte ile yapmaya da gerek yok. Ülkemizde de bilgisayar üretimi, satışı konusunda deneyim kazanmış firmalar var. Beş milyon, on milyon adetlik bir sipariş söz konusu olduğunda bu firmalar da resmin içine girebilir. Onlar için böyle bir proje rüştünü ispat etmek için güzel bir fırsat olacaktır. Yeter ki bildikleri devlet bürokrasisiyle uğraşmak zorunda bırakılmasınlar.

İlköğretim çağındaki her bir öğrenciye bir laptop verdiğinizi, bunların internet olmasa bile kendi içinde birbirleri ile iletişim kurabilme imkanlarına sahip olduklarını bir düşünün.

Sekizinci sınıftan sonraki üç dört yıllık lise ya da sekiz dokuz yıllık lise artı üniversite eğitimi almış her Türk genci bilgisayar okuryazarı, internete erişebilen, dijital kültüre adapte olmuş, pırıl pırıl gençler olarak hayata atılırlar. Gerek ülke ekonomisine gerekse de kendi özel yaşamlarına ellerinde güçlü bir silah ile.

Dünya üzerinde bir yerde yapılabiliyorsa Türkiye’de de yapılabilir. Herkesi eşit düzeye getiren internet gibi bir teknoloji altyapısının sağladığı en büyük avantaj işte bu.

Yeter ki, karar verici noktalardaki sorumlu yetkili bireyler kendi zihinlerinde bu işin “yapılabilir” olduğunu idrak edebilsinler.

Yeter ki işin içine görünmeyen başka emeller karıştırılmasın – birilerine haksız kazanç sağlamak gibi.

Ekonomik krizin ardından dört yıldır Türkiye bir daha geri dönülmez şekilde bambaşka bir yola girdi, yöne gidiyor deniyor. Enflasyon dramatik olarak düştü, ekonomide yapısal reformlar yapıldı vs.

İşte tüm bu karmaşık ölçütlerden uzak, basit bir test size. Türkiye değiştiyse birileri bunu bize ispatlasın!



Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (21 05 2005)

Pazartesi, Mayıs 16, 2005

FW : YALNIZIZ



Şöyle bir karikatür görmüştüm. İki sekreter ellerinde birer deste oyun kağıdı, ofiste fal bakıyor. Bir tanesi telefondaki kişiye şöyle bir şey söylüyor: “Bilgisayar sistemlerimiz çalışmıyor, tüm işleri elle yapıyoruz”.

Buna benzer bir başka anektodta ise şöyle bir tablo var. Sabah bilgisayarını açıp, arkadaşlarından gelen epostaları başka arkadaşlarına (yönlendirmeyle – forward) göndermekte olan bir personel bir yandan da şöyle düşünüyor: “Yıllarca en iyi üniversitelerde okudum, ABD’de master yaptım, uluslararası bir şirkette iş buldum ve bütün gün arkadaşlarımın gönderdiği fıkra/krikatür epostalarını diğer arkadaşlarıma gönderiyorum”.

Ey bilgisayar, ey bilgi toplumu kültürü gel hayatımıza gir dedik ama sen de gelip en son delikten girdin be kardeşim...

Geçtiğimiz günlerde edebiyat dünyamızda son dönemde adından sıkça söz ettiren genç bir yazarımızın bir haber dergisindeki köşesinde yönlendirmeyle (forward) gönderilen epostalar hakkındaki makalesini okudum. Konuya bütünüyle iyimser bir bakış açısından yaklaşan yazar, bu tür dostlarımızdan alıp, dostlarımıza gönderdiğimiz epostaların aslında dostlarımızdan bize (bizden dostlarımıza) gönderilen bir “aklımdasın” mesajı olduğu görüşünü savunuyordu.

Evet hızlı yaşam bizi fiziksel olarak biraraya getirme zamanları arasına uzun ayrılıklar koyuyor ama dostlar yine de birbirini her fırsatta anımsamayı ihmal etmiyor. Gelen komik bir karikatür ya da anlamlı bir yazı, derhal adres defterindeki düzinelerce dosta forward ediliyor (gönderiliyor).

Yazının ilgimi çeken yanı da buydu zaten. Ben de yoğun olarak yapmasam da zaman zaman çok ilginç bulduğum bazı epostaları, birileri ile paylaşma gereksinimi duyuyorum. Şimdi düşünüyorum beni bu paylaşmaya iten sebep ne diye. Aklıma ilk gelen cevap, ortak bir konu ya da zevki paylaştığım ve kendime yakın bulduğum birileri ile zevk aldığım ya da ilginç bulduğum bir bilgiyi paylaşma, bu paylaşma ile belki de çoğalma gereksinimi.

Bilgisayarın başındayken bütün dünya ile bütünleşmiş durumdayız ama dijital kültürün henüz emekleme aşamasındaki ilk kuşakları olarak, daha hala fiziksel anlamda insanlarla bir arada bulunma gereksinimlerinden vazgeçemedik. Vazgeçemeyeceğiz de.

Ancak nasıl ki şu an mağarada yaşama gereksinimi duymuyorsak, belli bir adet kuşak da dijital kültür ile gelip geçtikten sonra, gelecek kuşaklar artık fiziksel olarak yanyana gelme gereksinimi ya çok az ya da hiç duymayacaklar.

Bahar geldiğinde içimizi bir mutluluk kaplar. Kendimizi doğaya atmak isteriz. Kırlarda, güneşin altında, çiçeklerle, böceklerle geçireceğimiz bir gün bize fazlasıyla büyük mutluluk verir. Ancak bunu yılda bir kaç gün yapmakla yılın geri kalan günlerinde ona gereksinim duymadan yaşayabilir hale geldik – getirildik.

Yarın aynı şey fiziksel olarak bir arada yer alma gereksinimi için de geçerli olacak. Belki de 2050’den sonraki yıllarda insanlar yılda bir kaç kez biraraya gelecek türden bir yaşam modeline geçmiş olacak.

Kültürel evrim sürecinde hiçbir olgu için olmadığı gibi bu olgu için de aynı yorum yapılabilir. Mevcut kuşaklar için bu bir sorundur, yeni gelecek kuşaklar için ise değil (kuşaklararası çatışmanın özünde de bu yatmıyor mu – paradigmalar arası bakış açısı farkı)

Belki de temel yanlış, bu değişim sürecinin iyiye/kötüye doğru gidip gitmediği değerlendirmesini yapıyor olmaktır. Toplumsal olguları yönlendiren süreçler, bunları daha iyi ya da daha kötü için mi yapıyorlar? Bence ilgisi bile yok!

Bir arkadaşımızdan gelen bir epostayı bir grup başka arkadaşımıza gönderirken acaba bilinçaltımızda gerçekten de onların aklımızda, kalbimizde olduğu mesajını mı gönderiyoruz onlara?

Yoksa “her ne kadar şu an o karikatüre tek başıma gülüyor olsam da, dünyada bir yerlerde beninle onu paylaşacak ve böylece yalnız olmadığım hissini bana yaşatacak birileri var” diye düşünerek, bu gizli endişeden kurtulmak amacıyla dostlarımızı kullanıyor muyuz?

Kullanmak da denmez pek buna. Neden mi? Çünkü onlar da yalnız! Hah şimdi oldu. Aklımdasın derken, bunun yalnızlık paydasından ileri geldiğine işaret ediyoruz aslında. O halde:

Hadi karanlığa karşı hep birlikte bağıralım: Yalnızız!... Yalnızız!... (ve bu hiç aklımızdan çıkmıyor)

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (14 05 2005)

Pazartesi, Mayıs 09, 2005

HARRAN'DA INTERNET (*)


Bu sene onikincisi düzenlenen Internet Haftası etkinlikleri kapsamında Telekom’un da desteği ile müslüman dünyanın ilk üniversitesinin kuruluş yeri olarak tespit edilmiş olan Harran bölgesinde kıl çadırlarda yapılan etkinlikle internet bugünün Harranlısına tanıtıldı.

Konuyla ilgili web sitesine asılmış olan fotoğraflardan burada gördüğünüz resim beni oldukça düşündürdü. Bir zamanlar biraz da espri ile reklamlarda gösterilen köfteci ile kestanecili internet kavramının somut bir hali: Ayakkabı boyacılığı ve simit satıcılığı yapan iki çocuk bilgisayarın başına oturtulmuş. Belli ki internet erişimi var. Onlar da merakla internet denen şeyi inceliyorlar.



Bu tür etkinliklere katılmanın sonuçları nelerdir? 2002 yılında aynı etkinlik kapsamında Van ve Hakkari’ye gitme imkanım oldu. Buralarda da benzer şeyleri hissetmiştim.

Öncelikle işin içinde vicdanınıza hitap eden bir boyut var. Aslında karşınızdaki her yaştan vatandaşın kendilerine değer verilmesine karşılık gösterdikleri muazzam bir saygı ve sevgi. İçinizden bir ses “bir yerlerde çok basit sebeplerden kaynaklanan bir sorun var ve bu insanların o basit sebeplerin hiçbiriyle ilgileri yok” diyor (sonuçları onları doğrudan etkilediği halde).

İkincisi bir günlüğüne ya da bir kaç saatliğine çölün ortasında yaratılmış olan vaha durumu söz konusu. Siz orada olduğunuz için, vaha haline getirilmiş olan bir çöl. Siz oradan ayrılınca çöl yine çöle dönüşecek. Bunu siz de biliyorsunuz, ziyaret ettikleriniz de.

Olumlu açıdan bakılacaksa, bu tür bir etkinlik olmasaydı, o geçici vaha durumu da olmayacaktı denilebilir. Belki de bu vesile ile bir kaç genç beyine bir kaç tohum atılmış olur. O tohumların yeşermesi sayesinde de belki yıllar sonra kaderini değiştirmiş bir deniz yıldızı hikayesi çıkabilir karşınıza.

Ne şiirsel !

Eğer daha fazlasını yapabilme imkanı olmasa bu şiirselliği verimlilikle de perçinleyebilirsiniz. Ama ne yazık ki böyle bir olayda ben o tümcenin yanına “Ne verimli” ibaresini ekleyemiyorum.

Çünkü konuya bu açıdan bakacaksak, herhalde yirmili yıllarda yurtdışına gönderilen yetenekli kişilerin yetiştirilebilmiş olmasından daha zor koşullarda değiliz bugün ve ne yazık ki yukarıda şiirsel olarak nitelendirdiğimiz durum sayesinde o kadar bile kişi yetişmiş olamayacağız/olamıyoruz.

Kısacası tipik entellektüel tatmin olgusu ile karşı karşıyayız. Biz birey olarak üstümüze düşeni yaptık ve sabahtan akşama dek kıyıdaki binlerce denizyıldızından birkaç yüz tanesini denize kavuşturduk. Ama elinde dev imkanlar olan devlet mekanizması, özel sektör mekanizması vb bunları kullanarak geride kalan binlerce yüzbinlerce deniz yıldızını kurtaramadı.

Geçmiş olsun!

Internet Kurulu’nu oluşturanlardan birkaç gönüllü kişi yıllardır bu işi canla başla yapıyor. Hem de canla başla bu işi yapıyor oldukları için bazı kişi ya da kesimlerce perde arkasından eleştiri alma pahasına.

Yani ya hasbel kader birşeyler yapılacak ve birkaç deniz yıldızı kurtarılmış olacak. Ya da kamusal ya da özel bürokrasi çarkları ile çarkçıbaşıların kişisel egolarını okşayıcı faaliyetler ön plana çıkarılmadığı sürece bu cephelerden hiç kimse destek olmamakla kalmayacak bir de yapanları eleştirecek.

Acaba eleştirilen şey ne gerçekte? Süreci kurumsallaştıramamak mı, egoları okşamamak mı?

Herhangi bir sürecin kurumsallaştırılabilmesi için, öncelikle o süreçle ilgili felaket durumunun ortadan kalkmış ve normale dönülmüş olması gerekir. Ülkemizde internet bilincinin, internet kullanımının kitlelere ulaştırılabilmiş olma süreci acaba normale dönmüş bir süreç olarak algılanabilir mi?

65 milyonluk bir ülkede birkaç milyon internet kullanıcısı ve daha hala internetin, bilgisayar sahibi olmanın lüks tüketim malzemesi olma hali.

Kendinize güveniyor musunuz? Yanınızdaki iş arkadaşlarınıza güveniyor musunuz? Cevaplar evet ise kimsenin egosu incinmez, geçici vahalar verimli ovalara dönüşür! Yoksa daha çok vadimiz çölleşir!

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (07 05 2005)