Pazartesi, Temmuz 25, 2005

KOMİSYONCULUKTAN KURTULMAK




Ülkemizdeki verimsizliğin, dolayısıyla da mutsuzluğun, umutsuzluğun gizli nedenlerinden bir tanesi de aslında süreçlere yaklaşım modelimizle ilgili. Şöyle ki; üç parçaya ayrılıp, beş kişiyle yapılabilecek bir iş, onüç parçaya ayrılıp, onun için elli kişilik istihdam yaratıldığından, beş kişinin mutlu mesut yaşaması yerine elli kişinin yarı aç yarı tok yaşamasını kader olarak kabullenmiş durumdayız.

Süreçleri bu şekilde verimsizleştirme konusunda uzmanız. Öyle ki üçü onüç yapmak için yaptığımız tek şey onu ince dilimlere bölmek değil. Sürecin önüne arkasına gereksiz parçalar eklemeyi de ihmal etmiyoruz.

Basit bir örnek: Sokakta bir milyon liraya satılan işporta kalemler. Tahtakale’nin arka sokaklarından diyelim ki 750 bin liraya alınıyor; bir milyona satılıyor. Bu aslında 750 bin liraya satılabilecek bir mala, fazladan bir süreç icat edip, araya bir gelir katmanı daha yaratıp, süreci gereksiz yere büyütmektir.

Denilebilir ki “ama ürün ayağına kadar getiriliyor!” İyi güzel de ayağınıza kadar gelmesiyle, beş yüz metre öteye gelmesi arasındaki fark bu kadar mı olur? Yani millet olarak bu kadar mı saraylıyız? Elimizi sıcak sudan soğuk suya sokmak istemiyoruz.

Bir başka açıdan bakalım. Tamam kabul, bir katma değer yaratılıyor ve “saraylı” kimliğimize zarar getirmememizi sağlıyor. Peki sabahtan akşama dek 250 bin lira için mücadele eden bireyleri düşünelim. Bu birey, temelde, gerek fiziksel gerekse de zihinsel anlamda çok daha fazla verim üretebilecek potansiyele sahiptir. Ancak birinden 750 bin liraya aldığı malı bir milyon liraya satma aracılığına sıkışıp kalmış durumdadır. Sorun nerede? Sorun şurada: O 250 bin lira o kişinin gereksinimlerini karşılayamamaktadır. Bu da onu mutsuz yapmaktadır.

Tüm bunların, teknolojiden internetten bahseden bu köşe ile ne ilgisi var diye merak edenler için konuyu irtibatlandırayım.

Büyük bir tehlike kapımızda!

Internet bu gereksiz aracıları, bir başka deyişle komisyoncuları, birer birer ortadan kaldıracak. Şu an o kadar farkında değiliz ki cebimizden çıkarıp ödemesini yaptığımız paranın ne kadarının satın aldığımız ürünün üreticisine gidiyor; ne kadarı üretici ile bizim aramızdaki komisyonculara, aracılara; sürece gerekli gereksiz kendisini katarak, al-ver yapıp para kazananlara gidiyor – bilmiyoruz.

Dün arada muazzam bir engel vardı. Fiziksel engel. Bugün internet altyapısı bu engeli ortadan kaldırmış durumda. Bugün dünya üzerinde artık şu düzeydeki komplike işlemler yapılabilmektedir:

Türkiye’de yaşamakta olan siz, bulunduğunuz yerden internete girerek, ABD’de bir bilgisayar üzerinde yer almakta olan bir web sitesini kullanarak, İngiltere’de hizmet vermekte olan bir firmadan bir sipariş verebilirsiniz. Kredi kartınız Fransa menşeili olabilir ve ABD’deki site, İngiliz firması için, Türkiye’deki size ait kredi kartınızı Fransa’daki bankanıza sorarak onay aldığı taktirde, firmanın Şili’deki deposundan malın yola çıkmasını sağlayabilir. Eğer siz teslimat adresi olarak (diyelim ki bu bir hediyelik eşya olsun) hediye edeceğiniz arkadaşınızın İspanya’daki ev adresini vermişseniz; o mal İspanya’ya ulaştırılır.

Şimdi Fethiye’de yetiştirilen domateslerin, alıcı toptancısı olmadığı için, İstanbul Ankara gibi büyük şehirlere taşınamadığından dolayı, Fethiye’de mahsül denize döküldüğü için, İstanbul’da ise domatesin kilosunun 500 bin lira olduğu için gelin de üzülmeyin!

Bu model değişecek! Buradan, katma değeri sadece aracılık etmek olanlara sesleniyorum. Kendi iş süreçleriniz içinde, katma değerinizi aracılık yapmaktan öteye taşıyabilmelisiniz. Yoksa siz farkında bile olmadan, birileri gelip, işinizi de ekmeğinizi de elinizden alacak.

Globalleşme denilen şeyin ne demek olduğunu o zaman daha iyi anlayacaksınız. Yarın yaptığınız işi, adını bile duymadığınız ülkelerdeki, şehirlerdeki rakiplerinize kaptırmış olacaksınız. Şu basit dönüşümün dünyaya etkileri o kadar büyük ki - bu konuya neden bu kadar önem verdiklerine şaşırmayın!

Tek yol (…) internet ! (Parantezin içindeki boş yere dilediğiniz sıfatı ekleyebilirsiniz – amma olumlu amma olumsuz! Ama gerçek!)

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (23 07 2005)

Pazartesi, Temmuz 18, 2005

2005 GOOGLE RAPORU



Geçen yıl başlatmış olduğum yıllık google raporunun 2005 yılı ölçüm zamanı geldi. Geçen sene beş kelime seçmi (cumhuriyet, Atatürk, Türkiye, İstanbul, Ankara) ve bu kelimelerle internetin en büyük arama motoru olan Google’da arama yaptığınızda ilk sayfada yer alan (yani en popüler olan) web sitelerinin hangileri olduğunu listelemiştik. Bu yıl, Google istatistiklerine göre her kelimeden Google’ın kaç web sayfasında bulduğunu da belirteceğim.

Buradaki verilerin sağlamasını yapmak üzere siz de aynı işi kendi bilgisayarınızdan yapabilirsiniz. Google’a girip, bu kelimeleri tek tek arattığınızda aynı tablo ile karşılaşmanız gerekir.

CUMHURİYET

Geçen sene Cumhuriyet kelimesi ile arama yapıldığına gelen ilk web siteleri şunlardı (sıra ile): Cumhuriyet Gazetesi – Cumhuriyet Üniversitesi – Merkez Bankası – CHP – KKTC Cumhuriyet Meclisi – İkinci Cumhuriyet tartışma platformu – Hacettepe Universitesi’ne bağlı Cumhuriyet Dönemi Osmanlı Arşivi ve İzmir’den Cumhuriyet Eczanesi.

Bu yılki aramada da pek bir değişiklik görünmüyor. 1-Cumhuriyet Gazetesi, 2-Cumhuriyet Üniversitesi 3-CHP 4-TCMB 5-Turkish News 6-İkinci Cumhuriyet 7-KKTC Cumhuriyet Meclisi 8-Yöre Net 9-Memocal 10-Hacettepe Üniversitesi Cumhuriyet Dönemi Osmanlı Araştırmaları.

Geçen seneki listede yeralanların yanısıra ilk ona iki yeni site girmiş: Birisi çeşitli gazetelere arşiv hizmeri veren Yöre Net (http://www.yore.com.tr/) diğeri ise eğitim amaçlı bir web sitesi: http://www.memocal.com/. Öte yandan Google içinde “cumhuriyet” kelimesi bulunan bir milyon seksen bin web sayfası olduğunu raporlamakta.

ATATÜRK

Atatürk kelimesini Google’da geçen sene aradığımızda şu liste göze çarpmıştı: Ataturk.Net – Ataturk.com – Ataturk Universitesi – Internet Ataturk Kütüphanesi – Atatürk Araştırma Merkezi – Atatürk Havalimanı İstanbul – Kara Harp Okulu Atatürk sayfası – cumhuriyet kelimesinde de listeye giren ITU mezunlar sayfası ve Ada Net firmasının Atatürk sayfası.

Bu yılki aramada karşımıza çıkan liste ise şöyledir:

1- http://www.ataturk.net/ sitesi 2-http://www.ataturk.com/ sitesi 3-Ataturk Üniversitesi 4-Kara Harp Okulu Atatürk sayfası 5-Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı 6-Atatürk Havalimanı – İstanbul 7-Ada Net Atatürk sayfası 8-Ataturk.Turkiye.org sayfası 9-Atatürk Havalimanı’nın İngilizce Sitesi 10-Milli Kütüphane Atatürk Sayfası

Görüldüğü gibi bu yıl Kara Harp Okulu’nun Atatürk sayfası oldukça önemli bir sıçrama yapmış ve dördüncülüğe oturmuş durumda. Ayrıca İstanbul Atatürk Havalimanının ingilizce içerikli sitesi de ilk onda yer almakta. Google’a göre Atatürk kelimesinden internette 899 bin adet var.

TÜRKİYE

Türkiye kelimesi arandığında 2004 yılında şu siteler çıkmıştı: Türkiye Gazetesi – Türkiye yol haritası ile ilgili bir site – TBMM – Türk Telekom – Merkezi Bankası – Türkiye online – Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği sitesi – Cumhurbaşkanlığı sitesi – Microsoft Türkiye.

Bu yılki liste ise şöyle sıralanmakta:

1-Türkiye Gazetesi 2-TBMM 3-Türkiye yol haritası (http://www.turkish-media.com/) 4-TC Cumhurbaşkanlığı 5-TC Merkez Bankası 6-Türk Telekom Rehberi 7-Microsoft Türkiye 8-Türkiye Futbol Federasyonu 9-Türkiye Haritası 10-TÜBİTAK

Demek ki Türkiye online ve Washington Büyükelçilik siteleri listede yerlerini Futbol Federasyonu ile TÜBİTAK’a bırakmış. Ayrıca Google’a göre bu yıl internette 2 milyon 30 bin adet Türkiye kelimesi var. Gelelim İstanbul ve Ankara’ya:

İSTANBUL

2004 listesi şöyle : Şehir Rehberi – Büyükşehir Belediyesi – Bir başka şehir rehberi – İstanbul Üniversitesi – İTÜ – Boğaziçi Üniversitesi – İMKB – Bilgi Üniversitesi – İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Bağımsız Basın Merkezi.

Bu yıl ise liste: 1- İstabu.com şehir rehberi 2-İstanbul Belediyesi 3-İstanbul Üniversitesi 4-İstanbul Şehir Rehberi (www.istanbulcityguide.com/) 5- İTÜ 6- Boğaziçi Üniversitesi 7- Kültür Sanat Vakfı 8-İMKB 9-İstanbul Valiliği 10-Bilgi Üniversitesi. Bu yıl Valiliğin sitesi listeye yeni giriş yapmış durumda. Öte yandan internette 11 milyon tane istanbul kelimesi yer alan web sayfası var. Neredeyse şehir nüfusu kadar.

ANKARA

2004Te Ankara listesi : Ankara - ODTÜ – Bilkent – Gazi – Hacettepe Üniversiteleri – ABD Ankara Büyükelçiliği –Ankara Tabipler Odası - Çankaya Universitesi – Milli Kütüphane – Almanya Büyükelçiliği şeklindeydi.

Bu yılki listesi ise şöyle: Ankara – Gazi – Hacettepe Üniversiteleri – Büyükşehir Belediyesi – Bilkent Üniversitesi – Valilik – ODTÜ – Gazete Ankara – Çankaya Üniversitesi – Tabipler Odası.

ODTÜ’nün büyük düşüşünün yanısıra, Milli Kütüphane ve iki büyükelçilik yerlerini belediye, valilik ve Gazete Ankara’ya bırakmış. Öte yandan bu yıl wende 5 milyon 20 bin Ankara kelimesi bulunuyor.


Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (16 07 2005)

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

100 DOLARA HER ÖĞRENCİYE BİR LAPTOP PROJESİ HAZIR!


Mayıs ayı içinde Ooof Off Line isimli köşemde gündeme getirdiğim ilköğretim çağındaki her öğrenciye 100 dolara bir laptop projesi ile ilgili yazı (Cumhuriyet Bilim Teknik 25 Mayıs 2005) oldukça ilgi çekti. Gelen tepkilerden bu konuda daha detaylı bir yazı kaleme almanın, özellikle konuyla benzerlik taşıyan farklı kampanyaların ülke gündeminde olduğu bu dönemde, ilgili herkes için faydalı olacağını düşündüm.

100 dolara laptop fikri, ABD’deki MIT üniversitesine bağlı olarak araştırma hizmetleri yürüten Media Labs isimli Ar-Ge labarotuarının kurucusu Prof. Dr. Nicholas Negreponte tarafından 2005 yılı başında Davos’ta yapılan ekonomi zirvesinde ilk defa ortaya atıldı.

Buna göre özellikle hükümet desteği ile gerçekleştirilebilecek bir ulusal proje kapsamında, ilköğretim çağındaki öğrencilerin her birine devlet ücretsiz olarak birer laptop verecek ve böylece en temelde yetişmekte olan kuşakların bilgisayar ve internet okur-okuryazarlığı oranı artacaktır. Bu da dijital uçurum denilen ve gelir düzeyi baz alınarak tanımlanmış olan toplum içindeki bireyler arasındaki dengesizliğinin (ekonomik uçurum) sanal dünyadaki muadilinin, korkunç boyutlara ulaşmasını engelleyebilecektir.

Ortalama bir laptop bilgisayarın en az 500-600 dolar arasında seyrettiği günümüz dünyasında bir laptopu 100 dolara kim nasıl maledebilir? Konuya özellikle teknik açıdan bakanların aklına ilk takılan soru bu olsa gerek. Bu sorunun cevabı ölçek ekonomisi. 100 dolara laptop mottosu ile yola çıkmış olan Prof. Negreponte ve birkaç arkadaşı, bu fiyatı sağlayabilmek için şöyle bir ön koşul tespit etmiş durumda: Bu kapsamda satın alınacak laptop sayısı en az bir milyon adet olmalıdır (ülkemizde sadece 6,7 ve 8. sınıflarda iki milyonu aşkın öğrenci var)

Söz hazır maliyet ve diğer teknik konulardan açılmışken, oradan ilerlemekte fayda var. Böylece örneğin beşinci sınıftan itibaren her çocuğun bir laptopu olduğunda dünya nasıl olurdu (tatlı) sorusunun cevabını da yazının ikinci kısmına ayırmış olurum.

100 DOLARA NASIL MAL OLUR?

600 dolarlık bir laptopun 100 dolara nasıl mal olabileceğini hesaplamadan önce elma ile elmayı kıyaslayacak olduğumun altını çizmekte fayda var. Yani, ortalama bir araba ile Formula 1 aracı kıyaslaması yapmayacağım burada. 100 dolara mal edileceği söylenen laptop işlevsel olarak (kapasite, hız, vb) gerçekten de 600 dolara satılmakta olan laptopun sahip olduğu işlevlere aynen sahip olacaktır.

Şimdi gelelim bu rakamın nasıl 100 dolara indiğine...

Bu fikri ortaya atan ekibin yaptığı bir çalışmaya göre 600 dolarlık maliyetin en az %50lik kısmı (yani 300 doları) satış, pazarlama ve stok maliyetlerinden oluşmaktadır. Eğer bu üç kalemi ortadan kaldırırsanız (ki aynen öyle yapacaklarını ifade ediyorlar), demek ki en az 300 dolarlık bir maliyet tasarrufu sağlanmıştır.

İkinci önemli tasarruf kalemi, ekran maliyetidir. Prof. Negreponte ve arkadaşlarının yapmış oldukları fizibilite çalışmasına göre yukarıdaki kalem düştükten sonra kalan değerin yarısı (150 dolar) ekran maliyeti olarak fiyata yansımaktadır. 100 dolarlık laptoplarda da ekran olacak. Ancak MIT Media Laboratuarlarında geliştirilmekte olan teknolojiler çerçevesinde ekran maliyetinin 30 dolar düzeyinde kalması sağlanacaktır.

Yani nette 120 dolarlık bir tasarruf daha söz konusu.

Böylece laptop maliyeti 180 dolar düzeyine inmekte. Kalan 80 dolarlık maliyet ile laptopa sahip olduktan sonra ortaya çıkabilecek bakım, onarım masraflarının enaza indirilmesi de iki temel kavram ile aşılabilmektedir; fazla bellek ve işlemci kapasitesi gerektirmeyecek bir işletim sistemi ile telif ücretinin olmadığı ya da en az olduğu açık sistem uyumlu uygulama yazılımları. Burada Linux işletim sisteminin kullanılması ile bu engel de aşılabilir görünmektedir.

İşte 600 dolara malolan bir laptopun 100 dolara nasıl mal edileceğinin sihirli formülü. Burada elbette yukarıda bahsettiğim bir noktayı yeniden anımsamakta fayda var: Fiyatın bu hale gelebilmesi için işin içinde kar amacı gütmeyen oluşumların yer alması ve sipariş adedinin de en az bir milyon ya da katları düzeyinde olması gerekmektedir.

KAR AMACI GÜTMEYEN HDLC FİRMASI

İşte kar amacı gütmeyen bu şirket, bu fikri ortaya atan araştırmacılar tarafından ABD’de kurulmuştur. Adı da Hundred Dollar Laptop Corporation – HDLC. Yani Yüz Dolara Laptop Şirketi.

Prof. Negreponte’nin Mayıs 2005’te kaleme aldığı bir rapora göre firmanın misyonu laptop satmak değil. Daha ziyade tek kelime ile ifade etmek gerekirse “öğrenmek”. Ne kadar yalın ama bir o kadar da zor bir misyon!

HDLC firması hedef olarak altı tane dünyaca ünlü büyük firmayı yatırımcı hissedar olarak bünyesine katmayı hedeflemiş durumda. Bunlardan üç tanesi ile anlaşılmış ve isimleri açıklanmış. Bu firmalar: Internet arama motoru şampiyonu ve son dönemde şirket değeri dünyanın en büyük şirketlerini geçen Google, ikincisi Intel’in işlemci üretimindeki en büyük rakiplerinden AMD, üçüncüsü ise News Corp firması. Bu üç firmaya yakın zamanda bir telekomünikasyon parça üreticisi, bir yazılım firması ve bir disk üreticisi ile ekran üreticisinin de katılması söz konusu.

Yeniden altını çizmekte fayda var. HDLC firmasının (dolayısıyla da bu yatırımcıların) buradaki amacı bu laptop işinden para kazanmak değil.

HDLC firması söz konusu laptopların en kritik parçası olan ekran ile ilgili olarak ürettirmeyi hedefledikleri laptopları üç kuşak olarak şimdiden ayırmış durumdalar. Projede yer alacak ülkeler, ilk kuşak laptopları 2006 yılının ikinci yarısında edinebilecek (yani bir-bir buçuk yıl içinde). Bu ilk kuşak laptoplarda bildik teknolojilerin dışında yepteni teknoloji ya hiç olmayacak ya da sınırlı olacak. Prof. Negreponte’nin belirttiğine göre bu sebepten dolayı ilk kuşak laptoplar tam tamına 100 dolara malolmayabilir. Ama belli bir hata payı ile hedef tutturabilecek.

İkinci kuşak laptopların sunulma tarihi 2007; üçüncü kuşaklar ise 2008’de hazır olacak. İkinci kuşak laptoplardaki en büyük teknolojik yenilik ekranın projeksiyon sistemi ile donatılacağı. Üçüncü kuşakta ise ekran elektronik mürekkep denilen yepyeni bir teknolojiye göre üretiliyor olacak.

Bütün her şey iyi güzel de insanın aklına pek çok soru geliyor. İlköğretim çağındaki çocukların eline birer tane laptop vermek ne kadar faydalı? Yoksa acaba yüzmilyonlarca dolarlık yatırım sayesinde yangına körükle mi gidilmiş olacak? (Bu ikinci soruyu ülkemiz gibi internetin adının popüler medyada hep olumsuz bir haber ile birlikte anılması nedeniyle özellikle belirtmek istedim; bu soruya da tatminkar bir cevap üretebilmek gerekir).

Ülkemizde fikir bazlı tartışma kültürü, bilgi bazlı tartışma kültürüne hep baskın çıkma eğiliminde. Ancak “elin yabancısı yapıyor işte” dedirtecek şekilde, bu konuda da ilgili kişiler sadece fikir üretmemişler, hem ABD’yi hem de dünyayı tarayarak bu alanda ne gibi araştırmalar, çalışmalar yapılmış, ne gibi sonuçlar üretilmiş, bu bilgilere ulaşmışlar. Bu bilgiler derlendiğinde, bakın ortaya nasıl bir tablo çıkıyor:

LAPTOPLU EĞİTİMİN FAYDALARI

Bir öğrenci, laptopu sayesinde bilgisayarda bir ekosistemi, bir ekonomik sistemi, bağışıklık sistemini, akla gelebilecek her türlü sistemi simüle edebilir. Bunları gözleyerek, hangi etkiyi verirse sistemin nasıl tepki verdiğini analiz edebilir, gözlemleyebilir.

Bu tür bilgiler normalde ancak üniversite düzeyindeki eğitim kurumlarında verilebilmektedir. Ancak laptop gibi bir imkan sayesinde bu ileri düzey bilgiler insanlara çok erken yaşta öğretilebilir.

Her öğrencinin bir laptop bilgisayara sahip olması, “bilgi öğrenme” eski stratejisini, “bilinmeyen şeylerle ilgili bilgileri edinebilme stratejileri” haline getirebilir. Bir başka deyişle öğretim sistemleri artık bilgileri öğretmeye değil, öğrenmeyi öğretmeye konsantre olmalıdır.

Bildik öğretme malzemeleri statik araçlardır (kitaplardaki metinler, resimler, grafikler vb). Laptop sayesinde öğrenciler interaktif yani etkileşimli öğrenme modelinde öğretim alabilecektir. Mevcut öğretim modelinde bu etkileşim laboratuvar marifetiyle sağlanmaya çalışılmakta ama başarılı olamamaktadır.

Laptopun bir öğrencinin hayatına girmesi hem onun hem de ailesinin yaşamının dijital kültür ile tanışması, pekişmesi anlamına gelecektir. Bu sayede öğrenci yaşamının her anında (sadece okuldaki dönemde değil) bilgisayar ile etkileşim içine girebilecektir. Böylece belli bir yaştan sonra bir de dijital dünyada var olabilmek için gerekli bilgileri öğrenmek zorunda kalmayacaktır.

Bugünün kuşakları bir geçiş dönemi yaşadığından bu süreç de ona göre daha az sancılı oldu. Ancak gelecek kuşakların teknolojiden istifade etmesi çok daha yoğun olacağından, onların normal eğitim öğretim yaşamlarının yanısıra bir de kendi çabalarıyla bu bilgileri öğrenmeleri çok daha zor ve pahalı olacaktır. Oysa bu bilgilerin, yani dijital dünya ve onun araçlarını kullanma bilgilerinin, eğitim öğretim süreçlerinin içine gömülmesi çok daha pratik, ucuz ve kolay olacaktır.
GİZLİ PROBLEM


İlk bakışta pahalı görünse de aslında öğretim malzemelerinin kitap, ansiklopedi, sözlük vb gibi imkanlar yerine laptop vesilesiyle elektronik ortamdan sunulması hem maliyetleri azaltacaktır hem de görünmeyen gizli bir problemin de çözülmesini sağlayacaktır. Nedir bu problem? Bizim ülkemiz de dahil pek çok ülkede öğrenciler, gereksinim duydukları öğretimm malzemelerinin tamamına erişememektedir. En iyi şartlarda zorunlu ders kitaplarını edinebilmekte ve çocuklar bu kitaplardan öğrenebilmektedir. Oysa bir ansiklopedi takımına, bir sözlüğe sahip olmak ne yazık ki sadece maddi imkanı olan aileler için söz konusudur. Bilgisayarın okullara girmesiyle bu pahalı malzemeler de ucuzlayacak ve öğrenme eşitliği de sağlanmış olacaktır.

Laptop ile bilişim imkanı sadece öğrenciye değil doğal olarak öğretmenlere de faydalar sağlayacaktır. Öncelikle günümüzde öğretmenlerin de kendilerini sürekli güncel tutmaları gerekmektedir. Bu sadece müfredat bilgisi ile sınırlı değil, aynı zamanda dışarıdaki dünyanın değişmez bir parçası haline gelmiş olan bilgisayar, internet, elektronik yaşam konularını da kapsamaktadır.

Öğretmenler bir yandan bu alanda da öğrencilerine yön gösterebilecek düzeyde bir dijital kültür sahibi olacaklar diğer yandan ise kendi branşları ile ilgili olarak dünyadaki tüm gelişmeleri yakinen takip edebileceklerdir.

Bir başka imkan da özellikle uzmanlaşma gereken konulardaki öğretmen sıkıntısının enaza indirilmesi ile ilgilidir. Örneğin her okulda İtalyanca öğretmeni bulunmayabilir, ama İtalyanca öğrenmek isteyenler, laptop altyapısı ile edinebilecekleri birbiri ile iletişim kurabilme imkanları ile uzak mesafedeki bir İtalyanca öğretmenin derslerini de bilgisayarlarından izleyeme imkanına sahip olabilecekler.

LAPTOPLU EĞİTİM DENEYİMLERİ

Yukarıda da belirttiğim gibi bu konuda yola çıkmış olanlar, kendilerinden önce ne gibi deneyimler yaşanmış olduğu konusunda da araştırma yapmışlar. İşte bunlardan bazı örnekler:

Bu alandaki ilk girişim, daha 1989 yılında Avustralya’nın Melbourne şehrinde yapılmıştır. 5-12. sınıflar arasındaki öğrencilere Toshiba laptopları verilerek, okula laptopları ile gelmeleri sağlanmıştır.

Bunu dünyanın değişik ülkelerindeki deneyimler izlemiş. Örneğin Kosta Rika, örneğin Kamboçya, örneğin ABD, örneğin Fransa.

Kamboçya’da iki köy okulda 50 bilgisayar ile bu denenirken, ABD’nin Maine eyaletinde tüm ortaokul ve liselerde öğrencilerin laptopları ile okula gelmeleri sağlanmıştır. ABD’de bu girişimin devamında tüm ülke sathında bin okulda benzer uygulamalar gerçekleştirilmiştir.

Peki pratik sonuçlar nelerdir? ABD’de Saul Rockman’ın dört yıl boyunca 50 okulda yaptığı araştırma sonuçlarından bazıları şunlar:

1. Laptoplu programlarda görev alan öğretmenler, verdikleri ödevlerle ekip çalışmasını güçlendiriyor, yine de her bir öğrencinin kişisel sorumluluk almasını sağlıyor.


2. Gerek öğretmenler gerekse de öğrenciler okul hayatında daha dinamik. Sıralarında oturup ders dinlemek yerine, bir araya gelip ortak proje yapıyorlar.

3. Bu sayede öğretmenlerin sınıf içinde anlamayanların yanına gidip, konuyu bir kez de onlar için tekrarlaması işi azaltıyor.

4. Laptoplu sınıflarda öğrenme süreci daha ziyade öğrencinin kendi kendine verdiği direktifler sayesinde gerçekleşebiliyor.

5. Laptoplu sınıflarda çalışan öğretmenler, daha çok sunum şeklinde ödevler veriyor ve bunların değerlendirmesi de ödevi yapan öğrenci tarafından kendi kendine verilecek düzeye dek gelebiliyor.

6. Gerek öğretmenler, gerekse de öğrenciler teknolojik konularda çok daha hızlı deneyim kazanıyor.

7. Öğrencilerin organizasyonel becerileri artıyor; çünkü gerek bilgisayarlarındaki bilgileri kullanma gerekse de kendilerine verilen işleri zamanında bitirme gerekliliği var.

8. Öğrencilerin %76sı kağıda ödev yazmak yerine laptopa yazmaktan hoşlanıyor.

9. Öğerncilerin %80i, laptopa yazılmış bir metnin düzeltilmesini, kağıda yazılmış olandakini düzeltmeye göre daha kolay buluyor.

10. Öğrencilerin %73ü laptopla yaptıkları ödevlerden daha yüksek not aldıklarını belirtiyor.

Şimdi bir de işin psikolojik boyutuna bakalım. Acaba çocukların eline silah mı vermiş olacağız?

Öncelikle şunu belirtmek gerek. Bu proje kapsamındaki laptopların doğrudan internete erişimleri söz konusu değil. Bu bilgisayarlar, kendi içlerinde bir iletişim altyapısı oluşturacaklar. Yani birbileri ile temas halinde olacaklar ama onun dışındaki elektronik dünyaya erişim imkanları olmayacak.

Bu demektir ki çocuklar eğitim hayatı boyunca en azından bu laptoplar sayesinde internet okyanusuna erişip de orada kötü alışkanlıklar edinme imkanına sahip olamayacaklar. Peki bir başka noktaya bakalım. Bu öğrenciler, her ne kadar bu laptoplar sayesinde internete ulaşamayacaklar ama internete ulaşmak, oradan istifade etmek için gerekli olan tüm teknik bilgiyi öğrenmiş olacaklar. Bu bir sorun teşkil etmez mi?

Soruya pratik açıdan yaklaşalım. Günümüz dünyasında bu ya da başka bir yol; genç kuşaklar dijital kültüre illa ki ulaşmaktadır. Laptoplu proje modelini sırf bu yüzden olumsuz bulmak biraz pire için yorgan yakmaya benziyor.

Şu örneklere bakın: Şişe ile bir insanın kafasına vurarak o kişi öldürülebilir; o halde şişeleri yaşamımızdan çıkaralım. Karayolu ve taşıt kullanılarak suç işleyen birisi kaçıp gidebilir, o halde yolları ve taşıtları yaşamımızdan çıkaralım. Elektrik çarpar; o halde evlerimizde elektrik kullanmayalım.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Hepsinde de ortak bir özellik var (dijital kültür, internet de buna dahil). Burada yaşamımıza girmiş ve ondan azami ölçüde istifade etmekte olduğumuz şeyler (şişe, karayolları, taşıtlar, elektrik, internet) birer araçtır. Araçlar insanlar iyi şeyler yapsınlar, yaşamları kolaylaşsın diye geliştirilmiştir. Ancak istisnasız her aracın da kötü amaçlar için kullanılması olasıdır.

Bir aracın kötü bir amaç için kullanılması, o aracı kötü yapmaz; yapsa yapsa onu kötü amaç için kullanan özneyi kötü yapar.

Dijital kültür, internet kavramları söz konusu olduğunda da durum aynı. Bu araçlar kötü değildir; ama onu kötü amaçlar için kullanan kötü insanlar vardır.

İkinci bir nokta var. Dijital kültürü, elektronik yaşamı, yetişmekte olan gençlere bu tür bir program çerçevesinde vermek yerine, kendi kendine öğrenmeye bırakırsak (şu an yaptığımzı o) bu sürecin ne şekilde geliştiği yönünde bir kontrolümüz olmayacak. Çocuğumuzun eğitim öğretim hayatını tesadüfe bırakıyor muyuz? Çevresindeki arkadaşlarından gitsin öğrensin mi diyoruz, yoksa planlı programlı bir şekilde hareket eden bir eğitim kurumunu mu tercih ediyoruz?

Burada da aynı durum söz konusu. Çocuk arkadaşları vasıtasıyla bilgisayarı öğreniyor, sonra eve bir bilgisayar aldırıyor ve kendi kendine eğitimini sürdürüyor. Ne öğreniyor, ne şekilde öğreniyor, ebeveynlerin hiçbir fikri yok. Oysa böyle bir model aslında temel teknoloji öğrenimini de belli bir disipline, formata sokmuş olacaktır.

Bir başka deyişle ebeveynlerin de artık bu alanda bilinçlenme zamanı gelmiştir. Malum en güvenilir sistem hiç kullanılmayan sistemdir ama yaşamdan geri kalmamak için de sistemleri kullanmaya gereksinimimiz var. O nedenle ebeveynlere de çok iş düşmekte. Nedir bunlar?

Öncelikle çocuklarının dijital kültürden geri kalmamaları gerektiğini kabul etmeleri gerekir. Geri kalmamaları için yapılması gereken doğru şeylerin neler olduğu konusu henüz “hap haline getirilmiş” bir olgu değildir. O nedenle güvenilir olduğuna kanaat getirdikleri imkan ve kaynakları kullanarak, bu alandaki bilgi açıklarını kapatmaları gerekir.

Bu açığı kapatmanın en kolay yollarından birisi de bu alanda teorik bilgiden öte, kullanıcısı olarak, pratik bilgiye sahip olmaktır. Yani ebeveynler de kendi yaşam modelleri çerçevesinde bilgisayar ve internet kullanımını kişisel hayatlarına dahil etmelidirler. Bugün evimizdeki cihazlardan, bilgisayar hariç, hangisini kullanmayı anne babalar değil de çocuklar biliyor?

Bu temel bariyer aşılabilirse, sorun kalmayacaktır. 100 dolara laptop projesi ülkemizde de hayata da geçtiği taktirde bu sadece çocuğun değil, tüm ailenin bilgisayar ve internet okuryazarlığını artırmayı sağlayabilecektir.

BİLGİSAYAR KAMPANYALARI

Ülkemizde son dönemde çeşitli kampanyalar yapıldı, yapılmakta. Öğretmenlere yönelik bir kampanya daha tam nihayete eremeden, son olarak Türkiye Bilişim Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜBİSAD)’ın, yeni başkanı Sayın Orhan Göksal liderliğinde okullarına yönelik bir kampanyası televizyon reklamları ile birlikte gündeme geldi.

Bu kampanyada amaç, toplam 17 milyon öğrenciye karşılık 240 bin bilgisayara sahip okullarımızdaki bilgisayar sayısını bir milyona ulaştırmak. Bir başka deyişle 71 öğrenciye bir bilgisayar düşerken, bir milyon bilgisayarın temin edilmesi durumunda bu oran 17’de 1’e yükselecektir.

Kampanya modeli, bağışçıların TÜBİSAD’a diledikleri rakamda bağışta bulunmaları ve toplanan bu bağışların, DMO aracılığıyla, özellikleri bakanlık tarafından belirlenmiş olan bilgisayarlardan satın alınmasında kullanılması ve gereksinim duyan okullara gönderilmesi şeklindedir.

Elbette ki mevcut koşullar çerçevesinde TÜBİSAD’ın bu kampanyası bilgisayarlaşma açığının ciddi bir oranda kapanmasını sağlayacaktır. Ancak finansal anlamda bir milyon bilgisayar satın almak, sadece KDV muafiyeti dışında maliyete bir katkıda bulunamamaktadır – çünkü kaç tane bilgisayar almaya yetecek kadar bağış toplanacağı bilenememektedir (kampanya bir milyon figürüne ulaşana dek devam edecek denilmekle birlikte, gelen bağış bu amaca ulaşmayı hiçbir zaman sağlayamayabilir).

Dünyada bu tür gelişmeler söz konusu iken Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlere yönelik, ya da TÜBİSAD’ın okullarımıza yönelik bu türden kampanyalarının da bu imkandan istifade edecek şekilde dönüştürülmesi değerlendirilebilir. Çok basit bir hesaplama ile bir milyon bilgisayar satın almak için gerekli olan para ile bunun 4-5 misli adette, yani 4 ya da 5 milyon tane laptop alınabilir.

Bir başka hesaplama ile bu kampanya kapsamında ancak 200-250 bin adet temin edilebilecek bilgisayar için gerekli olan para ile 100 dolara laptop düşüncesinin temel kriteri olan en az bir milyon laptop almak için gerekli olan bedel temin edilmiş olur.

NE YAPMALI?

100 dolara laptop projesi oldukça yeni. Ama bir gerçek var ki 2006 yılının ikinci yarısında bu projeye emek ayıran ilk ülkeler, laptoplarını öğrencilerine dağıtıyor olacak.

HDLC oluşumunun temel koşullarından birisi de bu projenin kar amacı gütmek yerine öğrenme sürecine katkıda bulunmak olduğunu temin etmek üzere, konuya ilgi duyacak ülkelerin, projeye hükümet düzeyinde dahil olmaları. Bu projeye katkı sağlayacak diğer tüm oluşumlar bu şemsiye altında biraraya gelebilir.

Ülkemizde Tevhidi Tedrisat Kanunu ile genç cumhuriyetin daha ilk yıllarında, eğitime ne kadar önem verildiği ve eğitimde fırsat eşitliğinin bir özdeğer olarak benimsendiği ispat edilmiştir. Belki de 100 dolara laptop türünden bir proje, en az bu kadar önemli bir adımın daha atılmasını sağlayacaktır.

Bugün çantalarında laptoplarıyla okula gidecek olanlar, yarın kendilerine bu imkanı sağlayanları asla unutmayacaklardır. Bakalım bu fırsat, hangi vizyon sahibi hükümete (ya da devlet kurumuna) yar olacak.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (09 07 2005)

DİJİTAL KAĞIT


Mayıs ayı içinde Sayın Aydın Doğan’ın bir açılışta yaptığı medyanın geleceği ile ilgili bir yorum beni bu konuya teknolojik açıdan yeniden yaklaşmaya sevk etti.

Temel olarak iki kavram birbiri ile içiçe kullanılmaktan kaynaklanan kaotik bir durum var ortada.

Son dönemde internetin yaygınlaşması ile “medya gelecekte internete yenilecek” diye anlamsız bir korkudur almış başını gidiyor. Internetin kimseyi yerinden edecek hali yok. E-Ticaret başladığında, ticaret hayatı sona mı erdi dünyada? Hayır!

Benzer şekilde dijital kültürün yaygınlaşması da medyayı ortadan kaldırmayacak. Peki internet adında toplanan bu dijitalleşme süreci medyayı nasıl etkileyecek?

Bence en kritik konu altyapısal anlamda kağıt olgusundadır. Yine mayıs ayı içinde Brezilya’da bulunan ve dünyanın akciğerleri diye addedilen Amazon yağmur ormanlarının beşte birinin yok olduğu ile ilgili haberleri izledik. Sibirya’da katledilen ağaçlar ile ilgili ise hiçbir bilgimiz yok.

Bu ağaçların temel kullanım alanlarından birisi de bugün bildiğimiz anlamıyla kağıt değil mi?

Kağıdı da en temelde bilgiyi yaymak için kullanmıyor muyuz?

Bilginin yayılmasında kağıdın oynadığı rol, bir aracı olmaktan öte değildir. Bilgi en kolay hangi araç ile yayılacaksa bundan sonra da yayılmasını o şekilde sürdürecektir.

Son yıllarda, kağıdın bilginin yayılmasında üstlendiği rolü, dijital hammadde kullanılarak üretilebilecek araçlar ne şekilde üstlenebilir, bu dijital hammaddeler neler olabilir, bu konularda ciddi araştırmalar yapılmakta.

Nisan ayı içinde çok farklı bir alanda, bu teknoloji bir örneğini dünyaya sundu. Dijital kağıt hammaddesi kullanılarak üretilen ilk kol saati! Buna ek olarak, yine dijital kağıt kullanılarak üretilen ilk gazete örnekleri de geçtiğimiz dönemde tanıtıldı (her ne kadar duvar gazetesi formatında olsa da).

Çok da uzak olmayan bir gelecekte, maliyetlerin düşmesi ile birlikte, dijital kağıt kavramı yaygınlaşırsa kimse şaşırmasın.

Dijtial kağıdın elbette ki en büyük özelliği, gazete, dergi gibi süreli yayınların, bayiiden satın almak yerine, internetten indirmek formatına dönüşmesini sağlayacak olmasıdır. Malzeme olarak yine kağıt ebatlarında, o kalınlıkta bir nesneyi düşünün. Bu nesnenin bir belleği olabilir. Bu bellek gazetenin tüm sayfalarını saklayabilir. Böylece siz, istediğiniz bir anda istediğiniz sayfayı dijital kağıdınızda aktif hale getirebilir – onu okuyabilirsiniz.

Hatta teknoloji gelişip de saklanabilecek bellek kapasitesi arttıkça, tek bir dijital kağıt nesnesinin içine birden çok gazete yükleyebilirsiniz.

Peki diyelim ki evde üç kişisiniz. Şimdiki gibi gazeteyi ve eklerini nasıl paylaşacaksınız?

Bunun için her bireyin bir tane dijtal kağıda sahip olması yeterli olacaktır. Bu kağıtlar arasındaki bilgi transferi ile gazetenin bir grup sayfası bir bireyin, diğer grup sayfası diğer bireyin dijital kağıdına aktarılabilir.

Dikkat edilirse, bu teknolojinin medyayı tehdit edeceği bir yan yok. Ancak kağıt üretimi ya da ithalatı yapanlar için dünyanın sonu olabilir! Ancak onlar da doğal olarak dijital kağıt işine girerek yeni dünyada yerlerini alacaklardır.

Gazetelerin üretilmesi, basılması için dev tesislere de gerek kalmayacak artık. Onun yerini devasa bilgileri saklayacak dijital altyapı bileşenleri (disk üniteleri vb) alacaktır.

Geçtiğimiz haftalarda burada da bahsedilmiş olan blog türü gelişmeler de muhabirlik kavramına yeni bir bakış açısı getirebilecektir. Dileyen herkes bağımsız muhabir olabilecek. O an bulunduğu mekandaki haberi gazeteye aktaracak elektronik mobil donanıma sahip olacak her birey, doğal olarak gazete muhabirliği yapabilecek. Gazeteler maaşla muhabir tutmak yerine, bu tür bağımsız muhabirlerden istifade edebilecek ve hangisinin haberini yayınlamaya değer bulursa, yayınladığı haber başına bedel ödeyebilecek.

Gören gözler için bu gelişmeler yakın gelecekte ufukta belirmeye başladı. Buna göre yaşamını dönüştürebilenler kazançlı çıkacak; direnenler olumsuz etkilenecek.

Katılımcı demokrasi dediğimizde, eşit bireyler dediğimizde, sadece göz diktiğimiz bir kaç alanda değişiklik olacak diye beklemeyelim. Değişmeyen alan, olgu, meslek, yaşam modeli kalmayacak.

Yeni bir çağa girdiğimizi başka nasıl anlardık?

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (09 07 2005)

TURING GÜNLERİ ve DNA BİLİŞİMİ


13-14 Mayıs 2005 günlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Turing Günleri 05’i düzenledi. Bu yılın ana konusu ise DNA Bilişimi idi.

Öncelikle organizasyonun kalitesinden dem vurmam gerekir. Bu tür organizasyonlarda genellikle organizasyonun en basit halkaları dikkate alınmaz. Örneğin gittiğiniz bina içinde hangi salona gideceğinizden tutun da, bina girişindeki görevlilerin organizasyondan bihaber olmasına, size gelen davetiye her ne kadar profesyonelce hazırlanmış olsa da salonun önüne gittiğinizde dileyenin dilediği gibi girip çıktığına kadar.

Ancak doğrusu Bilgi Üniversitesi’ndeki bu organizasyon bu olumsuzlukların tamamından arınmıştı diyebilirim. Bina kapısından girerken ziyaret sebebimi soran görevlileri “DNA Computing”i nasıl anlatırım diye düşünürken, “bilgisayar şeysi” lafımı daha bitirmeden beni bir kaç metre ötedeki masaya yönlendirmeleri ile sıradışı bir kalite ile karşı karşıya olduğumu anladım.

Masadaki görevli gençler, o kadar ciddi bir şekilde, kağıda çizmiş oldukları kroki üzerinden salonu bana tarif ettiler ki, doğrusu gözüm korktu ve krokiyi zihnime yerleştirmek için birkaç saniye fazladan bakma gereği duydum.

Meğer ne gam! Bir mesafe zaten çok kısaymış; iki her köşeye zaten yönlendirici levha asmışlar.

Etkinliğin ilk gününe katıldım ve doğrusu 16 sene önce mezun olduğum bilgisayar mühendisliği dalında gelişmelerin hangi sınırlara gelip dayandığını görmek açısından, ilk günkü sunumlar beni müthiş keyiflendirdi (her ne kadar salondaki gençlerin algıladığı düzeyde algılayamadıysam da konunun özündeki mantığı yakaladığımı sanıyorum).

Öncelikle etle tırnak haline gelmiş bilişim kavramı ile elektronik kavramını ayırmak gerekiyor. Bizim bilişim ya da bilgi teknolojileri dediğimiz kavram, aslında başında hep bir gizli özneyi barındırıyor – elektronik bilişim, elektronik bilgi teknolojileri.

Oysa bilişim kavramı, elektronik hali ortaya çıkmadan önce de vardı. Bu alandaki en önde gelen kişilerin başında da Alan Turing geliyordu. Turing’in aritmetik işlemler için düşündüğü cihazlar, elektroniklikten uzak, mekanik düzenekleri baz alıyordu. Ama bilişimdi.

Benzer şekilde, son yıllarda ortaya çıkan bir başka bilişim türü de DNA moleküllerine bağlı olarak ortaya çıkan DNA Bilişimi. Elektronik bilişimde elektrik akımlarının ürettiği birleri sıfırları burada moleküller ve bunlardaki enzimler üstleniyor. Bir başka deyişle elektronik devrelerin yerine birbiri ile temas halinde olan organik bileşenleri, enzimleri, molekülleri düşünün.

Bu enzimler, moleküller, programlanabiliyor. Programlanma deyince yanlış anlaşılmasın, bilgisayar programı değil. Daha ziyade bu bileşenler, birbirlerine öyle bir şekilde bağlanıyorlar ki, önceden belirlenmiş bir grup işlevi yerine getirebiliyorlar.

Örneğin Columbia Universitesi’nden katılan Prof. Milan Stajonavic araştırma ekibiyle birlikte böyle bir zincir kurarak ünlü Tik-Tak-Toe oyununu oynayan bir düzenek oluşturmuş. 3x3 dokuz gözlü bir karede yatay, dikey ya da diagonal olarak üç haneyi işaretleyenin kazandığı bu oyunda enzimler, rakip hangi kareye oynarsa, buna göre tetiklenerek, hangi kareyi işaretlediklerini ışıma ile belli ediyor.

Bu tür bir etki tepki durumunun pratikte kazandıracağı şey ne olabilir? Bu soruya en yalın cevabı Weizmann Enstitüsü’nden Prof. Ehud Shapiro veriyor. Bu tür bir donanımla yüklenmiş enzim zincirinin insan vücudunun içinde dolaştığını düşünün. Zincir, tik tak toe oynamak için değil de hastalanan hücreleri iyileştirmek için programlanmış olsun. Buna göre zincirin inceleyeceği hücrenin zincire ileteceği mesaj, zinciri tetikleyecek ve bu tetikleme sonucunda zincir hücrenin neye gereksinim duyduğunu tespit edebilecek. Eğer gereksinim duyulan şey bir ilaç ise, hücreye o ilacın verilmesi sağlanacak.

Tıpta her ne kadar müthiş gelişmeler kaydedilmekteyse de henüz kesip, biçme döneminden kurtulabilmiş değiliz. Ne zaman ki kanserin tedavisi için kemoterapi ile hücre öldürmeyeceğiz, ne zaman ki yetmezlik çeken bir böbrek hastasına verilecek bir ilaç vücutta yeni bir böbreğin doğup, büyüyüp eskisinin yerini almasını sağlayacak, işte o zaman tıp gerçekten kuantum sıçraması yapmış olacak.

DNA Bilişimi belki de bu sıçramanın yapı taşını oluşturacak.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (02 07 2005)