Pazartesi, Aralık 26, 2005

HASAN CEMAL’İ GOOGLE-LADIM



Yanlış anlaşılmasın; Google’lamak, Uzay Yolu’ndaki ya da Star Wars’taki türden bir ışın silahı ile kötü bir şey yapmak değil. Internette bir kelimenin nerelerde kaç defa geçtiği ile ilgili basit bir nicelik analizi.

Hasan Cemal’in malum kitabı çıkınca baktım, kitabın kaç sayfa olduğu bile köşelere konu olabiliyor; bu kadar bereketli konu hakkında ben de bir şeyler yazayım da payıma düşeni alayım bari dedim.

Internetin 2000li yıllardaki nimeti olan Google sayesinde (www.Google.com) dilediğiniz herhangi bir konu hakkında internette kim ne demiş, kime sövüp saymış, ya da kimden ne alıntılamış öğrenebilirsiniz. Doğru, yanlış.

Ayrıca bu tür arama işlemi Echelon gibi varolduğu bilinen ama ispat edilemeyen güvenlik sistemleri nezdinde kendi kendinizi ihbar etmek için de güzel bir araçtır. Çünkü aradığınız kelimeler hayatta nelere ilgi duyduğunuz konusunda güzel ipuçları verir(siniz). Dinleyen kulaklar için.

Tüm yazıyı okuyacak kadar uzuun zamanı olmayanlar için sonucu hemen söyleyeyim. Hasan Cemal’a müjdem var. Internet ondan yana.

Google’a girip de tırnak içinde “Hasan Cemal” diye aradığınızda karşınıza 94 bin gibi bir figür çıkıyor. “İlhan Selçuk” diye aradığımızda ise 60 bin 500. Genel olarak bu, internette içinde o kelimelerin (tırnak içinde belirtince yanyana gelmesini sağlamış oluyorsunuz) o kadar kez bulunduğu anlamına gelir. Ancak burada birbirini tekrar etme olasılığı da var. Mesela tek bir web sayfasında elli yerde Hasan Cemal kelimeleri geçerse bu toplama 50 olarak giriyor. Ancak bu tek sayfadır derseniz, tabii o zaman adetler düşüyor. Düşen adetlere baktığımızda da tablo aynı: Hasan Cemal : 472, İlhan Selçuk: 442.

Google bir imkan daha veriyor. İlk listede “birbirine benzer” sayfaları göstermiyor. Ama isterseniz, son sayfaya geldiğinizde onları da listeleyebiliyorsunuz. Bu durumda figürlere baktığımızda; Hasan Cemal: 997 İlhan Selçuk : 986.

Hay allah, yoksa aradaki fark yeterli değil mi? 94 bine 60 bin iyi bir farktı ama; 472’ye 442 (fark 30), hele hele 997’ye 986 (sadece 9). Onca emek, çaba sadece 9 fark için mi?

Hemen “sadece ingilizce” sayfalardaki duruma bakalım. Hasan Cemal: 159 – İlhan Selçuk: 103. Yaa nasıl olur? Benim bildiğim İlhan Selçuk Ağabey ne bir mülakat verir, ne ilginç bir yurtdışı toplantısına gider (haa bu arada bakın Hasan Cemal’in 2004 Bilderberg konferansında çekilmiş güzel bir fotoğrafını buldum internette). 103 yerde nasıl İlhan Selçuk adı geçer? Allah allah.

Google’lama işini biraz daha genişletelim. Mesela şunları arayalım: Kaç yerde hem “Hasan Cemal” hem de “genel yayın yönetmeni” kelimeleri geçiyor (ikisi de aynı sayfada olacak şekilde). Cevap toplam 455 adet. 174 farklı sayfada.

Bunun karşılığında İlhan Selçuk Ağabey için ne aramalı? Şu anki resmi sıfatı ile bir arama yaptım. Yani “İlhan Selçuk” ve “İmtiyaz Sahibi”. Sonucu Hasan Cemal’e söylemeyin. Toplam 13 bin 700 adet. 184 farklı sayfada.

Peki diyelim ki bu biraz adil bir kıyaslama olmadı. Gelin biraz daha spekülatif bir arama yapalım. Kırmızı köşede “İlhan Selçuk” ve “Cumhuriyet”, turuncu köşede “Hasan Cemal” ve “Cumhuriyet”. Hah işte şimdi oldu. Üzgünüm İlhan Ağabey ama kaybettin. Senin adın Cumhuriyet ile birlikte 38 bin 500 yerde anılıyorken, Hasan Cemal 84 bin 600 yerde anılıyor. Internet külliyatı bile Hasan Cemal ile Cumhuriyet’i yanyana koymayı tercih ediyor. İstersen bu sayıların toplam kaç farklı sayfada geçtiğine bakmayalım. Çünkü orada 386-311 bir üstünlüğü var İlhan Ağabey’in. Yok yok bakmayalım.

Dip not olarak Hasan Cemal ile Sabah ve Milliyet kelimelerinin ayrı ayrı kaçar kez anıldığına da söylemeden edemeyeceğim. Sabah ile 30 bin 200 (291 sayfada), Milliyet ile 67 bin 200 (218 sayfada). Evet evet internet hala Hasan Cemal’in Cumhuriyet’ten ayrıldığını kabullenememiş. Onun adını Sabah ya da Milliyet’in yanında anmayı hala reddediyor.

Tartışmanın ötesine geçmek bu yazının amacını aşar. Ama yedi yıldır bir köşesinde gönüllü yazarcıklık yaparak Gazete’sine bir katkı sağlamaya çalışan, 26 yıldır ise onun okuru olan 38 yaşında birisi olarak, gerek içerik, gerek üslup, gerek lansman biçimi, gerekse de (bilinçli ya da bilinçsiz) bunun bu hali ile nerelere çekilebileceğini tahmin edebilecek düzeyde birisi olan Hasan Cemal’in böyle bir kitap yazmış olması beni o kadar üzdü ki böyle bir yazıyı kaleme alarak duyduğum tepkiyi paylaşmadan da edemedim.

Not: Bu istatistikler 15.12.2005 itibariyle geçerlidir. Siz bu yazıyı okuduğunuzda benzer googlelamalar yaparsanız, internete yeni sayfalar eklenmiş olabileceğinden, figürlerde değişiklik söz konusu olabilir.
Not : Söz ettiğim fotoğrafın bulunduğu web sayfası : http://www.bilderberg.org/photos04.pdf

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (24 12 2005)

Pazartesi, Aralık 19, 2005

YARININ YEPYENİ MÜZİK DÜNYASI


Geçtiğimiz günlerde SONY BMG’nin bu yıl içinde çıkardığı kimi müzik CD’lerinin içine gizli bir program eklemiş olmasının ortaya çıkmasıyla firma global müzik piyasası önünde zor bir duruma düştü.

Rootkit adını taşıyan bu program, eğer müzik CD’si bilgisayara takılıp da dinlenmek ya da bilgisayara kopyalanmak istediğinde kullanıcıyı uyarmadan “gizlice” bilgisayara yükleniyor ve CD’den bilgisayara müzik parçalarının birden çok kereler kopyalanmasını engelliyor.

Bu tür programlara, amacı ne olursa olsun, spyware deniyor. Ajan-program olarak mı çevirmeli bunu Türkçe’ye? Bu tür ajan-programların temel özelliği şu: Bilgisayar kullanıcısının farkında olmadan bilgisayara yerleşmek ve özellikle internet bağlantısı olduğu zamanlarda kendisine yüklenmiş görevi yerine getirmek (örneğin hangi web sitelerinde dolaştığınız bilgisi fişlenip, programı sizin bilgisayara yükleyen firmaya internet üzerinden iletmek).

Tabii her ajan-programın görevi bu kadar masum olmayabilir.

Öte yandan ajan-programların oluşturduğu bir risk de bilgisayarınıza virüs bulaştırmasına önayak olabilmesidir. Bu tür programların özelliklerinden ya da açıklarından istifade eden virüs-geliştiriciler, bu programın olduğu bir bilgisayara yerleşebilecek virüs programları hazırlayabilirler.

Ajan-programlarından kurtulmanın yolu yok mu? Elbette var. Bilgisayarınızda tarama yaparak ajan-programların varlığını tespit eden ve bunları temizleyen, anti-virus programlarına benzer programlar (anti spyware programları) geliştirildi bile.

Dönelim müzik CD’lerinde ortaya çıkan duruma. Sony BMG anlaşılan kaş yapayım derken göz çıkardı.

Bu da temelde dijital kültüre karşı bildik kültür paradigması ile mücadele etme inatçılığından kaynaklanıyor. Paradigma kavramında temel bir olgu vardır: Yeni bir paradigma ortaya çıktığında eski paradigmaya göre avantajlı durumda olan avantajını kaybededebilir; ya da dezavantajlı durumda olan avantajlı konuma geçebilir (yani mevcut durum yeni dünyaya birebir taşınmak zorunda değil).

Şimdi müzik piyasasına bakalım. Dijital kültür öncesi dönemde 60lı yıllardan itibaren müthiş bir patlama yapan müzik endüstrisi önce plak, sonra kaset şimdi de CD medyasını kullanarak müziği kitlelere ulaştırmakta. Ve bu işten de ciddi paralar kazanmakta. Bugün bir CD’nin toptan maliyeti birkaç cent düzeyinde. Oysa bir müzik CD’si 10-20 dolar arasında satılmakta.

Bu satış rakamının maliyet ve kar kalemlerini bilmiyorum. Ama ortada bir gerçek var. Dijital kültür ile birlikte müzik üretimi ve müzikseverlere ulaştıma modeli (paradigması) değişmekte. Eğer dünya devi müzik firmaları kendi pozisyonlarını buna göre ayarlarlarsa yeni dünyada da hakim konumlarını sürdürebilirler.

Oysa müziğin m-sini bilmeyen Apple firması iPod ürünü ile yukarıda belirttiğim paradigma değişikliğinden istifade etti ve şu an internet üzerinden yasal olarak en çok müzik parçası satan firma/site haline geldi.

Mevcut konumunun avantajlı durumunun felç edici etkisinde kalmasaydı herhalde Sony gibi bir elektronik firmasının Apple gibi bir bilgisayar firmasından önce iPod gibi walkman’in yeni kuşak devamı olan bir cihazı yapması gerekirdi.

Oysa Apple Sony ve ötekilerden erken davrandı ve şimdi piyasayı domine ediyor. Artık müzik sektöründe ürün birimi bir müzik albümü olmaktan çıktı çıkıyor. Onun yerine 99 cente sadece bir şarkı alma devri başladı.

Bu müzisyenler için de yeni bir paradigma. Bir tane hit parça yapıp onu satmak için yanına yedi sekiz tane fason şarkı yapmaları gerekmiyor. Son kullanıcı olan bizlerin de bir şarkı için 10-20 dolar düzeyinde bir para ödememiz ortadan kalkıyor.

Dijital kültürde bu değişimler dönüşümler yaşanırken, müzik firmalarının CD’lerin içine kopyalama önleyici yazılımlara yatırım yapması bütünüyle konuyu yanlış anlamış oldukları anlamına geliyor.

Yarınla ilgili planlar yaparken planın detaylarını yarının dünyasına göre değerlendirmek gerekir; bugünün dünyasına göre değil. Çünkü bugünün dünyası bugünde kalacak; yarın bambaşka bir dünya olacak!

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (17 12 2005)

Pazartesi, Aralık 12, 2005

KİTAPLARINIZI ÖZGÜRLEŞTİRİN


Hiç düşündünüz mü (düşündüm mü) kütüphanenizde pineklemekte olan kitaplar aslında bir açıdan prangalı mahkumlar gibidir. Orada öylece birinin onu alıp okumasını, incelemesini bekler. Sonra onunla işimiz bitince mahkum hayatına iade ederiz. Ta ki yaşlanıp sararana dek ya da bir yerden başka bir yere taşınma zamanı gelinceye kadar...

Şimdi bu gönüllü mahkumları kanatlandırıp uçurma, onları özgürlüklerine kavuşturma imkanı çıktı. Orijinal adı Bookcrossing; Türkiye’de Gezgin Kitap diye anılıyor. Bu yaklaşıma göre sahip olduğunuz kitapları sokaklara salıyorsunuz; hiç bilmediğiniz insanlar onları alsın, okusun diye. Ama sahiplenme yok. Okuduktan sonra yine sokaklara salmaları, başkalarının da okumalarını sağlamaları şartıyla.

İş oldukça planlı programlı yapılması gereken ciddi bir iş. Öncelikle ilgili web sitelerinden birine gidip üye olmanız ve sokaklara salacağınız kitapla ilgili bazı hazırlıklar yapmanız gerek. Bu kapsamda her kitap için ona özel bir numara ürettirmelisiniz. Ayrıca web sitelerinde bulabileceğiniz etkiletleri yazıcınızdan çıktısını alıp, ürettirdiğiniz numarayı etiketin üstüne yazdıktan sonra etiketi kitaba yapıştırmanız gerekiyor.

Kendi kölesini özgürleştirmek için bu kadar cefaya katlanan bir “sahip” olmuş mudur bilmiyorum ama iş kitaplara gelince ve yapılan işin ciddiye alınması söz konusu olunca bunları yapmak çok önemli.

Böylece üstünde numarası yazılı etiketi kitabınıza yapıştırdıktan sonra bence işin en keyifli yanına geliyor sıra. Kitabınızı bir yere bırakmak!

Bookcrossing.com sitesinde Türkiye’de özgürleştirilmiş 32 kitabın izi var. GezginKitap.com sitesinde ise yaklaşık 100 kitap. Bu kitaplar İstanbul’da, İzmir-Selçuk’ta, Antalya’da ya da Bursa-Osmangazi’de bulunabilir.

Örneğin Osmangazi’deki kitap Tavuksuyuna Çorba serisinden. Bırakıldığı yer ise park. Üç hafta önce bırakılmış oraya. Bir başkası kitabı Nilüfer Saypa Maxima Market arkasında bulmuş. Okumuş ve Heykel-Nalbantoğlu muhtarlık binası ile yanındaki binanın duvarı arasındaki boşluğa, siyah bir poşet içinde bırakmış.

Kitabı sokağa saldıktan sonra da iş bitmiyor. Onun özgürlüğe kavuşturulmuş olduğunu yine sitede belirtmek gerek. Hem böylece arayanlara da bulanlara da güzel bir imkan oluyor. Arayan kendi çevresinde gezgin bir kitap var mı onu kontrol edebilir. Bulan ise buldum, okudum sonra da şuraya bıraktım diyebilir.

Sürecin izlerinin bu şekilde kayıt edilmesi çok önemli bir olgunun da göstergesi aynı zamanda. Bilgi! Sadece o eyleme odaklanıp, elimizdeki bazı kitapları sağa sola bırakıp kenara mı çekileceğiz, yoksa bu süreçten hem azami keyif almayı öğrenmek hem de konuyla ilgilenenlere daha çok bilgi sunarak onlara ek fayda sağlayabilmek üzere yaptığımız işi kayıt altına da alacak mıyız?

Bilgi olgusu bence kültürel olarak önem verdiğimiz doğal değerler listesinde yer almadığından (alamadığından, aldırılmadığından) katılımcılar içinden belki de süreci bu şekilde kayıt etme kaygısını sarkastik bir şekilde eleştirenler çıkacaktır. Bütün bu ritüele ne gerek var; amaç sonuçta birkaç kişinin daha o kitaplarını okumasını sağlamak değil mi; ötesine ne gerek var gibisinden.

Bu tür bir etkinliği duyduğunuzda aklınıza ilk gelen şeylerden birisi de şu olmadı mı? Kitabı bulan onu ya sahiplenir ya da yok eder. Onu okuyup tekrar sokaklara bırakması belki de diğer iki alternatife göre olma olasılığı daha düşük üçüncü bir alternatif olacaktır. Neden?

Çünkü önüne sahipsiz bir kitap çıkan kişi, onu kendi değer yargılarına göre ve üstünde herhangi bir baskı olmadan değerlendirecektir. Oysa kitabın iç kabında bir etiket bulması, onun bir numarasının olduğunu bilmesi, o numara ile kitabın nereden nereye taşındığının izlenmesi gibi özellikleri öğrendiğinde kişi o kitabı kendi değer yargılarının yanısıra bu oluşuma ön ayak olmuş kitlenin değer yargılarını da dikkate alarak ele alacaktır.

Bir başka deyişle üstünde kitabı okuyup yeniden sokaklara bırakması baskısını hissedecektir. Ayrıca imkanı varsa bu baskının hediyesi olarak, internet üzerinden kitabın tarihçesine kendi katkısını ekleyebilecektir.

Büyük şehirlerin giderek köyleşmesi de benzer sebepten kaynaklanmıyor mu? Şehrin ödünsüz koruduğu değerler ortadan kalktıkça, dışarıdan gelenler kendi köylerinde gördükleri değerleri uygulamaya devam ederek şehri köyleştirmekte.

www.BookCrossing.com
www.GezginKitap.com

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (10 12 2005)

Pazartesi, Aralık 05, 2005

BM BİLGİ TOPLUMU ZİRVESİ - TUNUS


Başlıktaki hafifi nahoş durum sizin de dikkatinizi çekmiştir. Bir yanda “bilgi toplumu” kavramı diğer yanda ise “Tunus” gibi bir ülke adı. Tunus’un nesi varmış diye sorarsanız buyrun bazı bilgiler:

Freedom House’un yayınladığı basın özgürlüğü indeksinde 194 ülke içinden 173. sırada ve “özgür değil” statüsünde (Türkiye ise 105. sırada ve kısmi özgür statüsünde).

10 milyonluk ülkede internete erişen nüfus sayısı 850 bin civarında. Bu erişim sadece kamuya açık yerlerden yapılabiliyor. Tunusluların evlerindeki telefon hatlarından internete erişim imkanları yok.

Tunus menşeili web site sayısı sadece bin 750 ve günlük hit sayısı 850 bin.

Bir başka deyişle Birleşmiş Milletler’in organize ettiği bu iki bacaklı konferansın ikinci aşaması olan 2005 oturumunun Tunus gibi bir ülkede yapılması pek de uygun değil. Denildiğine göre organizasyonun Tunus’ta yapılmasının sağladığı maliyet avantajı nedeniyle böyle bir seçime gidilmiş. Yine de 2003 Aralık’ta Cenevre’de yapılan birinci oturum sırasında, Tunus’ta gerçekleştirilecek olan etkinliğe atıfta bulunularak, “konuşma özgürlüğü” konusunda katılımcılar ve delegelerin herhangi bir sorun yaşamayacakları beklentileri yüksek sesle dile bile getirilmiş.

Gelelim asıl konuya: Birlemiş Milletler’in “bilgi toplumu” zirvesi düzenlemesinin gerisinde yatan şey ne? Cevap basit : Internet’in (Birleşmiş Milletler bünyesinde) bir mekanizma tarafından yönetilmesini sağlamak.

Bugün dünyada Internet’i kim yönetiyor? Cevap: Hiç kimse. Bu tür bir sorumluluğa en yakın kuruluş, kar amacı gütmeyen ICAAN isimli bir ABD kurumu. Bu kurumun da temel işlevi web alanadı isim dağıtma işini organize etmek.

Bunun dışında konu konuşma özgürlüğü, içerik yönetimi, elektronik ticaretten vergi alınması gibi kavramlara geldiğinde, ortada eski, klasik dünyamızdan bildiğimiz bir bürokrasi mekanizması yok.

Internetin “özgür ruh”una uygun olan da bu zaten.

Internet henüz idrak edemeyen pek çokları için bir teknoloji altyapısı olarak değerlendiriliyor ama pratik hiç de öyle değil. Internet bugün, insanların yönetilmesi için geliştirilmiş en iyi çözüm olan demokrasinin kabuk değiştirmesini sağlayacak bir etki olarak yerini almak üzere. Nedir bu kabuk değiştirme?

Bugün demokrasi sözde lojistik sebeplerden dolayı “temsili” bir modelde icra ediliyor. Güya kendi kendini yönetme hakkına sahip bireyler, kendilerine birer temsilci seçiyorlar ve bu temsilciler (milletvekilleri) meclise gidip bireyler adına bireyleri ve ülkeyi yönetiyor.

Pratikte bu süreç ne kadar bireyleri ve ülkeyi daha iyi yaşama taşımayı olanaklı kılıyor?

Bu soruya verilecek olumsuz cevabın gerisinde temsili modelin kendi içinde defolara sahip olması da yatmakta.

Gelelim intermetin getireceği dramatik değişikliğe. Internet gibi bir imkan, daha ilk günden, onun tasarımcıları tarafından geliştirilen ve korunan bir ruh ile, “doğrudan demokrasiyi”, “özgürce konuşma” imkanını savunuyor.

Hal böyle olunca kendilerine verilen temsil yetkisinden istifade edenler ellerindeki bu imtiyazları kaybetmek istemiyor ve kurulu düzeni bozabilme gücüne sahip olan interneti sistemin içine dahil etmek istiyor.

Internetin bildik bir model marifetiyle Birleşmiş Milletler ya da benzeri bir çokuluslu kurum çatısında yönetilmeye, özgür ruhu boyunduruk altına almaya çalışmanın temelinde yatan şey budur.

Peki bu gerçekleştirilebilir mi? Internetin orijinal tasarlayıcıları dışında hangi kişi, kurum ya da devletlerin bu özgür ruh’u desteklediklerini, desteklemek isteyeceklerini bilemiyorum. Yukarıda bahsettiğim özgür basın listesinin en başında gelen İskandinav ülkeleri mi? ABD mi? Avrupa Birliği mi? Ya da üstlerinde özgür konuşma ile ilgili baskıyı politik arenaya çekerek konuyu orada manipüle etmeye çalışan Çin gibi ülkeler mi? (Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesidir – reddettiği hiçbir konuda konsey karar alamaz).

Ne kadar farkındayız bilmiyorum ama dünya medeniyetinin yönetilme modelinde yepyeni bir aşamaya giriyoruz. Doğrudan, katılımcı demokrasi!

Türkiye’nin AB’ye girme sancıları çektiği bu dönemde dünya da aslında katılımcı demokrasiye geçme sancıları yaşıyor. Tıpkı bizim yaptığımız gibi, kendisi katılımcı demokrasiye riayet etmek yerine onu kendine benzetmeye çalışarak...

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (03 12 2005)