Pazartesi, Eylül 25, 2006

11 EYLÜL - NORMAN DODD ve INTERNET

... Ki zihinlerdeki internet olgusu “internet iyidir” ya da “internet kötüdür” olmaktan çıksın “interneti kötü emellerine alet etmişler” ya da “interneti hayırlı bir iş için kullanmışlar” zeminine otursun!

Internet, popüler medyaya çoğunlukla magazinel bir konu olduğu zaman yansıyor. Hal böyle olunca da internetle ilgili zihinlerde oluşan imaj Televole Kültürü imajının yanına yerleştirilmiş oluyor.

Internet, çocukları asosyal yapan bir kaynak. Internet, evli barklı insanların chat odalarında yoldan çıkmasına neden olan berbat bir şey!

Google, Yahoo gibi arama sitelerine girdiğinizde artık sadece kelime ile arama yapmayla sınırlı değilsiniz. Örneğin video klipleri de arayabilirsiniz. Aradığınıza bağlı olarak dünyanın bir ucundan evde çekilmiş komik kliplere ulaşabileceğiniz gibi, işi ciddiye alanlar için ciddi konularda da önemli belgesel niteliğinde kliplere erişmek mümkün.

Bunlardan iki tanesinden bahsederek, internetin gerçekten de ciddi işler için kullanılabileceği, faydalı olabileceği konusunda somut deliller sunmak istiyorum.

Ki zihinlerdeki internet olgusu “internet iyidir” ya da “internet kötüdür” olmaktan çıksın “interneti kötü emellerine alet etmişler” ya da “interneti hayırlı bir iş için kullanmışlar” zeminine otursun!

Bunlardan bir tanesi, şu sıralar beşinci yılını idrak ettiğimiz global terörizmin zirvesi sayılabilecek ABD’de gerçekleştirilen 11 Eylül 2001 terör saldırıları ile ilgili izlediğim bir film.

Film temelde, o gün yaşanan terör olaylarının perde arkasında, dünya kamuoyuna yansıtılanların ötesinde şeyler olabileceğini işaret ediyor. İşte belgeleriyle ispatlanmış konuyla ilgili bazı veriler:

· 1962’de ABD’li genel kurmay başkanı, savunma bakanına hazırladığı bir raporda, Küba’da Castro’yu devirmek için, Küba açıklarında seyreden ve güya içinde yolcular olan sivil bir ABD uçağını düşürmeyi ve suçu Küba’ya atmayı önermiş – emekli edilmiş.
· 2000 yılında Pentagon, iki kere Pentagon’a havadan bir saldırı olsa ne olur simülasyonu yapmış. Bu simülasyona katılan o zamanki bir askeri pilot, 11 Eylül günü Pentagon’a çarptığı söylenen uçağın da sivil pilotuymuş.
· 6-10 Eylül 2001 günleri arasında borsada Boeing, United Havayolları, American Havayolları hisselerine, dönem ortalamasının 5-11 kat daha fazla “sat” talebi gelmiş
· Temmuz 2001’de İkiz Kuleler 99 yıllığına kiralanmış ve 3,5 milyar dolara terör olaylarına karşı sigortalanmış
· Serbest düşme ile ilgili fizik kanunu formülüne göre 10-11 saniyede yıkılması gereken kuleler 8-9 saniyede yıkılmış – bu da yıkılmayı hızlandırıcı etkiler (ara katlarda patlayan bombalar) olduğunun bir göstergesiymiş.
· Binlerce derece ısıdan dolayı binaların eriyerek yıkılmasına neden olan New York olayında, kağıttan yapılmış bir terörist pasaportu, o binlerce ısıya dayanarak, yanmadan kurtulmuş.

Bu tür bilgiler tüm film boyunca devam ediyor.

Bir diğer belgesel niteliğindeki film ise 1950li yıllarda ABD Kongresi tarafından kurulmuş olan bir araştırma komisyonu başkanı olan Norman Dodd ile 80li yıllarda yapılmış görüşmeyi içeriyor. Bu komisyonunun amacı ABD’deki eğitim vakıflarının faaliyetlerini incelemek ve gerçekten de vergiden muaf olan gelirlerini, kuruluş amaçlarına uygun olarak harcayıp harcamadıklarını anlamak.

Araştırma sonucunda ilginç sonuçlar çıkıyor : Örneğin en ünlü vakıflardan birisinin başkanı, aleni olarak, vakfın kurulma amacının, “ABD’deki insanların yaşam modelini Sovyetler Birliği’nde yaşam modeline yaklaştırmak” olduğunu söylüyor. Genç bir başka vakıf başkanı ise boşta bulunup vakfın tüm toplantı notları arşivini araştırmak üzere komisyona açıyor ve bunun sonucunda da örneğin 1908 yılında vakfın tüm bir yılını “Tüm toplum hayatını değiştirmek istesen, bunu yapmanın en etkin yolu savaş mıdır yoksa başka bir şey mi?” sorusuna cevap aradığı (ve cevabın “savaş” olduğu), 1909 yılında ise toplantılarda şu soruya cevap arandığı “ABD’yi bir savaşa nasıl müdahil edebiliriz?” ve “Dışişleri Bakanlığı’nı kontrol altına alarak” cevabı üzerinde mutabık kalındığı ortaya çıkıyor.

Internet olmasaydı bu belgeler gün ışığına çıkarılabilir miydi? Yaygın olarak bireylerin erişimine sunulabilir miydi?

Bir yanda bu sorular varken diğer yanda da şu soru öteki herşeyi gölgeliyor: Eee internet bunları gün ışığına çıkarıyor da ne oluyor?

Belki de popüler medya haklı!

http://video.google.com/videoplay?docid=-5946593973848835726&q=911+cover+up&hl=en
http://video.google.com/videoplay?docid=-7373201783240489827&q=illuminati+%2Bgriffin&hl=en
http://www.supremelaw.org/authors/dodd/interview.htm

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 22 09 2006

Cuma, Eylül 15, 2006

NİJERYA'DAN MEKTUP VAR


İşte size Nijerya’dan tüm dünyaya gönderilen bir sahtekarlık mektup örneği. Okuyun ve kendinizi sınayın : Bu tuzağa düşer miydiniz?

“Nijerya mektupları” dijital sahtekarlık literatürüne girecek kadar bildik hale geldi gelmesine ama hala bu mektuplara inanıp eli, kolunu kaptıranların haberleri çıkıyor.

Teori yerine pratik deyip, epostama son düşen ve Nijerya’daki Adamımız’ın (!) gönderdiği emaili size tercüme etmek istiyorum. Okuyun ve kendinizi sınayın – tuzağa düşer miydiniz? (parantez içindeki yorumlar bana ait):

Kimden : webemaildelivery006@....
Tarih : 29 Ağustos 2006
Konu : Sayın Bay/Bayan

Sayın Bay/Bayan
Bunu çok (kişiye) yazdım ama hiç cevap alamadım. Anlatmaya çalıştım ama aldığım cevapların çoğu şaka yapıyor olduğum şeklindeydi. Umarım size de şaka gibi gelmez Bay/Bayan. Emailinizi bir internet dergisinde gördüm (meğer ne kadar ünlüymüşüm) – şu sıralarda internet kullanımını geliştirmek üzere ofislere dağıtılan ve tüm personelin paylaştığı dergide.

Umarım kötü ingilizcemi maruz görürsünüz. İngilizcem iyi değil, zaten pek eğitimli birisi de değilim.(neden bu kadar safça davrandığının açıklaması)

Ben Bay Kola Fashonu. First Bank of Nigeria’nın Portharcourt’taki Doğu Şubesi’nde temizlikçiyim. Bankama, işime bağlı birisiyim. Bu nedenle şube müdürü (Bay Sam Sumalo) bana çok güvenirdi.

Eşimin cenazesini kaldırdığımızdan dolayı bir hafta boyunca ofise gidemediğimden dolayı işlerin çok biriktiği bir Pazartesi günüydü ki şube müdürümüz beni ofisine çağırdı. Ortaya bir kutu çıkardı ve onu saklamamı istedi. Kutunun içinde para olduğunu biliyordum (nasıl?) ama kaç para olduğunu bilmiyordum. Kutunun içinde 20 milyon 10 bin dolar olduğunu (küsuratlı miktar) ve bu parayı banka hesaplarından çaldığını söyledi. Kutuyu geri isteyene kadar evimde saklamamı, bunun karşılığında bana paranın yüzde 10’unu vereceğini söyledi. Neden beni seçtiğini sordum. (ama neden çaldığını sormamış) Güvenebileceği tek kişinin ben olduğumu söyledi. Kabul ettim çünkü (para çalıntı da olsa) ben sadece sıradan bir temizlikçiydim; zengin olmak istiyordum. Eve dönerken bir video kamera ödünç aldım; 15 yaşındaki oğlum, paraları sayarken filmimi çekti. (istersem bana bu filmi gönderebilecek delil olarak) Parayı söz verdiğim gibi sakladım.

Size bu epostayı gönderme nedenim, müdürün evine silahlı soyguncuların baskın yaptığını ve bunun sonucunda öldürüldüğünü öğrenmiş olmam. Artık parayı kullanabilmemin hiç bir yolu yoktu çünkü sıradan bir temizlikçi olarak bu kadar parayı nereden bulduğumu açıklayacak bir yalan bulamazdım. Size bu epostayı bu nedenle gönderiyorum – parayı yabancı birisine göndermek istiyorum. Bu şekilde paranın bulunması imkansız olacaktır. Sizden para ya da banka hesap bilgilerinizi istemiyorum. Tek istediğim isminizi ve adresinizi göndermeniz. Kutuyu UPS’in doğu şubesinin müdürü olan ablama vereceğim. O da kutuyu şahsen sizin ev adresinize ulaştıracak. Bu yolla paket kontrolden geçirilmeyecek çünkü ablam UPS’teki tüm kontrolörlerin başıdır. (ablamızın kariyeri çok iyi ama yine de parayı benden başka ulaştıracak bir tanıdığı yok) Bir ev veya ofis adresine ihtiyacım var çünkü ablam kimseyle otel, restaurant, park, havaalanı gibi yerlerde buluşmaz, para değiş tokuşu yapmaz. (çok mazbuttur) Onunla ancak bir ev veya ofiste buluşabilirsiniz. (böylece beni soyup soğana çevirmeleri kolay olur) Eğer sizin için uygun değilse, size yanıt vermeyeceğim çünkü parayı kaybetmek istemem. Harcamalar bu şekilde halledilecek, sizin ödemeniz gereken bir şey olmayacak. Parayı aldığınızda lütfen bana bilgi verin, kutudan temin ettiğim biraz para ile alacağım biletlerle oğlumla Nijerya’dan sizin ülkenize geleceğiz. Ben geldiğimde paranın yüzde 30’u sizin olacak, yüzde 70’ini bana verirsiniz.(tabii ben parayı aldıktan sonra seni beklersem)

Lütfen bundan kimseye bahsetmeyin, avukatınıza bile. Ancak bu şekilde bu işi yapabiliriz. Ben de sadece ablama söyledim çünkü kutuyu taşımada bize yardım etmesi gerekiyor.(oğlun da filmini çekmemiş miydi?)

Sizden cesaretlendirici bir cevap almayı umuyorum.

Size bu mesajı gönderdiğim eposta adresi bir arkadaşıma ait olduğundan (böylece bu emaili kendisinin gönderdiğini kimse ispatlamayaz) lütfen cevabınızı (kolafashonu0@...) email adresime gönderin. Aksi durumda bir arkadaşın epostasından yazışmaya başlamak uygun olmaz.

İyi günler
Kola Fashonu

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 15 09 2006

Pazartesi, Eylül 11, 2006

WEB 2.0


Web 2.0 aslında teknik bir versiyonlamadan öte, web dünyasında son yıllarda yaşanmakta olan dönüşümü işaret etmek üzere kullanılmaya başlayan bir tabir.

Teknik tabirle, bu webin ikinci versiyonu anlamına geliyor. 90lı yıllara kadar, yazılım firmaları ürünlerinin isimlerine birer de rakam ekleyerek, o ürünün yeni versiyonunu işaret ediyorlardı. Örneğin Windows ver 3.1 gibi.

Ancak Microsoft firması, 1995 yılından itibaren bu isim standardında bir değişikliğe gitti ve daha otomobil firmalarının kullandığı modeli denedi. Yeni versiyona çıktığı yılın ismini vermek! Böylece Windows 95, Windows 98 ve Windows 2000 gibi versiyonlarımız oldu. Daha sonra adı konulan versiyon, adının işaret ettiği yılda çıkarılamaz hale gelince, bundan da yavaş yavaş vazgeçildi.

Şimdi internet dünyasında klasik modele bir dönüş var. Internet/2’den sonra, şimdi bir de Web 2.0 çıktı. World Wide Web’in yeni versiyonu. Web 2.0 aslında teknik bir versiyonlamadan öte, web dünyasında son yıllarda yaşanmakta olan dönüşümü işaret etmek üzere kullanılmaya başlayan bir tabir. Kökeni 2004 yılına gidiyor. O sırada yapılacak bir konferans serisi için gerçekleştirilen beyin fırtınası toplantılarında ortaya atılan ve daha sonra da benimsenerek konferans serisinin adının ötesine geçen bir deyim.

Bu deyim neyi işaret ediyor?

Temel olarak, web üzerinde bireyin daha etkileşimli bir altyapı üzerinde zamanı geçirmesi için web sitelerinin tasarım modellerinde son yıllarda gözlenen dönüşüm web 2.0’ın da özünü oluşturmakta.

Bugün artık içinde zaman harcadığımız pek çok web sitesi, sadece oradaki bilgiyi talep eden bireylere ulaştırmak amacıyla oluşturulmuş web siteleri olmaktan çıktı. Daha ziyade bu web sitelerinde bir topluluk ortamı oluşmakta. Ancak bu topluluk ortamı, daha önceki örneklerinden farklı olarak, o web sitesine kendisinden çok şeyler katmaya başladı.

Eskiden, ya da web 1.0 döneminde, bireylerin katılımı ancak mesajlarla ya da dosya paylaşımı ile gerçekleşmekteydi. Web 2.0 modelinde ise web siteleri artık adeta bireylere kendi web sitelerini kurma düzeyinde etkileşim kurmalarını sağlıyor (ör. Bakınız son dönemde popülaritesi hızla artmakta olan www.myspace.com www.youtube.com)

Buna ek olarak bazı web siteleri tüm içeriğini bireylerin katkılarıyla oluşturma modelini de gerçekleştirmekte. Bu da web 2.0’ın bir başka web site yapı alternatifi. Örneğin www.wikipedia.com ya da www.eksisozluk.com buna güzel örnekler.

Web 2.0 teknik bir standard olmaktan ziyade, web sitelerinin içeriğinin sunduğu etkileşim düzeyine göre ortaya çıkan semantik bir olgu. Webe ilk girilen dönemlerde, web siteleri çerik açısından üç kategoride ele alınıyor ve web sitesi kuracak olanlara bu aşamaları kademe kademe, sindire sindire geçmeleri öneriliyordu. Neydi bu aşamalar?

Birinci aşama bilgi verme (information) düzeyi idi. Yani web sitesinde sadece tek yönlü, pasif, olarak bireye bilgi sunuluyordu. O kadar. İkinci aşama etkileşim kurma (interaction) düzeyi idi. Bu aşamada web siteleri pasif olarak bilgi vermekle kalmıyor, bireylerle etkileşim de kuruyorlardı. Bu etkileşim, bireye ücretsiz olarak bir şey sunmak (örneğin bedava bir rapor, film fragmanı vb) ve/veya ondan bazı bilgiler edinmek (eposta adresini alıp haber bültenine üye yapmak gibi) gibi basit düzeyde idi. Üçüncü aşama ise işlem (transation) düzeyi idi. Bu aşamadaki web siteleri ticari anlamda erişimcilerle ticari bir işlemi gerçekleştiriyordu (örneğin sipariş almak).

Web 2.0 tüm bu aşamaların üstünde ve her üçünü de içeren ancak boyut olarak çok daha ileriye gitmiş bir versiyon. Yukarıdaki üçlü modelde temel hedef ticari işleme yönelikken burada temel nokta etkileşime kaymış durumda. İşin ticari yanı ise yan yollardan elde ediliyor. Örneğin bu tür bir web sitesinin alacağı reklamlarla.

Sanal dünyayla internet ile tanışan pek çok kişi internet zamanından önceki sanal dünyada da buna benzer modeller olduğunu bilmiyor tabii. Compuserve, AOL gibi ticari sanal ortamlarla, belli bir bölgenin müdavimleri için oluşturulmuş olan BBS’ler (bülten tahtası sistemleri) bugün web 2.0 olarak anılan olgunun ilksel modellerini oluşturuyordu.

Aradaki fark ise aynı olgunun, web teknolojileriyle ve global köy haline gelmiş dünya sathında yapılıyor olması.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 08 09 2006

Cuma, Eylül 01, 2006

BAZILARI DAHA EŞİTTİR!


...pek çok kişinin unuttuğu üzere, interneti ne ABD yönetiyor, ne de bir başka ülke !...

Orwell’in, Hayvan Çiftliği kitabından tüm dünyaya yayılan bu cümle son dönemde ABD’de internet için de gündeme geldi.

Daha eşit olmak isteyenler, K.Amerika’da internet altyapısını sunan telekom firmaları. Eşit olan diğerler ise Google, Yahoo gibi bu altyapıları kiralayarak bunun üstünden hizmet veren dev firmalardan tutun da üç dört kiloluk web sitesi olan herkes.

1996 yılında ABD kongresinde kabul edilen ve telekom hizmetlerinin tekelci modelden liberal modele geçmesini sağlayan kanuna bu yıl içinde yapılması istenen düzenleme ile herkesin eşit olduğu internette birileri daha çok eşitlik istiyor.

Google, Yahoo gibi internetin yerlisi olmayan, ancak ellerinde altyapı imkanı sayesinde, bu yerlilerin hayat bulmasını bir yerde olanaklı kılan telekom şirketleri, bir yandan kendi hatları üzerinden akan veri trafiğinin önceliklendirilmesini talep ediyor. Diğer yandan da bu öncelikli trafiği kullanarak, son kullanıcılara katma değerli hizmet vermek istiyor.

Ne tür hizmetler mi? Mesela geniş bant imkanı üzerinden film satma, kiralama, izleme gibi yüksek veri trafiği gerektiren hizmetler.

Şimdi bir yerde iki saatlik bir film için diyelim ki beş dolar ödeyecek bir müşteri varken diğer yanda aylık sabit fiyat üzerinden epostalarını kontrol eden bir müşterinin ne kadar değeri olabilir?

Internet, tanım gereği, en iyi performans üzerine kurulu bir yapıya sahip (best effort). Bir başka deyişle, mimarisinin temelinde, üzerinden geçmekte olan trafiği, içeriğini ayırt etmeden, elinden gelen en iyi rotayı bularak taşımak modeline sahip (IP adresi denilen ve ne işe yaradığını pek çok kullanıcının bilmediği o TCP/IP veri taşıma mimarisinin özünde bu var).

Trafiği, türüne göre önceliklendirme, yani eski Moskova caddelerindeki gibi, sadece üst düzey devlet görevlilerine tahsis edilen şeritler gibi, sadece belli tür hizmetler için belirlenmiş veri trafik kapasitesinin, diğer trafikten soyutlanması, yukarıda belirttiğim en iyi efor mantığıyla uyuşmuyor.

Uyuşmamazlık teknik bir eksiklik değil – yanlış anlaşılmasın. IP mimarisi bu özel trafik uygulamasını olanaklı kılar. Bu tür imkanlar, büyük şirketlerin kendi iç veri ağlarında kullanılıyor (buna Quality of Service – Hizmet Kalitesi deniyor). Ancak genel internet trafiğini bu şekilde parsellediğinizde, “en iyi efor” mantığı kağıt üzerinde kalmış olacak.

İşin tabii bir başka boyutu da var. Bizler, interneti son 15 yıldır sivil ya da ticari amaçla kullanan kitle, bir yerde kim oluyoruz ki, zamanında bizler düşünülerek geliştirilmemiş bu mimarinin, eşitlik ilkesinin bozulmaması için mücadele veriyoruz?

Bu altyapı zaten soğuk savaş döneminde savunma amacıyla ve askeri bütçelerle icat edilmedi mi? Daha sonra sadece Amerikan devlet kurumlarının ve daha sonra da diğer müttefik ülkelerin devlet kurumlarının erişimine açılmadı mı?

Sivil halkın ve ticari işletmelerin internete erişmeleri, genişleme sürecinin ancak son halkasını oluşturmaktadır. Oysa şimdi özellikle bu kesim, neredeyse ta ilk günden beri resmin içinde olan altyapı sağlayan telekom firmalarına kafa tutuyorlar.

Telekom firmaları da haklı. Onlar otuz yıldır işin cefasını çekerken, Google gibi firmalar milyar dolarlık şirketler haline geldi ve bu pastadan ne yazık ki telekom şirketleri tam manasıyla istifade edemedi.

Şimdi intikam zamanıdır!

Konunun detaylarını çok da bilmeyen ABD kongresi, şimdilik bu yasa değişiklik tasarısının görüşülmesini erteledi. Bazıları artık istenen değişikliğin gerçekleştirilmesinin çok zor olduğunu ve internetin mevcut ruhunu koruyacağını savunurken, diğer bazı otoriteler ise savaşın henüz bitmediğini söylüyor.

İşin bir başka ilginç noktası ise ABD kongresinin bu konuda alabileceği olası bir kararın güdüklüğü ile ilgili. Çünkü alınacak bu türden bir karar ancak ABD toprakları içinde uygulanabilir. Bu sınırların dışında kalan internet altyapısında ise herhangi bir geçerliliği söz konusu olamaz.

Çünkü pek çok kişinin unuttuğu üzere, interneti ne ABD yönetiyor, ne de bir başka ülke !...

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 01 09 2006

TUŞLAYIP TIKLAYARAK KONUŞMABİLMEK !


Bildik dünyada iletişim adabı konusunda deneyimi olan sanal göçmenler sanal dünyada birbirine girerken, bu konuda emekleme aşamasında olan sanal yerlilerin bu denli sorunsuz iletişim kurması sizce de üzerinde durulması gereken bir olgu değil mi?


Sanal alem müdavimlerinin girdikleri dialoglarla ilgili olarak elimde iki tane kıstas var. Birincisi dijital göçmen olan ben ve benim gibilerin (yaşı 25in üstünde olanların) birbirleri arasındaki sanal dialoglar (yani chat ve/veya tartışma listelerindeki dialogları). Diğeri ise dijital dünya yerlisi olan kızımın kendi akranları ile girdiği dialoglar.

Ortada çok net bir ayrım var. O da göçmen olan bizlerin, yazılan çizilen her bir noktayı, virgülü çok ciddiye alıyor olmamız. Belki de dijital yerlilerde olması gerektiğine bahse gireceğimiz bir özelliğin, onlarda değil ama tam tersine biz göçmenlerde olması. O da, bilgisayar ekranından göremediğimiz, karşımızdaki kişinin bir insan olduğunu unutmak ve aslında onun bir eposta adresi ya da bir takma isim (nickname) olduğunu düşünmek.

Bu ne anlama geliyor? Eğer siz de göçmenseniz, üyesi olduğunuz bir tartışma ortamında zaman zaman birilerinin birbiri ile “sanal tartışma ortamında nasıl tartışılması, yazılan epostalarda ne tür bir üslup kullanılması” gerektiğini tartışmaya başladıklarına şahit olmuşsunuzdur (asıl tartışılmakta olan konuyu bir kenara bırakarak).

Bu tür bir tartışmaya giren bireylerin birbirini tanımıyor olmalarına, sadece sanal alemden tanışık olmalarına gerek yok. Birbirini tanıyan, seven, sayan kişiler bile bu tür tartışmalara girebiliyor.

Neden?

Bu sorunun cevabını dijital yerlileri izleyerek anlamaya, idrak etmeye çalıştım. Tespit ettiğim temel fark şurada : Dijital dünyanın yerlileri, yolunda gitmeyen bir şey olduğunda, onu doğrudan yok sayarak yollarına devam ediyorlar.

Örneğin chat yaparken birisi ileri geri bir laf mı etti; o kişi ile bir daha yazışmıyor ve bağlantıyı anında kesiyorlar.

Ya da üyesi olduğu bir tartışma listesinde, tartışma üslubu ile ilgili, burundan yukarı üfleyen ses tonunda bir eposta mı almışlar. Ona cevap verip sinirlenmek, üslüp ile ilgili tartışmak vb yerine, o epostayı silip yok sayıyorlar.

Böylece tohum düzeyindeki sorun, doğmadan yok oluyor.

Sorun ortaya çıkmadığı için ne kazanan ne de kaybeden oluyor.

Birbirlerine laf yetiştirme, laf sokma (yeni tabirle “kapak olma”) konusunda yüzyüze geldiklerinde bu kadar yarış halinde olan bu gençlerin sanal dünyaya girdiklerinde kendilerinden beklenmedik bir olgunluk göstermeleri ne kadar ilginç!

Bundan daha ilginci ise yüzyüze geldiklerinde her türlü kuralı dikkate alan yetişkinlerin, bilgisayar ekranının karşısına geçtiklerinde yüzseksen derece değişmeleri. Ulu orta birbirlerine girme konusunda sınır tanımamaları.

Biz sanal göçmenler, sanal dünyanın rajonunu doğal anlamda bilmediğimizden sürekli açık veriyoruz. Ancak bir topluluk önünde oturmasını, kalkmasını, konuşmasını, takınılacak üslubu çok iyi bildiğimizden oralarda başarılıyız.

Sanal yerliler ise daha bu olgularda gelişme göstermemiş durumdalar. Okuda öğretmenleriyle ya da evde ebeveynleriyle kurdukları dialog bu kategorideki amatörce deneyimleri. Ancak onlar da sanal dünyada çok iyiler.

Biz onlara birşeyler öğretmeyi doğal bir sorumluluk olarak addetmiş sürekli beyinlerine bir şeyler sokmaya çalışıyoruz. Onlar ise sanal dünyada elimizi kolumuzu nereye koymamız gerektiği konusunda bize yardımcı olma zahmetinde bile bulunmuyorlar.

Hal böyle olunca da sanal odalardaki gürültü kulak zarını patlatacak seviyelere ulaşıyor. Allah biz göçmenlere hem sabır, hem de sanal dünyaya yerlilerin bakış açısından bakabilme becerisi niyaz eylesin. (Çıkmayacak duaya pek denmez ama yine de:) Amin!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 25 08 2006

INTERNETİ TEK GEÇMEK!


At yarışları artık internet üzerinden de oynanabiliyor. Peki internet okuryazarı profili düşük bir kitle için internetten at yarışı imkanı ne işe yarar? Ya da başka kitleler bu vesile ile at yarışları ile tanışabilir mi?


“Tek geçerim” ifadesini daha ziyade at yarışı müptelaları, gelme olasılığı çok yüksek bir at için söyler. Birden çok yarış üzerine oynanan bahislerde (örneğin altılı ganyan) her yarış (ayak olarak isimlendirilir) için at tercihleri yapılması gerekir.

İsterseniz yarışa iştirak eden tüm atları yazabilirsiniz. Ancak doğaldır ki o zaman da ödeyeceğiniz bedel artar. En az yazabileceğiniz at adedi ise birdir. Örneğin sekiz atın koşacağı bir yarış için tek bir atı tercih etmek çok riskli bir seçimdir. Çünkü eğer seçtiğiniz at birinci olmazsa, tüm bahisiniz yanmış olur.

Öyle bir at seçmelisiniz ki sizi yarı yolda bırakmasın! Kesin birinci gelsin. İşte “tek geçilecek” at böyle bir attır.

Şimdilerde televizyonlarda futbol camiasından tanıdığımız iki ünlü isim Erman Toroğlu ile Rıdvan Dilmen, internet üzerinden at yarışı oynama imkanı sunan web sitesi için reklama çıkıyorlar. Finalde Erman Hoca “Tek geçerim abi interneti” diyor ve internet üzerinden at yarışı oynamanın çok kolay, çok pratik olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

Internet üzerinden bahis oyunları konusu tüm dünyada oldukça ciddi bir gündem maddesi. Ancak konu çok boyutlu. En sorunlu görünen kısım, internet üzerinde gazino işlevi gören web siteleri. Öte yandan yukarıda andığım reklama konu olan web siteleri üzerinden yasal olarak oynanan bahisler söz konusu olduğunda bir şeyin altını iyi çizmek gerekiyor.

O da internetin burada aracılık rolü üstlenmesi. Yoksa bahisin kendisi olması değil. Bu web sitesine girdiğinizde yapabileceğiniz şey, gün içinde Türkiye Jokey Kulübü denetiminde koşulacak yarışlarla ilgili yine TJK’nin kontrolündeki bahis oyunlarına iştirak edebilmektir.

Hal böyle olunca, elektronik dünyanın bilinmezlerinin bahisin kaderini değiştirmesi gibi bir olasılık söz konusu değil. Bahisi hipodromda koşacak yarışlar, atlar belirlemeye devam ediyor. Siz sadece hipodroma ya da bir ganyan bayiine kadar gitmek yerine oturduğunuz yerden bahis oynamış oluyorsunuz.

İşin diğer sosyal boyutları açısından riskleri aynen geçerli. Yani kimler bu bahisleri oynar sorusu örneğin. Hiç düşündünüz mü hipodromlarda, ganyan bayiilerinde kimler oynuyor bu bahisleri? Pratikte her yaştan herkes. O halde internet üzerinden oynanması söz konusu olduğunda bir değişiklik söz konusu değil. Risk aynı. Internet üzerinden de herkes oynayabilir. Ancak burada biraz daha net bir sınırlama var. Şöyle ki bahis parasını hesabınıza bir banka hesabınızdan virmanlamak zorundasınız. O halde bir banka hesabınız yoksa oyun da oynayamazsınız demektir. Ya da en azından sizin hesabınıza para gönderecek birisi yoksa.

Bir diğer konu da internet üzerinden bahis oynayacak kişilerin halihazırda internete, bilgisayara ne kadar aşina olduğu realitesi. Yani bugün hipodroma giderek ya da ganyan bayiilerinden bahis oynayanların ne kadarı interneti kullanmasını biliyor? Elimde bir istatistik yok ama yarış meraklılarının profilini az çok bildiğimden bu oranın adetsel olarak çok yüksek olacağını sanmıyorum. Ancak bahis hacmi açısından baktığımızda durum değişebilir.

Bir başka soru da halen internet oynayıp da at yarışı bahisi oynamayan ya da oynama imkanı olmayanların, internet vesilesi ile bahis oynamaya başlayıp başlamayacağı. Bence bu reklamların da temel hedef kitlesi işte bu kişiler. Hem bahis oynayabilecek gelir düzeyine ve teknoloji okuryazarlığına sahip hem de şimdiye dek lojistik sebeplerden dolayı bahis oynama imkanını yakalayamamış olanlar.

Bugün internet üzerinden, bir altılı ganyan oyununda (yani altı yarışın birincisini bilme bahisi) iki yarışa ikişer at, bir yarışa beş at tercihi yapıp, üç yarışı da “tek geçerseniz” sadece 1 YTL’ye bahis oynayabilirsiniz. Peki kazanır mısınız?

Onu da at yarışı müdavimlerinin sıkça kullandığı bir deyim ile cevaplayayım: At koşar baht kazanır!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 11 08 2006

“FİLOZOFLAR GO OYNAR”


Trevanian’ın Şibumi kitabıyla tanıştığımız Go oyunu, son yıllarda Türkiye’de hızla yayılıyor. Kafelerde oynanıyor, turnuvar düzenleniyor. Türkiye’de Go’ya sahip çıkan bir Go Oyuncuları Derneği var.


Tam 17 sene önce 1989 Haziranının son günlerinin birinde, üniversitedeki son final sınavından çıktım ve doğruca, kuruluşunu ilan etmek üzere, bir süredir kampüsün orasına burasına ilanlar asan bir kulübün ilk (tanıtım) toplantısına katılmak üzere Mimarlık Fakültesi’ndeki konferans salonuna yollandım.

Benim için çok ilginç bir olaydı bu. Uzun yıllardır kendime Go oyununu bilen birilerini arayıp da bulamamışken tam da üniversiteden mezun olduğum günlerde birileri Go Kulübü kurmaya karar vermişti (o güne dek neden bu girişimi kendimin başlatmadığını hiç düşünmemiştim).

Go’yu ben de pek çok Türk gibi, Trevanian’ın Şibumi adlı kitabıyla tanıdım. Yıl 1982 olsa gerek. Gümüşsuyu’ndaki Japon Konsolosluğu’na gidip oyun hakkında bilgi ve hatta oyun seti talep ettim. Oyun seti alamadım ama bana ISHI Press’e ait iki tane kitap verdiler. Go’nun kurallarını o İngilizce kitaplardan öğrendim.

1984 yılında Avrupa’da dolaşırken, hiç aklımda olmadığı halde, girdiğim bir mağazada GO seti gördüm. Aldım. Kendi kendime Go oynamaya böyle başladım.

İş hayatımın ilk yıllarında, İstanbul’daki bilişim piyasasında tanıştığım ve iyi muhabbet yaptığım bir kişiden, Douglas Hofstadter’i tanımanın yanısıra Go oyununun ilk bilgisayar programını da edindim (adı Nemesis’ti sanırım). MS-DOS’ta çalışan bu oyunu çok az yenebiliyordum.

Internet ile birlikte pek çok şey gibi Go oyunu da daha yakınıma gelmeye başladı. Bu etkileşim sayesinde, örneğin 1989 yılında o toplantıyı düzenleyen kişinin (ya da kişilerden birisinin) merhum Alpar Kılınç olduğunu öğrendim. Türkiye’de Go’nun kuruluşu denince onun ODTÜ’deki bu emeği ilk adımlar olarak anılmaktadır.

Tüm bu süre boyunca Trevanian hiç bir şey yazmadı. Daha doğrusu bize yazmamış pozu yaptı. Bir gün Las Vegas Havaalanındaki bir kitapçıdan onun uzun yıllar sonra çıkan ilk kitabını görünce ne yapacağımı bilemedim. Heyecandan ya da beklediğim gibi çıkmayacağı korkusuyla kitabı almadım. Kitap ancak ertesi yıl Türkçe’ye çevrildi. Aldım, okudum ve korktuğumun başına geldiğini gördüm.

Artık hiçbir kitap Şibumi gibi olmayacaktı.

Şibumi aslında bize Go ile birlikte Internet’i de tanıştırmıştı. Ancak ne kitap o imkana internet diyordu, ne de biz Şibumi’yi okurken, arada bir adı geçen ŞİŞKO (orijinal adı FAT BOY) isimli bilgisayar altyapısının (bilgi bankasının) yarının interneti olabileceğini tahayyül edebiliyorduk.

Trevanian, Şibumi’nin bir yerinde, Şişko’ya bilgi aktarmanın çok teknik, ancak ondan istenen bilgiye ulaşmanın çok sanatsal bir olgu olduğunu belirtmiştir. Tıpkı bugün Google’un başına oturduğumuzda yaşadığımız şey gibi.

Trevanian’ın bu ikinci kuşağında birkaç kitap daha yayınlandı. Kimliği hakkındaki bilinmezliği hayatının sonuna dek saklamayı başaran Trevanian, bu yıl içinde uzun yıllardır yaşadığı Bask bölgesinde öldü.

Şimdi öteki pek çok kişi gibi ben de Trevanian’ın, kitap yayınlamadığı o yirmi küsür yıl boyunca başka neler yazmış olduğunu merak ediyor ve onun adıyla yayınlanacak yeni kitapları bekliyorum.

Belki bir umut, içlerinden bir tane Şibumi ya da Katya’nın Yazı gibi bir kitap çıkar diye.

Kendisi ile tanışma fırsatım olmayan Alpar Kılınç kardeşim de 1995 yılında bir trafik kazasında iki arkadaşı ile birlikte hayatını kaybetti. Böylece Go Türkiye’de çok erken yaşta öksüz kaldı.

Geçtiğimiz günlerde haber dergilerinin birinde, Türkiye’de Go’nun gelmiş olduğu yeri görünce hem çok sevindim hem de içim burkuldu. Türkiye’de Go’ya sahip çıkan bir Go Oyuncuları Derneği var. Türkiye’nin çeşitli illerinde Go Şampiyonaları yapılıyor. Türk Go oyuncuları yurtdışındaki Go turnuvalarına katılıyor, başarılı sonuçlar alıyor. Kyu seviyesini aşıp Dan seviyesine gelmiş Go oyuncuları, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de, Go Kafelerinde bir araya geliyor, Go oynuyor, Go öğretiyor.

Go’yu bu kadar çekici kılan nedir derseniz, benim cevabım, ondaki sanattır. Go bir resim yapmaktır. Bence iyi bir Go oyuncusu da her hamlede oluşturmakta olduğu o resmi görebilen kişidir. Ben daha ancak tuvalin üstüne bazı renkleri sürebiliyorum.

Trevanian’ın dediği gibi : Tüccarlar satranç, filozoflar Go oynar.

www.tgod.org.tr
http://www.metu.edu.tr/home/wwwgo/
http://www.metu.edu.tr/~ozaygen/www-go/index.html

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 04 08 2006

2006 GOOGLE RAPORU


Bu yıl üçüncü kez Cumhuriyet, Atatürk, Türkiye, İstanbul ve Ankara kelimelerini Google’da aradım ve sonuçları geçen yılki listelerle karşılaştırdım. Bu yıl önemli değişiklikler var.


Bu yıl üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz Google’da belli kelimeleri arayıp, ilk sayfaya gelen arama sonuçlarını inceleme çalışmamızda yine aynı kelimeleri kullanarak, önceki yıla göre değerlendirme yapacağız. Bu çalışmada kullandığımız kelimeler şöyle : Cumhuriyet, Atatürk, Türkiye, İstanbul ve Ankara.

CUMHURİYET

Geçen yılki aramada çıkan liste şöyleydi: 1-Cumhuriyet Gazetesi, 2-Cumhuriyet Üniversitesi 3-CHP 4-TCMB 5-Turkish News 6-İkinci Cumhuriyet 7-KKTC Cumhuriyet Meclisi 8-Yöre Net 9-Memocal 10-Hacettepe Üniversitesi Cumhuriyet Dönemi Osmanlı.

Bu yılki liste ise biraz değişik: 1 ve 2 Cumhuriyet Gazetesi (yurtiçi ve yurtdışı siteleri) 3-Cumhuriyet Üniversitesi 4-Net Gazete sitesinin Cumhuriyet Gazetesi linki 5-TCMB 6-Wikipedia sanal ansiklopedinin Cumhuriyet Gazetesi maddesi 7-CHP 8-KKTC Cumhuriyet Meclisi 9-Cumhuriyet Üniversitesi’nin ultrAslan taraftar yazışma listesi 10-AB’nin Cumhuriyet Üniversitesi ile ilgili bir dökümanı. Geçen sene 1 milyon 80 bin olan sayfa sayısı ise bu yıl 4 milyon 850 bin olarak raporlanmakta.

ATATÜRK

Geçen seneki liste şöyleydi : 1- www.Ataturk.net sitesi 2-www.Ataturk.com sitesi 3-Ataturk Üniversitesi 4-Kara Harp Okulu Atatürk sayfası 5-Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı 6-Atatürk Havalimanı – İstanbul 7-Ada Net Atatürk sayfası 8-Ataturk.Turkiye.org sayfası 9-Atatürk Havalimanı’nın İngilizce Sitesi 10-Milli Kütüphane Atatürk Sayfası

Bu yılki liste : 1-www.Ataturk.com sitesi 2 ve 3-Wikipedia sanal ansiklopedisinin Ataturk maddesi 4-turkishnews.com sitesinin Ataturk sayfası 5-İstanbul Ataturk Havaalanının İngilizce sitesi 6-lexicorient.com sitesinin Ataturk sayfası 7-Atatürk Araştırma Merkezi 8-Atatürk Üniversitesi 9-Ataturkun Kızları sitesi (www.dofa.org) 10-Amazon.com sitesinde Andrew Mango’nun Atatürk ile ilgili kitabının sayfası.

Görüldüğü üzere, Atatürk ile ilgili sayfalarda önemli değişiklikler olmuş. Öte yandan geçen sene 899 bin adetlik istatistik bu sene 10 milyon 300 bine çıkmış durumda.

TÜRKİYE

Geçen yılki ilk on listesi şöyleydi : 1-Türkiye Gazetesi 2-TBMM 3-Türkiye yol haritası (www.turkish-media.com) 4-TC Cumhurbaşkanlığı 5-TC Merkez Bankası 6-Türk Telekom Rehberi 7-Microsoft Türkiye 8-Türkiye Futbol Federasyonu 9-Türkiye Haritası 10-TÜBİTAK

Bu yılki liste ise :1-TC Washington Büyükelçiliği 2-Turkiye-Online sitesi 3-Türkiye Gazetesi 4 ve 5-Dr. S.Sadi Seferoğlu’nun Columbia Üniversitesi’ndeki Türkiye sayfası 6-Turkiye.org sitesi 7-Turkiye.net sitesi 8-Businessturkiye.net sitesi 9-Yahoo’nun Türkiye rehberi 10-balsoy.com sitesinin Turkiye Hakkında Herşey sayfası.

Görüldüğü gibi, Türkiye listesi hemen hemen tamamen değişmiş durumda. Geçen yıl 2 milyon 30 bin olarak raporlanan sayfa adedi ise bu sene 30 milyon 100 bine yükselmiş.

İSTANBUL

Geçen yılki liste şöyleydi : 1- İstabul.com şehir rehberi 2-İstanbul Belediyesi 3-İstanbul Üniversitesi 4-İstanbul Şehir Rehberi (www.istanbulcityguide.com) 5- İTÜ 6- Boğaziçi Üniversitesi 7- Kültür Sanat Vakfı 8-İMKB 9-İstanbul Valiliği 10-Bilgi Üniversitesi.

Bu yıl ise : 1-istanbul.com şehir rehberi 2-İstanbul Şehir Rehberi (istanbulcityguide.com) 3-Wikipedia’nın İstanbul maddesi 4-Lonelyplanet.com sitesinin İstanbul rehberi 5-Yeraltı hava tahmin sitesi wunderground.com’un İstanbul sayfası 6-İstanbul Agop marka davul zilleri 7-Gnome Live sitesinin İstanbul projesi sayfası 8-Metblogs.com sitesinin istanbul blogu 9-turkeytravelplanner.com sitesi.

Görüldüğü üzere, İstanbul listesi de neredeyse tamamen değişmiş durumda. Geçene seneki 11 milyonluk kayıt sayısı bu yıl 90 milyon 300 bine ulaşmış durumda.

ANKARA

2005’te liste şöyleydi : Ankara – Gazi – Hacettepe Üniversiteleri – Büyükşehir Belediyesi – Bilkent Üniversitesi – Valilik – ODTÜ – Gazete Ankara – Çankaya Üniversitesi – Tabipler Odası.

Bu yıl ise : 1-hitit.co.uk sitesinin Ankara sayfası 2-Wikipedia’nın Ankara maddesi 3-allaboutturkey.com sitesinin Ankara sayfası 4 ve 5-wunderground.com hava durumu sitesinin Ankara sayfası 6-timeanddate.com sitesinin Ankara sayfası 7-ABD Ankara Büyükelçilik sitesi 8-ODTÜ 9-Ankara Üniversitesi 10-Ankara Büyükşehir Belediyesi.

Bu liste de neredeyse tamamen değişmiş durumda. Geçen sene 5 milyon 20 bin olan kayıt sayısı ise bu yıl 33 milyon 500 bine ulaşmış durumda.

Görüldüğü üzere bu sene Türkiye’yi anlamaya, öğrenmeye çalışanlar Türkiye ile ilgili kavramlara daha çok ilgili göstermişler. Ön plana çıkan web sitelerinin içeriklerinden bu anlaşılıyor.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 28 07 2006

DİJİTAL YERLİ MİSİNİZ, DİJİTAL GÖÇMEN Mİ?


Bugün 25 yaşın altındaysanız dijital yerli; üstündeyseniz dijital göçmensiniz demektir. Bu kaderi değiştiremezsiniz. Ancak dijital yerli olmak da pek çok açıdan, dijital göçmen olmak kadar zor.


Aslında, reklam dünyasının tanınmış isimlerinden Maurice Saatchi’ye göre sorunun cevabı basit : Bugün eğer 25 yaşının üstündeyseniz, dijital göçmen, altındaysanız dijital yerlisiniz.

Geçtiğimiz günlerde Cannes’da bugünün dünyası için reklam olgusu nereye gidiyor konusunda bir konuşma yapan Saatchi, yaşa bağlı bu kavramı da gündeme getirdi. Oldukça gerçekçi ve ilgi çekici bir yaklaşım aslında.

Bugün 25 yaşının üstünde olan herkes, bilgisayar ile, internet ile, daha genel ifade etmek gerekirse dijital dünya ile “sonradan” tanıştı. Kendini ona adapte etmek zorunda hissetti. Bu adaptasyon sürecini başarı ile geçenler, dijital kültürü kendi gündelik yaşamlarına uygulayabildiler. Ancak bu fırsatı yakalayamayan, yakaladığı halde başarısız olanlar ise henüz okyanusun kenarında bir aşağı bir yukarı volta atmaya devam ediyor.

Oysa henüz 25’ine gelmemiş olanların (aslında bu figürü, dijital kültürle tanışan ülkelerin tanışma dönemlerine göre göreceli değerlendirmek gerekir – örneğin Türkiye için 20 demek daha uygun olabilir) dijital kültürle tanışma süreçleri, hayatla da tanışma ile çakışmış durumda. Hal böyle olunca da bu genç insanlar için örneğin MSN’e girmeden, eposta alıp, göndermede, yahoo ya da google’da bir şey aramadan bir gün geçirmek, onlar kadar genç olmayan bizler için belki de gazete okumadan, hava durumunu bilmeden, deli danalar gibi koşuşturmadan, Türkiye’nin nasıl kurtarılacağı konusunda kafa patlatmadan, demokrasinin laikliğin gerçekten de söylendiği gibi tehlikede olup olmadığını düşünmeden bir gün geçirmek gibi olmalı.

Bizim kafa yorduğumuz şeyler onlar için ne kadar fuzuli ise onların kafa yordukları şeyler de bizim için o kadar gereksiz.

Daha doğru, daha sağlıklı vb olup olmadığı bir yana ortada bir realite var. O da artık dijital yerli statüsüne giren genç kuşaklar, sürekli bir “bağlı” olma durumundalar. Ya bilgisayar, laptop, cep telefonu gibi cihazlarla internet üzerinden ya da internetin erişemediği yerde SMS vesilesiyle bağlı; bağımlılar.

Bu durumun üstüne bir de hızlı, daha hızlı akması gereken zaman olgusunu eklerseniz, ortaya Saatchi’nin de tespit ettiği bir durum ortaya çıkıyor: Hiçbir şeye uzun süre konsantre olamayan, kendilerini aynı anda birden çok şeyle uğraşmak zorunda hisseden bir gençlik.

Zaten bunun tipik örneğini ülkemizde uzun zamandır Cem Yılmazvari mizah anlayışında yaşamıyor muyuz? Eskiden Zeki Alasya – Metin Akpınar ya da Levent Kırcavari mizahta onbeş dakika boyunca skeçi izleyip, sonunda yüzde bir gülümseme oluşturan, anlamlı espriler yerini hiçbir şeyden bahsetmeyen, sizi her an gülmeye zorlayan, güldürmeyi başaran bir modele terk etmiş durumda.

Bunların hiçbiri tesadüf değil. Bence ortada paradigmatik bir değişiklik de yok. Bugünün gençliğinin hızlı ve konsantrasyon bozukluğunda yaşadığını eleştiren kuşaklar, kendileri gençken, onlar da (o zamanın daha az genç kuşaklarına göre) hızlı ve konsantrasyonu bozuk olarak yaşamamışlar mıydı?

Belki o zaman cep telefonu ya da internet yoktu ama telgrafla iletişimin doğal olduğu bir dünyada evden eve telefon edebilmek, günümüzün cep telefonuna denkti.

Kısaca özetlemek gerekirse, gençlik bildiği yolda ilerliyor. Gençliğe hizmet için her daim yeni yeni imkanlar, araçlar keşfediliyor. Bugünün gençliğinin ülkesi de dijital dünya. Dijital dünyayı, sokaktaki hayatın tersine, yaşlılar değil, gençler yönetiyor. Dijital dünyada, sokaktaki hayatın tersine, herkese hükmeden liderler, tiranlar, başkanlar yok. Herkes kendi eğlencesinde. Dijital dünyada direkt demokrasi var – temsili demokrasi yok. Aslına bakarsanız dijital dünyada yaşam, sokaktaki hayata göre hiç de kolay değil. Evet dijital yerliler belki, diital göçmenler kadar çok fazla şeyi kafalarına takmıyorlar, çok fazla şeyle uğraşmak zorunda değiller ama kafalarını taktıkları ya da uğraşmak zorunda oldukları konularda da kendi kendineler; Yalnızlar.

Yaşamın hızlanmasını sağlayan her araç aynı zamanda bireylerin yalnızlığının derinleşmesine de neden oluyor.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 21 07 2006

TÜRKİYE BİLİŞİM ANSİKLOPEDİSİ


Türkiye Bilişim Ansiklopedisi, ikiyüzü aşkın makaleden oluşan, 1200 sayfalık içeriği ile Türkiye Bilişim Vakfı ve Papatya Yayıncılık’ın işbirliği ile Haziran 2006’da yayınlandı.

Türkiye Bilişim Vakfı’nın öncülüğünde gerçekleştirilen çalışma sonucunda artık bir Bilişim Ansiklopedimiz var.

İki yüzü aşkın yazarın katkıda bulunduğu Türkiye Bilişim Ansiklopedisi’nin 1.0 sürümü Haziran ayı içinde yayınlandı. Yayınlanır yayınlanmaz derhal bir tane edindim. Başeditörlüklerini Ottawa Üniversitesi’nden Prof. Dr. Tuncay Ören, Türkiye Bilişim Vakfı’ndan (10 Kasım 2005’te bir trafik kazasında vefat eden merhum) Tuncay Üney ile Beykent Üniversitesi’nden Dr. Rifat Çölkesen’in yaptığı bu çalışma ansiklopedik sözlük formatı yerine, belirlenmiş konularda, uzman yazarların kaleme aldığı makalelerden oluşuyor.

İki yüzü aşkın makaleden oluşan ansiklopedide yer alan konular çok geniş bir bilişim alanını kapsıyor. Sadece bazı isimlere değinmek ansiklopedinin ne kadar derin bir içeriğe sahip olduğunu göstermesi açısından yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Örneğin:

Aşırı (Aykırı) Programlama (Mustafa Yıldız, Işık Üniversitesi)
Bellekler (Doç.Dr. Ali Toker, Doç.Dr. Ali Zeki, İTÜ)
Bilgi Ekonomisi (Prof. Dr. Durmuş Dündar – İst. Kültür Üniv., Dr. Gülgün Kayakutlu – İst. Ticaret Üniv.)
Bilgisayar Dilleri Tarihçesi (Prof.Dr. Ersin Töreci, Hacettepe Üniversitesi)
e-İmza, (Melek D. Yücel)
Bilişim Mesleği Ahlak İlkeleri (Prof.Dr. Ersin Töreci, Hacettepe Üniv., Prof.Dr.Selahattin Kuru-Işık Üniv.)
Cizreli Eb-ul-iz ve İlk Özdevinirler (Kaya Kılan-Başkent Üniv.)
Çağdaş Internet Yönetimi (Dr.Yaman Akdeniz – Leeds Üniv.)
Çağrı Merkezleri (Tarkan Ersubaşı)
Fikri Haklar (Erdem Türkekul)
Genetik Algoritmalar (Bahattin Dağ – Tubitak)
Internet Evleri (Mete Yıldız – Hacettepe Üniv)
Kütük Erişim Sistemleri (Tamer Gülce, Ayhan Avcı)
Makine Öğrenmesi (F. Nur Alpaslan, ODTÜ)
Oyunlar Kuramı (Prof.Dr. Semih Koray, Bilkent Üniv)
Robotbilim (Prof.Dr. H. Levent Akın- Boğaziçi Üniv)
Teknoparklar (A.Mete Çakmakçı – TTGV)
Türkiye’de Internet (Dr. Orhan Gökçöl- Bahçeşehir Üniv)
Türkiye’de Internet Konferansları (Doç.Dr. Mustafa Akgül – Bilkent Üniv)
Yazılım Mühendisliği (Prof.Dr. Fuat İnce, Marmara Üniversitesi)


Belli ki oldukça meşakkatli bir çalışma süreci sonucu ortaya çıkmış tek ciltlik bir eser ile karşı karşıyayız. Ülkemizde teknoloji üretimi konusunda yaşadığımız sorunlar ortadayken, bu tür eserlerin genç kuşaklara aktarılıyor olması sadece içerikteki bilgi açısından değil aynı zamanda bunun Türkçe bir anlatımla sunuluyor olması da altı çizilmesi gereken bir nokta.

Yazılan önsözlerden anlaşıldığı üzere TBV’nin amacı, iki yılda bir düzenli olarak Türkiye Bilişim Ansiklopedisi’ni güncellemek ve yeni sürümlerini sunmak. Bu güncellemeler hem yatay hem de dikey olarak gerçekleştirileceğe benziyor. Yani sadece ele alınan konulardaki güncel bilgilerin sunulması değil, yeni sürümler önceki sürümlerde yer verilmemiş konuları da içerme sözü veriyor.

Ansiklopedide iki de güzel sürpriz var. Gerek ülkemizde gerekse de dünyada bilişimin tarihsel kronolojisi. Bu sayede bilişimin 1960’da Türkiye’ye gelen ilk bilgisayardan başlayarak (Karayolları Genel Md.ne alınan IBM 650) 2003’te Ankara’da yapılan İletişim Şurası’na dek gelişimini, kilometretaşlarını izlemek olası. Elbette ki her iki kornoloji de gelecek sürümlerde daha detaylandırılmaya gereksinim duyuyor.

Böyle bir eseri Türkiye bilişim camiasına kazandıranlara teşekkürü şahsen bir borç biliyorum.

http://www.papatya.info.tr/bilisimAnsiklopedisi.htm

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 14 07 2006