Cuma, Ocak 25, 2008

BEDAVA MÜZİK HAYAL DEĞİL!


Dijital ortamın getirdiği en önemli sorun; aynılar arasından sıyrılarak dikkat çekebilmek. Zaman geçip de ücretsiz müzik türü hizmetler belli bir olgunluk ve doygunluk düzeyine eriştiğinde artık müzisyenler bir sonraki albümlerinin ya da müzik parçalarının kitlelerin dikkatini çekebilmesi için sanatsal anlamda daha da çok çalışacak zorunda kalacaklar.


Birkaç hafta önce dijital ortamdaki müziğin bedava olması gerektiğini belirten bir yazı yazmıştım. Gerek teknoloji gerekse de müzik dünyasından farklı görüşler geldi. Ancak bunların ortak bir özelliği vardı. Hiçbirisi müziğin bedava olmaması gerektiğini savunmuyor, daha ziyade bedava olduğu taktirde kendilerince önemli gördükleri kimi hususların nasıl çözülebileceğini soruyor ya da sorularına yine kendileri cevap veriyordu.

Yazının mürekkebi kurumadan medyada bu konudaki kimi gelişmeleri duyar olduk. Bazı müzik grupları yeni albümlerini sadece internetten müzisyenlere sunmaya başladı. Bazıları bununla da kalmadı; müziklerini ücretsiz yaptı.

En son bomba da yeni yılın ilk günlerinde TTNET’ten geldi. TTNetMüzik adıyla lansmanını yaptıkları yeni hizmet sayesinde TTNET aboneleri 80 bin adet yerli müzik parçasını bilgisayarlarına indirme ve dinleme imkanını elde ettiler. Hem de bir kuruş para ödemeden.

Mü-Yap’ın şemsiyesi altındaki bu müzik parçaları içinde doğal olarak en dikkati çeken ve kampanyayı sırtlayan Tarkan’ın en son çıkan albümü Metamorfoz’un da ücretsiz olarak edinilebileceğiydi.

Bu yaklaşımlarından dolayı hem TTNET’i hem de Mü-Yap’ı kutlamak gerek.

İlk akla gelen soru olan telif ücretleri ne olacak konusunu TTNET çözmüş durumda. İndirilen müzik parçaları için Mü-Yap’a bir telif ödeyecekler. Doğal olarak müzisyenin hakkı korunmuş olacak. TTNET bunu amme hizmeti olarak sunmuyor elbette. TTNET’in bu hizmetinden faydalanmak için TTNET abonesi olmak gerekiyor. Daha çok müzik indiren bir abone daha geniş bir bant aralığına gereksinim duyacak. Bu da abonelerin tarifelerini değiştirme gerekliliğini gündeme getirecek ki TTNET’in para kazandığı nokta da burası.

Müziğin dijital dünyada bedava olması yolunda bu olası pek çok yöntemden birisi. Öte yandan bu yöntemi yabana da atmamak gerek çünkü bu konuda Türkiye’nin gerisinde kalan pek çok ülke ya da bölge için bu yöntem çok ciddi anlamda bir örnek teşkil edebilir.

Gerek müzisyenler gerekse de Mü-Yap gibi kuruluşlar zaman içinde şunu da görecek. Şimdiye dek hotel, restaurant, radyo, TV gibi ortamlarda alenen yayınlanan müzik parçaları için hakları oldukları halde bir kuruş bile elde edemiyorken, teknolojinin şeffaflığı sayesinde internet ortamından indirilen her bir müzik parçası için tıkır tıkır teliflerini alabilecekler.

Dijital ortamda bedavalaşan müziği sadece telif açısından değerlendirmemek gerek. Bence bunun sanatsal anlamda da önemli bir etkisi olacak. Nedir o? Dijital ortamın getirdiği en önemli sorun; aynılar arasından sıyrılarak dikkat çekebilmek. Zaman geçip de bu ücretsiz hizmetler belli bir olgunluk ve doygunluk düzeyine eriştiğinde artık müzisyenler bir sonraki albümlerinin ya da müzik parçalarının kitlelerin dikkatini çekebilmesi için sanatsal anlamda daha da çok çalışmak zorunda kalacaklar.

Bu risk bugün yolun başındaki, henüz ismini duyuramamış müzisyenler için geçerliyken, dijital dünyada en yenisinden en ünlüsüne kadar tüm sanatçıların ortak özelliği haline gelecek.

Yeni bir albüm ya da parça yapmak stüdyo kayıtlarının ötesinde bir maliyet gerektirmeyen bir iş olduğunda arz yükselecek ve talep eden konumundaki müzikseverler çok daha seçici olabilecekler.

Bugün bu olguyu TV dizilerinde görüyoruz. Kadrosunda hiçbir önemli ismi barındırmayan kimi diziler inanılmaz reyting alırken, ağır topların yer aldığı pek çok dizinin birkaç haftadan sonra yayından kalktığını görüyoruz.

İlk bakışta bu ağır toplara saygısızlık gibi görülebilir ama zamanla ağır topların da çok daha seçici olmalarına neden olacaktır. Hatta bununla da kalmayacak ve sanatsal faaliyetin sadece isim sahibi olmaktan geçmediğini, sanatsal içeriğin her zaman en önemli unsur olduğunu gün ışına çıkaracak.

Böylece toplumun ne kadar statükocu olduğunu anlama açısından internet önemli bir turnusol kağıdı işlevi görecek.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 25 01 2008

BILL GATES EMEKLİ OLUYOR...


Yeni bir teknolojik icat sözkonusu olduğunda önce onun kendisinden büyük paralar kazanılmakta. Zaman içinde rakipler de benzer teknolojileri kopyalayarak ya da başka yollarla geliştirdiğinde artık para kazanılan olgu teknolojinin kendisi olmaktan çıkıyor. Onun yerine o teknolojiyle sunulan hizmetler ağırlık kazanmaya başlıyor.


Las Vegas’ta yapılan tüketici elektroniği şovunun (CES) bir klasiği var. Açılış konuşmasını Microsoft’un patronu Bill Gates’in yapması. Gates bu yıl onbirinci kez yaptı konuşmasını. Bu yılın diğerlerinden farkı ise Bill Gates’in son CES açılış konuşmasını yapmış olması. Çünkü Gates, 2008 Temmuz ayından itibaren Microsoft’taki aktif görevlerinden ayrılacağını açıkladı.

Gates artık zamanını eşiyle birlikte kurmuş olduğu vakıfın işleriyle uğraşarak geçirecek. Konuşmasının sonunda mizahi bir film de hazırlamış. Gates’in işyerindeki son gününün anlatıldığı filmde Gates U2 müzik grubunun lideri Bono’dan, ünlü film direktörü Spielberg’e, Demokratların aday adayı ve Bill Clinton’ın eşi Hillary Clinton’a kadar herkesi arayıp kendisine “iş arıyor” ama aradığı herkes çeşitli bahaneler uydurarak Bill’i nazikçe reddediyorlar.

Hafif üzgün bir şekilde ofisinden kendisine ait eşyalarını bir kutunun içine koyup arabasına gidiyor ve anahtarları cebinden çıkarmak için kutuyu arabanın üstüne koyup, sonra da orada unutarak arabasına binip gazlıyor. Kutunun içindekiler de araba hareket eder etmez yola saçılıyor...

İşte dünyanın en zengin insanının ya da teknoloji dünyasının vizyonerlerinden birisinin iş yerindeki son günü.

Bill Gates’in teknolojiye kattığı şeyleri göz ardı etmek düşünülemez. Her ne kadar Gates karşıtları Gates’in ve Microsoft’un bir şey icat etmemiş olduklarını, teknolojiye kattıkları şeylerin aşırma fikirlerden oluştuğunu söylese de fikirler ile bunların hayata geçmiş hallerinin başarısı birbirinden çok farklı şeyler.

Örneğin Microsoft’un geliştirdiği ve PC bilgisayar ile laptopların de facto işletim sistemi haline gelen Windows yazılımı uzun yıllar Apple’dan aşırma diye damga yedi. Ancak Windows’un getirmiş olduğu standard (günahıyla sevabıyla) ve bu standardizasyonun dünya bilgisayar kullanıcılarına sağlamış olduğu kolaylık ve imkanlar yadsınamaz bir başarıdır.

Bugün bilgisayar kullananların büyük bir kısmı anımsamayacaktır ama PC bilgisayarlar ilk çıktığında neredeyse canı isteyen herkes bir işletim sistemi yazmaya kalkıyordu. Öyle ki cihazı üreten IBM firması bile uzun süre bunlardan hangisini kendi cihazları için resmi işletim sistemi olarak seçeceklerini bilemedi.

Yeni bir teknolojik icat sözkonusu olduğunda önce onun kendisinden büyük paralar kazanılmakta. Zaman içinde rakipler de benzer teknolojileri kopyalayarak ya da başka yollarla geliştirdiğinde artık para kazanılan olgu teknolojinin kendisi olmaktan çıkıyor. Onun yerine o teknolojiyle sunulan hizmetler ağırlık kazanmaya başlıyor.

PC bilgisayarlar ilk çıktığında bedeli on bin dolar düzeyinde idi. Bugün ise ondan çok daha üstün teknik özellikleri olan bir PC bilgisayar bin doların altında satın alınabiliyor. Aynı şey cep telefonları için de geçerli. Daha on yıl önce kullandığınız cep telefonlarının hangi özelliklerinin olduğunu ve ona ne kadar para ödediğinizi anımsayın!

İyi bir fikir, başarıya giden yolda önemli bir olgu. Ancak her iyi fikirin başarı için yeter koşul olduğu da söylenemez. Özellikle teknoloji gibi yeniliğin çok hızla geldiği bir sektörde çöpe giden pek çok “iyi fikir” olmuştur.

Fare ile işaretleme-tıklama modeli ile bilgisayar kullanımını kitlelere ulaştıran Microsoft firmasının patronu Bill Gates kapanış konuşmasını tam bu konuya odaklamış. Gelecek on yıl içinde bilgisayar kullanıcılarının artık fare ya da klavye kullanmayacaklarını el hareketleriyle (argo anlamında değil!) “bilgisayar” denilen cihazları yönetebileceklerini açıkladı.

Tabii on yıl sonra bilgisayar denilecek cihazlarla bugün bilgisayar dediğimiz cihazlar birbirlerine ne kadar benzeyecek o da ayrı bir tartışma konusu.

Bill Gates’in altı ay sonra emekli olacak olması sadece Microsoft için değil, uzun yıllardır Gates’i altetmeyi kişisel bir amaç ve hırs unsuru haline getirmiş başka bazı global teknoloji şirketlerinin patronları için de büyük bir kayıp. Çünkü Bill’i bir kez bile doğru dürüst alt edemeden ellerinden kaçırmış olacaklar.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 18 01 2008

NETSCAPE KAZANDI; AMA ÖLDÜ !


Webde sörf yapmayı sağlayan fenomen yazılım Netscape 1 Şubat 2008’den itibaren tarih oluyor. Onu tarihe doğru itenlere karşı açtığı davaları kazanmış olduğu halde.

İnternet ile web kavramlarının ayrı olduğunu ya da sörf yapmak için “tarayıcı” denilen bir programa gereksinim duyduğumuzu teknoloji ile yakından ilgilenenler bilir de her internet kullanıcı bilmez.

Bir PC ya da laptop aldığımızda içinden Windows işletim sisteminin çıkmasının, sadece o da değil, onunla birlikte müzik ve video parçalarını çalmaya yarayan Media Player (medya oynatıcısı) ile webde sörf yapmaya yarayan tarayıcı programı Internet Explorer gibi yazılımların da Windows ile birlikte bilgisayarın içinden çıkmasının, teknoloji dünyasının geçen on beş yılında yarattığı problemleri de pek kimse bilmez. ABD ve AB’de Microsoft’a karşı açılmış olan anti-tekel davaları. Ve bunların sonuçları...

Tarayıcı kavramını dünyaya ilk tanıtanlar Marc Andreessen ile Eric Bina adlı iki genç idi. Oturup bir program yazdılar; adı Mosaic idi. Yıl 1993. Bu program sayesinde tüm dünya Tim Berners Lee’nin keşfi olan web okyanusunda seyahat edecek gemilere sahip oldu. Bir yandan okyanus büyüdü diğer yanda ise onun üstünde seyahat eden gemiler...

1994’te Mosaic’in adı Netscape olarak değişti ve firma dot-com çılgınlığının ilk büyük başarı hikayelerinden birisi oldu. Marc ve Eric de şirket borsaya açıldığı gün dolar milyarderi oldu.

O sırada Microsoft ne yapıyordu diye merak edenler olabilir. 1995 yılı sonuna dek Microsoft’un Internet’e girmesi yasaktı. Bu yasağı görünürde Bill Gates’ten başkası koymadı ama yine de bilinmez. 1995 Kasım ayında Bill Gates’i Las Vegas’ta şahsen dinleme imkanım oldu. Gates orada bir yıl kaybetmenin ne kadar büyük bir fatura çıkaracağını bilen birisi olarak internetin peşine düşmeye karar verdiklerini açıklıyordu.

Sonraki yıllarda Gates’in Microsoft’u web tarayıcısı piyasasının yüzde 80’ine sahip olan Netscape’e karşı savaş açtı. Internet Explorer yazılımını Windows’a entegre etti. Bu yazılımı Windows ile birlikte PC’lerin ve laptopların içinde bedava olarak bireysel kullanıcılara sundu.

2000li yıllara gelindiğinde Microsoft bunun sonuçlarını almaya başladı ve piyasada Explorer en büyük pazar payına sahip yazılım haline geldi. Rakipleri (Spyglass, Netscape) Microsoft’a karşı anti-tekel davası açtılar ancak yıllar sonra kazandılar.

Ne yazık ki bu davaları kazananlar bir bir ortadan kalkıyor. Önce Spyglass gitti. Son yıllarını America Online (AOL)’ın sıcak kucağında ecelinin gelmesini bekleyerek geçiren Netscape ise AOL’un geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklama ile tarihe karışmak üzere. Buna göre AOL, 1 Şubat 2008’den itibaren Netscape’e desteğini kesme ve yeni versiyonları çıkarmama kararı aldığını açıkladı.

Bunun Türkçe meali şu: Netscape kullanıcıları (hala kaldıysa) bir problemle karşılaştıklarında çözüm için bir yere başvuramayacaklar. Ya da rakiplerinde yeni bir özellik çıktığında onun muadili imkanlar artık Netscape’de çıkmayacak, çünkü arkada bu konuda çalışan bir yazılımcı ekibi olmayacak.

Bir otomobil markasının bir ülkeden bütünüyle çekilmesi gibi bir şey.

Netscape, Microsoft’a karşı açmış olduğu davayı kazandı ama bu ölmesini engelleyemedi. Böylece Microsoft da internete bir yıl geç girmesinin acısını o bir yıl içinde öne çıkan rakiplerinden ya da o vesile ile ortaya çıkan yepyeni oyunculardan tek tek almış oldu. Doğal olarak tüm bu süreç resmi ve ticari anlamda yasal. Yani hiçkimse Microsoft’u ne internete bir yıl küs kaldığı için ne de sonrasında rakipleriyle bu şekilde rekabete girdiği için eleştiremez. Yeter ki tüm bu süreç boyunca firmanın başvurduğu yolların tamamı yasal olsun. Görünen o ki vicdanlarda başka türlü sesler dolaşsa da resmi makamlar Atlantik’in iki yakasında, hem ABD’de hem de AB’de Microsoft’un yasa dışı bir şey yapmamış olduğunu ya da da yapmışsa da bunun bedelini ödemiş olduğunu resmileştirmiş durumda.

Netscape öldü ölmesine ama onun sayesinde dünyadaki dolar milyoneri sayısı da bir kaç düzine artmadı değil.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 11 01 2008

INTERNET’İN 10 ALTIN ANI


Dünyada ve Türkiye’de internetin 10 altın anı.


Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım, üyesi olduğumuz bir tartışma listesine webin 10 önemli olayını listeleyen bir mesaj gönderdi. Bu on olay global anlamda internetin yeryüzü kültürünü nasıl etkilediğinin de kısa bir özeti.

Listeye şöyle bir bakalım:

10 – Wireless (Kablosuz) Bağlantı İmkanı : Havaalanlarından kahve dükkanlarına kadar artık pek çok kamusal alanda bilgisayarınızla ya da herhangi bir uyumlu cihazınızla internete erişebilirsiniz.

9 – Webcam ve Fotoğraf Paylaşımı : Dedikodu odalarının görüntülü hale gelmesini sağlayan webcam’ler medyada ne yazık ki faydalı kullanım alanları yerine, sansasyonel olaylara malzeme oluşuyla bir tutuluyor. Açık saçık görüntülerin izinsiz yayınlanması gibi.

8 – Skype : Özellikle uluslararası telefon görüşmelerinin bedavaya gerçekleşmesine neden olan Skype imkanı, 2005 yılında eBay sitesinin 2,6 milyar dolarla onu satın almasına neden oldu.

7 – Live 8 Konseri : Özellikle Amerika’da yaygın olan AOL sitesinin 2005 Temmuz ayında gerçekleştirilen Live 8 konserini internet üzerinden canlı yayınlaması önemli bir kilometre taşı olarak listede yerini almış.

6 – Napster’in Kapatılması : Bedava müzik olgusunu dijital kültüre getiren Napster paylaşım imkanının uzun uğraşlar sonucunda “başarı” ile kapatılması ne yazık ki müziğin “bedava dolaşımı”nı engellemedi. Aksine ivmelendirdi.

5 – Lewinski Skandalı : Clinton’ı olmasa bile ardından gelen Al Gore’un seçilmesinde en büyük malzemeyi oluşturan ünlü skandal tüm dünyaya web üzerinden yayıldı. Al Gore seçilseydi 11 Eylül olur muydu acaba?

4 – Tsunami ve 11 Eylül : Bu büyük felaketlerle ilgili en sağlıklı haber ve fotoğraflar da dünyaya web üzerinden taşındı. Medya devleri internetten korkmaya başladı ama belli etmiyor.

3 – Dot-com Çılgınlığı : Ve dramatik çöküşü. 1995 ile 2001 arasında bu işten iyi para kazanan bir avuç insan öyle bir gölge yarattı ki para batıran binlerce insanı göremedik bile.

2 – Hotmail : Eposta olgusunun en değerli alternatifi olarak listeye hotmail alınmış. İlk otuz ayında otuz milyon abonesi olan sistemin bugünkü üye sayısı 215 milyona ulaşmış.

1 – Google : Herhangi bir açıklama yapmaya gerek var mı? Internette bir şey arama olgusuna yepyeni ve internet ruhuna yakışır bir yaklaşım getirdi. Sonra da bunu para çevirmesini bildi.

Bundan esinlenerek ben de Türkiye’de Internet’in 10 Altın Anı’nı kendimce listelemeye çalıştım:

10 – Internete Bağlanma : Dönemin Tübitak’tan da sorumlu Başbakan Yardımcısı olan merhum Erdal İnönü’nün vizyonerliği sayesinde ayrılan fon ile Türkiye’nin internete bağlanması.

9 - Internet Haftası ve Internet Konferansları : Her türlü imkansızlığa rağmen bir grup inatçının omuzlarında her yıl merkezde ve satıhta internetin kitlelere anlatılması.

8 - Her A.Ş.’ye Bir Web Sitesi : Yasa gereği ülkemizde her anonim şirketin bir web sitesi olması artık zorunlu.

7 - Internet Cafeler : Yüz, yüzelli nüfuslu beldelerde bile artık internet cafe var. Askere giden bir yakınız varsa ne kadar çok internet cafe olduğunu da anlıyorsunuz.

6 - Ekşi Sözlük : Dünyaya farklı bir bakış açısı. Kültürümüzde yer alan eleştirel mizah olgusunun webe taşınmış hali.

5 – Biletix : Türk gibi başladı, Türk gibi bitirmedi. Kendi kategorisinde fenomen oldu.

4 - Ixir ve eKolay reklamları : Her ne kadar bugün iki firma da yok ama kestaneci ve Kemal Sunal reklamları sayesinde internet denen şeyi herkese tanıtmış oldular.

3 - Superonline’in kuruluşu : Öyle bir vizyon ki kurulduktan sonra iki yıla yakın bir süre hizmet verebilmek için gerekli yasal ortamın oluşmasını bekledi.

2 – Gittigidiyor : Açık artırma kültürü bizde yaygın değil ama GittiGidiyor, başarı hikayesi yaratmayı becerdi ve eBay’in gelip kendisine ortak olmasını sağladı.

1 – Hızlı internet (ADSL) imkanı : ADSL’den önce internet nasıldı kimse anımsamıyor bile.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 04 01 2008

AT GÖZLÜĞÜ


Ama bütün bu “bir değer ifade etmeyen sebepler için yapılacak yatırımların” dijital dünya kültürünün gelecek on yılını nasıl şekillendireceğini düşündüğümde benzer endişeleri taşımadan edemiyorum.

Üniversitede bize donanım dersleri veren bir hocamız vardı. Kendisi; öğrencileri derste anlattığı olgulara “at gözlüğü ile bakmak” metaforu ile eleştirmesiyle anımsarız. Olaylara at gözlüğü ile bakmak ya da bir başka ifade ile kısa vadeli yaklaşmak geçtiğimiz günlerde web teknolojisinin mucidi Sir Tim Berners Lee tarafından da dile getirildi.

Financial Times’a bir demeç veren Lee, internete yatırım yapanların çoğunlukla kısa-vadeli düşündüğünü ve bunun da dijital dünya için tehlikeler oluşturduğunu belirtmiş.

90lı yıllarda internetin halka “inmesiyle” birlikte bu kısa vadeli bakışın ilk dalgasını yaşamıştık. Medya buna “dot-com” çılgınlığı demişti. Gartner gibi ciddi araştırma firmaları da her devirde bu tür bir paradigmatik sıçrama olduğunda ortaya çıkan durumu güzel bir grafik ile özetlemişti. Ani bir yükseliş, kısa süreli bir zirve ve inişe geçiş, daha sonra da zirvenin çok altında bir yerde stabil hale gelip orada yatay seyreden bir grafik.

Ani yükseliş ve zirve sürecinde “doğru” yatırım yapanlar bu süreçten iyi para kazandılar. Bir gecede kağıt üzerinde de olsa dolar milyonerleri olan genç insanları tanıdık. Tabii medya bu konularda sadece başarı öykülerinden bahsetme güdümünde olduğundan, her başarılı olan öykünün gölgesinde kalan diğer doksan dokuz başarısızlık öyküsünden haberdar bile olamadık.

Tıpkı bir anda yıldızı parlayan futbol ya da eğlence dünyasındaki bireylerin başarı öyküsünde olduğu gibi. Evinde oturan ve potansiyel gücü olan öteki milyonlarca kişi her gün bu figürlerin haberleri ile haşır neşir olduğundan “yoldan çıkmaya” çok daha kolay karar veriyor. Oysa yüzde doksan dokuzunun sonunun başarısızlıkla bittiğini kendi başına geldiğinde, iş işten geçtiğinde idrak ediyor. (Bu formülün sağlamasını, yüzde bire giren o başarılı bireylerin kendi çocuklarını kendi gitmiş olduğu yoldan gitmemeye yönlendirmesine bakarak da yapabilirsiniz)

Dot-com çılgınlığından sonra gelen 11 Eylül felaketinin tetiklediği “tutuculuk” bir süre sonra yerini yeni bir modele devretti. Buna da Web 2.0 dedik. En göze çarpan Web 2.0 başarı hikayeleri myspace.com, youtube.com ve facebook.com siteleri. İlki yarım milyar dolara ikincisi milyar doları aşan bir bedele alıcı bulurken Microsoft’un küçük bir kısmına ödediği para ile facebook toplam değeri on milyar dolar olan ve Web 2.0 macerasının şimdilik zirvesini oluşturan bir öykü haline geldi.

Bireylerin sosyal yönüne hitap eden bu örneklere yatırılan paralar ne yazık ki, Tim Berners Lee’nin de altını çizdiği üzere, araştırmaya yönelik olarak kanalize edilmiyor. Daha ziyade anlık, kısa süreli arz-talep dengesinin yarattığı astronomik karlar bunlar. Yirmi koyup beşyüz kazanıyorsunuz ve yeni yirmi-beşyüz maceralarının peşine düşüyorsunuz.

Öte yanda internetin kapasite sorunu giderek ciddi boyutlara doğru yaklaşıyor. Hızlı internet bağlantı gereksinimi sadece bizim ülkemizde değil dünyanın pek çok ülke ve bölgesinde temel bir olgu. Aynı zamanda da sorun.

Böylece internet giderek, örneğin temsili demokrasinin kabuk değiştirmesine neden olacak imkanlara altyapı teşkil etme potansiyeli gibi ciddi özelliklerini yitirmeye başladı. Bunun yerini okullarda cep telefonlarıyla öğretmenlere yapılmış şakaların youtube’dan izlendiği, cep telefonlarından facebook’a girilip “kim bana hangi sanal hediyeyi göndermiş”e bakıldığı bir eğlence medyası halini alır oldu.

Belli ki bu duruma getirilen internetin hızının yavaşlaması gibi sorunlar, yeterince yakına geldiğinde çözülecektir. Çünkü kitlelerin eğlenceden yoksun bırakılması düşünülemez bile. Bu açıdan bakıldığında Lee ile yollarımız ayrılıyor.

Ama bütün bu “bir değer ifade etmeyen sebepler için yapılacak yatırımların” dijital dünya kültürünün gelecek on yılını nasıl şekillendireceğini düşündüğümde benzer endişeleri taşımadan edemiyorum.

Dışarıdaki yaşam bireyin nefes alıp verebilmesini, onurlu bir şekilde yaşamasını sekteye uğratmak için elinden geleni global anlamda yerine getirirken, internet neyi kurtarır? Gel de at gözlüğü ile bakmamayı başarabil.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 28 12 2007

INTERNET ve KAMUSAL ALAN


Web sitesine eklenmiş bir fotoğrafın gündelik hayatımızdaki muadili şudur: O vergi dairesi, o fotoğraftan bir poster yaptırıp vergi dairesinin içindeki duvarlara asabilir mi? Eğer bunu yapmada kamusal alan açısından bir sorunu yoksa, web sitesine de aynı fotoğrafı koyabilir. Eğer bunu yapamıyorsa, web sitesinde de bunu kullanmamalıdır.

Geçtiğimiz günlerde gazetelerde ilginç bir haber yer aldı. Bir vergi dairesinin web sitesinde yer alan görsel bir malzemede turbanlı genç kızın yer alması ve buna karşılık ilgili yöneticinin internet sitesinin kamusal alan olmadığından yola çıkarak durumun “kamusal alanda turban yer alamaz” hükmüne aykırı olmadığını açıklaması. Bu yorumda gerçeklik payı var mı? Yoksa güzel bir kelime-kavram oyunu ile karşı karşıya mıyız?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki hukuki açıdan “internet kamusal bir alandır” ya da “internet kamusal bir alan değildir” gibi net ifade veya hüküm herhangi bir kanun ya da yönetmelikte (benim bildiğim kadarıyla) yer almıyor. O nedenle daha birinci aşamada doğru ya da yanlış demek için net bir dayanak yok.

Hal böyle olunca olaya hukuki açıdan bakanlar da öteki herkesin bakış açısından bakmak durumunda. Yani akıl yürüterek en mantıklı yorumu yapmaya çalışmak. Zaman zaman televizyonlardaki haber/tartışma programlarında hukuk kökenli katılımcılarla diğerleri arasında yaşanan tartışmanın özünde bu “hukuksal tanım” olgusu yatıyor. Ancak her iki taraf da empati göstermediğinden birbirini anlamama inadını sürdürüyor. Şöyle ki hukuk kökenli bir kişi öncelikle tartışılan konunun mevcut hukuki hükümlere göre değerlendirmesini yapıyor. Bu değerlendirmenin en doğru, en mantıklı, en sağlıklı değerlendirme olup olmaması hukuk adamını bir yerde bağlamıyor. Neden? Çünkü hukuk adamı hukuku icra etmekle mükellef. Mantığı ya da duyguyu değil. Hukuki uygulamalardaki aksaklıkları değiştirme görev, yetki ve sorumluluğu başkasında.

Olaya hukuki değil de pratik açıdan bakan taraf için ise mevcut kanunlar, hükümler vb bir anlam taşımayabilmekte. Eğer mantık başka bir şey söylüyorsa, öteki herşey hizaya girmeli. Ne yazık ki bu bakış açısı hukuk devletinde değil, oligarşik düzenlerde prim yapabilir.

Gelelim internetin kamusal alan olup olmadığı tartışmasına. Bir kere yer ya da zaman darlığımız yok burada. O nedenle konuyu “sağlıklı bir şekilde” irdeleyip, anlayalım. Burada bahsedilen şey topyekun internetin kendisi değil, daha ziyade belli bir web sitesi. Yani ilgili vergi dairesinin web sitesi. Kendi bölgesinde faaliyet gösteren bir il vergi dairesinin web sitesinin kamusal alan olup olmadığı tartışma konusu.

Kamusal Alan’ın tanımı, Vikipedia Ansiklopedisinde şöyledir: “Kamusal alan, modern toplum kuramlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan kavram. Paradigmatik biçimine Alman felsefeci, sosyolog ve siyaset bilimci Jürgen Habermas’ın "Kamusallığın Yapısal Dönüşümü" (Strukturwandel der Öffentlichkeit, 1962) kitabında kavuşan ‘kamusal alan’, en basite indirgenmiş anlamıyla “toplumsal yaşamımız içinde, kamuoyuna benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı” ifade eder.”

Bir il vergi dairesinin web sitesi kamusal alan olabilir mi? Tabii bu kendi başına dev bir tartışma konusu haline getirilebilir. Bu soruya verilecek en basit cevap “evet”. Çünkü o web sitesinin var olma nedeni olan şeyin kendisi (il vergi dairesi) bir kamusal alan. Onun sanal izdüşümü olan web sitesi nasıl olmaz?

Denilebilir ki bir web sitesinde nasıl kamuoyu yaratılabilir ki? Ya da web sitesinde yer alan bir fotoğrafın kamuoyu oluşturmakla ne ilgisi olabilir? Sanal dünya uzayın sonsuz derinliklerinde yer alan olgu değil. Gündelik hayatımıza bakarak, sanal dünya muadillerini yorumlamak gerekir.

Bu nedenle web sitesine eklenmiş bir fotoğrafın gündelik hayatımızdaki muadili şudur: O vergi dairesi, o fotoğraftan bir poster yaptırıp vergi dairesinin içindeki duvarlara asabilir mi? Eğer bunu yapmada kamusal alan açısından bir sorunu yoksa, web sitesine de aynı fotoğrafı koyabilir. Eğer bunu yapamıyorsa, web sitesinde de bunu kullanmamalıdır.

Bundan başka doğrular da icat etmek mümkün. Dediğim gibi oligarşik bir düzen varsa, olgular eğilip bükülerek “doğru”ltulabilir. Ama bu zorlama vicdan ya da bilinçaltı için hiçbir anlam ifade etmez.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 21 12 2007

“AÇ KALIN; BUDALA KALIN!”


Gün oluyor, devran dönüyor. Şimdi Microsoft bir dev olmuş. Jobs ise bir yoruma göre çevresindeki insanların kendisini ne kadar sevdiğini, saydığını anlamanın bir yöntemi olarak onların ticari anlamda canını acıtmayı bir değerlendirme kriteri haline getirmiş.


Youtube.com sitesindeki popüler videolardan birine göre Apple’ın kurucusu Steve Jobs Stanford Universitesi’nin 2005 yılındaki diploma töreninde yeni mezunlara yaptığı konuşmasını bu tümce ile bitiriyor.

Steve Jobs hakkında ne biliyoruz? Tıpkı Bill Gates gibi üniversiteden ayrılma, bir arkadaşı ile evinin garajında yaptıkları Apple Macintosh bilgisayarı ile efsane haline gelmiş, son dönemde ise ipod ve iphone ile müzik ve cep telefonu dünyasını yerinden sarsan bir deha. Anti-Microsoft, Anti-Windowscuların en büyük kahramanlarından birisi.

Peki Steve Jobs hakkında ne bilmeyiz? Mesela (videoda da bahsettiği üzere) üniversiteden aslında onu evlatlık edinmiş ortadirek ailesine maddi olarak yük olmamak için ayrılmış olduğunu. Mesela Apple Macintosh’la dünyaya sundukları fare cihazı gibi, tıkla-taşı-çalıştır gibi yenilikleri aslında kendilerinin keşfetmemiş olduklarını – bu teknolojilerin daha ziyade Xerox firmasının o zamanlar efsanevi araştırma laboratuarı olan PARC’da (Palo Alto Research Center – Palo Alto Araştırma Merkezi) icat edilmiş olduğunu ve Jobs’un merkezi bir ziyareti sırasında bunları görüp Apple’a uyarladığını. Ya da birkaç yıl önce pankreas kanseri olduğunu.

Teknoloji dünyası Steve Jobs denildiğinde ya onu çok seviyor ya da ondan nefret ediyor. Belli ki her iki cephede saf tutanların da geçerli nedenleri var. Örneğin Jobs, kendi kurduğu Apple şirketinden kovulmuş bir vizyoner. Bunu fırsata dönüştürüp, kurmuş olduğu yeni şirketinin (NeXT) yıllar sonra Apple tarafından satın alınması üzerine Apple’a geri dönmüş bir kişi. Tıpkı Apple gibi, ipod da kendi alanındaki ilk ürün olmadığı halde fenomen olmuş bir ürün. Jobs’un bu alandaki dehasını yabana atmamak gerek. Amerika’yı yeniden keşfetmeden Amerika’nın sahibi olabilmek iki misli zor bir iş.

Yıllar önce bilgisayar dünyasına yön veren insanları, firmaları anlatan bir belgeselde ilginç bir sahne vardı. Jobs, Apple’ın sahibi olarak, yeni tanıttıkları bir Macintosh modelinin Amerika tanıtım turu çerçevesinde eyalet eyalet dolaşıyor ve her eyalette özel şovlar yapıyor. Şovlarda bir yandan yeni cihaz tanıtılırken, diğer yanda da Jobs’un başkanlığında küçük bir panel düzenleniyor. Panelde o eyalette faaliyet gösteren, gelecek vaad eden ve Apple teknolojilerine yatırım yapma kararı almış küçük yazılım firmalarının temsilcileri sahne alıyor ve bu kişiler Apple için ne tür yazılımlar geliştirmekte olduklarını anlatıyorlar.

Bir yanda dev Apple firmasının patronu Jobs. Diğer yanda isimsiz küçük firma sahipleri ya da yöneticileri. Anlaşılan Jobs bu turne çerçevesinde Seattle’a da gitmiş. Ve sahnede uzun saçlı, tipik gözlüklü, tişörtlü haliyle Bill Gates, Microsoft isimli küçük firmalarının Apple için yazılımlar geliştirmekte olduğundan bahsediyor.

Gün oluyor, devran dönüyor. Şimdi Microsoft bir dev olmuş. Jobs ise bir yoruma göre çevresindeki insanların kendisini ne kadar sevdiğini, saydığını anlamanın bir yöntemi olarak onların ticari anlamda canını acıtmayı bir değerlendirme kriteri haline getirmiş.

Jobs’u yeni bombası olan cep telefon ile ipod cihazlarının işlevlerinin toplamı niteliğinden iphone alanında yeni bir çağ açmış durumda. Bu cihaz şu an ABD’de sadece AT&T operatörü ile çalışabiliyor. Yine de geçtiğimiz günlerde AT&T başkanının 3G destekli iphone telefonlarını test ettiklerini açıklaması şaşkınlık yarattı. Yılbaşı öncesi yapılan bu açıklama adeta tüketicilere “Bu yıl iphone almayın” mesajı verir nitelikte. Kulağı uzun bazı uzmanlara göre bu açıklamanın gerisinde Apple’ın Google ile flörtü yatmakta; ABD’de yeni açılacak GSM ihalesi ile ilgili olarak. AT&T olası rakibini nazikçe uyarıyor belki de.

Her ne kadar Microsoft ve Gates, Apple’in hisselerine sahip olsa da Microsoft’u yıkmaya çalışma düşü anlaşılan Jobs’un aklından hiç çıkmamış! Acaba Jobs şunu mu demek istiyor: “Aç kalın, budala kalın; ama Bill’i devirme savaşımda ordumun bir neferim olun!”

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 14 12 2007

HER ÇOCUĞA BİR LAPTOP


Yani bu proje açlık sınırında yaşayan ülkelere yönelik bir çalışma değil. Eğer ABD bile kendi ülkesindeki “dijital uçurumu” kapatmak üzere federal devlet düzeyinde konuya ilgi gösteriyorsa Türkiye’nin de projenin içinde daha aktif olarak yer alması gerekir.


“Tanrıdan bu işi yapanlara daha çok bilgi ve daha çok verme gücü ihsan etmesini dilerim. Böylece bize özellikle de ilkokul çağındaki çocuklara, daha çok yardım edebilsinler, onların da birer tane laptopa sahip olmasını sağlasınlar”.

Bu dilek, Amerika’da bir grup öncünün başlattığı, “Her Çocuğa Bir Laptop” projesi kapsamında laptoplarını edinmeye başlayan çocuklardan bir tanesine ait.

Birkaç yıl önce 100 dolara laptop sloganı ile başlayan proje, “Her Çocuğa Bir Laptop” ismiyle ve son hızla çalışmalarını sürdürüyor. Aralık ayı içinde seri üretime başlanacak ve en hevesli olarak pilot ülke grubu içinde yer alan Peru, Uruguay, Etiyopya gibi ülkelerde dağıtıma başlanacak. Bu ülkeleri çok daha geniş bir grup izleyecek: Brezilya, Arjantin, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Rwanda, Haiti, Moğolistan bunların birkaçı.

İçlerinde Türkiye’nin de olduğu pek çok ülke ise konuya ilgili gösterdiğini resmi ağızdan (çoğunlukla Eğitim Bakanlığı) dile getirmiş durumda. Onlara sıra ne zaman gelecek bilinmez. Görüldüğü kadarıyla hangi ülke(ler) işi yakinen takip ediyorsa onlar listede yukarı doğru çıkıyor ve imkanı olmayan çocuklarına birer laptop kazandırma hedefine daha erken ulaşıyor.

Geçtiğimiz ay bu projeyi organize eden vakıf ABD ve Kanada’da geçerli olmak kaydıyla bir de kampanya başlattı. Buna göre Afganistan, Haiti, Moğolistan’a verilecek şekilde bir tane laptop ücreti kadar bir bağışta bulunan kişiye, kendi yaşadığı bölgede ihtiyaç sahibi bir çocuğa da verilmek üzere ikinci laptop ücretsiz olarak bağışçıya gönderiliyor. Böylece bir çift laptop ücreti 399 dolara geliyor.

Bu projeyi ilgi gösteren ülkelere bakarak nispeten çok fakir ülkeler için geliştirilen bir proje olarak değerlendirenler de var. Türkiye’de de başka yerlerde de. Ancak pilot kapsamındaki ülkeler listesinde ABD, Brezilya gibi gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin olduğunu da anımsatmak gerek.

Yani bu proje açlık sınırında yaşayan ülkelere yönelik bir çalışma değil. Eğer ABD bile kendi ülkesindeki “dijital uçurumu” kapatmak üzere federal devlet düzeyinde konuya ilgi gösteriyorsa Türkiye’nin de projenin içinde daha aktif olarak yer alması gerekir.

Bir yanda özellikle doğu güney doğu bölgelerimizdeki terörü bitirmenin sadece askeri bir sorun olarak düşünülmemesi gerektiği konusunda ahkam kesiyoruz. Diğer yanda ise tam da bu bakış açısını güçlendirecek, desteleyecek global anlamda ilgi duyulan bir projeye lütfenle yaklaşıyoruz.

İlk bakışta bu tablo çelişkili görülüyor. Oysa pek de çelişkili değil. Demek ki konuyu bu derinlikte inceleme, değerlendirme konusunda samimi değiliz. Rüzgar oradan estiğinde öyle rüzgar durduğunda herkes evine!

Gelişmiş ülke ya da refah düzeyinde olup da yaşı bugün yirminin altında olan insanlar dijital dünyanın yerlisi. Onlar bilgisayarsız, cep telefonsuz, MSN’siz, ipodsuz bir dünyayı hayal bile edemiyorlar. Öte yandan en gelişmişinden en gelişmemişine dek tüm dünya coğrafyasında yaşayan ve refah düzeyi yüksek olmayan bireyler yaşı ne olursa olsun bu “yerliler”e derin bir uçurumun dibinden bakıyor. En azından ilköğretim çağında olanları o uçurumun dibinden kurtaracak bir fırsat var.

Görünen o ki her ülke kendi yönetim stratejisine göre bu potansiyeli yönlendirme, yetiştirme konusunda elinden gelen en iyisini yapıyor. Fark ise bu yönetimlerin öncelik verdiği konularda. Bizim ülkemizde öncelik verilen konular, kızların saçlarını kapatması, bu kapatma işini belli bir örtme biçimine göre yapması, matematiğin namazda kılınan rekatları toplayarak öğrenilmesi vb.

Öteki pek çok açıdan burun bükeceğimiz kimi ülkeler ise çocuklarının kucağına birer tane bilgisayar verme işini öncelikli konu olarak ele almışlar.

Böylece yarının globalleşmiş, sınırların kalkmış olacağı dünyada Peru’dan, Haiti’den yetişmiş bir genç ile Türkiye’den yetişmiş bir gence ne gibi roller, işler, sorumluluklar, refah düzeyi vb düşeceğini de bu öncelikli konulara bakarak tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. O zaman anımsayalım Fikret’in şu dizelerini:

“Onlar niçin semada, niçin ben çukurdayım
Gülsün neden bana cihan, ben yalnız ağlayım”

Ağlayalım Fikret! Ağlayalım!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 07 12 2007