Cuma, Mayıs 16, 2008

YEPYENİ EKONOMİ - VİKİNOMİ


Web 2.0’ın ortaya çıkmasıyla birlikte e-ticaret faaliyetlerinde de bir deri değiştirme sürecine girildi. Web 2.0 kavramının dijital kültüre getirmiş olduğu “izleyicinin de aktif katılımcı olarak rol alma hali” e-ticaret faaliyetlerine de yansımaya başladı.


Internetin 90lı yıllardaki patlaması gündeme yepyeni bir olguyu getirmişti. Yeni Ekonomi. Dijital dünya, sanal dünya, internet adı her neyse ancak bilgisayar ağları üzerinden yapılması hedeflenen tüm ekonomik faaliyetler bu isimle adlandırıldı. Ancak o zaman bir ekonomik faaliyetin kağıtla, telefonla, faksla vb yapılmasının ayrı ayrı adlandırılabileceği gerçeği de ortaya çıkmış oldu.

Neyse. Faks ya da telefonla yapılan faaliyetler ne yazık ki treni kaçırmış oldular. Onların hepsi topyekun eski ekonomi olarak sınıflandırıldı. Fakat gerek perakende gerekse de toptan, yeter ki internet (ya da bazı özel durumlarda kapalı devre extranet denilen ağlar) üzerinden yapılan ticaret yeni ekonomi ya da e-ticaret oldu.

Internet balonu patladıktan sonra bile ayakta kalan birkaç faaliyetten birisi bu e-ticarettir. Göz önünde olan perakende e-ticaret siteleri (amazon, ebay vb) işin reklamını yapmaya devam ederken toptan ticaret alanında da pek çok yüksek montanlı işlem yapan siteler varlıklarını sürdürmekteler.

Web 2.0’ın ortaya çıkmasıyla birlikte e-ticaret faaliyetlerinde de bir deri değiştirme sürecine girildi. Web 2.0 kavramının dijital kültüre getirmiş olduğu “izleyicinin de aktif katılımcı olarak rol alma hali” e-ticaret faaliyetlerine de yansımaya başladı.

Kısacası Web 2.0’ın e-ticaret bölgesindeki izdüşünümün artık yeni bir adı var: Vikinomi (wikinomics). İsmin de çağrıştırdığı üzere bu kavram “wiki” altyapısının popülaritesini baz almaktadır. Wiki altyapısının bildik en popüler uygulaması Wikipedia “liberal” ansiklopedi sitesi. Bilindiği üzere bu ansiklopedi sitesine dileyen herkes ansiklopedi maddesi ekleyebilmekte ya da mevcut maddelerdeki açıklamalara ekleme ya da düzeltme yapabilmektedir.

Öte yandan “wiki” kendisi bir yazılım altyapısı olup, dileyenler bu yazılımdan istifade ederek, kendi Web 2.0 sitesini kurabilirler. Örneğin Lost dizisinin fanatikleri Lostpedia’yı kurdular. Wikipedia’ya göre Wiki altyapısı aslında ilk kez wikiwikiweb adlı bir sitede uygulandı. Bunun geliştiricisi olan Ward Cunningham, wiki adını, Hawaii dilinde “hızlı” anlamına gelen wiki kelimesinden almış; her ne kadar sonradan wiki’nin “bildiğim şu ki” şeklinde tercüme edilebilecek “what I know is” deyiminin kısaltması olduğu atıfından bulunulmuş olsa da.

Vikinomi’nin en önemli özelliği tüm bireylerin o ekonomik faaliyetin içinde aktif olarak rol alması. Bu deyimin ilk ortaya atıldığı ve Türkçe’ye de Vikinomi olarak çevrilmiş olan kitabın girişinde verilen bir örnek oldukça çarpıcı.

Kanadalı bir altın arama firması başkanı, firmasının tam da zor durumda olduğu bir dönemde, tesadüfen, açık yazılım dünyasının önde gelen isimlerinden Linux isimli işletim sisteminin geliştiricisi olan Linus Tornvalds’ın bir seminerine katılıyor ve orada Tornvalds’ın nasıl geliştirmiş olduğu yazılımın kodlarını tüm dünyaya açtığını, tüm dünyadaki gönüllü katılımcıların da buna karşılık yeni kodlamalar yaparak sisteme yeni özelliklerin eklendiğini öğreniyor.

Bunu altın arama sürecine uygulayan başkan, yıllardır arama yaptıkları halde bir türlü altın bulamadıkları bir bölgede altın madenini tespit etmek üzere, o bölgeyle ilgili ellerindeki tüm bilgileri web sitesine yüklüyorlar ve bir yarışma düzenliyorlar. Buna göre altın madeninin nerede olabileceğini bilen ya da en doğru şekilde tespit edene büyük bir para ödülü vaad ediliyor.

Başarılı olup olmayacağı tereddütle bakılan bu olay sonucunda firma gerçekten de yıllardır arayıp da bulamadığı madeni çok kısa bir sürede buluyor ve şirket iflastan kurtuluyor.

Vikinomi kavramının içinde gizli olan ekonomik faaliyeti herkesle birlikte gerçekleştirme olgusu, başlangıçta önemli bir psikolojik engelle karşılaşabilir: Sahip olan telif bilgileri, gizli bilgileri, hassas bilgileri herkesle paylaşmanın getiri/götürü analizi. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi bir altın arama firmasının onyıllardır yapmış olduğu çalışmayı internete açması çok radikal bir karar.

Ticari kaygıları olan bir firmanın rekabet avantajı yaratmada en önemli silahı olarak gördüğü “deneyimini” rakiplerinin de görebileceği bir uzaklığa koymaları ne kadar sağlıklı? Peki şu soruya ne dersiniz: Bir firmanın böyle yapmaması ve sonuçta yok olup gitmesi daha mı iyi?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 16 05 2008

Pazartesi, Mayıs 12, 2008

INTERNETE BLOGLAMA DALIŞ


Bugün bloglar bir yandan bireylerin kendini tüketim toplumuna, şov dünyasına gönüllü kurban etmesi anlamına geliyorsa diğer yandan da başka şekilde paylaşılamayan dosyaların meraklıları arasındaki dağıtım merkezi halini almış durumda.


Bloglar ilk çıktığında çok daha “ciddi” konularda bireysel görüşleri yansıtabilmenin dijital kültürdeki tek adı olmuştu. Ancak son dönemdeki içerikleri ciddiyetten uzaklaşmaya başladı.

Bugün bloglar bir yandan bireylerin kendini tüketim toplumuna, şov dünyasına gönüllü kurban etmesi anlamına geliyorsa diğer yandan da başka şekilde paylaşılamayan dosyaların meraklıları arasındaki dağıtım merkezi halini almış durumda.

Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan bir haberde dünyanın en çok izlenen blogunun uzak doğulu bir şov dünyası üyesinin (sanatçı dememeyi tercih ediyorum) kişisel blogu olduğu bilgisi yer alıyordu. Blogun içeriği bu yıldızın gündelik hayatında yaptıkları vb ile ilgiliydi.

Öte yandan dosya paylaşım imkanlarının özellikle müzik dünyasındaki telif konusunu suistimal etmeye başlamasıyla değerini yitirmesi sonucu ortaya çıkan boşluğu yine bloglar doldurmakta. Bugün gerek ülkemizden gerekse de dünyanın pek çok ülkesinden oluşturulan bloglara bakıldığında bunların müzik ya da film dosyalarını paylaşmak amacıyla oluşturulduğu gözlenmekte.

Sağolsun büyük dosya paylaşım imkanı veren siteler! Yeni blogçuların yaptıkları şey çok basit ama etkili ve verimli. Önce paylaşılacak dosya, lokal bilgisayardan yüklenecek hale getiriliyor (dosyalar birleştiriliyor ve tek bir dosyaya dönüştürülüyor). Akabinde büyük dosya saklama imkanı veren ve pek çoğu ücretsiz olan web sitelerinden birisine yükleniyor. Bu yükleme sonucunda site bu dosyaya erişim için gerekli olan web linkini otomatik oluşturuyor.

Geriye bir tek şey kalıyor. Bu linki meraklısı ile paylaşmak. İşte bloglar bu amaç için kullanılmakta. Bloga yazılan basit bir açıklama, hatta alenen eklenen bir kaç görsel malzeme (mesela bu bir film ise filmin afişi) ve en kritik bilgi olan dosyaya erişilmek için gerekli olan o web link.

Peki bununla nasıl mücadele edilecek? İki temel yol var. Birincisi böyle linklerin yayınlandığı blogları o blogları yöneten siteye şikayet etmek. Şikayetler çok ciddi olarak değerlendiriliyor ve bir suistimal söz konusu ise o blog yayına kapatılıyor. Peki bu yeterli mi? Hayır. Çünkü blogu kapatılan bir kişi ertesi gün yeni bir kullanıcı adı ve blog adı ile kendisine yeni bir blog oluşturabilir ve web linklerini yayınlamaya oradan devam edebilir.

Dijital kültürde her ne kadar bu tam bir çözüm olmasa da çok önemli bir etkiye sahip. Bunun da nedeni bugünün dijital yerlileri olan gençlerin dün varken bugün yok olmuş bir blogun peşine düşüp ona ne olduğunu, kapatıldıysa yerine açılan yeni blogun nerede olduğunu arayacak zamanının ve motivasyonunun olmaması. O blog kapatılmışsa iş bitmiştir.

Yine de ikinci ve biraz daha etkili bir çözüm de yok değil. O da dosyaya erişmek için oluşturulmuş olan o linkin işaret ettiği dosyayı, büyük dosya paylaşma sitesinden sildirmek. Dosyanın kendisi sildirildikten sonra onun web linkinin bloglarda yaşamaya devam etmesinin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Çünkü o web linke tıklayacak birisi, dosya silinmiş olduğu için, dosyaya erişemeyecek ve böylece kendisine bir kopya indiremeyecektir.

Büyük dosya saklama hizmeti veren web sitelerinin yönetimleri de bu konuda blog sitelerinin yöneticileri kadar hassaslar. Yani bir web linkinin işaret ettiği dosyanın silinmesi için kendilerine başvurulduğunda, ortada bir telif hakkı ihlali söz konusu ise dosyayı derhal silmekte ve o web linklerini ölü hale getirmekteler.

Tabii soru şu: Bu kalıcı bir çözüm mü? Cevap ne yazık ki yine “kesinlikle evet” değil. Çünkü zamanı olan ve işi inatlaştıran bir yükleyici için dosyası silindiğinde yapılacak şey bellidir. Dosyayı yeniden yüklemek. Yeniden yüklendiğinde sistem otomatik olarak yeni bir link yaratacaktır. Yaratılan bu yeni link bloglara yeniden servis edildiğinde başa dönülmüş olacaktır.

Ancak burada da aynı dijital kültür ögesi devrede. O dosyayı bir kere yükledikten sonra silindiğini gören bir dijital dünya yerlisi dosyayı zaman ayırıp bir kez daha yükleme konusunda çok istekli olmamakta.

Hayat dijital ortamda da kendisine bir yol bulmakta yani...

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 09 05 2008

Salı, Mayıs 06, 2008

TÜRK USULÜ İNTERNET


Interneti bir fırsat olarak algılayan ülkeler bu konuda stratejik yatırımlar yapacak. Onu bir türlü bu düzeyde bir gündem maddesi olarak algılayamayanlar ise kendilerini nehrin akışına bırakacak.


Mustafa Akgül’ün 15.04.2008’de Cumhuriyet’te yayınlanan, Internet Yaşamdır isimli makalesindeki, Türkiye’de internet kullanımı ile ilgili kimi istatistiki bilgileri okurken aklıma on yıl kadar önce bir ABD TV’sinde izlediğim şov geldi.

Hani bizde de oluyor ya; elinde mikrofon sokağa çıkmış muhabir yoldan geçenlere öyle bir soru soruyor ki cevabı hem çok kolay hem de herkesin net bir şekilde söyleyemediği ve komik duruma düştüğü türden.

ABD kanalında muhabir, o zamanlar internet için kullanılan “bilgi otobanı” (information superhighway) ifadesini kullanarak, o otobanın ne olduğunu soruyordu. Pek çok kişi de kastedilen şeyin bir otoban olduğu ve onun nerede olduğu soruluyormuşcasına, ya nerede olduklarını bilmedikleri cevabını veriyorlardı; ya da en yakın otobanı tarif ederek, oranın bilgi otobanı olduğunu belirtiyorlardı.

Türkiye’de nüfusun %22’si interneti hiç duymamış; ne olduğu konusunda bir fikre sahip değil. Ulusal medyamız sağolsun, bu tür istatistikler bizde öyle bir ruh hali yaratıyor ki sanki örneğin ABD’de bu rakam yüzde birmiş de geride kaldığımız için hayıflanıyoruz.

Elbette ki bu figürden daha parlak durumda olan ülkeler var. Ancak bir o kadar da bizden daha kötü durumda olan ülkeler var. Dijital uçurum dünyanın her yerinde, her noktasında varlığını sürdürüyor. Dijital uçurum sadece İstanbul ile Adıyaman arasında yok; dijital uçurum İstanbul’da semtler arasında var. Aynı semtteki sokaklar, evler arasında da var.

Zaten işte bu nedenle büyük bir şehrin göbeğinde bazen öyle ilginç olaylar oluyor ki dudağımız uçukluyor. Evlerin arasındaki bir atölyedeki yanıcı madde binayı havaya uçuruyor ve biz nasıl oluyor da böyle bir imalathanenin evlerin bu kadar dibinde faaliyet gösterebildiğini algılayamıyoruz.

Tıpkı öteki olgularda olduğu gibi internet için de her ülke kendi sosyal ve kültürel birikimi çerçevesinde onu değerlendiriyor ya da ıskalıyor. Bunu yaparken pek çoğu öne geçmek için adil olmayan yollara başvuruyor; başvuracak. Interneti bir fırsat olarak algılayan ülkeler bu konuda stratejik yatırımlar yapacak. Onu bir türlü bu düzeyde bir gündem maddesi olarak algılayamayanlar ise kendilerini nehrin akışına bırakacak.

ABD’de internete bu kadar önem verilmesinin temelinde devrin başkan yardımcısı olan Al Gore’un kişisel çabaları yatmaktadır. Yoksa internet artık hepimizin ezberlediği gibi kökeni ta 60lı yıllara kadar uzanan bir altyapı olduğu halde 90lı yılllara dek keşfedilememiştir.

Bu tür keşfedilmeyi bekleyen daha pek çok olgu var. Internet son büyük durak değil. Yenilenebilir enerji, nano-teknoloji, karbon salınımı kriterleri, gelecek onyıllarda bu konular daha çok önplana çıkacak.

Gördüğümüz kadarıyla biz de ülke olarak bu tür yeniliklere çok sıkı bir şekilde hazırlanıyoruz. Öncelikle kılık kıyafetimizden başladık işe. Onu halletikten sonrası çocuk oyuncağı. Seksen yıllık cumhuriyet döneminde sanırım aşırı sol dışında iktidar olmamış; onun nimetlerinden istifade etmemiş hiçbir ideoloji, parti kalmadı. Sonuç? Görülen o ki herkes kendine yonttu ve bunun faturasını kendine yontamayanlara çıkardı. İşin ilginci bu faturayı gösterme ve tahsil etme konusunda global dünyada o kadar güzel çözümler üretilmiş durumda ki Türkiye’nin dört yüz milyar dolar borcu var dendiğinde, kimse bunu üstüne almıyor. Sanılıyor ki orada Ankara’da Türkiye isminde bir şahıs var; bu borçları o ödeyecek.

Internet kullanım istatistikleri iç karartıcı değil ancak o kullanımın sebepleri ve sonuçlarına baktığımızda internetin hızla bir tüketim malzemesi haline geldiğine şahit oluyoruz. Kahvede, meyhanede, hamamda, kadınlar gününde yapılan “geyik muhabbeti” sanal dünyaya taşınmış durumda.

Her daim kaldırımları yıkıp yenisini yapma eğilimi internette. Bir felaket olduğunda olay yerine gidip en ciddi sözleri veren sonra da sözlerinin ardında duramayan kamu yönetimi internette. Sonra? Sonra bütün suç internette!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 02 05 2008

İKİ YÜZLÜ MÜYÜZ NE?

- Pippa Bacca için

Yoksa bizim için müthiş denilebilecek düzeydeki stratejiler, dışarıdan bakınca görülemeyecek kadar güdük mü kalıyor? Bir başka deyişle elli yıldır yaşadıklarımız; dar görüşlülüğün demokrasiyi iğfal etmesinden başka bir şey değil mi? Bir de kalkmış, dünyaya “barış” mesajı vermek üzere gelinlikle otostop yapan İtalyan kadına tecavüz edip, öldürdüğü için adamı sapıklıkla suçlayıp, ondan iğrendiğimizi bas bas bağırıyoruz.


Nihayet internetin bir faydasını görebildik. Geçtiğimiz günlerde gazetelere yansıyan bir habere göre neredeyse zaman aşımına uğrayacak bir dava ile ilgili olarak bir türlü kendilerine ulaşılamayan iki kişi, savcının pratik zekası sayesinde bulunmuş, ifadelerine başvurulmuş.

Savcının yaptığı şey; Google’a girip aranılan ama yıllardır bir türlü nerede oldukları bilinmeyen iki kişinin adını yazarak basit bir arama yapmak. Karşısına gelen web sayfaları sayesinde kişilerin izine rastlamış ve kendilerine ulaşmış. Kişiler ise kendileri hakkında böyle bir mahkeme olduğunun bile farkında değil. Yani bilinçli bir şekilde mahkemeye gelmeme gibi bir durum yok ortada. Zaten savcının davetine de icabet edip ifadelerini vermişler.

Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen bir başka olay yine bir arama işi ile ilgiliydi. Sarıyer Belediyesi, kendi yetki alanı içinde yapılmakta olan bir gökdelen inşaatını adresini tespit edemediği için nerede olduğunu bilemiyor ve bu nedenle de gidip gerekli müdahaleyi yapamıyordu. Şaka gibi ama değil. Koca bir gökdelen inşaatı ve nerede olduğu bulunamıyor. O halde akla gelen şey şu oluyor: Acaba gerçekten bulunamıyor mu yoksa bulunmak mı istemiyor?

Bir süredir gündemde olan “elitist demokrasi” tartışmaları herkesin eşit haklara sahip olması olgusunun zafiyete uğratılmasının ne gibi olumsuz sonuçlar doğuracağı konusunda medya sütunlarında gereğinden fazla yer buldu. Ancak nedense elitist filan olmayan düz demokrasinin dar görüşlülüğün eline düşmesinin (doğuracağı değil) doğurduğu zafiyetler konusunda kimse bir kelime etmedi; etmemeye özen gösteriyor.

Neden? Elitist demokrasinin getireceği dengesizlik ne kadar kabul edilmezse, dar görüşlülüğün, ilkelliğin, çapsızlığın kıskacına düşmüş demokrasinin getireceği tahammül edilmez kalitesizlik ya da dayatmalar da o denli kabul edilemez değil mi?

Görülen o ki bal tutanın parmağını yalaması nedeniyle temsili demokrasi yüzyıllardır pek çok ülkede bu sorunu çözmek için yeterli olamadı. Belki de pek çok demokrasi aşığının bugüne dek susmasının ya da yeterince şiddetli eleştiride bulunmamasının temelinde yatan şey temsili demokrasiden daha iyi bir alternatifin ortaya çıkamamış olmasıydı.

Artık var! Doğrudan demokrasi. Temsil yok. Herkes fikir beyan etmesi gereken yerde kendisi fikir beyan edecek. Aracı kullanmayacak.

Bu imkan internet gibi bir lojistik imkan sayesinde teorik olarak var. Pratikte hayata geçebilecek mi? İnanıyorum ki bazı ülkelerde geçecek. Bunun için bir kıstasım bile var. Interneti, dijital kültürü bugün hangi ülkeler el üstünde tutuyor? Hangi ülkeler onu iğdiş edip, paramparça etmeye çalışıyor? Hangi ülke bilginin doğrusunun da eğrisinin de olabileceği bilincini bireylere verip, bunları nasıl ayırt edebileceklerini anlatıyor? Hangi ülke “internet mi inanma yalandır” mesajını toplumun bilinçaltına yerleştiriyor? Hangi ülke getirdiği yasalarla kendini komik duruma düşürecek yasakları internete uyguluyor; hangileri yasaklama olgusunu kamu vicdanını rahatsız etmeden uygulayacak çözümler üretiyor?

Tabii bir de şunu sormak lazım: Hangi ülkenin vatandaşı, yasaları eğip bükerek kendi lehine çevirip, kendi pirelerinden kurtulmak için ülkenin yorganının yakılmasına neden oluyor? Hangi ülkenin vatandaşı böyle davranmayı kendisini yönetenlere bakarak öğreniyor?

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi ziyaret eden General Electric firmasının efsanevi yöneticisi Jack Welsch Türkiye’nin bir stratejisi olmadığı yolunda bir saptama yaparak, “taktik düzeyde ne kadar iyi performans gösterilirse gösterilsin stratejinin olmadığı yerde pek bir işe yaramaz” mesajını sade bir dille ifade etmiş.

Acaba gerçekten de bir stratejimiz yok mu? Yoksa bizim için müthiş denilebilecek düzeydeki stratejiler, dışarıdan bakınca görülemeyecek kadar güdük mü kalıyor? Bir başka deyişle elli yıldır yaşadıklarımız; dar görüşlülüğün demokrasiyi iğfal etmesinden başka bir şey değil mi? Bir de kalkmış, dünyaya “barış” mesajı vermek üzere gelinlikle otostop yapan İtalyan kadına tecavüz edip, öldürdüğü için adamı sapıklıkla suçlayıp, ondan iğrendiğimizi bas bas bağırıyoruz.

Ah Pippa Ah! Biz her gün iğfal edip, iğfal ediliyoruz; her gün öldürüp, öldürülüyoruz. Lütfen kişisel alma diyeceğim ama bunun ne kadar ironik olduğunun bilinciyle susuyorum...

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 25 04 2008

ORANTISIZ GÜÇ KULLANMA ARZUSU


Anlaşılıyor ki Google’daki yazışma gruplarının birisinde bir kişinin kişilik haklarını rencide edici yazışmalar yapılmış. Bu durumda cezalandırılması gereken o yazışmanın yapılmış olduğu grup olmalıdır. Ancak çıkan karar şudur : Google’daki tüm gruplara erişim engellensin.


Burma, Çin, Türkiye. Bu üç ülkenin ortak özellikleri nedir? Belki Çin ile Türkiye arasında pek çok ortak özellik bulabiliriz. Hatta Burma ile Çin arasında da bulunabilir sanırım. Ancak üçü bir araya geldiğinde, ortak bir özellik bulmak o kadar kolay değil.

Yine de zoru başardık. Daha önce Burma ve Çin’de uygulanan internetle ilgili bir yasaklama uygulamasını Türkiye de gerçekleştirdi ve adı bu iki ülkenin yanında anılmaya başladı. Ama ne yazık ki “yasakçı ülkeler” türünden bir kategorinin altında.

Dünyanın bir numaralı arama motoru sitesi Google’ın, ortak bir payda çevresinde toplanan bireylerin bilgi alış verişinde bulunmalarını sağlamak üzere kurmuş olduğu Google Grupları hizmeti Nisan ayı başında, tam da Türkiye’de Internet’in doğum gününü kutlarken, mahkemeye yapılan bir şikayet üzerine mahkemin aldığı kararla kapatıldı.

Grup hizmeti genelde belli bir konuya ilgi duyanların biraraya gelmelerini ve o konu hakkında haberleşmelerini sağlamaktadır. Bunun özde epostadan pek de bir farkı bulunmuyor. Diyelim ki siz Tibet’e Özgürlük konusunda bir grup oluşturmak istiyorsunuz. Bunu eposta kullanarak da yapabilirsiniz ve bu konuya merak duyacak kişilere eposta ile mesaj gönderebilirsiniz. Bu mesajı alanlardan bir tanesi de kendi görüşünü bildirmek isterse benzer şekilde o mesaja cevap yazarak herkesin cevabını okumasını sağlayabilir. Zaman içinde alıcılardan bazıları kendi çevrelerinde de konuya ilgi duyan kişilere bu epostaları gönderebilir.

Bu silsileyi daha pratik hale getirmek için kurulmuştur grup hizmetleri. Yukarıdaki örnekten devam etmek gerekirse TibeteOzgurluk diye bir grup kurarsınız ve konuya ilgi duyacak kişileri yine grubun bir hizmeti olan davet epostası ile gruba davet edersiniz. Davete eposta ile olumlu cevap verenleri grup altyapısı kurmuş olduğunuz gruba otomatik olarak üye yapar.

Grubun bir eposta adresi vardir (örneğin TibeteOzgurluk@googlegroups.com). Bu eposta adresine göndereceğiniz her eposta tüm üyelere ulaşır. Üyelerden birinin vereceği cevap da tüm üyelere ulaşır.

Grupları inceleyen ve sizin hiç tanımadığınız kişiler de konuya ilgi duyarlarsa gruba üye olmak isteyebilirler. Yeni üyelikleri ister otomatik tanımlayabilirsiniz ister grubun yöneticisi olarak onayınızdan geçecek şekilde.

Keza bazı gruplar sadece ilan türünde olabilir. Bu tür gruplarda üyeler sadece yöneticiden gelen duyuruları okurlar. Ancak gelen duyurulara tüm grup üyelerinin okuyacağı şekilde cevap verme imkanları bulunmaz.

Üyeler birbirlerinin eposta adreslerini göremezler. Ancak birbirlerine eposta gönderebilirler. Bu sayede eposta bilgilerinin toplanması ve suistimale uğraması olasılığı enaza indirilmiştir.

Böyle bir ortamda aklınıza gelebilecek her türlü konuda grup kurulabilir. Ancak şurası kesindir ki bu grupların içinde yapılan yazışmalar o grubun üyeleri arasında gerçekleşmektedir. Üye olmayan kişiler bu yazışmalara ulaşamaz. Ancak şöyle bir istisna olabilir. Eğer üye olan bir kişi grup içinden gelen bir epostayı üye olmayan herhangi bir arkadaşına eposta ile yönlendirirse ancak o zaman üye olmayan birisi de o yazışmayı görmüş olur.

Internette bir yazışma ortamının sadece üyelere açık olması, üye olmayanların bu yazışma gruplarına erişmemesi demek, kapalı kapılar ardında dileyenin dilediği hakkında ileri geri konuşabileceği anlamına gelmez. Elbette ki kişilere, ulusal değerlere saygı her zaman her yerde istisnasız uygulanmalıdır.

Ancak bununla tezat oluşturan bir durum karşısında yapılacak şeyin ne olacağı çok önemlidir. Anlaşılıyor ki Google’daki yazışma gruplarının birisinde bir kişinin kişilik haklarını rencide edici yazışmalar yapılmış. Bu durumda cezalandırılması gereken o yazışmanın yapılmış olduğu grup olmalıdır. Ancak çıkan karar şudur : Google’daki tüm gruplara erişim engellensin.

O zaman eğer bir gazetede kişilik haklarını zedeleyici bir haber çıktığında Türkiye’deki tüm gazeteleri kapatmak gerekir. Ya da birini öldürüp otomobille olay yerinden kaçan bir katil söz konusu olduğunda Türkiye’deki tüm otomobillerin trafiğe çıkması yasaklanmalıdır.

O halde soru şu: Orantısız güç kullanmanın gerisinde yatan şey bilgi eksikliği mi yoksa başka bir şey mi?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 18 04 2008

YASAKLARIN GÖLGESİNDE BİR DOĞUM GÜNÜ


Internete özgürlük demek “rencide edici web sayfaları, video görüntüleri gibi materyalleri kanıksamak” anlamına gelmiyor. Elbette ki bir kişi ya da ulusal değeri rencide edici bir materyalin herhangi bir mecrada yayınlanması tasvip edilecek bir şey değil. Keza buna karşı “orantısız güç kullanımı” ile cevap vermek de.


12 Nisan 2008’de Internet Türkiye’de 16. yaşına giriyor. Internetin doğum gününün son on yıldır Türkiye’nin dört bir yanında çeşitli etkinliklerle kutlanması ise artık bir gelenek haline geldi. Önceleri Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde kurulmuş olan Internet Kurulu tarafından organize edilen bu etkinlikleri geçtiğimiz yıllarda Kurul’un lağvedilmesi üzerine konuya duyarlı sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilmekte.

Bu yıl onbirincisi kutlanacak olan Internet Haftası 7-20 Nisan 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Son bir kaç yıldır Internet Haftası etkinlikleri belli hedefleri gerçekleştirmeye odaklanmış durumda. Kısaca anımsamak gerekirse;

Okullar internete bağlanmalı
Halk Kütüphaneleri internete bağlanmalı
Belediyeler bünyesinde halka açık internet evleri açılmalı
Organize sanayi bölgelerinde internet evleri açılmalı
Kültürel mirasımız internete taşınmalı
E-devlet hizmetleri başlatılmalı


Bu çerçevede sivil toplum kuruluşları, davet aldıkları her şehire temsilcilerini göndererek buralarda konferanslar vermekte, internet okur yazarlığının artması ve yukarıdaki hedeflerin gerçekleştirilmesi için çaba sarfetmekte.

Ancak bu yılki etkinlikler “interneti yasaklama”nın gölgesinde gerçekleştirilecek. Son bir yılda çeşitli vesilelerle yaşadığımız youtube.com gibi global web sitelerine geçici dahi olsa kısıtlama getirilmesi oldukça düşündürücü.

Sorun ile buna yönelik olarak üretilen çözümün yanlışlığı Türkiye’yi dünyanın önünde ikinci kümeye itiyor. Bu açıdan Türkiye’nin adı demokrasinin yerleşmemiş olduğu, çeşitli isimler altında ancak sonuçta bir tür dikta rejimleri ile yönetilen ülkelerin isimleriyle aynı listelerde yer alıyor. Çünkü Türkiye’den başka ne yazık ki sadece bu tür ülkeler internete bu tür yasaklamalar getiriyor.

Yasaklamaya sebep olan şey, basitçe bir web sitesinde rencide edici bir içeriğin yer alması. Internete özgürlük demek “bu tür rencide edici web sayfaları, video görüntüleri gibi materyalleri kanıksamak” anlamına gelmiyor. Elbette ki bir kişi ya da ulusal değeri rencide edici bir materyalin herhangi bir mecrada yayınlanması tasvip edilecek bir şey değil. Ancak ne yazık ki buna karşı mahkeme marifetiyle getirilen cezai uygulamalar bir dönemin ünlü tabiriyle “orantısız güç kullanımı” şeklinde gerçekleştiriliyor.

İlgili web sayfasının silinmesi için o web site yöneticilerine yapılacak bir başvuru ile çözülecek sorun tüm web sayfasına mahkeme kanalıyla kapatma cezası getirilmesi şeklinde olunca sonsuz bir suistimal olasılığı da ortaya çıkmış oluyor.

Eğer bir web sitesinin kapatılmasını istiyorsanız, hele hele bir de bu web sitesi Web 2.0 kültürel özelliklerine haizse (yani sizin de o web sitesine bir sayfa ekleme imkanınız varsa) yapacağınız iş çok kolay. Anonim bir isimle (diyelim ki XY2008) kendinize o web sitesinde bir kullanıcı ismi oluşurun. Rencide edici bir sayfayı (örneğin bir video klibi) o adı kullanarak web sitesinde yayınlayın. Sonra da mahkeme başvurup, “birisi böyle bir sayfa hazırlamış, bu beni rencide ediyor” diyerek şikayette bulunun. Mahkeme de sadece o sayfanın değil tüm web sitesinin erişimine kapatma kararı alsın.

Kültürümüze yerleşmiş pek çok konu için “böyle gelmiş böyle gider” demekten öte bir şey yapamayacak kadar kanıksanmış olgular, akımlar var. Ancak sanal kültür Türkiye’de daha 15 yaşında. Bunun da ancak son beş yılında ADSL imkanları sayesinde kullanıcı patlaması yaşanıyor. Nasıl oluyor da kanıksanmış hiçbir olgusu olmayan bir kültürel değer, bu hale getirilebiliyor?

Cevap basit: Bilgi eksikliği. İki birimlik bilgi ile tüm sorunları çözmeye kalkıyoruz ve sonuçta bu tür suistimaller ya da hak etmediğimiz kararlara, muamelelere maruz kalıyoruz. O halde bilgimizi neden artırmıyoruz?

Konu hakkında yasa yapanlar neden bilgilerini artırmıyorlar? Konunun kullanıcısı pozisyonundaki kamuoyunun önüne neden yüksek bir çıta getirmek yerine herkesin çiğneyip geçeceği güdük bir resim çıkarıyorlar ortaya?

Internet Haftası’nın hedeflerini gerçekleştirmek işte bu nedenle çok önemli. Kamuoyu bilinçlenmezse dileyen dilediği yasağı uygulayabilir; uygulatabilir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 11 04 2008