Pazartesi, Temmuz 27, 2009

ÇOK BOYUTLU İNSANA DOĞRU


Rüştünü henüz ispat edememiş olan internete ülkemizde daha şimdiden bu denli yasak getirilmesi politikacıların içgüdüsel olarak onu bir tehdit algılaması olarak idrak etmekte olduklarının bir göstergesi.


Önce gazete. Sonra radyo ve ardından televizyon. Şimdi ise internet. Medyayı oluşturan katmanlar. Radyo çıktığında basılı medya çevreleri bir baskı hissetmişler miydi acaba üstlerinde? Radyo gazeteyi öldürecek diye. Ya da televizyon çıktığında? Radyo badiresini atlattık ama bu kez ne yapacağız diye telaşlanmışlar mıydı?

Mutlaka o evrelerde de belli belirsiz bir tedirginlik, telaş yaşanmıştır. Her yenilik bu tür ikilemde bırakır insanı. Eğer mevcut koşulların düzelmesi, değişmesi konusunda bir beklentiniz olmayacak kadar mevcut koşulları kontrol altında tutuyorsanız ya da hayatınızdan bezmiş, bezdirilmişseniz o zaman her gelen yenilik iri ya da ufak bir tehdittir. Tehdittir çünkü mevcut koşullardaki avantajlı durumunuzu kaybetme riskiniz var demektir (bezmiş ya da bezdirilmiş için bile o en avantajlı haldir; öyle olmasa ondan kurtulmanın yollarını arar bulana kadar)

Mevcut koşullar kontrolünüz altında değilse ve birşeylerin yetersiz olduğunu ya da değişmesi gerektiğini düşünüyorsanız ya bir şeyleri değiştirirsiniz ya da gelen yeniliğe bu beklentiyle sarılırsınız.

Internet geldiğinde de gerek ülkemizde gerekse de dünyada medya işte böyle bir çeşitlilik içeriyordu. 2000li yıllarda ortaya çıkan kriz janjanlı internetin fiyakasını biraz bozdu ama onu tehdit algılaması dışına çıkarmaya yetmedi. Medya ve politikacılar için internet neden radyo ya da televizyon devriminden çok daha önemli, güçlü ve kritik?

Sorunun cevabı basit aslında. Internete gelene kadar medyada haber alma, haberi yayma, daha genel anlamıyla kitleler ile iletişim içine girme süreci tek yönlü idi. Yani işin “iletim” kısmı güçlü ama “iletişim” kısmı güdük kalan bir modeldi bu.

Medya araçlarının bu tek yönlü imkanı zaman içinde özellikle politikacılar tarafından keşfedildi ve on yıllardır çok güzel kullanılmakta. Internet öncesi medya dünyası adeta bir tek boyutluluk gösterir. Medya aracından kitlelere doğru bir iletim. Bu kanalda ne iletirseniz alıcılar onunla beslenir. Kitlelerin beslenme alışkanlığı bu şekilde merkezi bir şekilde idare edilir. Bugün ülkemizde de her iktidara gelenin medyayı kontrol etme arzusu biraz da bu klasikleşmiş modelin bir göstergesidir. Medyayı kontrol altında tutarsanız kitleleri de kontrol altına almış olursunuz.

Çok net söylemek gerekirse internet bu tek boyutlu denklemi bugün bozmuş durumdadır. Bu bozgun iki boyutta incelenebilir. Birinci boyutu kendi içinde defoları barındıracak cinsten olup klasik medyanın da güdümlü yaklaşımı ile güvenilirlik ağına takılarak küçük gösterilmeye çalışılan “sadece internet üzerinden hizmet veren medya hizmetleri”dir. Artık dileyen herkes internet üzerinden bir medya işlevi görür hale gelebilir. Ancak bu kanal suistimale çok açık, kırılgan bir durumdur.

Daha güçlü olan ve klasik medya tarafından nasıl alaşağı edileceği bilinmeyen diğer boyut ise ne televizyonda vardı, ne radyo da ne de yazılı basında. O da kitlelerin internet sayesinde medya araçlarıyla ve birbirleriyle aktif bir iletişim ve etkileşim içinde olmalarıdır. Özellikle internet ve cep telefonu dünyasının içine doğan günümüzün dijital yerlileri olan gençler için farklı bir tutum düşünülemez bile. Sansür neymiş, “sen fikirlerini söyleme sessiz kal” demek ne demekmiş?

Bu dijital yenilikleri hayatlarının belli bir döneminden tanımış olan daha yaşlı dijital göçmenler için de durum değişmekte. Internet bireyin eğilmeden bükülmeden sesini yükseltmesini sağlayan yegane medya aracıdır.

Medyayı düşündüren işte budur. Çünkü sesini güçlü olarak duyuran kitle demek manipüle edilemeyen, edilemeyecek olan kitle demektir. Internet ya da bilgi çağı bu olgular üzerinde bir toplum inşa etmeyi hedeflemiş olan ülkeler için bir değer katacaktır. Şimdi bir de ülkemize bakalım... Politikacılar için medya hala kitleleri yönlendirmede en büyük tehdit unsuru ama internet kendi başına medyanın on katı daha büyük bir potansiyele sahip. Rüştünü henüz ispat edememiş olan internete ülkemizde daha şimdiden bu denli yasak getirilmesi içgüdüsel olarak bu tehdit algılamasının idrak edilmekte olduğunun da bir göstergesi.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 24 07 2009

HABER ve TELİF


Madem haberin haberini yapmak teliflik bir olgudur; o halde daha başta haberi yapmak da teliflik bir olgu olmalıdır.


Geçtiğimiz günlerde Chicago bölgesinin üst mahkeme üyelerinden yargıç Richard Posner Amerika’da gazeteleri internetten korumanın bir yolu olarak “gazete sitelerindeki haberlerin başka web sitelerinden linklenmesinin engellenmesini” önermiş.

Yani harici web siteleri bir haberin değil içeriğini başlığını dahi link olarak kendi sayfalarında gösterememeliler. Hal böyle olunca “ne var ne yok” diye merak edenler bile haberi üretmiş bir medya kurumunun web sitesine giderek araştırma yapması gerekir.

Altını çizmekte fayda var. Burada talep edilen şey bir medya kuruluşunun üretmiş olduğu haberi bir başka web sitesinin herhangi bir telif olgusunu dikkate almadan kendi sayfasına kopyala/yapıştır yapması değil. O haberin orijinal sayfasına başka web sitelerinden erişilmesini sağlayacak linkleri eklemek bile engellensin isteniyor.

Böylece telif hakkı kapsamında olan ve bir medya kuruluşunun web sitesinde yayınladığı bir haber, o telif hakkına “saygı göstermeyen” diğer web sitelerinin erişimine tamamen kapatılmış oluyor. Burada amaç nedir?

Amaç bireyler medya kuruluşlarının web sitelerine daha çok gitsin; daha çok web trafiği yaratsın. Bunun sonucu olarak da o web siteleri daha çok reklam alabilsin ve internetin alaşağı etmekte olduğu düşünüldüğü mali durumlarını biraz olsun düzeltmiş olsunlar.

Kafaların karışmaması için yeniden altını çizmekte fayda var. Harici web siteleri gazetelerin haber metinlerini kendi sitelerine zaten kopyalamıyorlar. Sadece o sitedeki haberin linkini yayınlıyorlar. Yargıç bunun bile engellenmesini öneriyor.

Aslında bu yargıç gelip bir de Türkiye gibi ülkelerin durumuna baksa link verilmesinin yasaklamasını filan istemez. Medya kurumlarının web sitelerinde yayınlanan haber ya da makalelerin tam metninin herhangi bir izin alınmadan ulu orta başka web sitelerinde yayınlandığı bir ortamda linkleri engellemenin bir anlamı olabilir mi?

“Haber” nedir? Önce bu basit soruya bir cevap bulmak gerek. Çünkü Posner’in temsil ettiği zihniyetin dayanak olarak tutunduğu dal “telif hakkı” olgusudur. Bir haberin telif hakkı da doğal olarak o haberi yapan kuruma aittir. Dolayısıyla bir başka oluşum (örneğin bir web sitesi) bu haberle ilgili bir haber yapıyorsa (kendi sayfasına o haberin linkini koymak “haberin haberi” olarak tanımlanabilir) bu durumda haberi yapan asıl kaynağa bir telif ödemek zorundadır. O halde web siteleri ya telif ödeyerek haberin haberini yapsın ya da haberin haberini yapması engellensin.

Bu mantık silsilesinde çelişkili bir nokta görünmüyor. Şu husus hariç. Madem haberin haberini yapmak teliflik bir olgudur; o halde daha başta haberi yapmak da teliflik bir olgu olmalıdır. Yani bir medya kuruluşu bir haber yapıyorsa, o haberin içeriğinde yer alan tüm kurum ya da kişilere de telif ödemelidir. Çünkü habere konu olan o kişi ya da kurum olmasaydı o haber de olmazdı (kamusal yarar hariç tutulabilir).

Bugün dünyanın hangi ülkesinde hangi medya kuruluşu haber yaptığı bir kişi ya da kuruma haber yaptığı için telif ödüyor (her ne kadar tersinin geçerli olduğu ısmarlama haberler olsa da)?

Öte yandan haberden farklı bir niteliği olan makale olgusunu haber ile aynı kategoride ele almamak gerekir. Makale bütünüyle yazarın ortaya koyduğu bir içerik olarak telif hakkı söz konusu olduğunda haberden daha güçlü dayanaklara sahiptir; yazarına ve medya kuruluşuna ait olma açısından.

Internetin haber olgusuna yeni bir tanım getirdiği bu yüzyılda medyanın getireceği katma değer, haberden ziyade yorumda; makalede, köşe yazı/yazarlarında olacaktır. Bu yönlerini güçlendiren kuruluşlar yaşamakta olduğumuz internet paradigmasında sıçrama yapıp geçen yüzyılın liderlerini geride bırakacaklar. (Bu kehanet tersten de yorumlanabilir. Makale, yorum yönleri güçlü olan medya kuruluşlarının lider olamadığı, ayakta kalamadığı bir toplumda içeriksiz haberler sosyal zekayı geriletmiş demektir).

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 17 07 2009

Cuma, Temmuz 10, 2009

MAKİNEDEN BİLE DEĞERSİZ


Bilgiye, bilgiyi analiz etmeye, bilgiden sentez üretmeye değer vermeyen bir insan topluluğu bu yüzyıl bitmeden büyük bir olasılıkla cansız makinelerden bile değersiz hale gelecektir.


Geçmişinin bilmeyenin geleceği konusunda sorunlar yaşayacağı yönünde çeşitli kaynaklara atfedilen özlü sözler vardır. “Geçmişini bilmeyen geleceğini göremez” gibi “Geçmişini bilmeyen geleceğini yönlendiremez” gibi.

Geçmişi bilmek konusu bizim ülkemizde (biraz da 20. yüzyılın başında Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu halk devriminden olacak) ayrı bir hassasiyete sahip. Üniversitede Inkilap Tarihi derslerinde bile Osmanlı tarihini okuduğumuzu anımsıyorum (milliyetçilik olgusunu irdeleyeceksek tarihsel gelişimini bilmek zorundayız ya).

Son elli yıldır geçmişimizi bile bile bir hal olduk; peki sonuç ne oldu? Geleceğimiz daha mı parladı? Bugünün Türkiyesinde vatandaş 30lu 40lı yıllardaki refah ve mutluluk düzeyinden daha mı yüksek seviyede bir yaşam sürmekte.

O halde bir sorun var. Sorun ya geçmişi bilmek ile geleceği yönlendirmek arasında yukarıda alıntılanmış olan özlü sözlerde ya da onlara atfettiğimiz anlamda. Cevap tabii ki ikincisi.

Geleceği yönetebilmek için geçmişten istifade etmek, roman okur gibi tarihsel bilgileri okuyup öğrenmek anlamına gelmez. Daha ziyade eldeki bu tarihsel bilgileri değerlendirerek henüz bilinmeyen gelecek ile ilgili çıkarımlarda bulunabilmeyi gerektirir. Verileri analiz edip bri sentez üretebilmeyi. Bu kavramları bugünün popüler deyimleri ile yeniden adlandırmaya kalkarsak aslında karşımıza şöyle bir tablo çıkmakta: Öğrenen toplum olabilmeliyiz, bilgi toplumu olabilmeliyiz.

Bilgi toplumu olabilmek için öncelikle yaşanmış deneyimlerin (“geçmiş”) standardize edilmiş hali olan “bilgi”yi merkeze koyup, bir araç olarak onun değerini herşeyin üstünde tutabilmemiz gerekir. Merkeze konacak bilgi dogma haline getirilerek hiç ellenmemeli, değiştirilmemeli demek değildir bu. Daha ziyade sahip olunan bu bilgiler baz alınarak ve nesnel olmayan fikirler vasıtasıyla onları eğip bükmeden olaylara yaklaşabilmek demektir.

Pazar akşamları futbol programlarında konunun duayenleri yorum yapıyor: “Hakem arkadaşlarıma tavsiyem şudur; kitapta öyle yazıyor olsa bile ara sıra kitabı tersten okuyacaksın”. Burada önerilen şey arasıra kuralı ihlal et demek. Her ne kadar iyi niyetle yapılmış bir yorum olsa da şeklen kabul edilemez. Baz alınacak bilgiden sapma gösterdiğiniz andan itibaren bütünüyle yoruma ve fikire açık hale getirilen yaşam sonuçta kaos getirir. Getirdi de; birlikte yaşıyoruz yıllardır.

Sorun ne yazık ki sadece o an karşımızda olan problemi çözmek değil. Onu çözerken bir yandan da çözümün tekrarlanabilir bir nesnelliği (bilgiyi) baz aldığını da her defasında teyid etmek gerekir. Eldeki bilginin yeterli olmadığı durumlarda ise daha iyisi ile değiştirebilme sorumluluğu yetkinliği neredeyse orada rafine edilmesi makbuldür. Yorum ya da fikirler işte bu rafine edilme sürecinde gündeme getirilir. Kabul edilirse nesnel bilgi yenilenir.

Bilgi olgusuna değer verilmediği bir toplumda biraraya gelen her iki kişi bir bilgi standardını kendi görüşleri doğrultusunda değiştirme yetkisine sahip merci haline gelir. O nedenle ülkemizde yetmiş milyon başbakan, yetmiş milyon futbol antrenörü vb var.

Üstelik bu model son yıllarda bir metodoloji olarak bireylere şırınga edilmekte. Bilgi toplumu olacağız diye fikir toplumu oluyoruz. Yaptığımız şeyin bilgi toplumu olmadığını öne sürenleri susturursak foyamızın meydana çıkmayacağına olan inancımız toplumsal özdeğerlerimizi temellerinden sarsıyor. Her alanda muhalif seslerin kısılması normal bir uygulama oldu. Bu uğurda her gün her birimiz defalarca kere yargısız infaz yapıyoruz ancak bu o kadar kanıksanmış bir olgu haline geldi ki değil eleştirmek artık farkında bile değiliz.

Bilgiye değer verme gerekliliği, ilerlemek için bir araçtır sadece. Her toplum da kendisini ileri götürecek bir araç bulur, ona tutunur ve ilerler. Bizim sorunumuz geri geri gittiğimizi gördüğümüz halde bununla araç olarak tutunduğumuz dogmatik, fikir merkezli bir hayat sürme, günü kurtarma refleksi ile yaşama arasında bir sebep sonuç ilişkisi kuramıyor olmamız.

Bilgiye, bilgiyi analiz etmeye, bilgiden sentez üretmeye değer vermeyen bir insan topluluğu bu yüzyıl bitmeden büyük bir olasılıkla cansız makinelerden bile değersiz hale gelecektir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 10 07 2009

iPHONE ÇILGINLIĞI


90lı yıllarda yapılan bir kehanet olan telefon, bilgisayar ve televizyon cihazlarının tek bir cihazda birleştirilmesi tatminkar sonuçlar vermedi ancak iPhone mini bilgisayar, cep telefonu ve mobil müzik dinleme cihazlarını tek bir çatı altında birleştirmeyi başardı.


Apple’ın dünyayı alt üst eden ve mobil müzik dinleme ile cep telefonu özelliklerini biraraya getirdiği iPhone cihazının yeni kuşak temsilcisi iPhone 3G-S Haziran ayı içinde Amerika’da piyasa çıktı. Türkiye’deki iPhone kullanıcıları video çekme özelliği olan bu cihazı edinmek için biraz daha bekleyecek olsalar da mevcut cihazlarına yeni bir uygulama indirmek istediklerinde Apple’in yeni bir şey daha piyasaya sürdüğünü fark ettiler. iPhone 3.0 yazılımı.

Bir yandan yeni iPhone’lar piyasaya sürülür sürülmez beklentileri de aşarak bir milyonluk satış barajını geçerken diğer yandan da Apple’in AppStore isimli iPhone uygulamaları sanal dükkanında yer alan 25 bin uygulamanın yüzde 96’sı yeni versiyonla uyumlu hale getirildi.

iPhone bugün 80 ülkede satılmakta. Henüz sekiz aylık olan AppStore’dan ise bugüne dek 800 bin uygulama indirilmiş durumda. Bu uygulamaların pek çoğu ücretsiz. Öte yandan bu türden iPhone uygulamaları yazan kişi sayısı 50 bin düzeyinde. Bu inanılmaz rakamlar iPhone çılgınlığının hangi düzeye ulaştığının da basit bir göstergesi.

Bu 50 bin kişinin temel motivasyonu ücretsizlerin yanısıra bir kaç dolara satılan uygulamalarının satışından para kazanmak. Apple satış fiyatının yüzde 70’ini uygulamaları geliştiren kişi ya da firmalara ödüyor. Her ne kadar birim fiyatı düşük olsa da yüzbinlerce satışın sonucunda elde edilecek getiri hiç de yabana atılacak seviyede değil.

iPhone 3.0 yazılımı bu elli bin kişinin çok daha gelişmiş uygulamalar yazmasına imkan verecek özelliklerle dolu. Bu sayede bir yandan indirilen uygulama sayısında artma gözlenecekken diğer yandan da daha çok kişinin iPhone uygulamaları yazmak için bu alana yatırım yapması bekleniyor.

iPhone için uygulama yazmak pek de zor değil. Apple’in yayınlamış olduğu yazılım geliştirme araçları kullanılarak uygulamalar kolayca geliştirilebiliyor. Elbette ki bunun için yazılım kavramlarına aşina olmak gerek. Ancak bugün henüz yazılım geliştirme eğitimlerini tamamlamamış meraklı gençler bile bu araçları kullanarak yeni uygulamalar geliştirebiliyor.

Apple firması başlangıçta Macintosh bilgisayarları ile bilgisayar dünyasının bireyler arasında da yayılmasına önayak oldu. Her ne kadar bu cihazlardaki özelliklerin pek çoğunu Apple’cılar icat etmemiş olmasalar da ticari başarı açısından Apple diğer tüm olası rakiplerini geride bıraktı.

Apple’ın pazarlama alanındaki bu dahiyane çıkışı özellikle mobil müzik dinleme cihazları içinde tartışmasız bir numara olan iPod cihazları ile teknik alana da kaydı. Her ne kadar mobil müzik dinleme konusunda başka üreticiler de piyasada yer alsa da bugün mobil müzik dinleme denildiğinde ilk akla gelen marka ya da ürün hala Apple ve iPod.

Mobilite olgusu üzerinden devam eden Apple önce iPod Touch ara ürününü çıkararak müzik dinleme cihazını cep telefon dünyasına yaklaştırdı ardından çıkardığı iPhone cihazıyla da bu iki komşu dünyayı biraraya getirdi.

Böylece başlangıçta iki koldan ilerleyen mobil cihazlar dünyası (palm cihazları ile mini bilgisayar imkanları bir kol iken cep telefonları diğer kolu oluşturdular) bir anda üçüncü bir akımın etkisi altında kaldılar. Iphone.

Iphone cihazları piyasaya çıkana dek cep telefonu üreticilerinin geliştirdikleri yeni ürünlere mini bilgisayar özellikleri katmaları, palm ile mini bilgisayar kullanmaya başlayanları tatmin etmezken, palm cihazı üreticilerinin cep telefon özelliklerini ekledikleri yeni mini bilgisayar cihazları cep telefon kullanıcıları tatmin etmedi.

Görünen o ki iPhone cihazı her iki dünyanın müdavimlerini de tatmin etmekte. Palm ile tanışıp mobil cihazlarda en çok mini bilgisayar özelliklerini arayanlar da cep telefonlarıyla tanışıp mobil cihazlarda daha çok gelimiş cep telefon özelliklerini arayanlar iPhone cihazında tüm bu özellikleri bulabilir hale geldiler.

90lı yıllarda yapılan bir kehanet olan telefon, bilgisayar ve televizyon cihazlarının tek bir cihazda birleştirilmesi ne yazık ki tatminkar sonuçlar vermemiş olsa da mini bilgisayar, cep telefonu ve mobil müzik dinleme cihazları iPhone çatısı altında birleşmiş gibi. Her ne kadar kimse bu konuda bir kehanette bulunmamış olsa da.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 03 07 2009