Pazartesi, Mayıs 24, 2010

İKİ ARTI İKİ 11 (DE) EDER

Dogmatik düşünen kişi varlığından haberdar olmadığı o “referans sistemi”ni ya da “baz”ı aslında değişmez, tek alternatif olarak varsaymıştır. Onun dışına çıkamaz. Onun dışında kalan bir alan olabileceğini bile idrak edemez! Herşey onun içinde, onun bakış açısındadır.


Adam işyerine muhasebeci alacak; adaylarla mülakat yapar ve her birine iki artı iki kaç eder diye sorar. Sonuçta “Siz kaç olmasını istersiniz?” diye cevap veren adayı işe alır. İki artı iki dört etmez miydi? Nereden çıktı bu 11?

Eskiden yedinci sınıf matematik kitaplarında öğretilen bir olguydu “modüler matematik”. Mesela hepimizin her gün kullandığı aritmetikteki modülasyon 10’dur. O nedenle mesela 9 ile 2’yi toplamak istediğimizde sonuç olarak 1 yazıp, soluna da (“onlar” basamağı) ekstradan bir 1 yazarız.

Modulasyon sadece 10 ile sınırlı değil. Örneğin bilgisayar dünyasında ikili sistem (binary), sekizli sistem (oktal), onaltılık sistem (heksadesimal) bildik modüler sistemlerdir. İşte “bilgisayar birler ve sıfırlardan oluşur” denilen şey aslında ikili sistemin bir ifadesidir.

Şimdi başlıktaki eşitliği sağlayıp, sonra da asıl konuyla bağlayalım. Yukarıda sayılanlardan farklı olarak üçlü sistemi ele alalım (mod 3). Yani dünyasında sadece 0,1 ve 2’den oluşan bir modülasyon sistemi olsun. Bizim “toplama” diye bildiğimiz işlem bu sistemde aşağıdaki tablo baz alınarak yapılabilir :


Yanında yıldız olanlar, soluna “1” eklenmesi gereken işlemleri gösterir. Buna göre 2+1=10 2+2=11 olur. (Tıpkı “bizim” 9+1=10, 9+2=11’de olduğu gibi).

Eğer toplama işleminin bir modülasyon sistemi baz alınarak yapıldığını öğrenmemişseniz, dünyanın hiçbir yerinde iki artı ikinin 11 edeceğini kabul edemezsiniz. İşte “dogmatik düşünce” denilen şey budur. Nedenlerin öğretilmeyip sadece sonuçların ezberletildiğini öğretim sistemlerinde bireylerin dogmatik düşünceli yetişmesi doğaldır.

Dogmatik düşünen kişi varlığından haberdar olmadığı o “referans sistemi”ni ya da “baz”ı aslında değişmez, tek alternatif olarak varsaymıştır. Onun dışına çıkamaz. Onun dışında kalan bir alan olabileceğini bile idrak edemez! Herşey onun içinde, onun bakış açısındadır.

Şimdi son dönemde karşımıza çıkan iki örneği anımsayalım. Birincisi bir imzanın ıslak imza olup olmadığı, söz konusu şahısın elinden kaleminden çıkmış olup olmaması. İkincisi ise internet üzerinden servis edilen ana muhalefet partisi genel başkanıyla ilgili olduğu iddia edilen “kaset”.

Konunun uzmanlarından oluşan bilirkişilerin “hüküm”leri kamuoyundan çok daha bilimsel, objektif olmak durumdadır. İşte tam da burada yukarıdaki modülasyon mantığı devreye girmektedir. Acaba bu konularda uzman olan “bilir”kişiler kendi uzmanlık alanlarındaki en son teknolojik ilerlemeleri ne kadar biliyor? (toplamayı hangi moda göre yapıyor?)

Baz aldıkları bilgi, deneyim, teknik araç altyapısı ne kadar gelişmiş? Ya bu deneyim ve araçlar tarafından tespit edilemeyen ve yapma objeler (imza, kaset) üreten teknikler gelişmişse? Ya kesin orijinal denilen kaset kopyala/yapıştır ile oluşturulmuşsa? Ya ses kaydı denilen şey farklı tümcelerin içinde geçen kelimelerin birleştirilmesiyse? Ve bizim uzman ya da bilirkişilerimizin elindeki imkanlar ya da bilgi birikimi bunu tespit edecek düzeyde değilse?

Doğru şeyi sorgulamazsak; ulaştığımız sonucun ne önemi var!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1209) - Ooof Off Line Köşesi - 21 05 2010

RUMUZ GONCAGÜL’E VEDA !

Rumuz Goncagül’e bu duygular içinde veda ediyorum. Veda etmezsem, biliyorum, anısı lekelenecek. O arada merak etmiyor değilim: Acaba şiirin dijital kültürde karşılığı ne olacak? (Yoksa şiir tek kurtuluş ümidi olarak varlığını sürdürebilecek mi?)


Merhum Oktay Arayıcı’nın ünlü oyunu Rumuz Goncagül’de ekonomik zorluklara karşı çıkış yolu arayan dul bir kadın ile kızının hikayesi anlatılır. İnsaf Hanım kızının daha iyi şartlarda bir hayata sahip olabilmesi için Goncagül rumuzuyla gazeteye ilan vererek, hali vakti yerinde bir damat arayışına girer. Tahmin edileceği üzere olaylar farklı bir şekilde gelişecektir.

Rumuz Goncagül ile aranızda size bir şey ifade edecek kadar bir ilişki varsa (oyunu ya da filmi izlemişseniz, üzerinde düşünmüş ya da tartışmışsanız vb) bu iki sihirli kelimenin saflık, basitlik, minimalistlik, doğruluk, dürüstlük, mücadele vb gibi anlamları çağrıştırdığını kolayca tespit edebilirsiniz.

Fazla iddialı olmayan ama bu hayata bir değer katan ve bunun karşılığını arzu ettiği derecede alamayan insanların altında toplaştığı bir bayrak gibi...

Adaletsizliğin, dengesizliğin, barışçıl mücadeleciliğin, başkasına bel bağlamadan doğru bildiği yolda yürümenin bir başka ifadesi gibi...

Onca doğallık, onca duygusallık, bir başka teknolojik düşman tarafından yok edildi. Eskinin “basit” iletişim araçlarında kullanılan “rumuz” olgusu dijital kültüre “nickname” ya da kısaca “nick” adıyla dönüştü. Her ne kadar Türkçe’yi koruma konusunda kararlılık gösteren web siteleri ya da forumlar “rumuz” kelimesini kullanmaktan çekinmiyorsa da “senin nick’in ne?” sorusu barışçıl, minimalist “rumuz”un saldırgan “nick”e yenik düştüğünün tescilidir.

Yaşamımızdaki bazı olguları değerli kılan şey biraz da onların “teknoloji özürlü” olmasıyla ilgilidir. Hizmetinin kusursuz, atmosferinin eşsiz vb olduğu lokantalar örneğin yaşama bir değer katmaktadır ama bunlar hiçbir zaman salaş bir meyhanin verdiklerini veremez. Ya da hangi tür kalemle (ya da klavyeyle) yazarsanız yazın, dolmakalemle yazmanın verdiği duyguyu alamazsınız. Bunlar zamanın uğramadığı duraklardır. İyi ki de uğramamış ve inşallah daha uzun yıllar uğramaz. Çünkü uğrarsa bu ölümdür! Zaman kendini affetmez!

Rumuz Goncagül’de şifrelenen bu minimalist, haklı, onurlu, basit yaşam arayışı teknolojinin getirdiği imkanlarla her ne kadar onu çeşitlendirip daha karmaşık bir hale getirse de bu yeni yaşam anlayışı ne yazık ki bireye daha mutlu bir hayat sunamamaktadır - ne de toplumsal sorunları çözebilmektedir!

Tam tersine bireyin ve toplumun sorunları yirmi sene, otuz sene öncesine göre çok daha karmaşık hale gelmiş ve katlanarak artmıştır. Bunu altyapı düzeyinde teknolojiye, dijitalleşmeye, üst yapı düzeyinde ise globalleşmeye bağlayanlar bir nebze de olsa haklılar. Her ne kadar bunlar araçsa da bu araçlar bir amacı gerçekleştirmek üzere icat edilmektedir. Teknoloji bu tabloda kısmi bir role sahip olsa da ekonomik özgürlüğünü ilan edememiş olması, onun parayı elinde tutanların kontrolünde oradan oraya savrulmasının önüne geçememektedir. Yine de teknolojide (özellikle dijitalleşmenin sağladığı ve bireyleri de toplumları da denk hale getirme potansiyeli sayesinde) bir umut ışığı var. Araç amacın yönünü değiştirebilir.

İşte biraz da bu nedenle bilgi teknolojilerini kullanan da üreten de bu sorumluluk bilinciyle değerlendirmelidir onu. Gerek kullanırken, gerek üretirken! Kullananlar üretenlere baskı yapabilmelidir. Sonuçta üretim bu tür baskıların (talep) sonucunda şekillenmektedir.

Rumuz Goncagül’e bu duygular içinde veda ediyorum. Veda etmezsem, biliyorum, anısı lekelenecek. O arada merak etmiyor değilim: Acaba şiirin dijital kültürde karşılığı ne olacak? (Yoksa şiir tek kurtuluş ümidi olarak varlığını sürdürebilecek mi?)

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1208) - Ooof Off Line Köşesi - 14 05 2010

Pazartesi, Mayıs 10, 2010

BİLGİ TOPLUMU “OLAMAMA” YOLUNDA İLERLİYORUZ!

Türkiye Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı Global Bilgi Teknolojileri Raporu’nda düzenli olarak gerilemeye devam ediyor. 2007-2008 döneminde 55. sırada olan Türkiye bu yıl 3,68 puanla 133 ülke içinde 69. sırada. Yaşasın bilgi(çler) !


Dünya Ekonomik Forumu’nun 2009-2010 dönemine yönelik Global Bilgi Teknolojileri Raporu’na göre Türkiye Bilgi Toplumu olma yolunda gerilemeye devam ediyor.

2007 – 2008 döneminde 127 ülke içinde 55. sırada yer alan Türkiye; 2008 – 2009 döneminde altı basamak gerileyerek 134 ülke içinde 61. sıraya inmişti. Son raporda ise 133 ülke içinde 3.68 puan ile 69. sırada yer alıyor.

Rapora konu olan değerlendirme üç ana bölümden oluşuyor. Çevresel Faktörler (Pazar, politik çevre, altyapı), Hazır Olma Faktörleri (Kişisel düzeyde, iş düzeyinde, devlet düzeyinde) ve Kullanımla ilgili Faktörler (bireysel kullanım, iş dünyasında kullanım, devlet organlarındaki kullanım). Türkiye bu üç ana kategoride sırasıyla 59, 90 ve 62. sırada.

Çevresel faktörler içinde ortalamayı en çok düşüren unsurlara bakıldığında öne çıkan parametreler yatırımcı eksikliği (134 ülke içinde 107. sırada), verginin etkisi ve boyutu (121. sırada), medya özgürlüğü (124. sırada), fikri mülkiyetin korunması (105. sırada). Bu kategoride avantaj yaratan unsurların başında yeni bir işe başlamanın kaç günde gerçekleştirilebileceğiyle ilgili. Rapora göre Türkiye’de bu süre 6 gün ve bu sayede Türkiye 134 ülke içinde 12. sırada.

Hazır Olma Faktörleri incelendiğinde bireysel ve iş düzeyinde en çok avantaj yaratan faktör sabit hatların ilk bağlantı ücretleriyle ilgili. Türkiye bu kategoride bireyselde 5., iş ünitelerinde 2. sırada. Öte yandan iş üniteleri bazında aylık ödemelerde ancak 114. sırada. Devlet düzeyinde hazır olma faktörleri (üç adet) ise ortalamayı olumsuz etkileyecek şekilde. Türkiye bu kategoride 76 ile 90. sırada kendisine yer bulabiliyor.

Keza Kullanımla İlgili Faktörlerde de Türkiye gerek bireysel ve iş üniteleri gerekse de devlet düzeyinde olumsuz sıralarda yer alıyor. Bu alandaki toplam 17 alt kategoride Türkiye 31 ile 93. sırada değişen yerlerde kendisine yer bulabilmiş (yaratıcı endüstrilerdeki ihracatta 31., yüksek teknoloji endüstrilerdeki ihracatta ise 93.)

Devlet kendisiyle ilgili kategorilerde genelde olumsuz bir seyir izliyor. Örneğin devletin bilgi teknolojilerini lanse etmesi kategorisinde 87. sıradayız. BT imkanlarının devlet dairelerindeki yayılmışlığı açısından ise 60. sırada.

Görüldüğü üzere bilgi toplumu olmanın kriterleri ve her bir kriter için yapılması gereken şeylerin ne olduğu konusunda dünyanın kafası çok net. Tüm bu alanlar ölçülebilir şekilde tanımlanmış ve net olarak ölçülmekte. Ala turca bir tepkiyle bu sınıflandırmanın kendisini de sorgulamak mümkün. O nedenle işin sağlamasını yapmak üzere ilk ve son sıralarda hangi ülkeler var, onlara da bakalım. İşte ilk on:

1- İsveç (5.65), 2- Singapur (5.64), 3- Danimarka (5.54), 4- İsviçre (5.48), 5- ABD (5.46), 6- Finlandiya (5.44), 7- Kanada (5.36), 8- Hong Kong (5.33), 9- Hollanda (5.32), 10- Norveç (5.22)

Son on ülke ise şöyle sıralanmakta: 124- Nepal (2.95), 125- Nikaragua (2.295), 126- Surinam (2.92), 127- Paraguay (2.88), 128- Kamerun (2.86), 129- Burundi (2.80), 130- Timor (2.69), 131- Bolivya (2.68), 132- Zimbabwe (2.67), 133-Çad (2.57)

Bu tablolara kimse itiraz edemeyeceğine göre Türkiye’nin 3.68 puanla 69. sıradaki yeri için de tartışılacak bir şey olmasa gerek. Ölçülebilir olmanın bir dezavantajı da ak koyun ile kara koyunun kolayca ortaya çıkarılabilmesi. Onun yerine laf salatasıyla sıralama yapılabilseydi yerimiz çok daha yukarılarda olurdu!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1207) - Ooof Off Line Köşesi - 07 05 2010

Pazar, Mayıs 02, 2010

BİLGİ(ÇLER) TOPLUMU

Kolaycılığı kaçmak bu kadar popülerken daha uzun yollara başvurmaya rağbet olmamasına şaşmamalı. Bilgi toplumu değiliz ne de olsa; bilgiçler toplumuyuz! Bilgiye değil istihbarata önem veriyoruz. Damak tadı, gurme olmak gibi dertlerimiz yok; amacımız midemizi doldurmak, karnımızı doyurmak.


Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen telefonların dinletilmesi olayında en popüler sebeplerden bir tanesi de kişilerin eşlerinin ya da sevgililerinin kimlerle konuştuğunu merak etmesiydi. Belli ki ilişkilerin ne kadar sağlıklı olduğu pek merak ediliyor. Yine belli ki bu tür soru(n)lar için öz sermayeden istifade etmek yerine (yani olayları, gelişmeleri muhakeme etmek, buna göre sonuçlar üretmek) “neyse bedeli ödeyelim; hazıra konalım” kolaycılığı ağır basıyor.

Kolaycılığı kaçmak bu kadar popülerken daha uzun yollara başvurmaya rağbet olmamasına şaşmamalı. Bilgi toplumu değiliz ne de olsa; bilgiçler toplumuyuz! Bilgiye değil istihbarata önem veriyoruz. Damak tadı, gurme olmak gibi dertlerimiz yok; amacımız midemizi doldurmak, karnımızı doyurmak.

Bilgi toplumunda etrafı saran hava gibi her yanı dolduran ve kendi başına bir anlam ifade etmeyen verileri bir araya getirip, bunlardan karar verme sürecinde yardımcı olacak enformasyonlar üretmek çok doğal bir süreç. Örneğin uçak seyahatlerinde koridora bakan koltukları tercih edenlerin başkalarına yardım etme, hayır işleri söz konusu olduğunda daha bonkör davrandıklarını biliyor muydunuz? Belki kendileri de bunu bilmiyor. Ama bu verilerden bir anlam çıkarmaya çalışan firmalar (örneğin kredi kartı firmaları, sigorta şirketleri) bunu biliyor.

Hatta bu konuda o kadar ileri gitmiş durumdalar ki bireylerin kredi kartı kullanım alışkanlıklarına bakarak, ertesi gün nerede olacaklarını bile %90 doğru tahmin edebileceklerini iddia edebiliyorlar.

Verilerden anlamlı enformasyon ve bilgi üretmek ve gündelik hayata bunu uyarlamak bir yanda çok faydalı diğer yanda da insanın tüylerini diken diken edici bir gizilgüce sahip. Örneğin ABD’deki en önemli bilgilerden bir tanesi de bir kişinin yakın bir zamanda bir yerden başka bir yere taşınmış olup olmadığını bilebilmek. Çünkü eğer taşınmışsa ona yeni taşındığı lokasyonda gereksinim duyacağı ürün ya da hizmetleri sunmak için hazırda bekleyen yüzlerce firma var. Bir kredi kartı firmasının, bir kart hamilinin taşındığını tespit etmesi bu açıdan çok önemli. Çünkü kredi kartı firmalarının katma değerli hizmet sunma kaygısı nedeniyle hazırda bekleyen bu firmalarla yaptığı ikili anlaşmalar var. Bu sayede firma potansiyel müşterilerine direkt ulaşarak, “yeni taşınmışsınız, şuna şuna gereksiniminiz olabilir; size nasıl yardımcı olabiliriz” diyebilir.

Hemen tahmin edebileceğiniz üzere bu durumun negatif yanı bireyin özel hayatına müdahale edilmiş olması. Kişi belki de çılgın kalabalıktan uzaklara gitmek ve rahatsız edilmemek isteyebilir (aslında bireyin profili çıkarılırken bu konudaki tavrı da tespit edilebilir ve rahatsız edilmek istemeyenlerin rahatsız edilmemesi sağlanabilir; sonuçta bu analizleri yapan firmaların derdi bireyin özel hayatına müdahale etmek değil; ona bir şey satarak hem ona yardımcı olmak hem de para kazanmak!)

Kredi kartı firmalarından olan Amerikan Express firması bir dönem, yaptığı analiz çalışmaları sonucunda belli bir grup müşterisine kartlarını iptal etmelerini teşvik için 300 dolar önermiş. Yani “al şu 300 doları bırak bizim kartı”. Deli mi bunlar diye sormayın. Yaptırdıkları analiz göstermiş ki bu kişiler o kredi kartlarını kullanmaya devam ederse, sonrasında ödeme güçlüğüne düşeceklerinden firmayı çok daha fazla zarara uğratabilirler.

Bunlar bilgi toplumu için doğal birer olgu; bilgiçler toplumu içinse çok anlamsız ve gereksiz!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1206) - Ooof Off Line Köşesi - 30 04 2010