Cuma, Aralık 31, 2010

2011’DEN BEŞ TEMEL DİLEK

Türkiye bugüne dek dijital kültürden kendine düşen pay olarak “eğlence”yi seçmiş görünüyor. Dün bilgisayarların evlere girmesi, oyun oynamak içindi. Bugün de internetin evlere girmesini benzer amaçlar sağlıyor. Bunu değiştirmek ve bilinçli birer dijital vatandaş olmak ise tahmin edilenden çok daha kolay!

Yeni bir yıla giriyoruz. Teknolojinin yayılma hızı sürat kaybetmeden devam ediyor. Altı çizilmesi gereken şey teknolojik yenilikler olmamalı (çünkü bu tür yenilikler her devirde vardı; var olmaya da devam edecek). Daha ziyade iki farklı hususa dikkat çekmeli: Teknolojik yeniliklerin ulaştığı kitlelerin büyüklüğü ve ulaşma hızı!

Her ülke, kültür ya da birey bu dönüşümden kendine düşeni alıyor. Kendine düşen payın boyutlarını ve içeriğini ise (genel kanının aksine) kendisi belirliyor.

Türkiye bugüne dek dijital kültürden kendine düşen pay olarak “eğlence”yi seçmiş görünüyor. Dün bilgisayarların evlere girmesi, oyun oynamak içindi. Bugün de internetin evlere girmesini benzer amaçlar sağlıyor.

Neden? Çünkü bilgi iletişim teknolojilerini kullanarak neler yapabileceğimiz konusunda araştırmacı bir kimliğe sahip değiliz. Neden? Çünkü eğitim sürecinden geçerken “araştırmacı” olmaması için öğrencilere her türlü “kolaylığı” sağlıyoruz. Yaş iken eğilen ağaçların ilerleyen yaşlarında “düzelmesi” kolay olmuyor.

O halde 2011’den neler bekleyebiliriz? Öyle bulutların üstünde dolaşmak yerine en temel konuların altını çizmenin yararlı olacağını düşünüyorum. 2011’de ülkemizdeki internet kullanıcıları arasında yaygın bir şekilde aşağıdaki şeyleri yapabiliyor hale gelmek muhteşem bir işi başarmak olacaktır :

E-Postayı, arkadaşlardan gelen fıkra ya da karikatürleri arkadaşlara yönlendirmek yerine gündelik yaşamımıza katkı sağlayacak amaçlar için kullanabilmek (ör. seçim bölgesindeki milletvekilleri ya da yerel yöneticiler ile iletişim kurup, bölgesel sorunları dile getirmek)

Dijital medyayı daha yakından takip etmek! Kalitesiz içeriği eleştiren, kaliteli içeriği taktir eden, yazar ile direkt iletişim kuran, web sitelerindeki okur yorumları kısmına aktif katılan ancak “nefret söylemini” terk eden bilinçli medya okuru olabilmek.

• İlgi alanlarına, hobilere, yerel konulara duyarlılık gösteren ve bunlarla ilgili devamlı yazışma gruplarına üye olan, yoksa bu tür grupları kurmada başı çeken, bu gruplarda aktif katılımcı olan birer dijital vatandaş olmak.

Ebeveyn ya da öğretmen olarak evdeki çocuklarla ya da sınıftaki öğrencilerle, onların dijital diliyle iletişim kurabilecek kadar bilgisayar ve interner okur yazarı olmak; bu konudaki bilgi açığını kapatmak üzere eğitim almak; buna şahsen gereksinimimiz yoksa, en yakınımızda bu tür eksiği olan bir ebeveyn ya da öğretmen dostumuzun açığını kapatması için onu motive etmek.

Facebook, Twitter gibi sosyal ağların sadece birer eğlence ya da yozlaşma merkezi olmadığını görecek seviyede deneyimlemek; bu ortamların gündelik hayata ne tür olumlu katkılar sağladığını şahsen tecrübe etmek ve deneyimleri yakın çevre ile paylaşmak.

Bu beş temel madde birey olarak dijital okur yazarlığımızı artırdığı ölçüde toplumsal anlamda da “olumlu” bir dijital dönüşümü yaşamamızı mümkün kılacaktır. Dijital teknolojileri aktif ve olumlu anlamda kullandıkça “kötü” olanın bunlar değil, bunları kullanan niyeti kötü kişiler olduğunu daha iyi idrak edebileceğiz.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1241) - Ooof Off Line Köşesi - 31 12 2010

SANAL SANSÜRÜN BOYUTLARI

Dijital dünyaya, internete sansür deyince aklımıza hemen ülkemizdeki talihsiz ya da haksız uygulamalar geliyor. Bu veri verimsiz bir tartışma döngüsünün başlamasına neden oluyor. Oysa benzer durum her yerde var. Tek fark yasaklarla mücadele metodunda olsa gerek.

Finans medyası bir kaç yıldır rating kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerinin gerçekleri yansıtmadığını dile getirmekte. Türkiye’nin ülke notu, (makro) ekonomisi birkaç yıldır Türkiye’den çok daha kötü durumda olan ülkelerden (hala) daha düşük düzeyde tutuluyor. Bu önemli çünkü pek çok global yatırımcı, yatırım kararı verirken bu notları dikkate alıyor.

Birkaç yıldır yayınlanan uluslararası değerlendirmelerde Türkiye’yi sanal dünyaya, internete yoğun sansür uygulayan ülkeler listesinde görüyoruz. Youtube’a erişimi yıllarca talihsiz bir süreç ve değerlendirme sonucunda engel olmuş, halen de youtube olmasa da binlerce siteye ihtiyaten erişim engeli getirmiş Türkiye’yi başka türlü değerlendirmek mümkün olabilir mi? Doğrusu bu sorunun cevabını verirken başka ülkelerdeki durumun ne olduğu konusunda ne kadar detay bilgiye sahibiz, onu da değerlendirmek gerekiyor.

Örneğin Wikileaks bir turnusol kağıdı gibi haftalardır tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Paulo Coelho’nun geçtiğimiz günlerde Twitter’da yayınladığı bir mesaj konuyu net olarak özetliyordu: “Kötü bir haber geldiğinde, önce onu getiren haberci öldürülür!”. Dünya haberciyi öldürmeye çalışsın, perde arkasındaki durum ne; bir kaç örnekle inceleyelim.

Örneğin Wikileaks’in batıdaki ülkelere erişmek üzere telekomünikasyon hizmeti aldığı Amazon.com firması, acilen hizmeti kesti; Wikileaks başka ülkeler üzerinden hizmet vermek zorunda kaldı.

Internet üzerinden mikro ödeme hizmeti veren PayPal firması, ABD’den gelen baskılar sonucunda Wikileaks’in bilinen tek gelir kaynağı olan bağış sürecindeki aktif hizmetini durdurdu. O yetmezmiş gibi kredi kartı firmaları da Wikileaks ile ilgili işlemleri otomatik olarak iptal etmeye başladı. Yani kredi kartı kullanarak da Wikileaks’e bağışta bulunmanın önüne geçilmiş oldu. (Wikiperverlerin bunun üzerine kredi kartı şirketlerinin web sitelerine sanal korsan saldırılarda bulunduğu ve birinin sitesinin birkaç saatliğine kapanmak zorunda kaldığı biliniyor).

Kanada’da yaşayan bir arkadaşım, medyanın Wikileaks’i yok saydığını belirtirken, Columbia Üniversitesi’nde görevli bir Amerikalı, kendisine gelen bir epostanın spam sayılarak silindiğini ve epostanın Wikileaks ile ilgili olduğunu yazdı ortak bir yazışma listesinde. ABD’de pek çok devlet kurumunun, Wikileaks erişimlerine sınırlama getirdiği, Wikileaks’e erişimin suç sayıldığını duyurduğu haberleri her yerde.

Konu sadece Wikileaks ile sınırlı da değil. Yine üyesi olduğum bir başka yazışma listesine gelen bir eposta başka konularda da ABD’de ilginç sansür uygulamalarının olduğunu gösteriyor. Epostayı gönderen yazar, bir gün Amazon.com’dan bazı kitaplarının e-kitap olarak satışıyla ilgili kendisiyle yapılmış olan anlaşmanın iptal edildiğini bildiren bir mesaj aldığını belirtiyor. Sebep olarak anlaşmanın bir maddesine işaret ediliyor. O maddede Amazon.com’un dilediği zaman uygun görmediği taktirde kitabı yayından kaldırabileceği şeklinde bir açıklama var. Dahası araştırınca benzer durumda olan başka yazarların da olduğu ortaya çıkıyor. Ortak nokta; kitaplarda erotik içerik olması; ama bu kesinlikle belirtilmiyor.

İşin ilginci bu kitapları almış olanlar, Amazon.com’un e-kitap okuma cihazı olan Kindle’larından dijital kütüphanelerini incelediklerinde bu kitapların oradan da silinmiş olduğunu görüyorlar. Hem de herhangi bir para iadesi olmadan.

Ülkemizde de kitap yasaklamaları her devirde oldu; ama sıkıyönetim zamanları dahil hiçbirinde yasaklanan bir kitabın satılmış nüshaları, evlerden tek tek toplanarak imha edilmedi. Madem çuvaldızı kendimize batırmada bu kadar kararlıyız, başkalarının da “iğnelik” olduğunu unutmayalım bari.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1240) - Ooof Off Line Köşesi - 24 12 2010

Pazartesi, Aralık 20, 2010

SOSYOLOJİ BÖLÜMLERİ NE YAPIYOR?

Bilgi üretim merkezlerimiz dijital kültürün, sanal dünyanın birey ve toplum üzerindeki etkilerini araştırmada teklerse boşluğu fikir üretim merkezlerinin zırvalarının doldurması kaçınılmaz olacaktır.

Ne zaman dijital kültürün bireyin ve toplumun yaşamını nasıl dönüştürmekte olduğuna dair yazmak zorunda kalsam aklıma hep aynı soru geliyor: Bilgi üretmekle mükellef üniversitelerimizin konuyla ilgili olan Sosyoloji Bölümleri bu konuda ne yapıyor?

Internet kullanım eğilimleri bugüne dek bağımsız araştırma kuruluşlarının yapmış oldukları anketlere dayanıyor. Toplumsal dönüşüm motivasyonuyla bakıldığında dijitalleşmenin, sanallaşmanın, bilgi iletişim teknolojilerinin süreci nasıl etkilemekte olduğunu ise sürekli ıskalıyoruz.

Türkiye “en çok chat yapıyor”, “Facebook kullanımında dünya dördüncüsü” diyorlar; biz de bu verilerden yola çıkarak toplumumuz hakkında bilgi üretmeye çalışıyoruz. Bu konuda asıl söz sahibi olan sosyoloji bölümlerimiz ne diyor; duyamıyoruz!

Peşinen “Hiçbir şey yapmıyorlar, yapıyor olsalardı duyardık, bilirdik” demek yerine oturup internetten biraz araştırdım. Ülkemizdeki belli başlı üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerinin web sitelerine baktım. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu siteler, sundukları içerik açısından içler acısı bir durumdalar.

Sadece bir üniversitemizin sosyoloji bölümü, örneğin, yapılmış olan yüksek lisans tezlerinin isimlerini web sayfalarına koymayı akıl etmiş (o da 2004 yılına dek geliyor). Pek çoğunda ise ne verilen derslerin ismi ne de içeriği konusunda bilgi var. Bazı sitelerde ise üniversitenin genel şablonu gereği olacak, sayfalarda başlıklar var ancak başlıkların altında bir cümlelik bir açıklama bile yok.

Örneğin Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü şu alanlara odaklandığını açıkça belirtmiş (pek çoğunda bu bilgi bile yok): Kadın çalışmaları, Günlük Yaşam Sosyolojisi, Din, Yöntem, Toplumsal Tabakalaşma, Endüstri İlişkileri, Göç, Toplumsal Cinsiyet, İnsan Ekolojisi, Kent Çalışmaları, Köy Sosyolojisi, Toplumsal Teori, Toplumsal Değişim, Kültür, Kitle İletişimi, Bilgi Kuramı, Popüler Kültür, Yoksulluk. Ne yazık ki internet ya da dijitalleşme konusunda bir odaklanma yok!

Ya da Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan yüksek lisans tezleri içinde Dansın Sultanları, Fadime Şahin, Kalan Müzik, Metin Kaçan gibi ilginç konular var ama dijital kültür yok!

Hacettepe Üniversitesi de içeriği zengin olanlardan. Sosyoloji Bölümü’nün ilgi alanları burada da var – ama sanal dünya Hacettepe’de de ıskalanmış gibi : Aile, çevre, etnik ve azınlık gruplar, fiziksel ve zihinsel özürlülük ve özürlüler, gençlik, göç, iletişim ve medya, kadın, ev ve çalışma hayatı, kırsal-tarımsal değişme ve köylülük, kültür, kültürel gruplar ve kimlik, sosyal bilimlerde yöntem sorunları, sağlık ve hastalık, sanat, sosyo-kültürel değişme, toplumsal kontrol, suç ve sapma, toplumsal tabakalaşma ve hareketlilik, toplumsal yapı ve toplumsal dönüşümler, trafik sosyolojisi, toplam kalite yönetimi ve yaşam kalitesi, yaşlılık ve yaşlılar.

Olumlu olabilecek iki örnek buldum. Birincisi Ege Üniversitesi’nden. Sosyoloji ikinci sınıf müfredatında seçmeli olarak “Siber Uzayda Sosyal İlişkiler” isimli bir ders var. Web sitesinde dersle ilgili detaylı bilgiler mevcut. Oldukça zengin bir içeriğe sahip görünüyor bu ders. İkinci örnek ise Bilgi Üniversitesi’nden. Doğrudan sosyoloji bölümü ile ilgili değil ancak tüm üniversite geneline açık olan seçmeli ders listesinde şu iki dersi tespit ettim: “Network Kültürü, Ekonomisi ve Bilgi”, “Sosyal Medya”. Derslere ilgi var mı, her dönem açılıyor mu bilmiyorum.

Bilgi üretim merkezlerimiz bu konuda teklerse boşluğu fikir üretim merkezlerinin zırvaları doldurur. Hazır YÖK Başkanı da sosyoloji formasyonundan geldiğine göre umalım da üniversitelerimiz yakın gelecekte bu konuya karşı daha duyarlı yaklaşsın; bilgi üretsin!


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1239) - Ooof Off Line Köşesi - 17 12 2010

Cuma, Aralık 10, 2010

WIKILEAKS PİYON MU?

Sızdırma olayının mimarları bir komplonun başrol oyuncuları olabilir mi? Daha da ilginci olsalar bile böyle bir şeyin farkına varabilirler mi? Eldeki verilere göre herşeyi kendi özgür iradeleriyle yapmış görünürken, aksi nasıl ispatlanabilir?


Kasım ayı, Wikileaks’in bombardımanıyla geçti. Daha önce Afganistan ve Irak savaşlarına yönelik gizli belgeleri açıklamasıyla adını duyuran bu bağımsız web sitesi bu kez dünya üzerindeki değişik Amerikan elçiliklerinden Washington’a gönderilen “kripto”ları açıklamaya başladı.

Açıklanan bu belgelerin içeriğini medya tartışadursun, gelin Wikileaks’i yakından tanıyalım ve bu belgelerin sızdırılmasının nasıl olabileceğini ve bu sürecin yakın gelecekte dijital kültürü nasıl etkileyebileceğini irdeleyelim.

Wikileaks, Julian Assange tarafından kurulmuş bir site. Temel hedefleri “önemli bilgi ve haberleri kamuoyunun önüne getirmek”. Bu sayede devletlerin, devlet yönetimlerinin daha şeffaflaşacağına inanıyorlar. Avustralya doğumlu olan Assange ilginç bir profil çiziyor. Sıradışı bir çocukluk (ailesi gezgin tiyatrocu), bilgisayar korsanlığından hüküm giyme, Wikileaks’i kurduktan sonra uluslararası pek çok ödül alma ve şimdi de başta ABD olmak üzere bir çok ülkede şimşekleri üstüne çekme. Öyle ki güvenlik sebebiyle Assange sürekli seyahat halinde; mobil yaşıyor. Nerede olduğu büyük bir sır. Yakın bir zamana dek ABD’de yaşarken, can güvenliği nedeniyle önce İsveç’e geçmiş; geçtiğimiz günlerde hakkında tecavüz suçlamasıyla yakalama emri çıkarılınca da sırra kadem basmış (İngiltere ya da İsviçre’de gizlendiği sanılıyor).

Ortalığı ayağa kaldıran belgelerin Wikileaks’e sızdırılmasının başrol oyuncusu Bağdat’ta istihbarat analisti olarak görev yapan Bradley Manning adlı bir er. Er olduğuna bakmayın, dünyada sadece 3 milyon görevli Amerikalının erişebildiği dahili bir güvenlik ağı olan SiprNet’e erişim yetkisi olan birisi. Her nasılsa ABD’deki bir istihbarat eri yüzbinlerce kriptoya erişebiliyor, bunların bir kopyasını alabiliyor, ofisten dışarıya çıkarabiliyor ve kamuoyunun bu bilgilerden istifade etmesini sağlamak üzere herhangi bir maddi paye peşinde koşmadan, bu belgeleri Wikileaks’e ulaştırabiliyor (sonra da bu yaptıklarını internette hiç tanımadığı birisine söylüyor; onun FBI’a ihbarı sonucunda da yakalanıyor!).

Sizce bu tablo ne kadar sahici ne kadar “pis kokuyor” ? İki hususa odaklanalım: Birincisi, profili itibariyle bu tür bilgileri alıp dışarı çıkaracak bir “kurban” bulmak. İkincisi de yayınlandığında göz ardı edilmeyecek kadar uluslararası düzeyde belli bir itibara, “bağımsız bir kimliğe” sahip imajı olan bir araç yaratmak.

Manning ya da Assange bir komplonun başrol oyuncuları olabilir mi? Daha da ilginci olsalar bile böyle bir şeyin farkına varabilirler mi? Eldeki verilere göre herşeyi kendi özgür iradeleriyle yapmış görünürken, aksi nasıl ispatlanabilir?

Wikileaks kendisini nasıl finanse ediyor? Sadece aldığı bağışlarla hem İsveç’te hangi firmaya ait olduğu belli (ama gizli?) bir veri merkezinde bilgisayar hizmeti alacak ve internete bağlanabilecekler, hem Assange’in oradan oraya seyahat etmesini finanse edecekler, hem de Manning’in avukatlarının ücretlerini ödeyebilecekler.

Eylül tarihli kimi haberlere göre Wikileaks İsveç’te Korsan Partisi’nin himayesinde faaliyet göstermekte. Yani resmi anlamda Wikileaks’e kafa tutmaya kalkan karşısında bir İsveç siyasi partisini bulacaktır. Acaba ABD’nin eli kolu bağlıymış gibi davranmasının sebebi bu mu?

Ve en önemlisi: Yarın öbür gün bu tür nahoş durumlarla karşı karşıya kalmamak üzere yeni bir global siber güvenlik standardının getirilmesi empoze edilirse buna kim hayır diyebilecek? Öteki tüm kitle iletişim araçları kontrol altına alınmışken son bağımsız kanal olan internetin de kolu kanadı bu vesileyle kırılırsa buna şaşırmamak gerekir.

O halde iki alternatif söylem söz konusu: Ya “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” ya da “Krizi (önleyemedin bari) fırsata dönüştür”!


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1238) - Ooof Off Line Köşesi - 10 12 2010

TÜRKİYE’DE INTERNET KONFERANSI 15 YAŞINDA

Türkiye’de Internet Konferansı bu yıl 2-4 Aralıkta İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde gerçekleştiriliyor. Katılımın ücretsiz olduğu konferansın ana temaları Internet Yasakları ile Sosyal Medya.

1995 yılında başlayan Türkiye’de Internet Konferansı bu yıl 15. Kez toplanıyor. 2-3-4 Aralık günlerinde gerçekleştirilmekte olan konferans bu yıl İstanbul Teknik Üniversitesi’nin evsahipliğinde Ayazağa kampüsünde. Internet Teknolojileri Derneği’nin organize ettiği konferansa katılım ücretsiz!

Bu yıl 41 oturum, 12 panel, 4 çalıştay ve 10 seminerin yanısıra 15 de bildirinin sunulacağı konferansta ağırlıklı olarak işlenecek konular Internet Yasakları ve Sosyal Medya!

Programdan bazı seçmeler şöyle:

3 Aralık 2010 – Cuma

Nefret Söylemi (Bildirili Panel).
Nefret Söylemi ve Yeni Medya, Işık Barış Fidaner
Nefret Söyleminin Yeni Medya Ortamında Dolaşıma Girmesi ve Türetilmesi, Mutlu Binark
Okur Yorumlarında Üretilen Nefret Söylemi, İlden Dirini
Facebook'ta Nefret Söyleminin Üretilmesi ve Dolaşıma Sokulması, Eser Aygül
Video Paylaşım Ağlarında Üretilen Nefret Söylemi, Tuğrul Çomu
Dijital Oyunlarda Cinsiyetçilik, Günseli Bayraktutan Sütçü
Çevrimiçi Spor Ortamlarında Nefret Söylemi, Altuğ Akın
İnternet'te Nefret Söylemi ve Karşı Örgütlenmeler, Burak Doğu
Yeni Medyada Nefret Söyleminin Hukuki Boyutu, Ayşe Kaymak

Aynı gün buna ek olarak e-kitap yayıncılığı, yeni medyada alternatif emek ve örgütlenme dinamikleri, kripto yönetmeliği ve yeni DNS yönetmeliği konularında oturumlar var.

4 Aralık 2010 – Cumartesi

Yeni Medya; Yeni Fırsatlar, Yeni Meslekler
Sosyal Medya ve Internet Reklamcılığı
Online İtibar Yönetimi ve Sosyal Medya

Gerek internet üzerinde uygulanmakta olan haklı, haksız yasaklar gerekse de sosyal medyanın, sosyal ağın gündelik yaşamımıza derinlemesine nüfuz etmeye devam etmesi toplumsal dönüşüm açısından kayda değer olgular.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız Sn. Abdullah Gül, kamu atamaları arefesinde Google’dan da araştırma yaptıklarını ve bireyler ile ilgili olarak asılsız dahi olsa kimi haberlerin internet üzerinde ortaya çıkmasının süreçleri zorladığını belirtti.

Öncelikle bu hassas davranışın altını çizmek gerek. Demek ki internet öyle ya da böyle gündelik hayatımızda önemli bir açıdan kendisine yer ediniyor! Öte yandan doğaldır ki internet ya da herhangi bir bilgi kaynağındaki her türlü bilginin doğru olacağını varsaymamak gerekir. Zengin ve çeşitli bilgi kaynaklarından istifade etmek çok yerinde bir adım. Ancak şunu unutmamak gerekir ki internet bir bilgi kaynağı değil, bilgi üretmede istifade edilecek bir veri havuzudur.

Her veri havuzunda olduğu gibi burada da belli bir ayıklama yapmak ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilmek gerekir. Bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için önkoşullar ise veri – enformasyon ve bilgi arasındaki farkın idrak edilmesi, veri ve enformasyondan bilgi üretme sürecinin oturtulması ve herşeyden önemlisi objektif bilginin toplumsal yaşamda bir temel ya da özdeğer olarak benimsenmesidir.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1237) - Ooof Off Line Köşesi - 03 12 2010

ÇOCUKSUZ BİR DÜNYA

İnsan klonlaması (zaruri ya da keyfi) eğer gerçekleşir de çocuklara da çocukluğa da gerek kalmayabilir. Çocukların etrafında dönen tüm kültürel ögelere de; okul, çizgi filmler, oyuncaklar, o güzel şekerlemeler...

Gelecekte neler olacak diye fütürist şapkamızı taktığımızda neler öngörebiliriz? Çoğunlukla gerçekleşmesi çok akla yatkın hale gelmiş şeyleri. Örneğin gelecekte gazetelerin kağıda değil de yeniden doldurulabilir farklı bir malzemeye “basılacağını” tahmin edebiliriz. Ya da bugünün bilişim teknolojilerini sağlayan donanımların gelecekte holografik kardeşlerine yerlerini bırakacağını...

Sağlıklı bir değişim süreci de aslında adım adım değişikliklerin gerçekleşmesiyle açıklanabiliyor. Evet paradigmasal değişim sıçramaları da oluyor ancak bunların genel değişim sürecine bakıldığında marjinal kaldığı tespit edilmiştir. Değişimin yavaş yavaş, idrak ede ede gerçekleşmesi toplum tarafından kabülünü de kolaylaştırıyor.

Bu çerçevede elektronik kağıdı öngörmek, örneğin insanın klonlanmasını öngörmekten daha kolaydır. Klonlama bugüne dek hayvanlar üzerinde gerçekleştirildi. İnsanlar üzerinde gerçekleştirilmiş olduğu hakkında komplo teorileri var. Öte yandan teknolojik açıdan bir engel bulunmadığı da söylemek gerek.

Peki insan klonlandığında dünyanın hali ne olacak? İşin etik ya da inançla ilgili kısımlarını bu tartışmanın dışında bırakalım. Gündelik hayattaki lojistik etkilerine bakalım. Diyelim ki kişinin temel bir eğitim donanımına sahip olduğu bir yaştan itibaren klonu yapılmış olsun. Bu durumda o kişinin bir çocukluk süreci yaşamasına da okula gidip eğitim almasına da gerek kalmayacaktır.

Bir başka deyişle eğer en erken klonlama yaşı 20 olacaksa bir süre sonra dünyada 20 yaşının altında insan kalmayacaktır (insanların üremek yerine kendisini klonlattığını varsayarsak). Bu durumda eğitim sistemi en azından temel eğitim için gereksiz hale gelecektir. Öyle ya en küçük birey 20 yaşındaysa ve bir üniversite mezununun sahip olduğu bilgilere sahip olacaksa ilkokula gitmesine ne gerek var?

Öte yandan dünyada “çocuk” da kalmayacağı için çocukların etrafında dönen tüm herşey ortadan kalkacaktır; oyuncaklar, çocuk filmleri, çocukların tüketimine yönelik besinler vb.

Klonlanmış birey “orijinal” bireyden bağımsız ayrı bir birey olacağından, arkadan gelecek klonun orijinale bir “faydası” olmayacaktır. Yani orijinal, kendisini klonlatarak daha yaşlı bir vücuda geldiğinde sağlıklı bir vücuda geri dönme imkanını elde etmiş olmayacaktır. Sadece kendisinin 20 yaşındaki halinin bir kopyasının yeniden dünyaya geldiğini/geleceğini bilecektir.

Büyük bir olasılıkla klonlama işi orijinal bireyin yaşamının sona geldiği bir sırada olacaktır. Belki de ölümünün hemen ardından. Ama yaşarken değil! Kişi çocuk sahibi olmak varken neden kendisini klonlatsın ki? 20 yaşındaki bir benin aynısını yaratmak için!

Tabii bir de işin zaruriyet durumu var. Bilindiği üzere yeni doğan çocukların erkek olmasını sağlayan Y kromozomunun belli bir süre sonra ortadan kalkacağı yönünde bilimsel iddialar var. Bu durum gerçekleştiğinde insan ırkının devam etmesini sağlayacak olan erkek insan sayısı giderek azalacak belki de ortadan kalkacaktır. Oysa klonlama sayesinde bu risk bertaraf edilebilir.

Elbette ki insan klonlamasının üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken pek çok hususu var. Ancak sadece çocukların ve çocuklarla ilgili herşeyin dünyadan silinmesinin yeryüzü kültürü üzerinde ne tür bir sosyal yıkım getireceğini düşünmek bile klonlamanın ne demek olabileceği hakkında bir fikir veriyor.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1236) - Ooof Off Line Köşesi - 26 11 2010