Pazartesi, Şubat 07, 2011

BİLGİ OLGUSU ve ŞENOL GÜNEŞ HOCA

Trabzonsporlular, seyircisinden futbolcusuna, yöneticisinden yerel medyasına kadar, “Yahu Şenol Hoca’nın dediklerini hayata geçirmede bize düşen görev nedir?” diye sorgulasa, Trabzonspor gelecek on yıl içinde G.Saray’ın elde ettiği uluslararası başarıyı gölgede bırakabilir!

Antik Çağ Spartası’nda kimin sesi en çok ve gür çıkarsa onun dediği olurmuş. Ancak bu sadece Sparta için geçerli olmasa gerek. Üzerinde yaşadığımız topraklarda da, geniş bir Orta Doğu coğrafyasında da (hala) benzer bir durum söz konusu. Kaybeden bir politikacı bile bağıra çağıra, meydan okuyarak sahneden çekilir. Neden? Çekildikten sonra peşinden kovalayan olmasın diye olsa gerek. Mesela bugünlerdeki Mısır’ın ve Mübarek’in durumu.

Benzer durum futbolda da var. Sıkıştığında topu rahatça taca atmak yerine Türk futbolcusu genelde o zor durumda rakibinden kurtulmaya çalışıp, takımının başına daha büyük dertler açmakla meşhurdur. Neden? Çünkü topu rahatça taca bırakırsa, bu karşı takımı daha da ateşleyici bir unsur olarak yorumlanır (“Vuruşmadan çekildi, daha çok saldıralım!”).

Böyle bir ortamın aktif görevlilerinden olan Şenol Güneş gibi bir hocanın yaptığı açıklamaları dikkatle izliyorum. Trabzonspor taraftarı değilim, ama hocanın açıklamaları analiz edilirse, onun yukarıda basitçe çizdiğim tabloyla (allaha şükür) uymayan bir yapısı olduğu kolayca anlaşılacaktır.

Türkiye’de futbol pazar gününe indekslidir. Her ne kadar tribünler “Pazara kadar değil; mezara kadar” dese de bu sloganın hakkını vermediklerinin kendileri de farkında olamıyorlar. Örneğin Trabzonspor son iki haftada ligde beş puan kaybetti; kupadan elendi. Bu durumda taraftarın tepkisi ne olmalı? Takımı, tüm unsurlarıyla, yerden yere vurmak mı? E hani mezara kadardı? Oysa şu an takımın desteğe her zamankinden daha çok gereksinim duyduğu zaman. Tam da bu zamanda bir tekme de taraftardan gelecekse, bu taraftarlık iyi gün dostluğu olmanın ötesine geçememiş demektir.

Şenol Hoca yaptığı açıklamalarda sadece Trabzonlu taraftarlara değil, Türkiye’de futbolun içinde olan herkese aynı temel mesajı vermekte : Gelin büyük düşünelim! Bu bağlamda büyük düşünmek nedir? Öncelikle stratejik düşünebilmektir. Uzun vadeli planlar yapabilmektir. Bu, planının hayatı boyunca her günü zaferlerle doldurmak demek değildir. Türkiye’de futbol bağlamında uzun vadeli plan, daha ziyade, gelecekte belli bir dönemden sonra kalıcı başarıyı elde edecek yapıyı kurmak anlamına gelmektedir.

Tüm bunlar bilgi olgusunu merkeze almakla başlar. Kulübün hedefleri nelerdir; bu hedeflere ulaşmak için yapılması gereken şeyler nelerdir, başarı kriteri nedir ... Bu tür sorulara bulunacak tatminkar cevaplarla yola çıkılır.

Türkiye’de futbolun başarı kriteri, benim anladığım, tutulan takımın her hafta mükemmel bir futbol oynayarak maçını 5-0 kazanmasıdır. Bu kritere uymayan her maç için eleştirecek bir şey vardır. Böyle bir başarı kriteri olabilir mi?

Şenol Hoca bunlara dikkat çekmeye çalıştığı zaman, izlediğim kadarıyla herkes yarı uyuklar bir halde kendisini dinliyor. Hoca lanet olsun deyip ülkeyi terk ettiğinde, gidip G.Kore’de antrenörlük yapmaya başladığında ise eline su dökemeyecek yabancılara kendisine tanınan imkanlardan daha fazlası verilerek göreve getiriliyor. İşler sarpa sarınca da tekrar apar topar peşine düşülüyor.

Onun yerine tüm Trabzonsporlular, seyircisinden futbolcusuna, yöneticisinden yerel medyasına kadar, “Yahu Şenol Hoca’nın dediklerini hayata geçirmede bize düşen görev nedir?” diye sorgulasa, Trabzonspor gelecek on yıl içinde G.Saray’ın elde ettiği uluslararası başarıyı gölgede bırakabilir. Herşey bilgi olgusuna değer vermekten geçiyor. Politikada da sporda da!


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1246) - Ooof Off Line Köşesi - 04 02 2011


SİBORGLAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?

Şu an bir siborg olarak ben bu yazıyı yazarken, siber kısmım olan dijital avatarımın twitter bölümüne takip ettiğim diğer siborgların gönderiği mesajlar gelmekte, Facebook’taki kısmımın duvarına arkadaşlarım yeni içerikler eklemekte, eposta kısmım yeni mesajlar almakta, blog bölümüm ise eski makalelerimi okuyanlara hizmet vermekte.

Altı Milyon Dolarlık Adam dizisini anımsar mısınız? Ölmek üzere olan birisi teknolojik eklemelerle yarı insan yarı makine haline getirilir ve kötülere karşı kullanılır. Siborg işte o Altı Milyon Dolarlık Adam’dır. Sibernetik Organizma (Cybernetic Organism) kelimesinden türetilmiş olan siborg (cyborg) yarı organik yarı teknolojik canlı organizmalara verilen isim.

Peki birisi “Artık hepimiz birer siborg olduk” dese buna inanır mısınız? Yukarıdaki tanıma göre bunda bir çelişki var. Eğer uzaylılar sizi de geçici olarak alıp, vücudunuza bir elektronik devre vb yerleştirmediyse siz de ben de daha hala %100 “organik”iz. Nasıl siborg olabiliriz ki?

Siborg Antropoloğu olan Amber Case’in TED.com sitesindeki video klibini izleyene dek ben de aynı düşüncedeydim. Ancak Case’e göre siborglaşma süreci fiziksel evreden zihinsel evreye geçmiş durumda. Yani bir canlı organizmanın (örneğin insan) siborg olması için illa ki fiziksel yapısında teknolojik bir ekleme yapmak gerekli değil. Eğer internete giriyorsanız, cep telefonu kullanıyorsanız, eposta gönderiyorsanız, Facebook’ta ülkemizi dünyanın bir numarası yapmak üzere sürekli olarak içerik oluşturuyorsanız, MSN’de dedikodu yapıyorsanız, blog sitelerinde fikirlerinizi paylaşıyorsanız, Twitter’da sabah kahvaltıda ne yediğinizi yazıyorsanız ... siz de siborglaşıyorsunuz demektir. Zihinsel düzeydeki yaşamınıza dijital teknolojinin kablosuz sinyalleri nüfuz etmiş demektir.

Kanın damarda mütemadiyen dolaşması gibi, bu dijital sinyaller de (nedense) 45 cm çapındaki çevremizde sürekli bizimle birlikte hareket etmekte olan dijital cihazlardan (laptop, cep telefonu, iphone, ipad, blackberry, vb) zihnimize akmakta ve oradan geri dönerek sirkülasyonu düzenli kılmakta.

Hala inanasınız gelmiyorsa şunu deneyin: Laptopunuzdaki gereksiz dosyaları ya da epostaları sildikten sonra taşırken onun fiziksel olarak da hafiflediği hissine kapıldınız mı? Oysa dijital bilginin fiziksel ağırlığı yoktur. Ya da bilgisayarınız çalışmaz hale gelip de yeniden kurulması gerektiğinde, onunla birlikte siz de belleğinizden birşeyleri yitirdiğinizi düşündünüz mü?

Telepati ile olmadı dijitalleşme ile oluyor! İnsanlar ağızlarını açmadan, yerlerinden kalkmadan dünyanın öteki ucuyla iletişim kurabilir hale geldiler. Böylece fiziksel bireyin sanal muadili de ortaya çıktı. Popüler ismiyle buna “avatar” deniyor. Örneğin şu an bir siborg olarak ben bu yazıyı yazarken, siber kısmım olan dijital avatarımın twitter bölümüne takip ettiğim diğer siborgların gönderiği mesajlar gelmekte, Facebook’taki kısmımın duvarına arkadaşlarım yeni içerikler eklemekte, eposta kısmım yeni mesajlar almakta, blog bölümüm ise eski makalelerimi okuyanlara hizmet vermekte.

Yoksa bu durum insanı giderek makineleştiriyor mu? Amber Case’e göre cevap hayır. İnsan aslında böylece daha çok insan oluyor. Geçtiğimiz günlerde iştirak ettiğim bir toplantıda katılımcılardan birisi “İnsan, insan doğmaz, insanlaşır” dedi. Yaşadıkça, kendini geliştirdikçe, kendini bildikçe... Dijtial teknolojiler belki de insanlaşma sürecinde olan her bireyin bir diğeri ile sürekli ve düzenli iletişim halinde olmasını sağlayarak bu “insanlaşma” sürecini rafine ediyor.

Tabii burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da var. Bireyin eşsiz olmasını sağlayan o “kendi olma hali” için bireyin kendi iç sesini dinleyebilmesi DE gerekli. Sürekli bir şeylerle etkileşim içinde olan siborgun (hiç değilse organik kısmının) bunu başarabilmesi için zaman zaman OFF LINE olması gerek.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1245) - Ooof Off Line Köşesi - 28 01 2011


NEFRET SÖYLEMİ

Nefret söylemi genelde resmin içine “öteki” girdiği zaman oluşuyor. Oysa sanal dünyada da günümüz dünyasında da “aynılıkları” “farklılıklarından” fazla olanlar bile küçücük bir tetikleyici unsurdan yola çıkarak nefret söylemine başvurabiliyor.

Nefret söyleminin kapsamı alanı oldukça geniş. Kısacası “öteki”ne karşı alınan her türlü nahoş tavır nefret söylemi olarak yorumlanabilir. Ancak bunun internet dünyasına yansıması çok daha farklı boyutlarda olabiliyor. Ortada herhangi bir “öteki” olmadığı halde iletişim bir anda “nefret bulutları” ile kararabiliyor.

Şu örneği inceleyelim. Aynı tartışma ortamına üye kişilerden birisi diyelim ki bir yazılım ya da yabancı dizinin linklerini tartışma ortamındaki ilgili forumda duyuruyor.

Bu tür linklerin işaret ettiği dosyaları bünyesinde tutan web siteleri, çeşitli sebeplerle bunları bir süre sonra disklerinden silebiliyor. Bu sebepler, telifle ilgili şikayetlerden belli bir süre içinde dosyalara rağbet olmamasına kadar değişebilir. Dosyalar silinmeden önce bazı üyelerin onlara erişip indirdiğini teşekkür mesajlarından anlamak olası. Ancak dosya silindikten sonra gelen mesajlar ilginç bir hal alıyor.

Dosyaların linklerine tıklayıp da onların silindiğini farkeden üyeler, bu kez tartışma sitesine geri dönüp, uyarı mesajı gönderiyor ve dosyaların silinmiş olduğunu belirtiyor. Kısa bir süre içinde dosyaları yükleyen kullanıcıdan bir cevap alamazsa ya da gelen cevap tatmin edici olmazsa (“tamam üzerinde çalışıyorum” vb gibi) bu kez aradığını bulamayan kullanıcı uyarı tavrından direkt hakaret tavrına geçiyor. “Madem dosyaların silinmesini engelleyemiyorsun, neden bu işi yapıyorsun” türünden bir mesaj bu kategoride değerlendirilebilecek en seviyeli mesajlardan. İş sin-kaflı küfürleşmeye dek gidebiliyor.

Öncelikle şunu tespit etmek lazım. Dosyaların linklerini bildiren kişi bunu bütünüyle gönüllü olarak yapmakta. Yani bu dosyaları yüklemek, linklerini belirlemek, sanal ortamda böyle bir paylaşımda bulunmak, o kişinin görevi değil. Ancak aradığını bulamayan şahıs için dosyaların zamanında yüklenmesinden tutun da onların her daim indirilmeye hazır durumda olmasına dek tüm sanal koruma ve kollama, yükleyen kişinin görevi, ödevi, sorumluluğudur. Resmi tamamlamak için belirtmek gerekir ki bu gibi durumlarda dosya indiricilerin dosyaları yükleyenlere herhangi bir ödeme yapması vb söz konusu değildir.

Gönüllü olarak yapılan ve katı telif bakış açısından değerlendirildiğinde suç olarak bile yorumlanabilecek bir iş ve türlü nedenlerle beklediğini bulamayan birisinin bu tür bir iş için gönüllüyü topa tutması?

Burada “öteki” nerede? Öteki filan yok! Dosyayı yükleyen de indiren de pek çok açıdan “aynı” özelliklere sahip. Ancak bu “aynılık” yine de nefret söyleminin oluşmasını engelleyemiyor. Nefret söyleminde bulunan kişiler çoğunlukla şöyle bir savunmaya sığınıyor: “Bu işi ya tam yap ya da yapma! Bizimle oynama!”.

Bu tepki oldukça düşündürücü. Belki de pek çok “nefretçi” yükleme yapanın işe yaramaz link oluşturup onları bile bile yayınladığını düşünüyor. İnanıyor ki yükleyen kişinin amacı, aslında var olmadığı halde “Bak burada bu linkler var” diyerek kişileri kandırması. Bunlara tıklayıp da birkaç saniye ya da dakikalığına boş ümide kapılan kişinin bu hali de yükleyici kişinin mükafatı demek ki ?!

Neredeyse herşeyleri aynı olan kişilerin bile nefret söylemine başvuruyor olması aslında daha derindeki başka bir şeyin göstergesi olsa gerek. Kırık bir link aslında bir tetikleyici unsur. O zaman Tunus’taki olaylar da TT Arena’nın açılış gecesi de daha iyi anlaşılacaktır.



Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1244) - Ooof Off Line Köşesi - 21 01 2011