Salı, Mart 15, 2011

DİJİTAL KÜLTÜR ÇIKTI !...

Ederi : 15 TL (Kargo Dahil)
Temin
0212 522 3868
(Kitapçılarda Bulunmaz)

NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ INTERNETE ?

Internet ve onunla tüm dünyaya yayılan dijital kültür, ülkelerin yasalarındaki diğer unsurlarla olan benzerlikleri dikkate alınarak değerlendirilme aşamasını çoktan geçti. Artık interneti anayasal bir hak olarak ele almanın ve yasaları buna göre uyarlamanın zamanı geldi.

Prosedür şöyle işliyormuş : Her sene Eylül – Şubat döneminde aday göstermek üzere çağrı yapılıyor ve aday gösterme kriterlerine uyan kişi ya da kurumlardan gelen aday önerileri toplanıyor. Şubat – Mart döneminde öneriler üzerinden bir eleme yapılarak her kategori için aday listeleri oluşturuluyor. Mart – Ağustos döneminde adaylar inceleniyor, değerlendiriliyor. Ekim ayında kazananlar belirleniyor. Aralık ayında da ödül töreni düzenleniyor.

Dinamiti dünyamıza hediye eden Alfred Nobel adına her yıl düzenlenen Nobel Ödüllerinin yıllık takvimi böyle. Ödül kategorileri içinde belki de en popüler olanları edebiyat ve barış (dinamit ve barış; ne bu bir oksimoron mu yoksa günah çıkartma mı?)

Internet, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş. Geçen yılki gerekçeler neydi bilmiyorum ama bu yıl neden gösterildiğini hepimiz kolayca tahmin edebiliriz. Anahtar kelimeler : Tunus – Mısır – Libya - ...

Nobel Barış Ödülü’ne aday sayısının 241 olması bana dünyanın en büyük adliye sarayını inşa etmekle övünmemizi anımsattı. Barış Ödülü’ne layık onca kişi, kurum vb olduğuna göre dünya demek ki barışa bu kadar çok gereksinim duyduğu bir dönemden geçiyor. Demek ki barış dünyadan o kadar uzak!

Internetin kazanma şansı “mağribi ülkeler”deki gelişmelere bağlı. Yılın kalan döneminde buralara demokrasi yerleşebilir, yeşermeye başlayabilirse internet büyük bir olasılıkla ödülü kapar. En büyük sanal rakibi Wikileaks gibi görünüyor ama internet olmasaydı Wikileaks olabilir miydi? O halde internet Wikileaks’i de içermektedir ve ödülü internete vermek bir anlamda Wikileaks’i de ödüllendirmek demektir.

Ülke olarak Türkiye’nin internet karnesi ise ne yazık ki kırıklarla dolu. Bugün hala dijital kültüre yön veren internet sitelerini yasaklamakla meşgulüz. Yıllar süren youtube yasağı daha yeni kalkmışken bu kez de telif hakları sebebiyle en popüler blog sitelerinden olan Blogger.com sitesi yasaklandı. Twitter’dan gelen mesajlardan birisi bu uygulamanın ne denli yanlış olduğunu göstermesi açısından çok ilginçti : Köprülerdeki OGS/KGS şeritlerinden kaçak geçiş oluyor diye köprüleri trafiğe kapatmak !

Spor Toto Süper Lig futbol maçlarını şifreli olarak yayınlama ihalesini kazanan kuruluş, bu yayınları blog sayfaları üzerinden şifresiz olarak yayınlayan kişilerle baş edemediğinden ve bu süreçte Blogger.com sitesinin sahibi konumundaki Google firmasından gereksinim duyduğu teknik desteği alamadığından dolayı böyle bir yola gitmek zorunda kaldığını açıkladı.

Kendi içinde tutarlı bit açıklama. Ancak bu sorunun çözümü blogger.com sitesini topyekun dahi olsa kapatmak değil ki. Çünkü internette blogger.com gibi pek çok blog altyapısı sunan siteler var. Düne kadar blogger.com sitesini kullananlar bugün başka blog sitelerinden aynı yayını yapabilir. Bu yasaklama belki de bir muharebe kazandırdı ama savaşın kaybedilmesine çok büyük bir destek unsuru oluşturdu.

Internet ve onunla tüm dünyaya yayılan dijital kültür, ülkelerin yasalarındaki diğer unsurlarla olan benzerlikleri dikkate alınarak değerlendirilme aşamasını çoktan geçti. Artık interneti anayasal bir hak olarak ele almanın ve yasaları buna göre uyarlamanın zamanı geldi.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1251) - Ooof Off Line Köşesi - 11 03 2011

“BİZ BÜYÜDÜK ve KİRLENDİ” INTERNET

“Pazarlama” interneti tam “sosyal medya”laştırmış ondan istifade edecekti ki ağababası (“siyaset”) kokuyu alıp geldi, şimdi onun rolünü çalıyor!

Özellikle son yirmi yılda medyanın yükselişi sonucunda yasama, yürüme ve yargı erklerine ek olarak medya “dördüncü erk” olarak yeryüzü kültüründe yerini almıştı. Şimdi ona da bir rakip geliyor; internet!

Dijital kültür ya da internet, doğası gereği “mühendis”lerin oyuncağı olarak ortaya çıktı. Son yıllarda içeriğinin sunduğu imkanlar çerçevesinde toplumsal bir boyut kazandığı için sosyologların radarına gireceği tahmin ediliyordu ki web 2.0 teknolojisinin üstünde yeşeren Facebook, Twitter gibi imkanlar dijital kültüre “iletişim”cilerin el atmasına neden oldu.

Bugün artık neredeyse koca internet önce “yeni medya” sonra da “sosyal medya” adıyla öteki her türlü özelliğini bir kenara bıraktı; bir gecede “medya” oluverdi. Internetin medya olmanın ötesinde imkan ve özelliklere sahip olduğunu söylemenin şu an için bir faydası yok. Bunu kimse duymayacaktır; ta ki bu rolü ile onu kullananların onunla işi bitene dek! Sonra günah çıkarırlar; olur biter!

Dördüncü güç olarak anaakım medya rüştünü Birinci Körfez Krizi’nde ispat etmişti. Sosyal medya olarak internet ise dünya siyasi arenasında rüştünü Tunus ile başlayan domino oyunu vesilesiyle ispat ediyor. Tunus, Mısır, şimdi de Libya! El-Cezire ya da diğer anaakım medya kuruluşlarının giremediği yerlerde Facebook, Twitter devreye giriyor. Batıya gönderilen her bir mesaj (tweet) anında birer kahramanlık melodisi gibi dünyada yankılanıyor. Facebook’ta kurulan bir muhalif grup süratle medya kanallarında haber yapılıyor. Ve şöyle bir mesaj gönderiliyor dünya kamuoyunun bilinçaltına : Muhalefet yükseliyor! Bakıyorsunuz; o grubu takip eden kişi sayısı elli, bilemedin yüz kişi!

Görülen o ki neo-conların yönetimindeki ABD, babadan kalma metodla (savaş marifetiyle) global dengeleri kendi lehine çevirirken, yeni ABD yönetimi bunu daha modern (hadi postmodern!) metodla yapıyor. Yoksa yeni slogan “Genç vatandaşlar rahatsız!” mı?

Ancak o ülkelerin rahatsız olan genç vatandaşlarının ortak bir özelliği var anlaşılan. Aynı anda değil, nedense sırayla rahatsız oluyorlar. Mısır’da eski mareşal Mübarek’in gidip, muvazzaf generallerin yönetimindeki şimdiki askeri rejimin gelmesi üç hafta sürdü. Demek ki Libyalı gençler üç hafta boyunca kendilerinde o cesareti bulamamışlar. Mısırlı arkadaşlarının eylemlerinin sonucunu görmek üzere beklemişler. Eğer yarın Kaddafi de giderse, Libyalı genç arkadaşlarını izleyen sıradaki hangi ülkenin gençleri yeterince cesaretlenmiş olacak? Da harekete geçecek? Cezayir’in mi? Ürdün’ün mü? Suriye’nin mi?

Pazarlama dünyası “Şu sosyal iletişim ağlarını nasıl paraya çevireceğiz?” sorusuna cevabı bulmuş ve interneti tam “sosyal medya” yapmıştı ki Wikileaks ile birlikte işin rengi bir anda değişti. “Pazarlama”nın ağababası (“siyaset”) kokuyu alıp geldi, şimdi onun rolünü çalıyor!

II. Dünya Savaşı sonrası gelen “baby-boomer” (68) kuşağından sonraki en güçlü nesil olacağı öngörülen Y-Kuşağı’nın dünya sahnesine böyle bir başlangıçla çıkıyor olması da ilginç ve derinlemesine incelenmesi gereken bir olgu.

O halde şarkıyı dijital kültüre uyarlayalım: “Biz büyüdük ve kirlendi” internet!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1250) - Ooof Off Line Köşesi - 04 03 2011

DAYAK YİYEN ÖĞRENCİLERİ GÖRDÜĞÜNÜZDE...

Sosyal medya araçlarını (Facebook, Twitter vb) daha ziyade üretim amacıyla mı yoksa tüketim amacıyla mı kullanıyorsunuz?

Dünyada internete erişen nüfusun %7.4’ü Twitter kullanıcısı. Bu istatistik internet ve dijital dünya ile ilgili istatistikler yapmasıyla ünlü comScore firmasına ait. Haziran 2010 verileri baz alınarak yapılan araştırma ülke bazında da detaylara sahip.

Buna göre internet kullanıcıları içinde en çok twitter kullanıcısına sahip olan ülke Endonezya. comScore’a göre Endonezya internet nüfusunun %20.8 aynı zamanda Twitter kullanıcısı. Endonezya’yı %20.5 ile Brezilya, %19 ile Venezuella, %17.7 ile Hollanda izliyor. Türkiye %11 ile 12. sırada. Hemen üstünde %11.9 ile ABD var.

Facebook’ta ilk dört içinde olduğumuza göre Twitter açısından daha katetmemiz gereken çok yol var. Twitter’ın son yıllarda popüler olmasının temelinde, hem gelişen teknolojiler (3G vb) hem de ücretlerin nispeten düşmesi sebebiyle cep telefonlarından internete erişimin yaygınlaşması yatıyor.

Nicelik açısından ülke olarak birinciliğe oynuyoruz oynamasına ancak nitelik açısından incelediğimizde ortaya farklı bir tablo çıkıyor. Bu aslında dijital olmayan hayatımızın dijital dünyaya bir yansıması. Sadece Türkiye için geçerli bir durum da değil açıkçası. Kültürel anlamda ortak paydayı oluşturan bu ögeler nasıl ki ülkeler arasındaki farkları ortaya çıkarmak için birer referans olarak ele alınabilecekse (örneğin trafik, kentleşme biçimleri vb) bu listeye dijital kültürün ögelerini de dahil etmek hatalı olmayacaktır.

Gelişmiş bir ülkeden Facebook ya da Twitter’a girenlerin bu sosyal medya imkanlarını kullanma biçim ve amaçları ile gelişmekte olan bir ülkeden girenlerin biçim ve amaçları aynı değildir.

Temelde belki de bu araçları zihminizde yanlış kategorize etmemizden kaynaklanan bir yanlışlık var. Sosyal medya araçlarını tüketim amacıyla mı üretim amacıyla mı kullanıyoruz? Odaklanılması gereken temel sorulardan birisi bu olabilir.

Facebook’ta ya da Twitter’da ayırdığınız zamanı ve bu zamanda neler yaptığınızı şöyle bir düşünün. Zamanınızın yüzde kaçında yaşamınıza bir katkı sağlayacak şekilde bir şeyler üretiyorsunuz? İkinci soruyu sormaya gerek yok. Bu oranı yüzden çıkarın; kalan oran da tüketim amacıyla kullandığınız kısmı gösterecektir.

Yukarıdaki bakış açısını burada da uygulamak çelişkili bir durum yaratmayacaktır. Yani gündelik hayatındaki zamanının ne kadarını bir şey üretmek için geçirmektedir ki kişi? Ülke olarak; birey olarak ne üretiyoruz? Ekonomimiz fason; teknolojimiz fason! İyi yapıyoruz diye gurur duyduğumuz şey bu fasonluk olgusunu sekteye uğratmadan onu sürdürüyor olmamız. Bunun temel göstergesi olarak yıllık cari açık figürlerine bakın!

Bu fason daireden bizi çekip çıkaracak olan şey “bilgi” üretmektir. Burada kastedilen şey veri, enformasyon ya da malumat değil; taş üstüne taş koyacak “bilgi” üretmek! Türkiye olarak bilgi üretme araçları kültürümüze ne kadar nüfuz etmiş durumda? Üniversitelerde üretilen bilimsel bilgilerin gündelik hayata, teknolojiye, sanayiye uygulanmasında ne kadar başarılıyız? Teknolojiyi üretmek için gereksinim duyulan hammade, fason ekonominin çarklarını çevirmek için gereksinim duyduğumuz hammade ve enerjiye oranla o kadar ucuz ki. Oysa biz bu enerji kaynaklarını birer tehdit olarak görüyor ve onları gördüğümüz her yerde fiziksel ya da ruhsal olarak imha etmeye çalışıyoruz.

Yarın televizyonda dayak yiyen üniversite öğrencilerini gördüğünüzde ellerinizin arasından kayıp giden geleceğimiz için de ağlayın!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1249) - Ooof Off Line Köşesi - 25 02 2011

OYUN DEYİP GEÇMEMELİ

Bilgisayar oyunları dünya pazarı 50 milyar dolara ulaşmış durumda. Birkaç yıl sonra hacmi müzik piyasasını üçe katlayacak. Sadece sekiz milyar dolar sanal alet edavata harcanıyor. Bilgisayar oyunlarını/oyuncularını yönlendiren yedi kural aslında eğitimden iş dünyasına kadar bireyin oyun dışındaki yaşam alanlarına da uyarlanabilir nitelikte.

Bilgisayar oyunları gerek hacim gerek içerik gerekse de birey üzerinde yarattığı etkiler açısından tahmin sınırlarını çoktan geçmişe benziyor. 1990’da on milyar dolar olan dünya oyun pazarı 2000’de 20 milyar, 2010’da ise 50 milyar dolara ulaşmış durumda. 2014’te bunun 84 milyar dolar olması bekleniyor. Aynı yıl dünya müzik piyasasının beklenen büyüklüğüne bakalım: 28 milyar dolar! Yani bilgisayar oyunları birkaç yıl için müzik piyasasını üçe katlamış olacak!

Internetin hızla yayılması, internet erişimlerinin gerek hız gerekse de cihaz çeşitliliği açısından artararak mobil erişimi patlatması oyun dünyasını da dramatik olarak etkilemiş durumda. Yukarıdaki rakamlar sadece oyun fiyatlarıyla ilgili değil. Örneğin yılda sekiz milyar dolar sadece sanal alet edevata gidiyor. Yani bilgisayardan çıkarıp odasının bir kenarına koyamayacağı aparatlar, hediyelik eşyalar, giysiler vb için insanlar yılda sekiz milyar dolar harcıyor!

Bilgisayar oyunlarıyla ilgili gazeteci yazarlık yapan Tom Chatfield’e göre kişiyi bir oyuna bağlamak için iki temel şey lazım. Birincisi istemek ikincisi de hoşlanmak. Kişi o oyunu oynamayı istiyorsa ve oynamaktan hoşlanıyorsa o oyuna bağlanıyor! Bu istemek-sevmek-bağlanmak sürecinde kullanılan en temel harç malzemeleri puan kazanmak, ödüller almak.

Chatfield, bilgisayar oyunları üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda yedi önemli noktayı tespit etmiş. Bunlar sadece bilgisayar oyunlarına değil, oyun dışı dünyalara da (örneğin politika, eğitim, iş dünyası vb) uyarlanabilir görünüyor.

Bu yedi önemli noktanın başında kişiye deneyimi konusunda ilerleme kaydettiğini gösterebilmek geliyor. Öte yandan tek bir hedefe odaklanmak yerine birden çok hedefi aynı anda gerçekleştirmeye çalışmanın yukarıda belirtilen istemek-sevmek-bağlanmak sürecini güçlendirdiğini iddia ediyor.

Bu husus, örneğin, iş dünyasına da kolayca uyarlanabilir. Günümüzün aynı anda pek çok şey yapma becerisi gelişmiş bireyleri için herhangi bir anda sadece tek bir şeyi yapmalarını beklemek yerine birden çok şeyi yapmalarını sağlamak yapılan şeye bağlı kalmak açısından önemli bir taktik olacaktır (tabii ki bu aynı büyüklükte birden çok iş yaptırmak olarak yorumlanmamalı; elli tane telefon görüşmesi yaptırmak yerine, yirmi telefon görüşmesi, on davetiye gönderimi, üç toplantı organizasyonu yaptırmak gibi değerlendirilmeli).

Bir diğer husus çabayı ödüllendirmek. Bilgisayar oyunlarında sıkça görünen bir özellik olarak ödüllendirmenin illa ki her oyun seviyesi (level) tamamlandıktan sonra gelme zorunluluğunun olmaması. Seviye içinde her aşamada da küçük küçük hediyeler (puan) kazanılmakta bu da kişinin oyuna bağlı kalmasını sağlamakta. Buna paralel olarak hızlı, sürekli ve açık geribildirimin de etkisinin önemli olduğu tespit edilmiş. Çevre kirliliği ya da global ısınma konusunda anlatılan, “elli sene sonra dünya böyle olacak” geribildirimi, örneğin, çok az kişinin ilgisini çekiyor. Neden? Elli seneye kim öle kim kala diye düşünülüyor olduğundan belki de.

Oyunların içinde belirsizliğin dozunun da olması, dikkat çekmenin bellek ve güven tazeleme özelliklerinin olması, oyun skorlarının diğer insanlarla kıyaslanabilir şekilde tutulması Chatfield’in diğer tespitleri. Baudrillard’a göre simülasyonun simülasyonu olan sanal dünyanın temel dinamolarından olan bilgisayar oyunları etkilerini bir üst seviyeye çıkararak bireyi gündelik hayatında da etkileyecek hale geliyor. Özellikle bu oyunlarla yetişen nesiller büyüyüp de birer yetişkin olarak toplumda yerlerini almaya başladıkça.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1248) - Ooof Off Line Köşesi - 18 02 2011

MISIR DENEYİMİ ve AÇIK TOPLUM

Odaklanılması gereken sorun internetin ya da sanal dünyanın kontrol altına alınması değildir. Daha ziyade sorunun temelinde dünya kültürünün “açık toplum” olgusunu idrak etmesiyle ilgilidir.

İnsan hiçbir şeyin televizyondan göründüğü gibi olmadığı realitesini en kolay bir futbol maçını stadyumdan seyrettiğinde anlıyor. Tunus’ta başlayan halk isyanı geçtiğimiz haftalarda Mısır’a sıçradı ve iki hafta boyunca yoğun bir şekilde yaşandı. Daha önce birinci Körfez Krizi ile deneyimlediğimiz “yerinden canlı” izleme imkanını bu kez El-Cezire TV sağladı. Neredeyse 24 saat Tahrir Meydanı’ndan canlı yayın yapıldı.

Mısır’da olayların başlamasıyla birlikte internet ve cep telefonu ağları da devlet marifetiyle ülke genelinde kapatıldı. Özellikle internet erişiminin kapatılması sadece organize olan insanların birbiri ile iletişimini koparmadı aynı zamanda Mısır’da neler olduğunu sosyal medya siteleri aracılığıyla tüm dünyaya ulaştırma imkanı da kısıtlanmış oldu.

Tüm dünyada Mısır’ı yakından takip edenler derhal karşı atağa geçti. Uluslararası veri hat numaraları tahsis edildi. Facebook ve Twitter’dan veri akışının devam etmesi için mücadele edildi.

Tıpkı web 1.0’ın tek yönlü dünyasıyla web 2.0’ın etkileşimli dünyası arasındaki fark gibi devletlerin ve hükümetlerin de internete ve sanal dünyaya karşı bakışında da farklılıklar olduğunu tespit etmek zor değil.

Henüz birinci kademede olan karşıt görüş, örneği yukarıda olduğu üzere, internete erişimi toptan kapatarak sorunu çözebileceğine inanıyor. Bu tutum belki önemli ölçüde başarılı oluyor ama yine de (giderek) yüzde yüz sonuç verdiğini söylemek mümkün değil. Örneğin bilgi Mısır topraklarından dışarıya sızmasını bildi.

İkinci kademedeki bakış açısında ise karşıt görüş, interneti kendi söylemi için de bulunmaz bir araç olarak görmeyi keşfetmiştir. Örneğin Facebook ya da Twitter’daki isyancıları tespit et, kimliklerini belirle, sonra da bu kişileri tutukla! Mısır’da bunların da yapıldığı raporlanmış durumda.

Yeniliklere karşı ayak direten yönetimlerin, “tedbir almak” söz konusu olduğundan ışık hızında ilerlemekten geri kalmadığının bir başka güzel örneği! Bu tür yaklaşımlar sadece Mısır gibi gelişmekte olan ülkelerle sınırlı değil. Örneklerini dünyanın her yerinde tespit etmek mümkün.

Yakın zamana dek internet denildiğinde en popüler konulardan birisi konuşma özgürlüğü idi ancak son birkaç yıldır “internet nasıl kontrol altına alınabilir” konusu daha ilgi çeker hale gelmekte. Bu sadece devletler ya da hükümetler düzeyinde stratejik bağlamda irdelenmiyor. Doğal olarak bilinçli bir ebeveyn için de geçerli bir konu. Onlar için de sorun çocuklarını zararlı içerikten ne şekilde koruyabilecekleri mesela.

Tabii sorunu yanlış tanımlarsak çözümü de Nasreddin Hoca’nın kaybettiği anahtarını daha aydınlık diye sokakta araması gibi, farklı yerlerde arayacağız ve hatalı sonuçlar üreteceğiz. Odaklanılması gereken sorun internetin ya da sanal dünyanın kontrol altına alınması değildir. Daha ziyade sorunun temelinde dünya kültürünün “açık toplum” olgusunu idrak etmesiyle ilgilidir. Eğer dünya açık bir toplum olabilirse dijital kültürün de beraberinde getirdiği bu tortular birer sorun olmaktan çıkacaktır.

Toplumsal sorunlar, mühendislik çözümlerle giderilebilir olsaydı sanırım sosyal bilimlere de gerek kalmazdı. Internetin, hazır olsun olmasın, her topluma nüfuz etmesi, toplumun acı tatlı onu deneyimlererek tecrübe kazanması, belki de açık topluma ulaşma metodunun ta kendisidir!
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1247) - Ooof Off Line Köşesi - 11 02 2011