sansür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sansür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Aralık 31, 2010

SANAL SANSÜRÜN BOYUTLARI

Dijital dünyaya, internete sansür deyince aklımıza hemen ülkemizdeki talihsiz ya da haksız uygulamalar geliyor. Bu veri verimsiz bir tartışma döngüsünün başlamasına neden oluyor. Oysa benzer durum her yerde var. Tek fark yasaklarla mücadele metodunda olsa gerek.

Finans medyası bir kaç yıldır rating kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerinin gerçekleri yansıtmadığını dile getirmekte. Türkiye’nin ülke notu, (makro) ekonomisi birkaç yıldır Türkiye’den çok daha kötü durumda olan ülkelerden (hala) daha düşük düzeyde tutuluyor. Bu önemli çünkü pek çok global yatırımcı, yatırım kararı verirken bu notları dikkate alıyor.

Birkaç yıldır yayınlanan uluslararası değerlendirmelerde Türkiye’yi sanal dünyaya, internete yoğun sansür uygulayan ülkeler listesinde görüyoruz. Youtube’a erişimi yıllarca talihsiz bir süreç ve değerlendirme sonucunda engel olmuş, halen de youtube olmasa da binlerce siteye ihtiyaten erişim engeli getirmiş Türkiye’yi başka türlü değerlendirmek mümkün olabilir mi? Doğrusu bu sorunun cevabını verirken başka ülkelerdeki durumun ne olduğu konusunda ne kadar detay bilgiye sahibiz, onu da değerlendirmek gerekiyor.

Örneğin Wikileaks bir turnusol kağıdı gibi haftalardır tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Paulo Coelho’nun geçtiğimiz günlerde Twitter’da yayınladığı bir mesaj konuyu net olarak özetliyordu: “Kötü bir haber geldiğinde, önce onu getiren haberci öldürülür!”. Dünya haberciyi öldürmeye çalışsın, perde arkasındaki durum ne; bir kaç örnekle inceleyelim.

Örneğin Wikileaks’in batıdaki ülkelere erişmek üzere telekomünikasyon hizmeti aldığı Amazon.com firması, acilen hizmeti kesti; Wikileaks başka ülkeler üzerinden hizmet vermek zorunda kaldı.

Internet üzerinden mikro ödeme hizmeti veren PayPal firması, ABD’den gelen baskılar sonucunda Wikileaks’in bilinen tek gelir kaynağı olan bağış sürecindeki aktif hizmetini durdurdu. O yetmezmiş gibi kredi kartı firmaları da Wikileaks ile ilgili işlemleri otomatik olarak iptal etmeye başladı. Yani kredi kartı kullanarak da Wikileaks’e bağışta bulunmanın önüne geçilmiş oldu. (Wikiperverlerin bunun üzerine kredi kartı şirketlerinin web sitelerine sanal korsan saldırılarda bulunduğu ve birinin sitesinin birkaç saatliğine kapanmak zorunda kaldığı biliniyor).

Kanada’da yaşayan bir arkadaşım, medyanın Wikileaks’i yok saydığını belirtirken, Columbia Üniversitesi’nde görevli bir Amerikalı, kendisine gelen bir epostanın spam sayılarak silindiğini ve epostanın Wikileaks ile ilgili olduğunu yazdı ortak bir yazışma listesinde. ABD’de pek çok devlet kurumunun, Wikileaks erişimlerine sınırlama getirdiği, Wikileaks’e erişimin suç sayıldığını duyurduğu haberleri her yerde.

Konu sadece Wikileaks ile sınırlı da değil. Yine üyesi olduğum bir başka yazışma listesine gelen bir eposta başka konularda da ABD’de ilginç sansür uygulamalarının olduğunu gösteriyor. Epostayı gönderen yazar, bir gün Amazon.com’dan bazı kitaplarının e-kitap olarak satışıyla ilgili kendisiyle yapılmış olan anlaşmanın iptal edildiğini bildiren bir mesaj aldığını belirtiyor. Sebep olarak anlaşmanın bir maddesine işaret ediliyor. O maddede Amazon.com’un dilediği zaman uygun görmediği taktirde kitabı yayından kaldırabileceği şeklinde bir açıklama var. Dahası araştırınca benzer durumda olan başka yazarların da olduğu ortaya çıkıyor. Ortak nokta; kitaplarda erotik içerik olması; ama bu kesinlikle belirtilmiyor.

İşin ilginci bu kitapları almış olanlar, Amazon.com’un e-kitap okuma cihazı olan Kindle’larından dijital kütüphanelerini incelediklerinde bu kitapların oradan da silinmiş olduğunu görüyorlar. Hem de herhangi bir para iadesi olmadan.

Ülkemizde de kitap yasaklamaları her devirde oldu; ama sıkıyönetim zamanları dahil hiçbirinde yasaklanan bir kitabın satılmış nüshaları, evlerden tek tek toplanarak imha edilmedi. Madem çuvaldızı kendimize batırmada bu kadar kararlıyız, başkalarının da “iğnelik” olduğunu unutmayalım bari.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1240) - Ooof Off Line Köşesi - 24 12 2010

Pazartesi, Haziran 29, 2009

NİDA İÇİN AĞIT!


Dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Bunu yapabileceğini sananlar ancak kafalarını kuma sokmuş olurlar.


“Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)

1989’da Çin’de Tiananmen Meydanı’nda yapılan gösteriler dünyaya çekilen faks mesajlarıyla duyurulmuştu. Yirmi yıl sonra faks cihazları yavaş yavaş tarihe karışırken yerini teknolojinin son harikası internet aldı. İran’da son yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan tablo dünyaya internet üzerinden iletiliyor.

İranlı protestocular Twitter üzerinden anlık haberleşme ve organizasyon mesajları gönderiyor. Facebook üzerinden organize oluyorlar. Çekilen fotoğraflar Flickr sitesinde videolar ise Youtube’da yayınlanıyor (hani şu birimiz dışında diğerlerimizin erişimine yasak olan web sitesi).

Özellikle Twitter üzerinden yapılan haberleşme o denli kritik bir hal aldı ki ABD Dışişleri Bakanlığı bir kaç gün önce firmadan Twitter’ı bakım için birkaç saatliğine hizmet dışı bırakma işlemini Tahran saatine göre gece yarısından sonraya gelecek şekilde organize etmesini talep etti.

Siyaset dünyası konvansiyonel dünyadan öğrenmiş oldukları deneyimi son hızla uygulanırken (örneğin yabancı medya mensubu kişiler İran’a ancak bir haftalık vize ile girebiliyor ve vizeleri sona erdiğinden ülkeden çıkmaya zorlanıyor) dijital dünyaya karşı aciz kalıyorlar.

Aslında şu gerçeği çok iyi biliyorlar; dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Dijital dünyaya sansür uygulamak demek başını kuma sokmak anlamına gelir. Neden mi? Bakın ülkemizdeki youtube yasağına. Başbakanımız bile bu tür yasakların aslında kolaylıkla delinebildiğini kendisi beyan etti: “Ben girebiliyorum siz de girin” diye açıklama yaptı. Gerçekten de bugün çok basit bir işlemle her ne kadar fiziksel olarak Türkiye sınırları içinde bulunsanız da dijital anlamda başka bir toprak parçası üzerinden youtube’a erişiyormuş gibi yapabilir; youtube’a erişirsiniz.

Bu tıpkı herhangi bir ülkeye gitme yasağına rağmen o ülkeye gidebilme imkanına benzer. Türkiye’den çıkarken o yasaklı ülkeye değil de başka bir ülkeye gidersiniz. Böylece kapıda sizi kontrol eden görevliler sizin geçmenize izin verir. Sonra gittiğiniz o ülkeden yasaklanmış olan diğer ülkeye geçersiniz. İşiniz bitince de geri dönersiniz. Bugün de youtube’a direkt http://www.youtube.com/ adresi yazarak gidemeyen internet kullanıcıları başka bir tampon web sitesine gider, oradan http://www.youtube.com/ adresini yazarak siteye ulaşırlar.

Denilecektir ki yasalardaki tanımlar gereği bu tür yasakları koymak ne yazık ki mümkün. Pek de öyle olmadığı geçtiğimiz günlerde çıkan bir haberle doğrulandı. Mart ayında yapılan yerel seçimler öncesinde birileri Facebook sitesinde, CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayının terör örgütünün bir mensubu olduğunu ifade eden bir grup oluşturdu. Buna karşılık adayın avukatı dava açarak, ilgili yasa gereği o grubun ya da Facebook’un kapatılmasını talep etti. Mahkeme bu yönde karar aldı. Ancak Telekomunikasyon İletişim Başkanlığı mahkeme kararını ilgili yasaya göre uygulamayacağını beyan etti.

İlginç değil mi? Örneğin birisi Türkiye ile ilgisi dahi olmayan bir web sitesindeki bir habere okur görüşü beyan ediyor. Bu görüşte bir Türk vatandaşının kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle açılan dava sonucu tüm web sitesi topyekun kapatılıyor. Ancak bir başka örnekte değil siteyi topyekun kapatmak, ilgili grup bile kapatılamıyor.

Demek ki bazıları daha eşit! Şimdi denilecektir ki temelde “yasaklamanın kendisi yasaklanmalıdır”. Elbette. Ancak iş politika olduğunda mesajların yorumlanması ne yazık ki farklı olabiliyor. Örneğin bir medya kuruluşu bir kişi ya da kurum hakkında bir haber yapıyor. O kişi ya da kurum haberi yalanmazsa bu durum bile kamuoyunun dikkatine sunularak şöyle dolaylı bir mesajın zihinlerde oluşması sağlanıyor: Yalanlamadı; demek ki doğru!

Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Doğru olduğu ispat edilene dek yalandır! Farkında değiliz ama yargısız infazı hergün hepimiz birbirimize karşı yapıyoruz. Bunu medyadan öğrendik. Belki Roger Waters gibi duyarlı bir başka sanatçı çıkar da onun 1989’da Çin’de öldürülen “sarı gül” için yaktığı ağıt gibi bir ağıtı da İran’da öldürülen Nida için yakar.

(*) Roger Waters, “Watching TV” (Amused to Death albümünden)


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 26 06 2009