Cuma, Kasım 10, 2006

INTERNETTELER


Bugün, şu saatte bakın internette neler yapılabilir? Siz de katkıda bulunun bu listeye.


Zaman zaman gazetede çıkan bir haber ya da televizyonda izlenen bir film ya da magazin programında göze çarpan bir detay bizi internette bugün, şu anda nelerin yapılabilir olduğu konusunda şaşırtmaya devam ediyor.

Şaşkınlığı azaltmak için, ara sıra, internette nelerin yapılabilir hale geldiğini listelemekte fayda görüyorum. İşte 2006 yılının sonuna doğru dünyada insanların, evlerinde ya da ofislerinde karşısında oturdukları bilgisayarın başından kalkmadan yapabildikleri şeyler:

Herhangi bir kişiye e-posta gönderebilmek
Herhangi bir kişi ile telefon görüşmesi yapabilmek
Herhangi bir kişi ile görüntülü/sesli görüşme yapabilmek
Kitap sipariş edebilmek
Uçak bileti satın alabilmek
Uçak bileti alınmış uçak yolculuğu için check-in yapabilmek
Uçak bileti alınmış uçak yolculuğu için boarding-pass biletlerini bastırabilmek
Bankacılık işlemleri yapabilmek (para göndermek, ödeme yapmak)
Bir ülkeye girebilmek için vize alabilmek
Pasarport başvurusunda bulunmak
Vatandaşlık numarasını, vergi numarasını öğrenmek
Süpermarket alışverişi yapabilmek
Bir ulaşım aracının hareket saatlerini öğrenmek (uçak, tren, otobüs, vapur)
Bir ulaşım aracının yolculuğunu bitirip bitirmediğini öğrenmek
Havaalanlarındaki gelen/giden uçak bilgilerini inceleyebilmek
Evdeki tamirat için usta arayabilmek
Eve yiyecek siparişi verebilmek
Yerli ya da yabancı bir dergiye abone olabilmek
Video ya da müzik CD’si satın alabilmek
Ünlü bir kişinin (sanatçı, devlet adamı vb) günlük ajandasını öğrenebilmek
Sineme, tiyatro, TV kanallarının yayın akışını öğrenebilmek
Gazete/dergi köşe yazarlarına, yazıları hakkında yorum gönderebilmek
Gazete/dergi haberleri hakkında yorum yapabilmek, anket cevaplamak
Bir devlet dairesinin adresini, çalışma saatlerini öğrenebilmek
Bir devlet dairesine herhangi bir talepte bulunmak
İş aramak, işçi aramak
Konaklama rezervasyonu yapabilmek
Dünya üzerinde herhangi bir adresten diğeri gitmek için yol tarifi almak
Bir cadde üzerinde kapı kapı hangi binaların olduğu gözlemek
Şehirdeki ana caddelerin trafik durumunu canlı olarak gözlemek
Bir mekanın içini canlı olarak izleyebilmek
Bir belediye meclisinin toplantı tarihlerini öğrenmek
Bir ülke meclisinin toplantı tutanaklarına erişebilmek, arama yapabilmek
Bir kütüphanede arama yapabilmek
Bir kitapta arama yapabilmek
Bir müzeyi gezebilmek
Bir kamu ya da özel kuruluşun yönetim kadrosunda kimler olduğunu öğrenmek
Telefon numarası, adres sorgulamak
Düşüncelerini özgürce ifade edebilmek
Paylaşabilmek

Bu liste daha da uzatılabilir. Siz de bu listeye girecek bilgilere sahipseniz lütfen benimle paylaşın. Teorik ifadelerle değil de pratik örneklerle öğrenmeye daha yatkın olan kültürümüzü dikkate alarak, internetin “ne menem” bir şey olduğunu belletmenin pratik bir yolu olabilir bu liste.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 10 11 2006

MAHİR’İN İKİNCİ ŞANSI


Yani Mahir’de aslında çok ciddi bir potansiyel var. Reyting potansiyeli. İçeriğine bakmadan.


Geçtiğimiz günlerde Wired Dergisi’ni karıştırırken, Türkiye’nin ilk (ve tek) global internet ünlüsü Mahir ile ilgili bir haber gözüme ilişti. Daha sonra Türkiye’deki kimi gazetelerin de konuyu yakın takibe aldığını fark ettim.

Görünen o ki fi tarihinde Mahir’i ünlü yapan özelliklerin benzerini kullanan İngiltere’den bir şahıs şimdilerde benzer bir şekilde popüler olmuş durumda. Ortalığı (güya) kasıp kavuruyor. Wired Dergisi de eposta aracılığıyla bizim Mahir ile röportaj yapmış. Mahir de bir yandan Borat denen şahsın yaptıklarının kendisine ait bir imajı kullanmak olduğundan yakınıp, bunun mahkemeye yansıyacak bir durum olduğunu söylüyor diğer yandan da yapmayı arzu ettiği şeyler hakkında ipuçları verip, birinin elinden tutmasını bekliyor.

Mahir’in, Borat ile olan durumunun değerlendirmesi bir yana, burada asıl ilgimi çeken nokta, 1999 gibi Internet’in ilk zamanlarına tekabül eden bir dönemde, internetten yayın yapan bir magazinin tesadüfen bulduğu, bir makalesinde bahsettiği ve bu nedenle de bir anda dijital kültürde bomba etkisi yapan bir ögenin Türkiye’den çıkmasından Türkiye’nin neden tam manasıyla istifade edemediği.

Şöyle bir zihinlerimizi zorlayalım: Mahir’i ABD’ye götürdüler, onun adına partiler verdiler. Sonra ne oldu? Mahir ortaya çıktığı gibi yok oldu gitti. Oysa web sitesi hala duruyor ve yukarıdaki Borat tiplemesi gibi birisi kalkıp da (tıpkı Mahir gibi) kırık dökük bir İngilizce ile bir şeyler yapmaya çalıştığında dijital dünyanın aklına hemen bizim Mahir geliyor.

Yani Mahir’de aslında çok ciddi bir potansiyel var. Reyting potansiyeli. İçeriğine bakmadan. Reyting konusundaki uzmanlar iyi bileceklerdir; bir şey içeriğine bakmadan reyting potansiyeli sahipse, ondan istifade etmemek için ortada hiçbir neden yoktur.

Mahir’in şanssızlığı belki de önemli bir gösterge bizim için. Ülke olarak internetle aramızdaki dialogun seviyesini tespit etmede. Internet’e 1999’a göre bugün çok daha fazla kişi erişebiliyor ülkemizde. Ancak yine de internetin gelişimi örneğin cep telefonlarının gelişimi oranında değil. Hal böyle olunca, global internet piyasasında güçlü bir reyting potansiyeline sahip Mahir’in Türkiye lokalinde bir başarı elde etmesi o gün olduğu gibi bugün de pek olası görünmüyor.

O nedenle de öykü burada bitiyor.

Oysa bitmemeli. Mahir, diyelim ki, Türkiye’de güçlü bir reyting potansiyeline sahip olsaydı getirisi ne olurdu? Peki Mahir, global dijital kültürde sahip olduğu reyting açısından bakıldığında ne getirir? Bence Türkiye’de getireceğinden çok daha fazlasını. Hem de en büyük engellerden birisi olan dil konusunu dert etmeden. Çünkü zaten Mahir’in ünlü olmasının bir nedeni de İngilizcesinin kırık dökük olması. Kimse ondan süper bir İngilizce beklemeyecek.

O halde geriye bir tek neden kalıyor: O da vizyon eksikliği. Bir yanda Türkiye marka üretemiyor diye yakınıyoruz diğer yanda ise kapımıza dek gelen fırsatları birer fırsat olarak algılayabilme seviyesinde bile değiliz. Halimiz buyken elimizde yüz tane marka potansiyeli olsa ne fark edecek ki?

Peki bugün, aradan yedi yıl geçtikten sonra, durumumuz nedir? Mahir’in Wired dergisine verdiği cevaplara baktım. Global anlamda bir çıkış yaratacak şekilde elinden tutacak birisini aradığını kelime aralarına güzelce sıkıştırmış. 1999 yılında diyelim ki ülkemizde bu alanda yeterince vizyon sahibi kişi, kuruluş yoktu. Peki bugün durum nedir? 2006 yılındayız, Mahir’in önüne ikinci bir şans geldi. Mahir yine bunu değerlendirmek için elinden tutacak vizyon sahibi birisini arıyor. Reyting potansiyeli hala cebinde. Hatta onun imajını kullanan bir uyanık, daha şimdiden ciddi başarılar elde etmiş; şov dünyasında.

Bugün Mahir’in elinden tutacak birisi çıkacak mı? Yoksa Mahir yine dar görüşlülüğe yenik mi düşecek?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 03 11 2006

"CEHALET GÜÇTÜR"


Cehalet en büyük huzur, güç ve özgürlük kaynağı değil de nedir?

CBT’de Gönülden Bilime köşesini yazan Ahmet İnam hoca (ki kendisini CBT’den önce ta ODTÜ’deki Yaratı/Yaratım arasındaki farkı irdeleyen konferanslarından (1989), Feyerabend’in Yönteme Hayır kitabını çevirince, “hocam bir de İmre Lakatos çevirmelisiniz” ukalalığımdan, felsefe master mülakat sınavında, bilgisayar mühendisliğinden mezun olduğumu öğrenince, sıkılgan bir tavırla yapay zeka ile ilgili sorularından bilirim) 13 Ekim 2006 tarihli CBT’deki köşesinde bilgi ile yaşam ve özgürlük kavramlarını irdelemiş.

Özellikle çağımızı “devinen bilgi çağı” olarak yorumlaması, “bilgi çağı” ya da “bilgi toplumu” olgusunun en yalın izahıdır. Öncelikle bilgi olgusunu, veri – enformasyon – bilgi diye üç aşamalı ele almak gerekir ki, devinen bilgi kavramını (yukarıdaki üçlemede bilgi aşamasına tekabül eder) “enformasyon çağı” ya da okullardaki ezberci “veri çağı” çıkmazlarını aşabilelim.

Onu tek başına bildiğinizde size bir şey katmayacak bilgi kırıntısına veri diyebiliriz. Bir bilgi parçasının veri olup olmadığını teyit etmenin en kolay yolu şu : Onunla karşılaştığınızda “eee?” diye soruyorsanız, o sizin için veridir.

Türkiye’nin başkenti Ankara’dır dediğim zaman, bu Türkler için veri düzeyinde bir bilgi olgusudur. Ama şu an Türkiye ile ilgili ödev yapan Kuzey Finlandiya köylerinden birinde yaşayan bir Finli çocuk için, Türkiye’nin başkentinin Ankara olduğunu öğrenmek “enformasyon” hatta “bilgi” düzeyinde bir bilgi olgusu parçası olabilir.

Bir başka deyişle aynı bilgi olgusu birisi için “bilgi” iken bir başkası için “veri” ya da “enformasyon” olabilir.

Meteorolojik uyduların ürettiği bulutların durumu, hava basıncı ile ilgili ölçümler vb gibi tüm meteorolojik bilgiler, “Havayı Koklayan Adam” için veridir. Bundan yola çıkarak üretilen yarın hava yağışlı olacak tümcesi bizim için enformasyondur. Bu enformasyonu kullanarak, “yarın çıkarken şemsiye alayım” gibi bir hükme varmak, fikre sahip olmak ve bunu icra etmek, bilginin devinmesidir.

Eğer onca meteorolojik veri ve enformasyondan kendinize bir şey çıkarmıyorsanız, bilgi toplumunu ıskalıyorsunuz demektir. (Romatizmalarına güvenmek bile özde bilgi toplumsal bir olgu).

Bilgiden istifade etmek bize kalmış. Onu para kazanmak için de bilimsel ya da sanatsal bir çıktı üretmek için de kullanabiliriz. Tüm bu yaratımların nedeni ne peki? Kendimizi daha özgür hissetmek için mi? Yoksa kendimizi daha mutlu hissetmek için mi?

Sanki ikisi de eşit uzaklıkta. İçimden mutluluk demek geliyor ama özgürlüğü sınırlayabilecek mentalite ya da mekanizma aynı şekilde mutluluğu da sınırlayabilme gücüne sahip.
Neden? Çünkü toplumu yönlendirme sürecinde etkin olan bu tür mekanizlamaların temelinde “insanları daha az özgür kılma” ya da “insanları daha az mutlu etme” gibi bir amaç yok bence!

Bu mekanizmalar artı değer yaratmak üzere icat edilmişler. Bugün bilgi çağının yaşıyorsak, daha fazla artı değer yaratabilelim diye. İstifade edilecek artı değer. Bize bir katıyorsa, mekanizmanın içindeki diğer üst katmanlara on, yüz, bin katacak artı değer.

Bugünün devinen bilgi çağı, “puslu mantık” (fuzzy logic) dünyasından bildiğimiz “garip çekiciler” (strange attractors) rolünü üstlenmiş noktaların (biz buna aracılar diyelim) imtiyazlarını ellerinden alınıp, herkese dağıtmaktan başka bir şey yapmıyor.

Eskiden üç kişinin bildiği bir şeyi şimdi herkes biliyor. Eskiden o üç kişiden birinin gerçekleştireceği bir sonucu şimdi herkesin gerçekleştirme potansiyeli var. Daha çok olasılık daha çok olumlu sonuç alma imkanı.

Bu açıdan bakınca içinde bulunduğumuz çağa “kuantum çağı” bile diyebiliriz. Şair’in dediği gibi “seni sevebilme olasılığının”, “seni sevmekten” daha itibarlı olduğu bir çağ.

Ben yine de acaba bilinci hiç açılmamış ve “ne bilmediğini bilmeme” özelliğini yitirmemiş saflık için sormadan edemiyorum : Cehalet bu açıdan baktığımızda en büyük huzur, güç ve özgürlük kaynağı değil de nedir?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 27 10 2006

MYSPACE – YOUTUBE – SIRADAKİ?


Dijital kültürün işte böyle liberal bir özelliği var - kimsenin gem vuramadığı. Her an her saniye birisi parlak bir fikrini hayata geçirebilir.


90lı yılların sonu, 2000li yılların başında yaşanan internet çılgınlığından sonra ortalık süt liman olmuştu; artık daha elle tutulur, ayakları yere basan projelerin ürünleştiğini ve ticari başarı kazandığını izlemeye başlamıştık.

Ancak son bir yıl içinde iki önemli satış gözleri yeniden bu çılgın dünyaya çevirdi. Bunlardan ilki medya devi R. Murdock’un sahibi olduğu News Corp.’un Myspace.com isimli web sitesini 2005 yazında 580 milyon dolara almasıyla gerçekleşmişti.

Myspace.com sitesi isminin de biraz çağrıştırdığı gibi içi pek de dolu olmayan, kişilerin birbiri ile tanışıp, sosyalleşmesi için kurulmuş bir web sitesiydi. Myspace.com türü örnekler, internetten önceki dijital kültürde de bölgesel olarak yer alıyordu ancak Myspace.com bu imkanı global boyuta taşımıştı.

Myspace.com’dan sonra şimdi de ikinci bomba patladı. Üyelerin kendi çektikleri ya da bir yerlerden kayıt ettikleri video klipleri sörfçülerle paylaştıkları Youtube.com sitesi, Ekim ayı içinde Google tarafından 1 milyar 600 milyon dolara satın alındı.

Youtube’un içi biraz daha dolu. Ancak temelde bu sitede de bireylerin sosyalleşmesine, birbiri ile etkileşim kurmasına imkan sağlayan bir öz var. Myspace.com’da bunu kişisel özellikler vb sağlıyorken Youtube.com’da doğrudan video klipleri bu aracı rolünü oynuyor.

Youtube.com’un “başarısı” uzmanlar tarafından da incelenmekte, tartışılmakta. Sonuçta bu firma da artık duymaya alıştığımız bir hikayeye sahip. Yine iki kafadar; yine bir şey yapmak isteyip de internette bunu bulamamaları; yine garaja kapanıp ortaya parlak bir fikirle çıkmaları.

Youtube.com’u kuranlar aslında üç kişiymiş ama birisi daha sonra, “ileride bu firmayı milyonlarca dolara satarsak, teknoloji dergilerine üç kişi çıkmamız yakışık almaz” diye düşünmüş olacak ki, sonradan ortaklıktan ayrılmış; firmaya danışman olmuş. Kalan iki kafadarın bu satıştan ceplerine (en azından kağıt üzerinde) giren para ise yarımşar milyar dolar.

19 ay önce bu arkadaşların internette arayıp da bulamadıkları ve garaja kapanmalarına neden olan şey neymiş dersiniz? Dijital kameralarıyla çekip de arkadaşlarıyla paylaşmak istedikleri video klibi paylaşacak bir ortam bulamamış olmaları.

Doğal olarak tartışılmakta olan şey, 19 ay önce dünyaya gelmiş bir tekno-bebeğe 1.6 milyar dolar vermenin ne kadar mantıklı olduğu. Bir yandan da Google’un rakibi olan kimi firmaların tepe yöneticileri, Google’ı akılsızlıkla, gereğinden fazla para vermekle suçluyorlar.

Kimin haklı olduğunu zaman içinde göreceğiz.

Bu iki örnekten yola çıkarak, yakın gelecekle ilgili tahminde bulunmak gerekirse, acaba bizi neler bekliyor?

Internet çılgınlığı geri mi dönüyor? Bu iki satış, garaja kapanma potansiyeli olan ikilileri yeniden motive edecek mi? Karşımıza yepyeni, kimsenin düşünmediği, ya da pek çoğumuza “tüh bunu nasıl akıl edemedim” dedirtecek şeyler çıkacak mı?

Dijital kültürün işte böyle liberal bir özelliği var - kimsenin gem vuramadığı. Her an her saniye birisi parlak bir fikrini hayata geçirebilir. Darbenin nereden geleceği, hangi hızda geleceği hiç belli olmaz.

Peki neden bütün bu devrimsel çıkışlar Amerika’da ya da Avrupa ülkelerinde oluyor? Neden örneğin Türkiye gibi ülkelerden de böyle “birkaç tahtası eksik” ikililer çıkamıyor? Yoksa bunun nedeni evlerimizde müstakil garajların olmaması mı?

Diğer ticari alanları bilemem, ancak iş teknolojiye, internet dünyasına geldiğinde burada herkes hizaya girmiş eşit durmakta. 1,6 milyar dolara birbuçuk yıl önce açtıkları siteyi satan iki kişinin o zaman önlerindeki imkan ve engeller ne idiyse başka ülkelerdeki kişilerin önlerindeki imkan ya da imkansızlıklar da aynıydı.

O halde geriye “altyapı yetersizliği” bahanesi dışındaki diğer (gerçek) sebepler kalıyor. Örneğin vizyon sahibi olmamak gibi, yaşama bir tutkuyla bağlı olmamak gibi, bireylerin hayatta ne istediğini bilebilmelerini sağlayacak şekilde yetiştirilememiş olmaları gibi.

Ama bunların teknolojiyle, internetle ne ilgisi var? Doğrusu ben de bir anlam veremiyorum!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 20 10 2006