Salı, Eylül 27, 2005

BİLGİYİ INTERNETE SAKLAMAK


Google oyun alanını genişletiyor. Internet veri okyanusunda boğulmadan bir şeyler üretebilmek için pek çoğumuzun can simidi olan Google, internette arama imkanının yanısıra değişik konularda da hizmetler vermeye başladı.

Bunlardan bir tanesi de Google Earth. Bilgisayarınıza yükleyeceğiniz bir program sayesinde Google Earth size dünyayı sunuyor. Örneğin Çin Seddi’ni mi görmek istiyorsunuz yoksa New York’taki Time Square (meydanı) mi? Eyfel Külesine, Kızıl Meydana, Anıtkabir’e ne dersiniz?

Ya da kendi evinizi de arayabilirsiniz.

Tüm bu mekanlar 150 metre yüksekliğe kadar yakınlaşan bir uydu görüntüsüyle karşınıza geliyor. Evinizin önündeki arabanızı, karşı sokaktaki ağaçları, birkaç yüz metre ilerideki otobüs durağını en ince detayına kadar görebilirsiniz.

Google Earth’ün sunduğu bu görüntüler canlı değil. Daha ziyade zamanında uydudan alınmış görüntüler bunlar. Bir iki yıllık. Ancak özel durumlar için son dakika görüntüleri de var. Mesela Katrina Tayfunu’ndan sonra New Orleans’ın durumu da birkaç günlük uydu görüntüleri ile bilgisayar ekranına getirilebiliyor.

Bu tür imkanlar elbette ki farklı bir tartışmayı da gündeme getiriyor. Bir yandan kimi ülkelerde yakın zamana dek sokaklarda fotoğraf bile çekmek yasakken bugün evinizin keyifli ortamından dünyadaki ülkeleri karış karış inceleyebilirsiniz.

OLGUN BİLGİNİN HAMLAŞTIRILMASI

Bir başka deyişle dün ulaşılması çok zor olan bir bilgi bugün veri düzeyinde, dönülüp de yüzüne bakılmaz seviyede orada duruyor. Dün, Google Earth’ün sunduğu bilgilerin binde birini elde etmek için canını feda eden insanlar vardı; bugün ise eldeki bu verilere gereksinimi bile olmayan binlerce insan var.

Açık toplum olgusu, şeffaflaşma, bu açıdan bakıldığında, bilgiyi düzenli olarak eskitiyor; onu hamlaştırıyor; verileştiriyor. Dün kendi başına çok önemli bir yere sahip olan bir bilgi bugün kendi başına bir anlam ifade etmez hale geliyor; getiriliyor.

Googlê Earth yazılımının sunduğu hizmet de bunun son örneklerinden. Bu ne anlama geliyor? Özellikle Türkiye gibi bilgi çağını yakalama konusunda ön saflarda yer edinememiş bir ülke için, bilginin sürekli değersizleşmesinin ifadet ettiği anlamı iyi değerlendirmek gerek.

Bilginin verileşmesi, hamlaşması ilk bakışta sadece o bilgi ile yapacak bir şey olmadığına işaret ediyor olabilir. Ancak daha da önemlisi, bilgi üretim mekanizmasının o alanda daha da ilerlemiş olduğunun, kendi başına bir anlam ifade eden daha ileri düzeyde bilgilere sahip olmuş olduğunun da bir göstergesidir.

Google Earth örneğine bakalım. Biz birkaç yıl önce çekilmiş uydu görüntülerine bakarken, bugün o uydulara sahip olan ülke ya da ülkeler demek ki şu an (her an) sizi de beni de izleyebilme imkanına sahip.

Verileştirilmiş, değerini yitirmiş olguların allanıp pullanıp satılması konusuna ilk defa bilgi çağı ile maruz kalmıyoruz. Yıllardır spordan siyasete pek çok alanda ülke olarak da kısmen de buna maruz kaldık (Yugoslavya’dan transfer edilen yaşlı futbolcuların devrini anımsayın; ya da ikinci dünya savaşı artıkları malzemelerin müttefik ülkelere yardım kapsamında hibe edilmesini).

Bilgi çağı olgusu sadece konuyu farklı bir alana (bilgi alanına) kaydırdı.

Öte yandan hangi bilgi ya da verinin kimin elinde olduğu ya da olması gerektiği konusu da altı çizilmesi gereken bir olgu. Özgürlük, eşitlik gibi kavramlar, herkesin herşeye sahip olabilmesi gerektiğini içeriyormuş gibi düşünülüyor ama pratikte bu hiç de doğru değil. Zaten olmaması da gerekir. Örneğin lise birinci sınıfa giden bir öğrenciye, lise üçüncü sınıfa giden bir öğrencinin müfredatındaki bilgiler verilmemekte. Bu bir özgürlük ihlali mi?

Daha ziyade bilginin ehil ellerde (zihinlerde) olması gerekliliğinin basit bir göstergesi. Internet biraz da her bilginin herkesin hakimiyetinde olmaması gerektiğini vurgulamada katalizör etki yapacak. Bilginin orada herkese açık olup olmadığı önemini yitiren bir nokta haline gelecek. Giderek dün saklı tutulan bilgi bugün herkesin gözü önünde olacak.

Bugün saklı bilgi bu şekilde herkesin gözleri önünde saklanacak.

http://earth.google.com

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (24 09 2005)

Pazartesi, Eylül 19, 2005

HACKER MI KORSAN MI?


Hiç şöyle bir haber gözünüze ilişti mi: “Evi soyan çilingir yakalandı”. Evin kapısını çeşitli metodlarla açarak içeri giren ve evde bulduğu değerli şeyleri çalan kişiye neden çilingir değil de hırsız diyoruz? Sonuçta hırsızın da yaptığı şey çilingirlik işi değil mi?

Bu sorunun cevabı basit. Çilingir ile hırsızın kapı konusunda yaptığı şey her ne kadar aynıysa da çilingirin onu yapma sebebi ve amacı ile hırsızınki aynı değildir. Çilingir kapıyı hırsızlık yapmak amacıyla açmaz; daha ziyade bir soruna çözüm amacıyla ve kapının sahibinin bilgisi, görevlendirmesi doğrultusunda o işi yapar.

Şimdi gelelim bunun internet muadiline. Internette hırsızlık yapanlara da “yanlış olarak” hacker denmekte. Aynen yukarıdaki örnekteki hırsıza çilingir demediğimiz gibi, burada da hırsızlık yapan kişiye hacker demek doğru değildir (hacker bilişim teknolojileri alanında ileri düzeyde bilgi, uzmanlık sahibi olan kişidir).

Her ne kadar internette hırsızlık ya da buna benzer olumsuz bir eylemde bulunan kişinin “kullandığı imkanlar” bir hacker’ın kullanabileceği teknik düzey seviyesinde imkanlar, bilgiler olsa da (hatta çoğu zaman o düzeyde bile olamasa da).

Korsan ya da hırsız gibi hem kültürümüz tarafından da benimsenmiş ve daha doğru bir imgeyi çağrıştıran kelimeler kullanmak varken neden inatla ve biraz da kopyacılıkla (başka ülkelerin pek çok medya kuruluşu da benzer yanlışlığı yapmakta) daha zor ve yanlış olan yolu seçiyor; bu kişilere (hem de İngilizce bir kelime olan) hacker diyoruz.

Nedeni basit? Medyanın bunları öğrendiği kaynaklar öyle diyor. Hem herkesin bilmediği türden bir kelime kullanarak, yapılan şeyin ve onu yapan kişinin normalden farklı bir şey yaptığı, farklı bir kişi olduğu imajı güçlendirilmiş oluyor. Malum daha bilişimi, interneti “olağan olgular” sınıfına almadık ya!..

Geçtiğimiz günlerde bu hacker yakıştırması yine manşetlere taşındı. Hem de bu kez “hacker”lık yapan kişi bir Türk’tü ve FBI’ın talebi doğrultusunda ele geçirildi.

Görerek öğrenen medya da gördüklerini kopyaladı. Hırsıza çilingir demiş oldu. Haberleri görerek, duyarak öğrenme bir metod olabilir ama kullanılacak kelimeleri, jargonu duyarak, görerek öğrenme modeli çok sağlıksız. Bilemiyorum başka ülkelerde de dördüncü güç olarak lanse edilen medya bu denli sağlıksız bir eğitim modeli sonucu deneyim kazanmış uzmanların çoğunlukta olduğu bir yapıya mı sahip?

Konunun başka bir boyutu daha var.

Geçtiğimiz aylarda devreye giren yeni ceza yasası eleştirilirken “hırsıza hırsız demek bile suç olacak” gibisinden yorumlar vardı. Yukarıdaki konuya örnek teşkil eden genci ele alalım. Bu kişi geçtiğimiz günlerde büyük bir internet yolsuzluğunun içinde olduğu gerekçesiyle göz altına alındı; kendisine hacker dendi, korsan dendi vb. Yarın bu kişinin suçsuzluğu ispatlanırsa, ya da iştirak etmiş olduğu suçun başta belirtilen düzeyde olmadığı ortaya çıkarsa, gazeteler ve diğer tüm medya geriye dönüp, ilk yakalandığında kaleme aldıkları tüm metinleri değiştirecek mi?

Elbette hayır!

Bu durum şimdiye dek pek sorun yaratmıyordu. Çünkü okuyan okumuş, dinleyen dinlemiş oluyordu ve medyanın arşivinde çürüyüp gidiyordu. Kişinin haksızlığa uğramış dahi olsa bundan sıyrılması nispeten daha kolaydı. Tekzip ise yeterince sağlıklı çalışan bir müessese değildi.

Oysa şimdi o arşivler tüm dünyaya açık halde. Internetten ilgili bir iki kelime ile arama yapıldığında o haber metni yıllarca daha insanların karşısına çıkmaya devam edecek. Diyelim ki bu kişi bir süre sonra bir iş başvurusu yapacak ve diyelim ki firma internetten kişi hakkında arama yapacak.

Buyrun ayıklayın pirincin taşını.

Kısacası neyin ne şekilde yapılacağını açıklayan yasaları çıkarmakla, o olguyu yaşamımızın bir parçası haline sağlıklı bir şekilde getirme sürecini gerçekleştirmiş olmuyoruz. Daha ziyade o sürecin başlamasını sağlamış oluyoruz o kadar. O olguyu idrak edip yaşamımıza entegre etmiş olmak için ise zamana gereksinimimiz var.


Bundan böyle bu sadece konu AB olunca gündeme gelecek bir kavram diye düşünüyorduysanız; bir kez daha düşünün!


Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (17 09 2005)

Pazartesi, Eylül 12, 2005

BİLGİ TOPLUMU OLACAĞIZ İNŞALLAH


Bu yazı aslında biraz kendi ayağıma kurşun sıkmak gibi olacak ama varsın öyle olsun. Türk Hava Yolları bir süredir bazı hizmetlerini elektronik ortama taşıyor. Şahsen bunlar içinde en çok kullandığım hizmetleri, internet üzerinden check-in işlemi yapmak.

Aynı gün ya da bir iki gün sonrasına bilet aldıysanız, bilet üzerindeki bir iki bilgiyi girerek, check-in ekranına erişip, internet üzerinden oturmak istediğiniz koltuğu seçebilirsiniz.

Internet üzerinden check-in yapmanın sağladığı bir diğer kolaylık da havaalanına gittiğinizde ayrı bir kontuardan işleminizi tamamlayabilmeniz. Böylece özellikle yoğun saatlerde uçacaksanız, kuyruk bekleme süreniz en aza inebilmekte.

Tabii ala turca yaklaşım modelimiz sürece burada da damgasını vurmuyor değil. Örneğin İstanbul Atatürk Havalimanı gibi yoğun trafiği olan havalimanlarında bu tür özel bir kontuar var. Hatta eğer o kontuarda kimse yoksa business class kontuarından işleminizi gerçekleştirebilirsiniz (ekonomi biletiniz olsa bile). Ancak örneğin Antalya Havalimanı’na gittiğinizde, böyle bir ayrıcalık olduğunu bilen kimse yok (başıma geldi).

Bu bir ayrıcalık değilse hiçbir yerde olmasın; ayrıcalıksa her yerde olsun. Örneğin konuyla ilgili yayınlanmış iç bilgilendirme notunu okumamış bir personelin yaratmış olabileceği bu tür bir memnuniyetsizlik ne yazık ki genele sıçrayabilir.

Her neyse burada THY’nin hizmet kalitesinden bahsetmek istemiyorum. Daha ziyade söz edeceğim şey son dönemde THY’nin bazı havalimanlarına yerleştirdiğini yeni bir cihaz. O da kendi kendine check-in yapma kiosku. Check-in kontuarlarının yanında duran ATM görünüşlü bir cihaz vasıtasıyla kendi kendinize check in yapabilir, boarding pass kartlarınızı alıp direkt uçağın kalkacağı kapıya gidebilirsiniz.

Her ne hikmetse en yoğun saatlerde bile bu cihazların başında kimse yok. Özellikle yoğun saatlerde bagajsız yolcuların check in yaptığı kontuarlarda bile uzun kuyruk varken bu cihazların kullanılmıyor olması bende yine doğal olarak bilgi toplumu olgusunu ne kadar algılamışız türünden sorularını uyandırıyor.

Biraz da cihaz benzerliğinden olsa gerek, ülkemizde ATM kullanımının başladığı yılları anımsıyorum. 80li yılların ikinci yarısı. Bugün ATM kullanan nüfusun büyük bir kısmı o yıllarda ve sonrasında 90lı yıllarda ATM’den uzak durdu. Öyle ki bankalar şubeden içeri girip para çekmek isteyen müşterilerini hemen kapının dibindeki ATM’ye yönlendirmeleri için şube personelini yoğun eğitimden geçirdiler. Sonuç : Sıfır.

Ta ki bankalar, firmalarla maaş ödeme anlaşmaları imzalayana dek. Bu tür anlaşma imzalayan firmalara, bankalar ATM kartı verdi ve maaşları da hesaba yattı. Maaşı bankaya yatan kişiler de ATM kartını kullanmaya mecbur kaldı. Çünkü parayı çekmek için ertesi gün şubenin açılmasını bile bekleyememe durumu pek çok kişi için geçerliydi.

Bir başka deyişle zorunluluk öğrenmeyi beraberinde getirdi. Buradan bir genelleme yapılabilir mi ya da yapılırsa ne kadar doğru olur bilmiyorum ama bilgi toplumuna geçme sürecinde elektronik imkanlardan istifade etme zorunlu bir hal almadıkça kimse tarafından dikkate alınacağa benzemiyor.

Hele bir de süreçleri daha iyi hale getirerek elektronikleştirmezsek. Mesela yukarıdaki THY örneğinde, internetten check in yapmanın havalimanında aynı işlemi yapmaya göre bir katma değeri var. O da oturacağınız koltuğu sizin seçiyor olmanız. Havalimanında ise ne çıkarsa bahtınıza. Yani sürecin elektronik halinde bir iyileştirme, cazibiyet merkezi olma durumu söz konusu.

Peki şu örneğe ne demeli? Her velinin başından geçen olay bu sene de bizim başımızdan geçti ve lise giriş sınav sonuçlarını bakanlığın web sitesinden öğrenmeye çalıştık. Yavaşlık vs olağan ama şu sonuç çok şaşırtıcı geldi bana. Gerekli bilgileri girip de sonucu ekranda görünce açıklama şöyle bir şeydi : 34400 numaralı okulu kazanmıştır.

Peki 34400 numaralı okul hangisidir? E kardeşim onu da lütfen kılavuzu aç bak. Peki kılavuz yanımda değil, siz lütfedip web sitenizde görünen bir yere koyamadınız mı? Çıt yok!

Bir saat internette özel okul kodlarını aradım ve özel bir dersanenin sitesinde, bakanlığın bir kaç saat önce yapmış olduğu yazılı açıklamanın taranarak siteye konmuş halini buldum. Bakanlığın kendi sitesinde yer almayan.
Bilgi toplumu olacağız da şunun ne demeye geldiğini bir bilsek önce; bakın nasıl oluruz en bilgilisinden…

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (10 09 2005)

Çarşamba, Eylül 07, 2005

ÖZGÜR INTERNET GERÇEK REYTİNG


Bir buçuk yıl ara ile iki FCC başkanının geniş bant internet erişimiyle ilgili açıkladıkları politika yaklaşımı devlet kurumlarının ABD gibi ülkelerde bile internete bakış açılarının ne kadar farklılık gösteriyor olması açısından oldukça önemli.

FCC, Federal Communications Comission (Federal Haberleşme Komisyonu), 1934’te ABD’de çıkmış bir yasa ile kurulmuş ve doğrudan ABD kongresine bağlı. Görevi de her türlü haberleşmeyi (tv, radyo, uydu, kablo, telsiz) regüle etmek, düzenlemek.

2004 Şubat ayında o zamanki başkan Michael Powell, geniş bant internet erişiminin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte dört temel özgürlüğün altını çiziyordu:

1. İçeriğe erişme özgürlüğü
2. Yazılım uygulamalarını kullanma özgürlüğü
3. Kişisel cihazları internete bağlayabilme özgürlüğü
4. Geniş bant hizmet türleri hakkında bilgi edinme özgürlüğü


Ağustos 2005’te ise başkan Kevin J. Martin liderliğindeki komite politika yaklaşımı olarak bu sınırsız görünen özgürlüğü şöyle sınırlamakta:

1. Tüketicilerin yasadışı olmadığı sürece dilediği internet içeriğine erişim hakkı vardır
2. Kanuni bir kısıt olmadığı sürece, tüketicilerin diledikleri yazılım uygulamalarını çalıştırma hakkı vardır
3. İletişim ağına zarar vermediği sürece tüketicilerin dilediği yasal cihazı internete bağlama hakkı vardır
4. Tüketicilerin altyapı sağlayıcıları, uygulama ve internet firmaları, içerik geliştiren firmaları arasında rekabete göre hizmet alma hakkı vardır


Ilk bakışta iki liste arasında pek bir fark yokmuş gibi görünüyor. Ancak tmeel olarak bir yanda hak sahibi olmak varken diğer yanda “tüketici” durumuna indirgenmişlik söz konusu. Bir yanda internete erişen bireyler, demokrasi müessesesinin hem varlık nedeni hem de riayet edeni olarak özgürlüklere sahipken, diğer yanda demokrasiyi kendi denetimi altına almışlığın ses tonu, bireyleri demokrasinin tüketicisi haline getirmekte.

MÜKEMMEL REYTİNG ÖLÇÜMÜ

Bu tartışmanın ülkemizle ve ülkemizdeki sınırlı internet kullanıcılarıyla ne ilgisi var diye düşünülebilir. Bu aslında geriden gelmeyi bir avantaj haline getirebilme ve önden gidenlerin deneyimlerinden ders alma arzusu.

ABD son birkaç yıldır ivmelenme gösteren geniş bant internet erişimi olgusuna nasıl yaklaşıyor? Ülkemizde de Telekom’un atağı ile ADSL altyapısı sayesinde geniş bant internet erişimi evlerimize de girmeye başladı. Daha önce kablo TV altyapısı vesilesiyle küçük orta boy işletmelerin kullandığı genişbant altyapısı artık bireysel kullanıcıların da vazgeçilmez tercihi haline geliyor.

Genişbant sayesinde internet evlerde çok daha kabul gören bir araç haline gelecek. Ekranın başında dakikalarca beklemek sona erdiğinde, bilgisayar ile televizyon arasındaki engeller teker teker ortadan kalktıkça, televizyon dünyasında da çok ciddi dönüşümler olacak.

En tipik örneği “reyting” konusudur. Bugün tüm ülkede televizyon izleme konusundaki istatistikler birkaç yüz tane haneye konmuş olan cihazlara göre tespit ediliyor. Yani çok küçük miktardaki bir örnek çok büyük bir çap için (tüm ülke) namzet teşkil ediyor.

Oysa yarın televizyon yayınlarını izlediğimiz cihaz, bilgisayar düzeyinde “zekaya” sahip olduğundan, yayını izleyen tüm cihazlar o sırada ne izlenmekte olduğu bilgisini yetkili bir merkeze gönderebilir. Böylece birkaç yüz kişi ile değil, tüm ülkenin tamamına yakınından alınacak reel verilere dikkate alınarak reyting ölçümleri yapılabilir hale gelir.

Tabii iliklerimize dek işlemiş olan güvensizlik duygusu burada da (özellikle çıkacak sonuçları beğenmeyenler için) devreye girecek ve “hackerların araya girip verileri değiştirmediği ne malum” yaygarasını koparacaklardır.

Internete erişebiliyor olmak başlı başına bir yenilikken, modem ile bağlanmak yerine hızlı hatlar üzerinden ucuza internete erişmek, konuya yepyeni bir boyut getirmekte.

O nedenle son on yılı interneti ıskalamış olarak geçirenlere müjde! ADSL, kablo tv gibi hızlı internet erişim altyapısı sayesinde aradaki farkı kapatabilir ve bilmemenin verdiği nedensiz (ama kendinizi bile rahatsız eden) eleştirel yaklaşımınızdan da kurtulabilirsiniz.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (03 09 2005)