twitter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
twitter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Mart 15, 2011

MISIR DENEYİMİ ve AÇIK TOPLUM

Odaklanılması gereken sorun internetin ya da sanal dünyanın kontrol altına alınması değildir. Daha ziyade sorunun temelinde dünya kültürünün “açık toplum” olgusunu idrak etmesiyle ilgilidir.

İnsan hiçbir şeyin televizyondan göründüğü gibi olmadığı realitesini en kolay bir futbol maçını stadyumdan seyrettiğinde anlıyor. Tunus’ta başlayan halk isyanı geçtiğimiz haftalarda Mısır’a sıçradı ve iki hafta boyunca yoğun bir şekilde yaşandı. Daha önce birinci Körfez Krizi ile deneyimlediğimiz “yerinden canlı” izleme imkanını bu kez El-Cezire TV sağladı. Neredeyse 24 saat Tahrir Meydanı’ndan canlı yayın yapıldı.

Mısır’da olayların başlamasıyla birlikte internet ve cep telefonu ağları da devlet marifetiyle ülke genelinde kapatıldı. Özellikle internet erişiminin kapatılması sadece organize olan insanların birbiri ile iletişimini koparmadı aynı zamanda Mısır’da neler olduğunu sosyal medya siteleri aracılığıyla tüm dünyaya ulaştırma imkanı da kısıtlanmış oldu.

Tüm dünyada Mısır’ı yakından takip edenler derhal karşı atağa geçti. Uluslararası veri hat numaraları tahsis edildi. Facebook ve Twitter’dan veri akışının devam etmesi için mücadele edildi.

Tıpkı web 1.0’ın tek yönlü dünyasıyla web 2.0’ın etkileşimli dünyası arasındaki fark gibi devletlerin ve hükümetlerin de internete ve sanal dünyaya karşı bakışında da farklılıklar olduğunu tespit etmek zor değil.

Henüz birinci kademede olan karşıt görüş, örneği yukarıda olduğu üzere, internete erişimi toptan kapatarak sorunu çözebileceğine inanıyor. Bu tutum belki önemli ölçüde başarılı oluyor ama yine de (giderek) yüzde yüz sonuç verdiğini söylemek mümkün değil. Örneğin bilgi Mısır topraklarından dışarıya sızmasını bildi.

İkinci kademedeki bakış açısında ise karşıt görüş, interneti kendi söylemi için de bulunmaz bir araç olarak görmeyi keşfetmiştir. Örneğin Facebook ya da Twitter’daki isyancıları tespit et, kimliklerini belirle, sonra da bu kişileri tutukla! Mısır’da bunların da yapıldığı raporlanmış durumda.

Yeniliklere karşı ayak direten yönetimlerin, “tedbir almak” söz konusu olduğundan ışık hızında ilerlemekten geri kalmadığının bir başka güzel örneği! Bu tür yaklaşımlar sadece Mısır gibi gelişmekte olan ülkelerle sınırlı değil. Örneklerini dünyanın her yerinde tespit etmek mümkün.

Yakın zamana dek internet denildiğinde en popüler konulardan birisi konuşma özgürlüğü idi ancak son birkaç yıldır “internet nasıl kontrol altına alınabilir” konusu daha ilgi çeker hale gelmekte. Bu sadece devletler ya da hükümetler düzeyinde stratejik bağlamda irdelenmiyor. Doğal olarak bilinçli bir ebeveyn için de geçerli bir konu. Onlar için de sorun çocuklarını zararlı içerikten ne şekilde koruyabilecekleri mesela.

Tabii sorunu yanlış tanımlarsak çözümü de Nasreddin Hoca’nın kaybettiği anahtarını daha aydınlık diye sokakta araması gibi, farklı yerlerde arayacağız ve hatalı sonuçlar üreteceğiz. Odaklanılması gereken sorun internetin ya da sanal dünyanın kontrol altına alınması değildir. Daha ziyade sorunun temelinde dünya kültürünün “açık toplum” olgusunu idrak etmesiyle ilgilidir. Eğer dünya açık bir toplum olabilirse dijital kültürün de beraberinde getirdiği bu tortular birer sorun olmaktan çıkacaktır.

Toplumsal sorunlar, mühendislik çözümlerle giderilebilir olsaydı sanırım sosyal bilimlere de gerek kalmazdı. Internetin, hazır olsun olmasın, her topluma nüfuz etmesi, toplumun acı tatlı onu deneyimlererek tecrübe kazanması, belki de açık topluma ulaşma metodunun ta kendisidir!
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1247) - Ooof Off Line Köşesi - 11 02 2011

Salı, Ocak 18, 2011

TWITTER RACONU

Twitter kullanırken de uyulması gereken kurallar var. Twitter Mahallesi’nin baskısı olarak değil; Twitter Semti’nin raconu olarak algılanırsa yararlı olabilecek kurallar!

“Avukatımın twitter'deki tüm mesajları resen takip edeceğinin ve hakaret edenlere ceza ve tazminat davası açacağının bilinmesini isterim”. Bu bir twitter mesajı. Geçtiğimiz günlerde Twitter’da hesap açan ve vatandaşlarla iletişim içinde olmak isteyen ünlü bir belediye başkanının gönderdiği.

İşin ilginci bunun göndermiş olduğu henüz sekizinci mesaj oluşu. Daha sekizinci mesajda nefret söylemine karşı böyle bir uyarıda bulunmak zorunda kalmış. Bundan önce göndermiş olduğu yedi mesaja bakıldığında üç tanesinin yine saygısızlığa karşı (daha yumuşak bir üslupta) uyarı niteliğinde olduğu görülebilir.

Buna benzer örnekleri Twitter’da her geçen gün daha sık görmeye başladık. Tolerans ya da empati yok! Karşımızdakini anlamak adeta yasaklanmış! İşin ilginci kimin kimi takip edeceği sanki bireylerin kendisi tarafından değil de Twitter tarafından otomatik olarak belirleniyor da “Kaderim bu; madem çekiyorum o halde nefretimi içimde tutmayayım” ruh haliyle bu tür mesajlar oradan oraya gönderilip duruyor.

Twitter ortamını da kirletmek ya da bozkıra çevirmek yerine onu olumlu bir iletişim ortamı haline getirmek mümkün. Bunun için uyulması gereken, pek de zor olmayan, kurallar var. Bunlardan bazılarını aşağıda derledim. Sadece bunlara bile uyulsa yeter:

Derdinizi tek mesajda anlatın. Twitter’in özünde olan şey 140 karakterlik bir mesajda derdinizi anlatmaktır. Eğer bir mesaj derdinizi anlatmak için yeterli değilse, o derdi anlatacak yer Twitter değil demektir. Onun yerine bir blog açın. Mesajınızı bloga yazın. Twitter’dan o blogun link adresini yayınlayın.

Nefret söyleminden kaçının. Takip ettiğiniz kişiye hakaret mesajları göndereceğinize onu takip etmekten vazgeçin (“unfollow”). Yayınladığınız mesaja hakaret içeren cevaplar geliyorsa onu gönderen kişileri bloke edin. Ne nefret söylemi dialogunu sürdürün, ne de gereksiz yere sinirlenin. Tabii bundan beslenen bir yapınız yoksa!

Gerçek kimliğinizi kullanın. Twitter’da açtığınız hesap, gerçek adınızı ve kimliğinizi yansıtsın. Ne başkası adına sahte hesap açın, ne de kendi adınızı gizleyip rumuz kullanın. Ayrıca sizi yansıtacak bir profil resmi kullanın. Twitter’ın standard resmini değiştirin.

Mesaj yönlendirme (RT) imkanını hassasiyetle kullanın. Ne size gelen her mesajı RT ile sizi takip edenlere gönderin; ne de hiçbirini göndermemezlik edin. Hoşunuza gittiği, faydalı olduğuna inandığınız sürece gelen mesajları takipçilerinize yönlendirebilirsiniz. Nefret söylemi ile RT birleştiğinde Twitter’daki sığlaşma kat kat artarak yayılıyor.

Mesajlarınız değer katsın. Kendi yazıp göndereceğiniz mesajlar da sizi takip edenlere bir değer katmalı. Özellikle Twitter’ı yeni kullananlar o an yaşamakta oldukları her detayı mesajla göndermeyi değer katan bir unsur olarak görüyor. Twitter’a yeni iseniz en azından bu sendromdan çabuk kurtulmaya bakın. Çünkü değer katmıyor!

Mesaj içeriğiniz net olsun. Özellikle link imkanı sayesinde Twitter mesajlarının içeriği kalitesizleşebiliyor. Örneğin “Bugün önemli birisi ile görüştüm” deyip görüşmenin içeriğiyle ilgili bir link yayınlamak yerine, “Bugün Cumhurbaşkanımızla görüştüm” deyip ilgili linki yayınlamak daha sağlıklıdır.

Bu kuralları kimse icat etmedi; empoze de edemez. Sadece Twitter kullanıcılarının deneyimlerinden damıtılmış önemli değerlendirmeler bunlar. Konu “mahalle baskısı” olarak yorumlandığında ters bir şeymiş gibi geliyor; oysa “racon” olarak yorumlandığında kimse rahatsız olmuyor. O halde bunları da Twitter mahallesinin baskısı olarak değil, Twitter semtinin raconu olarak değerlendirmek gerekir.




Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1243) - Ooof Off Line Köşesi - 14 01 2011

Cuma, Aralık 31, 2010

2011’DEN BEŞ TEMEL DİLEK

Türkiye bugüne dek dijital kültürden kendine düşen pay olarak “eğlence”yi seçmiş görünüyor. Dün bilgisayarların evlere girmesi, oyun oynamak içindi. Bugün de internetin evlere girmesini benzer amaçlar sağlıyor. Bunu değiştirmek ve bilinçli birer dijital vatandaş olmak ise tahmin edilenden çok daha kolay!

Yeni bir yıla giriyoruz. Teknolojinin yayılma hızı sürat kaybetmeden devam ediyor. Altı çizilmesi gereken şey teknolojik yenilikler olmamalı (çünkü bu tür yenilikler her devirde vardı; var olmaya da devam edecek). Daha ziyade iki farklı hususa dikkat çekmeli: Teknolojik yeniliklerin ulaştığı kitlelerin büyüklüğü ve ulaşma hızı!

Her ülke, kültür ya da birey bu dönüşümden kendine düşeni alıyor. Kendine düşen payın boyutlarını ve içeriğini ise (genel kanının aksine) kendisi belirliyor.

Türkiye bugüne dek dijital kültürden kendine düşen pay olarak “eğlence”yi seçmiş görünüyor. Dün bilgisayarların evlere girmesi, oyun oynamak içindi. Bugün de internetin evlere girmesini benzer amaçlar sağlıyor.

Neden? Çünkü bilgi iletişim teknolojilerini kullanarak neler yapabileceğimiz konusunda araştırmacı bir kimliğe sahip değiliz. Neden? Çünkü eğitim sürecinden geçerken “araştırmacı” olmaması için öğrencilere her türlü “kolaylığı” sağlıyoruz. Yaş iken eğilen ağaçların ilerleyen yaşlarında “düzelmesi” kolay olmuyor.

O halde 2011’den neler bekleyebiliriz? Öyle bulutların üstünde dolaşmak yerine en temel konuların altını çizmenin yararlı olacağını düşünüyorum. 2011’de ülkemizdeki internet kullanıcıları arasında yaygın bir şekilde aşağıdaki şeyleri yapabiliyor hale gelmek muhteşem bir işi başarmak olacaktır :

E-Postayı, arkadaşlardan gelen fıkra ya da karikatürleri arkadaşlara yönlendirmek yerine gündelik yaşamımıza katkı sağlayacak amaçlar için kullanabilmek (ör. seçim bölgesindeki milletvekilleri ya da yerel yöneticiler ile iletişim kurup, bölgesel sorunları dile getirmek)

Dijital medyayı daha yakından takip etmek! Kalitesiz içeriği eleştiren, kaliteli içeriği taktir eden, yazar ile direkt iletişim kuran, web sitelerindeki okur yorumları kısmına aktif katılan ancak “nefret söylemini” terk eden bilinçli medya okuru olabilmek.

• İlgi alanlarına, hobilere, yerel konulara duyarlılık gösteren ve bunlarla ilgili devamlı yazışma gruplarına üye olan, yoksa bu tür grupları kurmada başı çeken, bu gruplarda aktif katılımcı olan birer dijital vatandaş olmak.

Ebeveyn ya da öğretmen olarak evdeki çocuklarla ya da sınıftaki öğrencilerle, onların dijital diliyle iletişim kurabilecek kadar bilgisayar ve interner okur yazarı olmak; bu konudaki bilgi açığını kapatmak üzere eğitim almak; buna şahsen gereksinimimiz yoksa, en yakınımızda bu tür eksiği olan bir ebeveyn ya da öğretmen dostumuzun açığını kapatması için onu motive etmek.

Facebook, Twitter gibi sosyal ağların sadece birer eğlence ya da yozlaşma merkezi olmadığını görecek seviyede deneyimlemek; bu ortamların gündelik hayata ne tür olumlu katkılar sağladığını şahsen tecrübe etmek ve deneyimleri yakın çevre ile paylaşmak.

Bu beş temel madde birey olarak dijital okur yazarlığımızı artırdığı ölçüde toplumsal anlamda da “olumlu” bir dijital dönüşümü yaşamamızı mümkün kılacaktır. Dijital teknolojileri aktif ve olumlu anlamda kullandıkça “kötü” olanın bunlar değil, bunları kullanan niyeti kötü kişiler olduğunu daha iyi idrak edebileceğiz.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1241) - Ooof Off Line Köşesi - 31 12 2010

Çarşamba, Ağustos 11, 2010

(KISIR) TWITTER DÜNYAMIZ

Kişisel çabalarımızla Twitter imkanını da kısır çekişme ve polemiklere araç ediyoruz. Zeki Kayahan Coşkun’un kanser hastası bir öğretmenimiz için yırtınması, arabesk müzikten daha az değerli. Zaten Fazıl Say da müzikten anlayan biri değilmiş. O sırada dünyada ne mi oluyor? Kimin umurunda.


Polemik cenneti olan ülkemiz için Twitter bulunmaz bir nimet gibi. Çünkü her bir mesajın (tweet deniyor) en çok 140 harften oluştuğu twitter ortamı, bu sınırlamayla içeriğe önem vermeyen, bağırıp çağırmayı sevenler için tam da arzu ettikleri imkanı sağlıyor.

Yayınlanan tweet sayısının ne kadar hızlı artığını Twitturk sitesinden izleyebilirsiniz. Saniyede yazılan tweet sayısı 1 ile 3 arasında değişiyor. Bu yoğunlukta seyreden bir trafikte derinlik aranır mı? (İpucu: Hemen cevap vermeyin).

Twitturk sitesi popüler Türk twittercılarını da listelemekte. Bu yazı kaleme alındığında listenin ilk on sırası şu şekildeydi : Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gülben Ergen, Zeki Kayahan Coşkun (Alem FM DJ’lerinden, Matrax’ın sunucusu), Ahmet Hakan, Sertab Erener, Cüney Özdemir, Türkçe (haberler), Ayşe Özyılmazer, Alex de Souza (FB’li futbolcu), Erdil Yaşaroğlu (karikatürist).

Abdullah Gül’ün Twitter hesabı olması önemli. Hatta geçtiğimiz günlerde Zeki Kayahan Coşkun’un kanser hastası bir öğretmenle ilgili twitter üzerinden başlatmış olduğu kampanya kapsamında kendisine gönderilen mesajlara cevap vererek duyarlılık gösterdi. Yetkilileri harekete geçireceği mesajını verdi.

Twitter dünyamız genelde incir çekirdeğini doldurmayan tartışma ve polemiklerle devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde medyaya kadar yansıyan bir süreç yaşandı. Fazıl Say’ın arabesk müzik ile ilgili yorumları çeşitli kesimlerde farklı türden tepkilerin oluşmasına neden oldu.

Fazıl Say’ın görüşüne katılmayanlar, arabesk müzik türünü desteklemek yerine daha ziyade Fazıl Say’ın üslubu ve seçtiği kelimeleri eleştirdi. Hatta konu Say’ın müzikten anlamayan biri olduğunu ima eden açıklamalara kadar gitti.

İkinci raundda Cüneyt Özdemir ile Fazıl Say arasında bir gerginlik yaşandı. Bunu twitter’dan canlı olarak izledim. Yumuşak tonda başlayan tartışma önce atışma seviyesine ulaştı finalde ise Cüneyt Özdemir, Fazıl Say’ı twitter deyimi ile bloke etti. Yani ondan gelecek tüm mesajların kendisine ulaşmasını engelledi.

O arada bir kaç gün boyunca Fazıl Say, Twitter’in başka bir özelliğini kullandı ve kendisine gelen mesajlar içinde seçtiği pek çoğunu izleyicilerine yönlendirdi (re-tweet ya da RT) ve bir ayna vazifesi gördü. Bu mesajlar daha ziyade arabesk konusundan dolayı kendisini eleştiren, okkalı olmayan küfürler içeren mesajlardı (Say, okkalı küfür içerenleri göndermediğini özellikle belirtti).

Bu yaklaşımı da ilginç bir tartışma başlattı. Amacını ıskalayan pek çok izleyicisi Fazıl Say’ı susmaya davet ederek üstünde bir mahalle baskısı kurmaya kalktı. Sanırım mantık şu : Ya hoşlandığım mesajlar gönder ya da sus!

Tabii ben boşu boşuna şöyle düşündüm: Sen aldığın mesajlardan hoşlanmıyorsan, mesajı gönderen üstünde baskı oluşturmak yerine mesajı gönderen kişiyi izlemekten neden vazgeçmiyorsun?

Bu didişmenin en ilginç mesajlaşmalarından birisi ise Say’ın Yol ile Recep İvedik filmlerini kıyaslaması üstüne bir izleyicisinin Yol filminde bir atın öldürülmüş olduğunu diğerinde ise bir keçinin beslendiğini belirterek Say’a ters gitmesiydi. Say gibi ben de bu mesaj karşısında abondone oldum.

O sırada Alain de Button şöyle yazıyordu Twitter’da : “Yeni kuşakları daha bencil olduğu için suçlamak problemin kuşakla değil gençlikle ilgili olduğunu unutmaktır – zamanla tedavi edilen o problemin”.

Paulo Coelho ise yeni kitabının O Aleph adıyla Brezilya’da piyasaya çıktığını duyuruyor ve şöyle yazıyordu : “Ne yapıyorsak o oluruz!”

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1220) - Ooof Off Line Köşesi - 06 08 2010

Çarşamba, Şubat 24, 2010

SANAL İNTİHAR MAKİNESİ

Sosyal medya kavramı henüz daha “kara geçmeden” kendi kendini yok etme imkanını da kendi bünyesinden çıkarmış durumda. Bu denli güçlü bir özeleştiri sanırım web 2.0’ın postmodern bir evreye geçtiğinin de önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Geçtiğimiz günlerde gazetelere yansıyan bir habere göre facebook gibi sosyal medya ortamlarının kullanılma nedenlerinden birisi de boşanmak isteyen kişilerin eşleri aleyhinde kullanmak üzere delil toplamasıymış.

Hal böyle olunca aslında hiç de bu amaca hizmet etmek üzere yola çıkmamış olan bir web sitesinin popülaritesinin de artması şaşırtıcı gelmemeli. http://suicidemachine.org/ isimli bu web sitesi, kişinin facebook, myspace, linkedin, twitter gibi popüler sosyal medya sitelerindeki tüm içeriklerini silme imkanı sağlamakta.

Kişi bu ücretsiz hizmeti kullanarak bu web sitelerinde daha önce oluşturmuş olduğu tüm mesajlaşmaların, tüm yorumların, edinmiş olduğu tüm sanal arkadaşlarıyla olan bağlantılarının, bu sitelere yüklemiş olduğu tüm resimlerin, videoların sanal dünyadan bir daha geri gelmemek kaydıyla silinmesini sağlayabilmekte. Zaten o nedenle de sitenin adı “intihar makinesi”.

Aslında bu “makine”nin yaptığı işi kişi kendi başına da yapabilir. Ancak web sitesinin girişinde yer alan bir göstergeye göre, kendi başına on saatte yapılacak bir temizleme işlemi bu web sitesi sayesinde bir saate yakın bir sürede tamamlanabilmekte. Tabii eğer o sırada makineyi kullanan sanal intiharcıların sayısında bir yoğunluk söz konusu ise biraz beklemek bu süreye dahil değil.

Bu web sitesinden haberdar olduğumda aklıma ilk gelen soru, sanal kimliği komple temizlemek yerine belli bir tarih kriterine göre kısmi temizlik yapma imkanını sunup sunmadığıydı. Gördüğüm kadarıyla böyle bir durum söz konusu değil. Yani şu tarihten sonraki sanal yaşamımı temizle ama ondan önceki dönem (temiz olduğu için) kalsın diyemiyorsunuz. Belki web sitesi gelecek günlerde bu kriteri de dikkate alır.

Şu an görülen o ki site daha fazla web sitesini de bu intihar sürecine dahil etmek üzere çalışmalarını sürdürüyor. Şimdilik yukarıda da belirtildiği üzere sadece dört tane popüler web 2.0 sitesi için hizmet verebilmekteler. Yine de özellikle facebook ya da twitter’daki içerikleri silme imkanı pek çok birey için yeterince faydalı olacaktır.

Web 2.0 imkanlarıyla birlikte ortaya çıkan sosyal medya kavramı daha bir kaç sene geçmeden, iş adamları “Bu ortamları nasıl kara çeviririz?” sorusuna cevap bulamadan, kendi kendini yok etme imkanını da kendi bünyesinden çıkarmış durumda. Bu denli güçlü bir özeleştiri sanırım web 2.0’ın postmodern bir evreye geçtiğinin de önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Matematiğin getirdiği basitlik ve cazibe nedeniyle “Web 3.0 olacak mı? Olacaksa nasıl olacak? İçi neyle dolacak?” gibi sorulara henüz uygulamada bir cevap üretilememiş olsa da web 2.0 belki de kendi sonunun nasıl olacağını bu tür sanal intihar makineleri sayesinde kendisi belirlemiş durumda.

Yarın eğer dişe dokunur bir web 3.0 çıkar da web 2.0 ve onun getirdiği rüzgarla ortaya çıkan sosyal medya siteleri birer “hayalet şehir” haline gelmeye başlarsa, bireylerin kendilerini bu nahoş ortamın bir parçası olmaktan nasıl kurtaracakları daha bugünden ellerinin altında hazır beklemekte.

Belki de şimdiden “son tweet”inize ne yazacağınızı düşünmekte fayda var!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1196) - Ooof Off Line Köşesi - 19 02 2010

Pazartesi, Ekim 05, 2009

TWITTER DA ÜNLÜ OLDU; YASAKLANMASI YAKINDIR


Anlaşılan dünyada çok az ülke (örneğin Çin, Türkiye) internetin gerçek gücünü tespit etmiş durumda. Bu gücün getireceği yıkıcı sonuçlardan vatandaşlarını korumak için gece gündüz çalışıyor.


Renkli medyamız sağolsun Twitter’i da ünlü yaptı. Bazı köşe yazarlarının Twitter’dan “dedikodu” kıvamında yayın yapması sonucunda onlardan hazzetmediği anlaşılan başka bazı köşe yazarların “bu tür teknolojik araçları anlamsız amaçlarla kullanmayın kardeşim” türünden çıkışları sayesinde neymiş bu twitter diyenlerin sayısı bir anda geometrik olarak arttı.

Mikro blog olarak tanımlanabilecek twitter, cep telefonlarındaki SMS imkanını blog mantığı ile internete entegre etme fikri sonucunda ortaya çıkmış bir “sosyal ağ”. O nedenle twitter’a yazılan mesajlar (twit deniyor) 140 harften oluşabiliyor. Bu mesajları ister web sitesinden ister cep telefonundan izleyebilirsiniz.

Internet üzerindeki bloglar belli bir konuda daha uzun yazı, resim, video vb içeriklerini paylaşma imkanı sağlarken twitter dar bir imkanla (140 harflik metinler) çok daha anlık bir imkan sunuyor. Amaç daha ziyade bir kişi, olay ya da konuyu daha hızlı, daha yakından izlemek.

İzleme işi bu denli hızlanıp yakınlaşınca haliyle ortaya farklı bir dünya çıkabilir. Konular tam da kıvamına gelmeden izleyicilerinin gözleri önüne serilebilir. Bütünüyle bu aracı kullanma kabiliyetine ve amacına bağlı olarak.

Örneğin popüler bir sanatçı twitter üzerinden fanatikleriyle çok daha sıcak bir temas kurabilir. Günlük olarak, saatlik olarak yapmakta olduğu şeyleri basit birer SMS mesajı formatındaki twitlerle izleyici kitlesine ulaştırabilir.

Ya da çekilmekte olan bir filmin film setininin günlüğü benzer şekilde twitter’dan meraklılarına ulaştırılabilir. Keza izlenecek kadar popüler olmuş bir kişinin (örneğin bir ülkenin başbakanının) bir ziyareti sırasında (örneğin ABD’ye) başından geçen olaylar (örneğin hotel girişindeki itişip kakışma) twitter’dan saat saat, gün gün geniş bir kesime iletilebilir.

Tabii twitter sunduğu bu imkanlar sayesinde kısa zamanda yasaklayıcı zihniyetin radarına girerse kimse şaşırmasın. Devasa bir web sitesindeki bir makaleye dışarıdan yazılmış bir yorum nedeniyle kişilik haklarına saygısızlık yapıldığını tespit eden ve sonucunda o yorumu siteden sildirmek yerine tüm siteyi ihtiyaten erişime kapatma kararı veren bir adalet model bence twitter’i daha incelemeden direkt erişime kapatmalıdır. Çünkü illa ki bu sitede de birilerinin kişilik haklarına saldıran bir mesaj mutlaka vardır.

Aslında bu yaklaşım farklı teknolojik imkanlar için de uygulanabilir. Mesela cep telefonu altyapısından bir kişi bir başka kişiye kişilik haklarına saldırıcı bir SMS mesajı gönderdiğinde genellikle konu gönderici ile alıcı arasında çözülmeye çalışılıyor. İlgili telefon numaraları ve bu numaraların sahipleri bulunuyor ve bu kişiler hakkında yasal işlem yapılıyor.

Öte yandan internette uygulanan ihtiyati tedbir kararları cep telefonu dünyasında da uygulansa sadece bu türden tek bir örnek için tüm operatörlere ait SMS gönderme imkanı ihtiyaten kapatılabilir. Hatta eğer bu nahoş durum SMS mesajıyla değil de cep telefonundan sesli görüşme yapılarak gerçekleştirildiyse tüm şebekelerin tüm sesli görüşme imkanları da durdurulabilir.

Size içinde tehdit unsurları yer alan bir mektup mu gönderildi postayla, o halde ülkedeki tüm posta hizmeti durdurulmalıdır.

SMS, cep telefon görüşmeleri, posta hizmetleri söz konusu olduğunda bu tür yasaklamalar mantıksız gelirken iş internete gelince mi birden mantık ortaya çıkıyor? Anlaşılan dünyada çok az ülke (örneğin Çin, Türkiye) internetin gerçek gücünü tespit etmiş durumda. Bu gücün getireceği yıkıcı sonuçlardan vatandaşlarını korumak için gece gündüz çalışıyor. Diğer ülkeler ise twitter’dan birbirlerine dedikodu içeren mesajlar gönderip, dalgalarını geçiyor olsa gerek.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1176) - Ooof Off Line Köşesi - 02 10 2009

Pazartesi, Haziran 29, 2009

NİDA İÇİN AĞIT!


Dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Bunu yapabileceğini sananlar ancak kafalarını kuma sokmuş olurlar.


“Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)

1989’da Çin’de Tiananmen Meydanı’nda yapılan gösteriler dünyaya çekilen faks mesajlarıyla duyurulmuştu. Yirmi yıl sonra faks cihazları yavaş yavaş tarihe karışırken yerini teknolojinin son harikası internet aldı. İran’da son yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan tablo dünyaya internet üzerinden iletiliyor.

İranlı protestocular Twitter üzerinden anlık haberleşme ve organizasyon mesajları gönderiyor. Facebook üzerinden organize oluyorlar. Çekilen fotoğraflar Flickr sitesinde videolar ise Youtube’da yayınlanıyor (hani şu birimiz dışında diğerlerimizin erişimine yasak olan web sitesi).

Özellikle Twitter üzerinden yapılan haberleşme o denli kritik bir hal aldı ki ABD Dışişleri Bakanlığı bir kaç gün önce firmadan Twitter’ı bakım için birkaç saatliğine hizmet dışı bırakma işlemini Tahran saatine göre gece yarısından sonraya gelecek şekilde organize etmesini talep etti.

Siyaset dünyası konvansiyonel dünyadan öğrenmiş oldukları deneyimi son hızla uygulanırken (örneğin yabancı medya mensubu kişiler İran’a ancak bir haftalık vize ile girebiliyor ve vizeleri sona erdiğinden ülkeden çıkmaya zorlanıyor) dijital dünyaya karşı aciz kalıyorlar.

Aslında şu gerçeği çok iyi biliyorlar; dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Dijital dünyaya sansür uygulamak demek başını kuma sokmak anlamına gelir. Neden mi? Bakın ülkemizdeki youtube yasağına. Başbakanımız bile bu tür yasakların aslında kolaylıkla delinebildiğini kendisi beyan etti: “Ben girebiliyorum siz de girin” diye açıklama yaptı. Gerçekten de bugün çok basit bir işlemle her ne kadar fiziksel olarak Türkiye sınırları içinde bulunsanız da dijital anlamda başka bir toprak parçası üzerinden youtube’a erişiyormuş gibi yapabilir; youtube’a erişirsiniz.

Bu tıpkı herhangi bir ülkeye gitme yasağına rağmen o ülkeye gidebilme imkanına benzer. Türkiye’den çıkarken o yasaklı ülkeye değil de başka bir ülkeye gidersiniz. Böylece kapıda sizi kontrol eden görevliler sizin geçmenize izin verir. Sonra gittiğiniz o ülkeden yasaklanmış olan diğer ülkeye geçersiniz. İşiniz bitince de geri dönersiniz. Bugün de youtube’a direkt http://www.youtube.com/ adresi yazarak gidemeyen internet kullanıcıları başka bir tampon web sitesine gider, oradan http://www.youtube.com/ adresini yazarak siteye ulaşırlar.

Denilecektir ki yasalardaki tanımlar gereği bu tür yasakları koymak ne yazık ki mümkün. Pek de öyle olmadığı geçtiğimiz günlerde çıkan bir haberle doğrulandı. Mart ayında yapılan yerel seçimler öncesinde birileri Facebook sitesinde, CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayının terör örgütünün bir mensubu olduğunu ifade eden bir grup oluşturdu. Buna karşılık adayın avukatı dava açarak, ilgili yasa gereği o grubun ya da Facebook’un kapatılmasını talep etti. Mahkeme bu yönde karar aldı. Ancak Telekomunikasyon İletişim Başkanlığı mahkeme kararını ilgili yasaya göre uygulamayacağını beyan etti.

İlginç değil mi? Örneğin birisi Türkiye ile ilgisi dahi olmayan bir web sitesindeki bir habere okur görüşü beyan ediyor. Bu görüşte bir Türk vatandaşının kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle açılan dava sonucu tüm web sitesi topyekun kapatılıyor. Ancak bir başka örnekte değil siteyi topyekun kapatmak, ilgili grup bile kapatılamıyor.

Demek ki bazıları daha eşit! Şimdi denilecektir ki temelde “yasaklamanın kendisi yasaklanmalıdır”. Elbette. Ancak iş politika olduğunda mesajların yorumlanması ne yazık ki farklı olabiliyor. Örneğin bir medya kuruluşu bir kişi ya da kurum hakkında bir haber yapıyor. O kişi ya da kurum haberi yalanmazsa bu durum bile kamuoyunun dikkatine sunularak şöyle dolaylı bir mesajın zihinlerde oluşması sağlanıyor: Yalanlamadı; demek ki doğru!

Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Doğru olduğu ispat edilene dek yalandır! Farkında değiliz ama yargısız infazı hergün hepimiz birbirimize karşı yapıyoruz. Bunu medyadan öğrendik. Belki Roger Waters gibi duyarlı bir başka sanatçı çıkar da onun 1989’da Çin’de öldürülen “sarı gül” için yaktığı ağıt gibi bir ağıtı da İran’da öldürülen Nida için yakar.

(*) Roger Waters, “Watching TV” (Amused to Death albümünden)


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 26 06 2009

Pazartesi, Haziran 08, 2009

TWITTER KRİTERLERİ


Twittercıların öncülüğünü yaptıkları bu yol belki de okuma alışkanlığı olmayanları kitaplarla buluşturmakla kalmayacak, bunun yanısıra belki de eline kalem almamış olanları da yazmaya yöneltecek.


Twitter kriterleri Borges’i tahtından indirebilecek mi? Hayatının son yıllarını kör olarak geçirmiş olan Arjantin’in büyük yazarı Borges, biraz da bundan olacak, giderek öykülerini kısaltmıştı. Öyle ki Dostoyevski romanları bile Borges açısından “bakıldığında” bir kaç sayfalık öykülere indirgenebilirdi.

Bugün benzer bir kriteri Twitter empoze ediyor. Twitter mikro-blog denilebilecek bir imkan. Twitter’da oluşturulan metinlerin takipçilerine SMS yoluyla iletilmesi nedeniyle uzunluklarının 140 karakteri geçmemesi gerekiyor.

Twitter gibi bir imkanın ortaya çıkmasının temel motivasyonu aslında “Şu anda neredeyim?” ya da “Şu an da ne yapıyorum?” sorularının cevabını 140 harflik metinler halinde internet üzerinden yayınlama ve bunu merak edecek olanların da o kanala üye olarak o kişinin şu anda nerede olduğunu ya da ne yapıyor olduğunu internetten ya da cep telefonundan takip etme arzusu. İnsana gerçekten de “demek ki böyle bir arzu olabiliyormuş?” dedirtecek bir şey değil mi?

Twitter imkanı tabii ki sadece bununla sınırlı kalmak zorunda değil. Yazacağınız metin uzunluklarını 140 harfle sınırlamak kaydıyla dilediğiniz şeyi yazabilir, yayınlayabilirsiniz.

Son zamanlarda Twittercılar arasında yeni bir moda çıkmış dünyada. Belli başlı romanları tek bir Twitter mesajında özetleyebilmek. Örneğin D.H. Lawrence’in Leydi Chatterley’in Aşığı adlı roman “Üst sınıftan kadın hizmetkârla işi pişiriyor” şeklinde twitterize edilmiş. James Joyce’un çevirmesi de okuması da zor kitabı Ulysses ise basitçe şu tümcelere indirgenmiş: “Adam Dublin’de dolaşır. Her dakikasını tüm detaylarıyla takip ederiz”. Ya Jane Austen’in Aşk ve Gurur romanına ne demeli? “Kadın, Darcy adlı korkunç tavırlı adamla tanışır”. Godot’yu Beklerken Beckett bize aslında belki de şunu demek istiyormuş: “Vladimir ve Estragon ağacın yanında durmuş Godot’yu bekliyorlar. Durumlarında bir değişiklik yok.”

Belli ki bu birer ikişer tümcelik açıklamalar yüzlerce sayfalık bu kitapların yerini tam olarak tutamaz. Ancak twittercıların şöyle bir karşı tezi var. Bu yaklaşım kişileri bu kitapları okumaya motive edebilir. Düşünün ki üst sınıftan bir kadının hizmetkarla işi pişiriyor olması” yorumunu duyan pek çok kişi merak edip Leydi Chatterley’in Aşığı kitabını alıp okuyabilir (hatta filminin de çekilmiş olduğunu öğrenenler filmin peşine düşebilir).

Buna benzer bir durum dijital fotoğrafçılıkta da yaşandı. Elbette ki bu teknolojinin çıkması fotoğraf filmi üreticilerini yoketti ama aklında fotoğraf çekme fikri bile olmayan kişiler cep telefonlarında karşılaştıkları bu imkanları yavaş yavaş kullanmaya başlayarak fotoğraf çekmeye başladılar.

Hele bir de bunun üstüne çekilen fotoğrafların yıkatılması, bastırılması gibi uzun ve pahalı sürecin olmaması, fotoğrafların bilgisayara aktarılabilmesi, internet üzerinden paylaşılabilmesi bu alanda müthiş bir ivmelenme yarattı. Dijital fotoğrafçılığı patlattı. Cep telefonunun sunduğu kaliteyle yetinmeyenler dijital fotoğraf makinelerine yöneldi.

İşin sırrı nerede? İşin sırrı o sektörün uzağından yakınından geçmeyen “öteki” statüsündeki milyonlarca kişinin yepyeni bir imkan sayesinde o sektöre çekilebilmesinde. Genelde bir sektöre çok kısa bir süre içinde çok büyük bir talep ilgisini yaratmak mümkün değildir. O nedenle yıllık sektörel büyüme hedefleri kademeli artışı baz alarak yapılır. Bir önceki yıla göre yüzde şu kadar büyüyeceğiz vb diye.

Bu tür paradigma sıçramaları sayesindedir ki bu kademeli artış bir anda yok olur ve müthiş bir patlama ile sektör dramatik bir şekilde yukarı fırlar. Twittercıların öncülüğünü yaptıkları bu yol belki de okuma alışkanlığı olmayanları kitaplarla buluşturmakla kalmayacak, bunun yanısıra belki de eline kalem almamış olanları da yazmaya yöneltecek.

Değil bir roman bir öykü yazmak bile kolay bir şey değil. Ancak herkes bir tümce yazabilir. O yazdığı bir tümcenin içine hem duyguyu hem düşünceyi doldurabilir. Yeter ki böyle bir şeyin yapılabileceğini düşünebilsin. Twitter bu imkanı sunuyor.

Zaten “anlamsızlıktaki anlam” denilebilecek bu devrime uzun yıllardır Cem Yılmaz şovlarıyla mental olarak hazırlanmıyor muyuz?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 05 06 2009

Cuma, Kasım 28, 2008

BLOGOSFER ÖLDÜ MÜ?


Savaş sadece ekonomik ya da siyasal arenada cereyan etmiyor. Savaş toplumsal boyutta da son hızla devam etmekte. Dün “nolur yardım edin Mehmet Ali Bey” diye telefonun ucunda ağlayanlar bugün kendilerine verilen kömür yardımlarını alırken ya da oylarını bir altına satarken gururları hiç incinmiyor.


Daha ne olduğunu yeni öğrendiğimiz, kişilik haklarına saldırıdan dolayı ilk erişime kapatılma cezasını yeni almış olan blog dünyası ölüyor mu? Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir teknoloji dergisi dünyadaki bu eğilimden bahsediyordu.

Bir web sitesi oluşturacak imkanı, bilgisi, zamanı olmayanlar için müthiş bir açılım getiren blog dünyasının popülaritesi arttıkça bünyesinde de belirgin bir değişiklik gözlendi. Bugünün blog dünyasında en popüler blogların pek çoğu bloglardan profesyonelce istifade etmek isteyenlerden oluşmakta. Sesini duyurmak isteyen amatörler ise marijinal bir boyuta sürüklenmekte.

Ülkemizde bloglar global düzeyde gördüğü kadar ilgi göremediğinden, ulusal düzeyde herkes tarafından düzenli olarak izlenen bloglar filizlenemediğinden bu eğilim de gözümüzün önünden geçip giden trenlerden biri olarak yerini almak üzere.

Oysa bloglar yaygınlaşmaya başladığında dünyada bu trene atlayan ilk profesyoneller sokaktaki yaşamlarında düzenli yazı yazanlar idi. Yani gazete ya da dergi gibi periyodik yayınlarda boy gösteren köşe yazarları.

Önceki günün köşe yazarları bir anda blogcu, yazdıkları köşeler ise blog olmuştu. Bunu herkesin ne yaptığını merak ettiği kimi ünlü kişilerin blogları izledi. Bu popülaritenin artmasında blog altyapısına getirilen yeni teknik özelliklerin de önemli bir payı var. Önceleri sadece basit metin yazma imkanı sunan blog altyapıları giderek ses, görüntü gibi malzemelerin de metne entegre edilmesine imkan sağladı.

Blogosferin ölüp ölmemesi bir yana, dünya ile Türkiye’yi kıyasladığımda bu örnek vesilesiyle gözlediğim bir ortak özelliğin altını çizmek istiyorum. Günde ortalama bir kaç kez “balık hafızalı” bir toplum olduğumuzu çevremizden duyar olduk. Değil bir kaç yıl öncesindeki bir kaç ay ya da hafta öncesinde yaşanmış olayları bile hızla unutma konusunda üstün bir becerimiz olduğunun altı çizilmekte.

Gerçekten de öyle mi? Sorun gerçekten de bizim belleğimizde mi? Öyleyse o kadar unutturulmaya çalışıldığı halde Ata’mızı neden bir türlü unutamıyoruz? Sorun tabii ki bizim belleğimizde değil. Hatalı ya da yanlış olan biz değiliz.

Yanlışlık geçen her bir ana, her bir saate, güne yepyeni bir gündem maddesi oturtmak taktiğini izlemek zorunda bırakılan medya. Medyayı suçlamak yaygın bir şey ama dikkat edilirse medya da neye alet edildiğinin farkında değil. Çünkü hangi stratejinin masasında meze olduğunu bilmiyor; bilemez. Bilmeye kalksa yok edilir.

Yukarıda değinmeye çalıştığım ortak nokta işte burada devreye giriyor. Japonya’da, K.Amerika’da giderek Avrupa ve İskandinavya’da da izlemekte olduğumuz toplumsal kimi olguların fırtına hızında birer salgın olarak toplumun üstüne çökmesi ve aynı hızla yerini bir başka salgına bırakması döngüsü açısından baktığımızda ülkemizle bu ülkeler ya da bölgeler arasında bir fark bulunmamakta. Tek fark salgının içeriği ve geride bıraktığı.

ABD’de blogosfer salgını yerini Twitter-vari minimalist alternatiflere bırakırken biz de mesela yılbaşı akşamı Taksim’deki nahoş sahnelerden, Ergenekon’a, şeytana uymaktan neredeyse gurur duyacak tacizci köşe yazarlarından, ümmüğe, düellodan daniskaya bir salgından ötekine koşturup duruyoruz.

Fark ne yazık ki bizi kırıp geçiren salgınların geride toplumsal olarak artı hiçbir şey bırakmaması; tam tersine gerek birey gerekse de toplum olarak suçlu, nefret edilesi olduğumuz duygularını bilinçaltımıza yerleştirmesi.

Savaş sadece ekonomik ya da siyasal arenada cereyan etmiyor. Savaş toplumsal boyutta da son hızla devam etmekte. Dün “nolur yardım edin Mehmet Ali Bey” diye telefonun ucunda ağlayanlar bugün kendilerine verilen kömür yardımlarını alırken ya da oylarını bir altına satarken gururları hiç incinmiyor.

Ancak ataları seksen sene önce acaba onlar böyle yozlaşsın diye mi yaşamlarını cephelerde feda etti? Mezarlarının başına iki dua okumak için gittiklerinde doğal olarak bunu es geçmeye özen gösteriyorlar...


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 21 11 2008