youtube yasağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
youtube yasağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Kasım 24, 2010

YOUTUBE BAROMETRESİ NEYİ ÖLÇER?

Youtube açılsa da kapatılsa da işin can alıcı asıl kaynağına erişim yine engellenmiş olacak! Nedir o temel olgu? Dünyada idrak edilmekte olan dijital devrime karşılık ülkemizin acizce yerine mıhlanmış olması.

“Youtube yasağı kalktı, derin bir oh çekebiliriz” diyemeyeceğim. Hem yasağın kalkma sürecindeki şark kurnazlığı, hem de silahın geri tepmesi hevesimizi kursağımızda bıraktı. Youtube aynı (anlamsız) sebeplerden dolayı her an yeniden kapatılabilir (belki de şu an kapatılmıştır).

Öte yandan geçtiğimiz günlerde BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu) Başkanı Sn Tayfun Acarer bu sıkıntılara neden olan ilgili yasanın yeniden düzenlenmesine yönelik bir çalışmanın yapılmakta olduğunu ve Kasım ayı sonuna dek çalışmanın tamamlanabileceğini söyledi.

Temelde değiştirilecek olan şey şu: Kaldırılmasına hükmedilen bir içerik söz konusu olduğunda bunun için o içeriğin olduğu web sitesinin tamamına değil sadece ilgili web sayfasına erişim engellenecek.

Evet belki Sn Acarer’in belirttiği yönde yapılacak çalışma tamamlandıktan ve yasal süreç icra edilerek gerekli kanun ya da yönetmeliklerde düzenlemeler yapıldıktan sonra konu daha sağlıklı bir seviyeye taşınmış olacak ama acaba temelde mentalite seviyesinde bir şeyler değişmiş olacak mı? Böylece gelecekte buna benzer durumlar söz konusu olduğunda daha sağlıklı değerlendirme mekanizmalarımız kurulmuş olacak mı? Dijital kültürün özü idrak edilmiş olacak mı? Dijital kültür ögelerinin bir tehdit değil toplumumuzun yaşam kalitesinin artırılması için birer fırsat olduğunu anlaşılacak mı? Sanmıyorum!

Neden mi? İki yıldır youtube başta olmak üzere benzer türdeki binlerce site için böyle bir çalışma yapılması konusunda Türkiye’deki konunun uzmanlarının dilinde tüy bittiği halde kılını kıpırtmayan kamu yönetimi ne oldu da bir anda harekete geçti? (Youtube yasağının AİHM’ye bile yansımış olduğunu anımsayalım). Önce bu soruya bir cevap arayalım.


Geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı Sn Abdullah Gül’ün ABD’ye yapmış olduğu ziyarette kendisine bu konuda yöneltilen sorulara (belki de yanlış bilgilendirilmesi nedeniyle) gerçeği tam yansıtmadığı yorumları yapılan cevaplar vermek zorunda kalması ve konunun kıyısından köşesinden siyasi zemine doğru kaymaya başlaması, bu mekanizmayı devreye sokmuş görünüyor. Sn. Cumhurbaşkanı ülkemizde internete uygulanan yasaklamacı tavrın basit bir vergilendirme ve vergi yasalarının güncel olmama haline bağlamıştı. Oysa uluslararası değerlendirmelerde Türkiye şu an internete en ciddi sansürü uygulayan ülkeler listesinin üst sıralarında yer alıyor. Engellenen site sadece youtube değil; bu sayının beş bin civarında olduğu biliniyor.

Şimdi kültürümüze onyıllardır enjekte edilmiş olan “aman yabancıya karşı zor duruma düşmeyelim, ayıp olmasın” yaklaşımı ile alelacele bir şeyler yapıyoruz. Doğal olarak bugünün sorununu çözmüş olacağız belki ama dijital kültürün, bilgi ve iletişim teknolojilerinin bugün gelmiş olduğu seviyeyi özümseyemedikten, bunları bireyin ve toplumun hayatına hava ya da su gibi zaruri bir gereksinim bakış açısıyla değerlendirip entegre edemedikten sonra bu tür çözümlerin günü kurtarmaktan öteye geçemeyeceği gerçeği değişmiş olmayacak.

İşin can alıcı asıl kaynağına erişim yine engellenmiş olacak! Nedir o temel olgu? Dünyada idrak edilmekte olan dijital devrime karşılık ülkemizin acizce yerine mıhlanmış olması. Ondan nasıl istifade edebileceğini hala göremiyor olması. (Ha bu arada Facebook’ta lak lak yapmada dünya dördüncüsüyüz!)

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1234) - Ooof Off Line Köşesi - 12 11 2010


Salı, Temmuz 27, 2010

BEN İDRAK EDENE DEK HERKES BEKLESİN !

70li yılların hızlı militanlarının bir yanılsama içinde olduklarını idrak etmeleri için 20 sene bekledi (kaybetti) Türkiye! Bireylerini doğru eğitmediği ve karınlarını doyurmadığı sürece bu döngü sürüp edecek!

Youtube yüzkarası; bir karadelik gibi Türkiye’nin dijital kültür gündemini içine doğru çekiyor. Son haftalarda Google’a doğru sıçrayan, sıçratılmaya çalışılan yasak önce bir geri adım attı. Daha sonra gelen ikinci dalga ile yeniden bulaştı. Youtube gibi bu da kalıcı olmaya çalışıyor. Kabaca bazı Google hizmetlerinden yararlanamama durumu ile karşı karşıyayız.

Meclis’te söz alan Ulaştırma Bakanı konu hakkında alınan yürütmesel ve yargısal kararların doğruluğunu savundu. Buna göre “Youtube’un Türkiye ile olan ilişkisi başka ülkelerle olan ilişki standardında değil.” Örneğin Youtube “başka ülkelerde güvenlik belgesi alıp, vergi dairelerine kayıt yaptırırken” Türkiye’de bunları yapmaktan kaçınıyormuş. Keza Youtube’un Türkiye’den erişilmesine engel teşkil eden Atatürk’e hakaret içeren videolardan bir tanesini kaldırmamakta ısrar ediyormuş. Ayrıca başka ülkelerde “ülkeye özel” filtreleme (lokal versiyon) getirirken Türkiye’de bunu uygulamıyormuş.

Öte yandan Bilgi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Yaman Akdeniz’e göre ise “Youtube Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde girişte lokal versiyon mu global versiyon mu istiyorsun diye kullanıcıya soruyor” ve kullanıcının seçimine göre yönlendiriyor. Ayrıca Youtube ofisleri bu ülkelerde “sadece lokal versiyonda yer alan videolarla ilgili olarak” sorumluluk taşıyor, global versiyondaki videolarla ilgili değil. Ancak bizde şark kurnazlığı var ya mahkemelerin aldığı kararın sadece lokal versiyonda değil, tüm dünyada uygulanmasını istiyoruz.

Bu sorun dünyaya, yaşama bakış açısı belli olan bu yürütme organı dikkate alındığında evladiyelik bir sorundur. Çünkü temel bir mentalite uyuşmazlığı söz konusudur. Çatışma noktası, elinde yetki olanın eleştiri kabul etmez bir yapıya sahip olmasıdır. Yakın zamana dek eleştiri kabul etmezlik sadece politik temellere dayandırılarak açıklanırdı (despotluk, faşizan model, vb). Bugün hükümet de bu açıdan eleştiriliyor.

Ancak konuya bir başka açıdan da yaklaşmak mümkün. Bugün pek çok muhafazakar kişi, kendilerine “din böyle emrediyor” diye belletildiğinden, başka bir dinden olan kişiye, ya da hayatını (o belletilen) dinin esaslarına göre yaşamayan dindaşlarına “acıyarak” bakıyor. Hatta en samimi duygularla onları bu acınacak hallerinden kurtarmak istiyor. Çünkü (diye düşünüyor) bu insanlar öldükleri zaman (bu şekilde yaşadıklarından dolayı) öte dünyada cehenneme gidecekler. Oysa ben bu insanları seviyorum; onlara iyilik yapmak istiyorum. O nedenle de gerekirse onlara rağmen onların yaşam biçimini değiştirmeliyim.

Bu mentalitede olan bir zihin iş dinle ilgili olamayan konulara geldiğinde farklı bir modelde mi çalışıyor? Hayır ! Karşısına (dinle ilgisi dahi olmayan) bir sorun geldiğinde (de) kendi paradigmasına göre doğru olan çözümü ürettikten sonra öteki herkesin, tüm dünyanın bu çözümü benimsemesini talep ediyor. “Tolerans” nedir bilmiyor; “müzakere”yi karşı tarafın kabul etmesi için tek yönlü bir imkan olarak görüyor.

Gerekirse öteki herkes değişmeli; onun bakış açısına, hizasına gelmelidir. Çünkü (ona göre) doğru olan budur. Nokta !

O halde bam teli şu: Ya tek ve mutlaktır diye insanlara anlatılan, belletilen bakış açısı aslında tek bakış açısı değilse? Ya alternatif bakış açıları da varsa? Ya bu alternatif bakış açılarının dini inançlarla ilgisi yoksa ve onlarla tezat oluşturmuyorsa?

70li yılların hızlı militanlarının bir yanılsama içinde olduklarını idrak etmeleri için 20 sene bekledi (kaybetti) Türkiye! Bireylerini doğru eğitmediği ve karınlarını doyurmadığı sürece bu döngü sürüp edecek!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1215) - Ooof Off Line Köşesi - 02 07 2010

Perşembe, Haziran 17, 2010

TEMCİT PİLAVIMIZ YOUTUBE

Dijital uçurum (tıpkı gelir dağılımı uçurumu gibi) kapatılmazsa yanardağ patlaması gibi illa ki bir yolunu bulup dışarı püskürecektir. Er ya da geç !


Temcit pilavı; iftarda arta kalan ve sahurda tekrar ısıtılıp masaya getirilen pilava verilen isim. Temcit ise “recep, şaban, ramazan ayları süresince sabah ezanından sonra minarelerden okunan ve Allah’ın ululuğunu belirten dua” (bkz Türk Dil Kurumu Sözlüğü).

Temcit pilavının yerel dijital kültürümüzdeki en popüler örneği youtube yasağı. Internet dediğimizde yaşam kalitesini yükseltecek şeyleri konuşmak yerine bir kısır döngü içinde bu tür anlamsız şeyleri tartışıyor; yerimizde sayıyoruz.

Mayıs 2010 itibariyle ikinci yılını doldurdu bu yasak! Başbakan öğrenmiş ki internete aslında bu tür yasaklar getirilemez; usta bir politikacı olarak demogoji yapıp sokaktaki insanın kafasını karıştırmayı tercih etmiş. “Ben girebiliyorum” diyerek.

Şimdi bu tümceleri okuyan bile soracak “Yaa kardeşim bu youtube denilen şeye girilebiliyor mu girilemiyor mu? Yasak var mı yok mu?”. Cevap net : Yasal olarak mahkemelerin vermiş olduğu kararlar sonucunda youtube’a (ve başka kararlar nedeniyle başka yüzlerce web sitesine) giriş resmen yasak. Teknik imkanlar bu kararı uygulamada ne kadar yeterliyse o seviyeye kadar teknik olarak kısıtlama getirilmiş durumda. Basitçe http://www.youtube.com/ sitesine gitmek istediğinizde karşınıza çıkan sayfada bu mahkeme kararının detaylarını okuyabilirsiniz.

Ancak internetin özgürlükçü mimarisi sağolsun, teknik imkanlar bu tür engellemelerin çevresinden dolaşacak çözümleri de beraberinde getirebiliyor. Bu teknik detayları bilen kişiler (anlaşılan başbakan dahil) youtube.com sitesine erişebiliyor.

Tam da ülkemize yakışan bir durum: -mış gibi yapmak.

Bu tür yerimizde saydırıcı olgular söz konusu olduğunda gösterilen tepki doğal olarak yasakların yanlış olduğunu belirtmeye yönelik oluyor. Örneğin internetle ilgili sivil toplum örgütleri geçtiğimiz günlerde bu yasağın ikinci yılında bir bildiri yayınladı ve tabloyu çok net bir şekilde çizdi:

“Yasaklar, en iyisinden, devekuşu misali, Türkiye’nin kafasını kuma gömmesidir”.

“Bu yasak, bir mahkememizin yetkisini tüm dünya olarak görmesi nedeniyle devam etmektedir”.

İnsanlık kültürü olgulara sadece faydacı bir açıdan baksaydı bugün sadece karnını doyuran, doğal afetlerden korunan herhangi bir hayvan türünün yaşadığından farklı bir hayatı olmayan canlılar topluluğu olarak yaşamımızı sürdürüyor olurduk.

Gelişim sürecinde faydacılıktan öte bilgi altyapısına sahip olmayan insanlar yeryüzü kültürünü öğrenme, kendi ifadeleriyle “kültürlerini artırma” sürecinde çevrelerine zarar verip vermediklerini dikkate almayabiliyor. Yaptıkları şeyin zarar vermek olduğunu, ancak arkalarından gelenler tarafından mağdur edilmeye başlayacak kadar “kültürlerini artırdıklarında” anlıyor. Başkalarının yarı aç yarı tok yaşaması pahasına zengin olmak da ticari kaygıyla doğaya zarar vermek de bu kapsamda ele alınabilecek örnekler.

Demokrasinin alası biraz da, insanlar arasında bir uçurum oluşmasını önleyebilendir. Ülkemizde bu denkleştirme ters yönde oluyor. İktidar gücünü eline geçiren öteki herkesi kendi hizasına getirmeye ve ilerlemeyi kendi keyfine göre gerçekleştirmeye çalışıyor. Evet bu bir grup için sonuç veriyor ama kaybeden ülkenin kendisi oluyor.

Bugün demokrasiye en çok önem verenlerin kendi ülkelerde dijitalleşmenin getirdiği uçurumu kapatmak için onca çaba sarfetmelerinin temelinde yatan sebep de budur. Çünkü dijital uçurum da (tıpkı gelir dağılımı uçurumu gibi) kapatılmazsa yanardağ patlaması gibi illa ki bir yolunu bulup dışarı püskürecektir. Er ya da geç !

(Bildirinin Tamamı için bkz : http://blog.akgul.web.tr/ )

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1210) - Ooof Off Line Köşesi - 28 05 2010

Çarşamba, Aralık 16, 2009

ÖTEKİNE TOLERANS GELENEĞİMİZDİR

Youtube’un kapalı olması gündelik hayatımızı nasıl sekteye uğratabilir ki diye soran çok olacaktır. Çünkü youtube ya da daha genel bir ifadeyle internet dediğimizde aklımıza ilk gelen şey “boş zaman aktivitesi” ya da “eğlence kaynağı”.


Bir mizah dergisinde Başbakan Erdoğan kediye benzetildiği için konu mahkemeye yansıdı. Internette zaman zaman Atatürk ile ilgili asılsız içerik sunan video klipler yayınlanıyor ve bunun sonucunda mahkemeler marifetiyle bu siteler youtube kadar popüler dahi olsa kapatılabiliyor. Ben de dahil olmak üzere pek çok kişi de pire için yorgan yaktığımız için bu sansürcü mentalitenin sağlıklı olmadığını savunuyoruz.

Sonra da ABD Başkanı Obama’nın eşi Michelle Obama’nın Google’da yapılan aramalarda eşeğe dönüştürülmüş resmi ön sıralarda çıktığında global kıyamet kopuyor. Önce bu tür resimleri yayınlayan siteler sansürleniyor. İş bununla da kalmıyor arama ekranlarında “zaman zaman rencide edici sonuçlar”ın çıkma olasılığından dolayı Google resmen özür diliyor.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demeden önce şu iki özlü sözü anımsayalım: Birincisi “Altın kural şudur : Altını olan kuralı koyar”. İkincisi ise “Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir”.

Mentalite olarak gösterilen refleks üç aşağı beş yukarı aynı. Rencide edici bir durum ve bunun karşısında duyarlılık örneği gösterilmesi. Ancak göz ardı ettiğimiz fark alınan aksiyonlarla ilgili. Biz, biraz da kültürümüz gereği, kurunun yanında yaşın da yanacağını dikkate almadan aksiyon alıyoruz. Youtube’u bir kaç rencide edici video klip için kapatıyoruz ama bunun yanında milyonlarca faydalı video klibin de erişilemez hale gelmesini dikkate almıyoruz.

Almıyoruz çünkü “öteki” konusunda olgunluğumuzu unutmuşuz. Öteki denilince ülkemizde aklımıza derhal bazı azınlıklar, etnik gruplar vb geliyor. Oysa hepimiz her an öteki olma durumundayız. Yolda yürürken, ofiste çalışırken, evde televizyon izlerken. Sorun öteki olma durumu değil. Öteki’nin de beriki ile denk olduğunu (yeniden) anımsayabilmek.

Yukarıdaki youtube örneğini ele alalım. Youtube bugün bir buçuk yılı aşkın bir süredir kapalı ve bu karar çerçevesinde pek çok insan hem beriki hem de öteki konumuna düşmüş durumda. Bir başka deyişle hem müdahil hem de mağduruz. Müdahiliz çünkü bu tür rencide edici video kliplerin yayınlanmasını istemiyoruz. Mağduruz çünkü rencide edici olmayan öteki milyonlarca klibe erişemiyoruz ve belki de bu sayede gündelik hayatımız sekteye uğruyor.

Evet bu ilginç değil mi? Youtube’un kapalı olması gündelik hayatımızı nasıl sekteye uğratabilir ki diye soran çok olacaktır. Çünkü youtube ya da daha genel bir ifadeyle internet dediğimizde aklımıza ilk gelen şey “boş zaman aktivitesi” ya da “eğlence kaynağı”.

Internetin yaşama değer katan bir unsur olduğunu algılamış olsak yorganı yakmak yerine emek sarfeder ve pireyi ayıklarız. İşte bu nedenle terörist bir eylem bir kamyonet kullanılarak yapılıyorsa Türkiye’de kamyonet kullanımını yasaklamıyoruz. Artık zihnimize kazınmış durumdadır ki kamyonet kullanmak gündelik yaşamımızın değişmez bir parçasıdır. Bir tane kendini bilmez onu kötü bir amaçla kullandı diye öteki milyonlarca insanı mağdur etmek niye.

Öte yandan benzer durum internet ile ilgiliyse yorganı yakıp çıkıyoruz işin içinden. Hadi diyelim ki başka bazı politik konular söz konusu olduğunda yorganı toptan yakmanın kabul edilebilir bir yanı olsun. Peki internet örneğinde de aynı durum mu var? Dijital ortamda da mı öteki herkes Türkiye’yi alaşağı etmek, onu zayıflatmak için organize bir faaliyet içinde?

Cevap tabii ki hayır. Ancak kültürümüze zorla şırınga edilmiş o özellik nedeniyle farkında bile olmadan herşeyi aynı kategoride ele alma aceleciliği ya da acemiliği gösteriyoruz. Yüzlerce yıl envai çeşit insanın birarada yanyana yaşadığı toprakların bugünkü mirasçılarından bahsediyorum.

Öteki olma durumunu politik bir malzeme olarak görmeyelim. Her an hepimiz ötekiyiz. Yüzlerce yıl ötekine tolerans göstermiş insanların evlatları olduğunu anımsamalıyız. Yoksa öteki, beriki demeden hepimiz kaybedeceğiz.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1185) - Ooof Off Line Köşesi - 04 12 2009

Cuma, Mayıs 15, 2009

INTERNETLE SAVAŞMAKTAN VAZGEÇİN!


Bugün internet açık toplum idealini gerçekleştirme konusundaki en büyük imkandır. Açık toplum olmaktan kimler kaçınır? Kapalılık sayesinde var olabilen mekanizmalar ve bu mekanizmalardan istifade eden bireyler.


Youtube 5 Mayıs 2008 tarihinden beri Türkiye’den (başbakan hariç) erişime kapalı. Yani bu yasak birinci yılını doldurdu. Internet Teknolojileri Derneği bu yasağın birinci yılında bir bildiri yayınlayarak Türkiye’nin internetle savaşmaktan vazgeçmesini istedi.

İçeriden bakıldığında ne kadar anlamsız ve rencide edici geliyor değil mi? Youtube gibi fenomen olmuş, Web 2.0 gibi bir eğilimin en büyük katalizörü durumuna gelmiş bir web sitesi bir video nedeniyle bir yıldır mahkeme kararıyla ihtiyaten kapatılmış durumda.

Ancak sanırım dışarıdan (nesnel) bir gözün bu işe şöyle bir bakmasını ve konu hakkında bir yorum yapmasını istemiş olsaydık, bu kişi yapacağı kısa bir araştırma sonucunda böyle bir yasağın Türk kültürü için hiç de şaşırtıcı olmaması gerektiği sonucuna varırdı.

Neden şaşırtıcı olsun ki? Matbaanın gelmesini yaklaşık 300 yıl geciktirmiş bir kültürden bahsetmiyor muyuz? 1929 ekonomik buhranının bir sonucu olarak icat edilmiş olan “dolmuşculuk” resmi olarak kaç sene sonra tanınmış biliyor musunuz? Peki o kadar eskilere gitmeyelim. Özel radyo ve TV’lerin ortaya çıktığı döneme bakalım. Devrin başbakanı Tansu Çiller bile “radyomu istiyorum” kampanyasına destek vermemiş miydi?

Belli ki yönetimlerin bu “gelişmelere karşı olma” halini sosyologların derinlemesine araştırması gerek. Ancak biz pratik nedenlerini ve sonuçlarını değerlendirelim. Bir gelişme olduğunda neden ilk tepkimiz reddetmek şeklinde oluyor? Olası her türlü gelişmeyi devletin devamına bir tehdit olarak algılama (yanlış) eğilimi olması mı? Bence bu asıl sorunu gölgelemek için devlet bürokrasinin icat etmiş olduğu bir günah keçisi. Asıl sorun ise tembellik.

Eğer dışarıda olan faydalı bir yeniliği ülkemize kazandırmak konusunda bir motivasyonumuz olsa, dünyadaki eğilimleri zamanında takip ederek gelecek sonuçlar hakkında gecikmeden değerlendirmeler yapsak, bu sonuçlar kapımızı çaldığında içeri girmemesi için kapıyı bacayı sıkı sıkı kapatmak zorunda kalmayız.

Ancak bu beceriyi kazandıktan sonra yenilikleri takip eden olmaktan çıkıp yenilikleri yapan konumuna (yeniden) geçebiliriz.

Peki bu günah keçisinden nasıl kurtuluyoruz? Nasıl oluyor da zaman içinde o yenilik devletin devamına tehdit oluşturmaktan çıkıyor? Keşke daha çok bilgilenme yeterli cevap olsa. Anlaşılan çoğunlukla “tamamen duygusal” vesilelerle bu problemler problem olmaktan çıkıyor.

Bugün interneti ya da onun bir boyutunu, alt açılımını yasaklamak ile ne dünyaya ne de internete kafa tutmuş oluyoruz? Kendi öz değerlerimizi koruma anlamında. Daha ziyade yaptığımız şey kendi ülkemizin, kendi kültürümüzün gelişimini engellemektir.

Bunun bir engel olmadığını iddia edenler de biraz incelendiğinde bu engellemelerden en çok istifade edenler olarak karışımıza çıkacaktır. Bugün internet açık toplum idealini gerçekleştirme konusundaki en büyük imkandır. Açık toplum olmaktan kimler kaçınır? Kapalılık sayesinde var olabilen mekanizmalar ve bu mekanizmalardan istifade eden bireyler.

Bu bireylerin illa ki devlet görevlisi olması gerekmez. Çevrenize şöyle bir bakın. Yaptığı iş sadece ve sadece aracılık olan kimler var bir araştırın. Aracılık görevi üstüne bir katma değer eklemeyen, ekleyemeyen kurum, kuruluş ya da bireyler er ya da geç internetin getirdiği bu yeni toplum modeli altında ezilecektir.

Kapalı olmak bilginin akışını engelliyor. Bilgi akışının engellenmesi yetki, hak ve özgürlüklerin devredilmesini gerektiriyor. Bu durum aracılık, temsilcilik müesselerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Zaman içinde bu müessese öyle bir güçleniyor ki kendisi bir araç olmaktan çıkıyor bir amaç haline geliyor. O aracılık müessesesi yok olmasın diye kanunlar çıkıyor, yaptırımlar uygulanıyor, bireylerin yaşam kalitesi düşürülüyor.

Dünyanın en güzel doğası bizim ülkemizde. Dünyanın en güzel, en tarihi, en egzotik şehirleri, kasabaları, en rafine insanları bizim ülkemizde. Ama bizim gençlerimiz bu ülkeyi terk etmek için fırsat kolluyor. Neden?

Çünkü (radyo, TV, internet gibi iletişim kanalları sağolsun) artık bireyler kendi ülkesinde empoze edilen yaşamın tek ve mutlak yaşam modeli olmadığını öğrendi. Türkiye sadece internetle değil kendi vatandaşlarıyla da didişmekten vazgeçmelidir!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 15 05 2009