dijital kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dijital kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Aralık 31, 2010

2011’DEN BEŞ TEMEL DİLEK

Türkiye bugüne dek dijital kültürden kendine düşen pay olarak “eğlence”yi seçmiş görünüyor. Dün bilgisayarların evlere girmesi, oyun oynamak içindi. Bugün de internetin evlere girmesini benzer amaçlar sağlıyor. Bunu değiştirmek ve bilinçli birer dijital vatandaş olmak ise tahmin edilenden çok daha kolay!

Yeni bir yıla giriyoruz. Teknolojinin yayılma hızı sürat kaybetmeden devam ediyor. Altı çizilmesi gereken şey teknolojik yenilikler olmamalı (çünkü bu tür yenilikler her devirde vardı; var olmaya da devam edecek). Daha ziyade iki farklı hususa dikkat çekmeli: Teknolojik yeniliklerin ulaştığı kitlelerin büyüklüğü ve ulaşma hızı!

Her ülke, kültür ya da birey bu dönüşümden kendine düşeni alıyor. Kendine düşen payın boyutlarını ve içeriğini ise (genel kanının aksine) kendisi belirliyor.

Türkiye bugüne dek dijital kültürden kendine düşen pay olarak “eğlence”yi seçmiş görünüyor. Dün bilgisayarların evlere girmesi, oyun oynamak içindi. Bugün de internetin evlere girmesini benzer amaçlar sağlıyor.

Neden? Çünkü bilgi iletişim teknolojilerini kullanarak neler yapabileceğimiz konusunda araştırmacı bir kimliğe sahip değiliz. Neden? Çünkü eğitim sürecinden geçerken “araştırmacı” olmaması için öğrencilere her türlü “kolaylığı” sağlıyoruz. Yaş iken eğilen ağaçların ilerleyen yaşlarında “düzelmesi” kolay olmuyor.

O halde 2011’den neler bekleyebiliriz? Öyle bulutların üstünde dolaşmak yerine en temel konuların altını çizmenin yararlı olacağını düşünüyorum. 2011’de ülkemizdeki internet kullanıcıları arasında yaygın bir şekilde aşağıdaki şeyleri yapabiliyor hale gelmek muhteşem bir işi başarmak olacaktır :

E-Postayı, arkadaşlardan gelen fıkra ya da karikatürleri arkadaşlara yönlendirmek yerine gündelik yaşamımıza katkı sağlayacak amaçlar için kullanabilmek (ör. seçim bölgesindeki milletvekilleri ya da yerel yöneticiler ile iletişim kurup, bölgesel sorunları dile getirmek)

Dijital medyayı daha yakından takip etmek! Kalitesiz içeriği eleştiren, kaliteli içeriği taktir eden, yazar ile direkt iletişim kuran, web sitelerindeki okur yorumları kısmına aktif katılan ancak “nefret söylemini” terk eden bilinçli medya okuru olabilmek.

• İlgi alanlarına, hobilere, yerel konulara duyarlılık gösteren ve bunlarla ilgili devamlı yazışma gruplarına üye olan, yoksa bu tür grupları kurmada başı çeken, bu gruplarda aktif katılımcı olan birer dijital vatandaş olmak.

Ebeveyn ya da öğretmen olarak evdeki çocuklarla ya da sınıftaki öğrencilerle, onların dijital diliyle iletişim kurabilecek kadar bilgisayar ve interner okur yazarı olmak; bu konudaki bilgi açığını kapatmak üzere eğitim almak; buna şahsen gereksinimimiz yoksa, en yakınımızda bu tür eksiği olan bir ebeveyn ya da öğretmen dostumuzun açığını kapatması için onu motive etmek.

Facebook, Twitter gibi sosyal ağların sadece birer eğlence ya da yozlaşma merkezi olmadığını görecek seviyede deneyimlemek; bu ortamların gündelik hayata ne tür olumlu katkılar sağladığını şahsen tecrübe etmek ve deneyimleri yakın çevre ile paylaşmak.

Bu beş temel madde birey olarak dijital okur yazarlığımızı artırdığı ölçüde toplumsal anlamda da “olumlu” bir dijital dönüşümü yaşamamızı mümkün kılacaktır. Dijital teknolojileri aktif ve olumlu anlamda kullandıkça “kötü” olanın bunlar değil, bunları kullanan niyeti kötü kişiler olduğunu daha iyi idrak edebileceğiz.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1241) - Ooof Off Line Köşesi - 31 12 2010

Pazartesi, Mayıs 24, 2010

RUMUZ GONCAGÜL’E VEDA !

Rumuz Goncagül’e bu duygular içinde veda ediyorum. Veda etmezsem, biliyorum, anısı lekelenecek. O arada merak etmiyor değilim: Acaba şiirin dijital kültürde karşılığı ne olacak? (Yoksa şiir tek kurtuluş ümidi olarak varlığını sürdürebilecek mi?)


Merhum Oktay Arayıcı’nın ünlü oyunu Rumuz Goncagül’de ekonomik zorluklara karşı çıkış yolu arayan dul bir kadın ile kızının hikayesi anlatılır. İnsaf Hanım kızının daha iyi şartlarda bir hayata sahip olabilmesi için Goncagül rumuzuyla gazeteye ilan vererek, hali vakti yerinde bir damat arayışına girer. Tahmin edileceği üzere olaylar farklı bir şekilde gelişecektir.

Rumuz Goncagül ile aranızda size bir şey ifade edecek kadar bir ilişki varsa (oyunu ya da filmi izlemişseniz, üzerinde düşünmüş ya da tartışmışsanız vb) bu iki sihirli kelimenin saflık, basitlik, minimalistlik, doğruluk, dürüstlük, mücadele vb gibi anlamları çağrıştırdığını kolayca tespit edebilirsiniz.

Fazla iddialı olmayan ama bu hayata bir değer katan ve bunun karşılığını arzu ettiği derecede alamayan insanların altında toplaştığı bir bayrak gibi...

Adaletsizliğin, dengesizliğin, barışçıl mücadeleciliğin, başkasına bel bağlamadan doğru bildiği yolda yürümenin bir başka ifadesi gibi...

Onca doğallık, onca duygusallık, bir başka teknolojik düşman tarafından yok edildi. Eskinin “basit” iletişim araçlarında kullanılan “rumuz” olgusu dijital kültüre “nickname” ya da kısaca “nick” adıyla dönüştü. Her ne kadar Türkçe’yi koruma konusunda kararlılık gösteren web siteleri ya da forumlar “rumuz” kelimesini kullanmaktan çekinmiyorsa da “senin nick’in ne?” sorusu barışçıl, minimalist “rumuz”un saldırgan “nick”e yenik düştüğünün tescilidir.

Yaşamımızdaki bazı olguları değerli kılan şey biraz da onların “teknoloji özürlü” olmasıyla ilgilidir. Hizmetinin kusursuz, atmosferinin eşsiz vb olduğu lokantalar örneğin yaşama bir değer katmaktadır ama bunlar hiçbir zaman salaş bir meyhanin verdiklerini veremez. Ya da hangi tür kalemle (ya da klavyeyle) yazarsanız yazın, dolmakalemle yazmanın verdiği duyguyu alamazsınız. Bunlar zamanın uğramadığı duraklardır. İyi ki de uğramamış ve inşallah daha uzun yıllar uğramaz. Çünkü uğrarsa bu ölümdür! Zaman kendini affetmez!

Rumuz Goncagül’de şifrelenen bu minimalist, haklı, onurlu, basit yaşam arayışı teknolojinin getirdiği imkanlarla her ne kadar onu çeşitlendirip daha karmaşık bir hale getirse de bu yeni yaşam anlayışı ne yazık ki bireye daha mutlu bir hayat sunamamaktadır - ne de toplumsal sorunları çözebilmektedir!

Tam tersine bireyin ve toplumun sorunları yirmi sene, otuz sene öncesine göre çok daha karmaşık hale gelmiş ve katlanarak artmıştır. Bunu altyapı düzeyinde teknolojiye, dijitalleşmeye, üst yapı düzeyinde ise globalleşmeye bağlayanlar bir nebze de olsa haklılar. Her ne kadar bunlar araçsa da bu araçlar bir amacı gerçekleştirmek üzere icat edilmektedir. Teknoloji bu tabloda kısmi bir role sahip olsa da ekonomik özgürlüğünü ilan edememiş olması, onun parayı elinde tutanların kontrolünde oradan oraya savrulmasının önüne geçememektedir. Yine de teknolojide (özellikle dijitalleşmenin sağladığı ve bireyleri de toplumları da denk hale getirme potansiyeli sayesinde) bir umut ışığı var. Araç amacın yönünü değiştirebilir.

İşte biraz da bu nedenle bilgi teknolojilerini kullanan da üreten de bu sorumluluk bilinciyle değerlendirmelidir onu. Gerek kullanırken, gerek üretirken! Kullananlar üretenlere baskı yapabilmelidir. Sonuçta üretim bu tür baskıların (talep) sonucunda şekillenmektedir.

Rumuz Goncagül’e bu duygular içinde veda ediyorum. Veda etmezsem, biliyorum, anısı lekelenecek. O arada merak etmiyor değilim: Acaba şiirin dijital kültürde karşılığı ne olacak? (Yoksa şiir tek kurtuluş ümidi olarak varlığını sürdürebilecek mi?)

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1208) - Ooof Off Line Köşesi - 14 05 2010

Pazartesi, Nisan 05, 2010

DIGITAL YERLİ, ANALOG-SİYASİ

Dijital kültürde bireyleri ve toplumu ileriye götürme amacındaki kanaat önderleri bu konudaki liderliği beceriksizlere kaptırmıyorken, siyasi sahnemizde bu durum tersine dönmüş durumda.

Bilgisayar, internet ve cep telefonu olmayan bir dünyanın ne anlama geldiğini bilmeyen ve “dijital yerli” olarak isimlendirilen genç kuşaklar acaba kendi içlerinde de çeşitlilik gösteriyor mu? Yoksa bu şeytan üçgeninin olmadığı dönemleri de anımsayan “dijital göçmen”lerin bakış açısından yorumlamak gerekirse aslında hepsi de tek bir örnek mi? Son dönemde tartışılan önemli konulardan birisi de bu.

Aslında dijital uçurum olgusu “çeşitlilik” bakış açısını destekler nitelikte. Yani dijital deneyim açısından dünyada bir uçurum varsa bu durumda her ne kadar yaşı itibariyle dijital yerli kategorisine girseler de genç kuşak mensuplarının dijital imkanlara erişebilme ve onlardan istifade edebilme imkanları da farklılık gösterecektir. Özellikle de gelir düzeyleri arasındaki farklılık bu uçurumun en temel sebebidir (Yoksa dijital uçurum sadece dijital yerlilerle dijital göçmenler arasındaki modern bir “kuşak farkı olgusu” değil).

Ortada bu kadar bariz bir sebep varken başka sebepler gölgede kalabiliyor. Örneğin dijital uçurumun gerek ülkeler arasında gerekse de bir ülke içinde bu denli derin olması kültürel özelliklerle de ilişkilendirilebilir mi?

Dijital imkanları kullanmak, tıpkı diğer şeyler gibi, bunları kullanma gereksinime bağlı. O halde şu soruya cevap aramalı: Gereksinimin farklındalığı ortaya nasıl çıkıyor? İki alternatif çözüm var. Birisi doğal yollarla, kullanıcının kendi özgür iradesiyle o şeye gereksinim duyduğunu belirlemesi ve bu çerçevede kullanması. Diğeri ise yapay yollarla, gereksinim duyulan imkanları sunan firmaların, çeşitli pazarlama, medya, reklam bombardımanıyla kullanıcıların zihninde, hiç de hesapta yokken, o şeye gereksinim duyması gerektiği inancını yaratması.

1970 model bilimkurgu öykülerinde bu yapay yol öyle bir raddeye gelmişti ki sokaklardaki dijital reklam panolarında ya da televizyonlardaki reklam filmlerinde bireylerin bilinçaltına hitap eden ve beş duyu organıyla algılanamayan (subliminal) mesajlar yer alırdı. Örneğin reklam panosunda diyelim ki meyve suyu reklamı yer alırken, subliminal olarak beyine “beni satın al” mesajı gider; böylece o reklama bakan, kendisini ilk fırsatta o meyve suyunu satın alırken bulur.

Son çıkan dijital imkanları kullanmamanın, özellikle de yeni yetişen kuşakların zihninde, küçük düşürücü bir durum olduğunu göstermek bugünün dijital pazarlama taktiklerinin başında gelmekte. Böylece gençler kendilerini gereksinim duymadıkları özellikleri olan son model cep telefonlarını, bilgisayarları satın almak zorunda hissediyor. Bunları kullanma konusunda gündelik yaşamında bir nedeni olmayan, özellikle de bilgi toplumu sürecini idrak edememiş toplum ya da bireylerde, bu yapay kullanma gerekliliği kendisini faydasız işlevlerle belli ediyor. Ülkemizdeki internet kullanımının eğlence amacının ötesine geçememesi, internet öncesi dönemde eve bilgisayar almanın temel sebebinin bilgisayar oyunları oynamak olması tipik birer örnek.

Bu durumda tablo şöyle şekilleniyor: Bir yanda her ne kadar yaşı itibariyle dijital yerli sınıfına girse de her genç dijital imkanlardan eşit ölçüde istifade edemiyor ancak dijital hizmetleri arz edenlerin baskısı sonucunda bunları edinme, kullanma zorunluluğu oluşuyor. Bu baskıyı yaşama bakış açısına göre yönlendirebilenler dijital imkanları hayatına bir anlam katacak işlevler için kullanırken, bunu yapamayanlar sadece ona sahip olma hissini yaşıyor ve kullanım amacı eğlence kategorisinden öteye geçemiyor. Bir başka deyişle bir grup şimdiyi ve geleceği yaşarken bir grup sadece şimdide takılı kalıyor.

Son yıllarda ülkemizdeki siyasi tablo ile müthiş bir benzerlik var. Bu tabloda da demokratik imkanları yıllarboyu yönlendirmiş olanlar, bunu yakın zamana dek becerememiş olanlar tarafından suçlanmakta. Hatta yıllara yayılan bu beceriksizlik bile ilk gruba girenlerin bu becerikliliğinin bir yan etkisi olarak lanse edilmekte ve mağdur rolüyle beceriksizlerin sesi haline gelinmekte.

Fark ise şurada. Dijital kültürde ileriye götürücü kanaat önderleri liderliği beceriksizlere kaptırmıyorken, siyasi sahnemizde bu durum tersine dönmüş durumda.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1199) - Ooof Off Line Köşesi - 12 03 2010

DİJİTAL YAŞAM BEDAVA MI?

Aslında ücretsiz olarak yararlandığımız tüm hizmetler ya da web siteleri için birer bedel ödüyoruz. Evet bu cüzdanlarımızdan çıkan para şeklinde olmuyor ancak dijital dünya nimetlerini kullanırken arkamızda bıraktığımız izler de giderek en az para kadar değerli bir meta haline geliyor.

2006 yılında ülkemizi ziyareti sırasında gazeteciler Bill Gates’e soruyor: “Siz Microsoft olarak CIA’ya bilgi veriyor musunuz?” Bill Gates’in cevabı ise sadece gülmek oluyor! (Türkçe meali “E herhalde” olsa gerek).

Microsoft’un ürünü olan Windows işletim sistemi PC dünyasına bir düzen getirmeden önce ekstra para vererek satın alınan pek çok program zaman içinde Windows’un ücretsiz bir parçası haline geldi. Internette sörf yapmaya yarayan Explorer’dan tutun da hesap makinesine kadar.

Internetin ticari faaliyetlere de açıldığı 90lı yılların başında ilk başarı hikayesi yaratanların başında ücretsiz eposta hizmeti veren hotmail ile yahoo geliyordu. Daha sonra gmail o zaman hiçbir rakibinin yapmadığı bir şeyle piyasaya girdi ve bedava eposta hizmetini 1 giga-byte kapasiteye dek çıkardı. O arada gözden kaçan ufak bir detay ise gmail’in hiçbir epostayı silmemesi idi.

Internetle birlikte sunulan ve ücretsiz olduğu için rağbet gören hizmetleri, web siteleri o kadar çok ki bunları tek tek tespit etmeye gerek yok. Facebook’tan Myspace’e, Yahoo’dan Twitter’a çok geniş bir alanda ücretsiz hizmetler internette biz bireysel kullanıcılara sunulmakta.

Başlangıçta bu hizmetlerin ücretsiz olmasının getirdiği finansal dengesizlik, web sitelerine alınacak reklamlarla, ya da firmalara yapılacak stratejik yatırımlar ya da halka arzlarla bertaraf ediliyordu; edilecek deniliyordu.

Ancak şimdi tıpkı bir baraj gölü gibi bu ücretsiz hizmetlerin gündelik kullanımından doğan yeni bir artı-değer oluştu. Kullanıcıların oluşturduğu veriler.

Bu veriler kendi başlarına pek bir anlam ifade etmeseler de biraraya getirildiklerinde çok değerli enformasyon ya da bilginin üretilmesinde kullanılabilir. Doğal olarak burada devreye suistimal olasılığı giriyor. Olumlu anlamda kullanılabileceği gibi bu veriler olumsuz amaçlar için de kullanılabilir.

Bu açıdan baktığımızda aslında ücretsiz olarak yararlandığımız tüm hizmetler ya da web siteleri için birer bedel ödüyoruz. Evet bu cüzdanlarımızdan çıkan para şeklinde olmuyor ancak dijital dünya nimetlerini kullanırken arkamızda bıraktığımız izler de giderek en az para kadar değerli bir meta haline geliyor.

Dijitalleşmenin getirdiği kolaylık, basitlik, hız gündelik hayatımızda yıllardır farkında olmadan yaşadığımız kimi olguları yeni yeni idrak etmemizi de olanaklı kılıyor. Bu tür bırakılan izlerin değerlendirilmesi olgusu sadece dijital kültüre özgü bir şey değil. Bunun en basit örneğini kimlik kartları için verebiliriz.

Bugün cüzdanımızda bir nüfus kağıdı taşımaktan gocunmuyoruz. Ancak İngiltere’de ilk kimlik belgesi kullanımı ortaya atıldığında pek çok insan “yönetim bizi fişliyor” diye kazan kaldırmış. “Fişlemek” ülkemizde de iktidara gelenlerin en sevdiği işlerden olsa gerek. Kırk yıldır pasif konumda “fişlenen” olmaktan bıkan ve aktif olarak fişleyen olma düşü kuranların bulunduğunu da öğrendik yakın zamanda. Oysa aynı kişiler üçüncü kere gittikleri bir lokantada garsonun kendilerini tanıyıp, özel muamele yapması karşısında hiç de rahatsız olmuyor, tam tersine haz duyuyordur.

O halde önemli olan arkada bırakılan izlerin birileri tarafından toplanması değil; bu izlerin değerlendirilmesinin hangi amaca hizmet edeceğiyle ilgilidir. Eğer bu izleri değerlendiren özel ya da kamu gücü bunu bireylerin yaşam kalitesini yükseltmek için kullanacaksa (yukarıdaki garson örneğindeki gibi) bir sorun yok.

Asıl sorun bu güç odaklarının güvenilir olup olmadıklarıdır. Bu resimde güven ancak açıklığın olduğu, baskıcı, yandaşçı olmayan bir tutumun sergilendiği ortamlarda filizlenebilir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1198) - Ooof Off Line Köşesi - 05 03 2010

Pazartesi, Nisan 13, 2009

FİKİR ÖNDERLERİ


21. yüzyılın başında, dünya büyük ekonomik krizlerle boğuşurken, toplumların öncüleri, fikir önderleri toplumlarını nereye doğru götürecek? Hangi sular güvenlikli? Bilgi toplumu, dijital kültür ya da ağ toplumu olgularının bu tablodaki yeri nerededir?


Toplumların ilerlemesine kimler öncülük eder? Bu öncüler bir yandan toplumla birlikte bugünü yaşarken diğer yandan da kendi başlarına ya da bu amaçla oluşturdukları grupların birer üyesi olarak yarını yaşar. Yarını da dikkate aldıkları için bu öncüleri yıpratmak, ellerini kollarını bağlamak, zulme uğratmak, imha etmek sonucunda ortaya ne çıkar?

Nereye doğru ilerleyeceğini bilemeyen toplumlar!

Ancak toplum da birey de sürekli devinim halindedir (devinim, değişim, evrim). Yani öyle ya da böyle bir yerlere doğru ilerlemek durumdadır. Öncülerinden, fikir önderlerinden mahrum kalan toplumun içinden birileri çıkıp bu rolleri üstlenir. Toplum eğer şanslıysa öne çıkan bu yeni öncüler toplumun ilerlemesine hizmet eder. Şanssızsa her ne kadar toplum ilerliyor gibi görünse de perdenin arkasında bunun bir bedeli de birikmeye başlar.

21. yüzyılın başında, dünya büyük ekonomik krizlerle boğuşurken, toplumların öncüleri, fikir önderleri toplumlarını nereye doğru götürecek? Hangi sular güvenlikli? Bilgi toplumu, dijital kültür ya da ağ toplumu olgularının bu tablodaki yeri nerededir?

Eğitim konusunda, bilgi olgusu konusunda özürlü hale getirilmesi sağlanmış bir toplumda dijital kültürden, ağ toplumundan bahsetmek belki de okumayı daha yeni sökmüş birine edebiyat klasiklerinden bahsetmek gibi gelebilir. Ancak bu toplumun onbeş sene gibi kısa bir sürede başka toplumların onlarca yılda gerçekleştiremediği devrimleri gerçekleştirmiş olması umutlarımızın korunması için yeterli bir mirastır.

Çalışmaya eğitimden, bilgi olgusundan başlamamız gerekiyor. Bunun en basit örneklerini 29 Mart yerel seçimleri arefesinde hep birlikte izledik. Adrese bağlı nüfus sayımı sürecinin sağlıksız sonuçları karşısında harekete geçen partiler web sitelerinden seçmenlerin kendi bilgilerini kontrol etmesini sağladılar. Nüfus kağıdının üstünde TC kimlik numaraları yazılı olmayan vatandaşlar sorumlu seçmen bilinciyle nüfus müdürlüklerini işgal etti.

Bugün sosyoekonomik profilini ne olursa olsun pek çok eve internet girmiş durumdadır. Bu müthiş bir imkandır. Yeter ki çalışmasını bilen, sorumluluk bilinciyle hareket eden fikir önderlerinin bu imkanı toplum için harekete geçirecek hale getirebilirsin.

Bu hareketten kasıt yasadışı eylem değildir. Daha ziyade toplumun her kademedeki yöneticilerinin herhangi bir iletişim kanalıyla topluma bir mesaj verdiğinde bu mesajı irdeleyebilecek, değerlendirebilecek temel bilgi altyapısına sahip olmalarını sağlamaktır. Aksi taktirde mikrofonun karşısında en çok bağıran, sesi en gür çıkan toplumun nezdinde haklı, doğru olarak nitelendirilmektedir.

Dijital kültürün, ağ toplumunun sunduğu doğrudan katılımcılık imkanı 21. yüzyılın başındaki toplumlar için tek çıkış yoludur. Bu yönde erkenden yol almaya başlayan toplumlar yüzyılın geri kalan döneminde dünyayı yönlendirecek olan büyük güçler haline gelecektir.

Dünyaya yön veren bildiğimiz anlamdaki güçler bugün ekonomik krizin altında ezilmektedir. Bu bir açıdan da şimdiye kadar yarışın (her ne sebeple olursa olsun) gerisinde kalmış olanlar için büyük bir imkandır. Biz Türkiye olarak önümüzde resmi bu şekilde değerlendirebiliyor muyuz?

Bu çok büyük bir problem olarak mı görünüyor? O halde kendinizi 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a ayak basmış olan Mustafa Kemal’in yerine koyun. O günkü problem daha mı kolaydı?

Tek lider, tek önder devri kapanıyor. Artık her bireyin kendi sesini duyurabileceği lojistik altyapılar kuruldu; kurulmaya devam ediyor. Bu imkanlardan istifade etmek elbette ki kolay değil; emek gerektiriyor, çaba gerektiriyor, yatırım gerektiriyor. Ancak tüm bu emek, çaba ya da yatırımın özünde ise zaman ayırabilmek yatmakta.

Eğer birey olarak bu konulara zaman ayırabilirseniz, gerisi kendiliğinden gelecektir. Bugün şikayet ettiğimiz her problemin sorumlusu yine bizleriz. Yolsuzluk varsa o yolsuzlukları yapanları oraya biz kendi oylarımızla getirdik.

Nutuk’un son tümcesinde Mustafa Kemal başlamak için gerekli olan tek şeyin ne olduğunu zaten tespit etmiş: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”

Not: Günümüz Türkçesiyle Nutuk’un Tam Metni http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Nutuk


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 10 04 2009

Salı, Mayıs 06, 2008

TÜRK USULÜ İNTERNET


Interneti bir fırsat olarak algılayan ülkeler bu konuda stratejik yatırımlar yapacak. Onu bir türlü bu düzeyde bir gündem maddesi olarak algılayamayanlar ise kendilerini nehrin akışına bırakacak.


Mustafa Akgül’ün 15.04.2008’de Cumhuriyet’te yayınlanan, Internet Yaşamdır isimli makalesindeki, Türkiye’de internet kullanımı ile ilgili kimi istatistiki bilgileri okurken aklıma on yıl kadar önce bir ABD TV’sinde izlediğim şov geldi.

Hani bizde de oluyor ya; elinde mikrofon sokağa çıkmış muhabir yoldan geçenlere öyle bir soru soruyor ki cevabı hem çok kolay hem de herkesin net bir şekilde söyleyemediği ve komik duruma düştüğü türden.

ABD kanalında muhabir, o zamanlar internet için kullanılan “bilgi otobanı” (information superhighway) ifadesini kullanarak, o otobanın ne olduğunu soruyordu. Pek çok kişi de kastedilen şeyin bir otoban olduğu ve onun nerede olduğu soruluyormuşcasına, ya nerede olduklarını bilmedikleri cevabını veriyorlardı; ya da en yakın otobanı tarif ederek, oranın bilgi otobanı olduğunu belirtiyorlardı.

Türkiye’de nüfusun %22’si interneti hiç duymamış; ne olduğu konusunda bir fikre sahip değil. Ulusal medyamız sağolsun, bu tür istatistikler bizde öyle bir ruh hali yaratıyor ki sanki örneğin ABD’de bu rakam yüzde birmiş de geride kaldığımız için hayıflanıyoruz.

Elbette ki bu figürden daha parlak durumda olan ülkeler var. Ancak bir o kadar da bizden daha kötü durumda olan ülkeler var. Dijital uçurum dünyanın her yerinde, her noktasında varlığını sürdürüyor. Dijital uçurum sadece İstanbul ile Adıyaman arasında yok; dijital uçurum İstanbul’da semtler arasında var. Aynı semtteki sokaklar, evler arasında da var.

Zaten işte bu nedenle büyük bir şehrin göbeğinde bazen öyle ilginç olaylar oluyor ki dudağımız uçukluyor. Evlerin arasındaki bir atölyedeki yanıcı madde binayı havaya uçuruyor ve biz nasıl oluyor da böyle bir imalathanenin evlerin bu kadar dibinde faaliyet gösterebildiğini algılayamıyoruz.

Tıpkı öteki olgularda olduğu gibi internet için de her ülke kendi sosyal ve kültürel birikimi çerçevesinde onu değerlendiriyor ya da ıskalıyor. Bunu yaparken pek çoğu öne geçmek için adil olmayan yollara başvuruyor; başvuracak. Interneti bir fırsat olarak algılayan ülkeler bu konuda stratejik yatırımlar yapacak. Onu bir türlü bu düzeyde bir gündem maddesi olarak algılayamayanlar ise kendilerini nehrin akışına bırakacak.

ABD’de internete bu kadar önem verilmesinin temelinde devrin başkan yardımcısı olan Al Gore’un kişisel çabaları yatmaktadır. Yoksa internet artık hepimizin ezberlediği gibi kökeni ta 60lı yıllara kadar uzanan bir altyapı olduğu halde 90lı yılllara dek keşfedilememiştir.

Bu tür keşfedilmeyi bekleyen daha pek çok olgu var. Internet son büyük durak değil. Yenilenebilir enerji, nano-teknoloji, karbon salınımı kriterleri, gelecek onyıllarda bu konular daha çok önplana çıkacak.

Gördüğümüz kadarıyla biz de ülke olarak bu tür yeniliklere çok sıkı bir şekilde hazırlanıyoruz. Öncelikle kılık kıyafetimizden başladık işe. Onu halletikten sonrası çocuk oyuncağı. Seksen yıllık cumhuriyet döneminde sanırım aşırı sol dışında iktidar olmamış; onun nimetlerinden istifade etmemiş hiçbir ideoloji, parti kalmadı. Sonuç? Görülen o ki herkes kendine yonttu ve bunun faturasını kendine yontamayanlara çıkardı. İşin ilginci bu faturayı gösterme ve tahsil etme konusunda global dünyada o kadar güzel çözümler üretilmiş durumda ki Türkiye’nin dört yüz milyar dolar borcu var dendiğinde, kimse bunu üstüne almıyor. Sanılıyor ki orada Ankara’da Türkiye isminde bir şahıs var; bu borçları o ödeyecek.

Internet kullanım istatistikleri iç karartıcı değil ancak o kullanımın sebepleri ve sonuçlarına baktığımızda internetin hızla bir tüketim malzemesi haline geldiğine şahit oluyoruz. Kahvede, meyhanede, hamamda, kadınlar gününde yapılan “geyik muhabbeti” sanal dünyaya taşınmış durumda.

Her daim kaldırımları yıkıp yenisini yapma eğilimi internette. Bir felaket olduğunda olay yerine gidip en ciddi sözleri veren sonra da sözlerinin ardında duramayan kamu yönetimi internette. Sonra? Sonra bütün suç internette!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 02 05 2008

Pazartesi, Mayıs 16, 2005

FW : YALNIZIZ



Şöyle bir karikatür görmüştüm. İki sekreter ellerinde birer deste oyun kağıdı, ofiste fal bakıyor. Bir tanesi telefondaki kişiye şöyle bir şey söylüyor: “Bilgisayar sistemlerimiz çalışmıyor, tüm işleri elle yapıyoruz”.

Buna benzer bir başka anektodta ise şöyle bir tablo var. Sabah bilgisayarını açıp, arkadaşlarından gelen epostaları başka arkadaşlarına (yönlendirmeyle – forward) göndermekte olan bir personel bir yandan da şöyle düşünüyor: “Yıllarca en iyi üniversitelerde okudum, ABD’de master yaptım, uluslararası bir şirkette iş buldum ve bütün gün arkadaşlarımın gönderdiği fıkra/krikatür epostalarını diğer arkadaşlarıma gönderiyorum”.

Ey bilgisayar, ey bilgi toplumu kültürü gel hayatımıza gir dedik ama sen de gelip en son delikten girdin be kardeşim...

Geçtiğimiz günlerde edebiyat dünyamızda son dönemde adından sıkça söz ettiren genç bir yazarımızın bir haber dergisindeki köşesinde yönlendirmeyle (forward) gönderilen epostalar hakkındaki makalesini okudum. Konuya bütünüyle iyimser bir bakış açısından yaklaşan yazar, bu tür dostlarımızdan alıp, dostlarımıza gönderdiğimiz epostaların aslında dostlarımızdan bize (bizden dostlarımıza) gönderilen bir “aklımdasın” mesajı olduğu görüşünü savunuyordu.

Evet hızlı yaşam bizi fiziksel olarak biraraya getirme zamanları arasına uzun ayrılıklar koyuyor ama dostlar yine de birbirini her fırsatta anımsamayı ihmal etmiyor. Gelen komik bir karikatür ya da anlamlı bir yazı, derhal adres defterindeki düzinelerce dosta forward ediliyor (gönderiliyor).

Yazının ilgimi çeken yanı da buydu zaten. Ben de yoğun olarak yapmasam da zaman zaman çok ilginç bulduğum bazı epostaları, birileri ile paylaşma gereksinimi duyuyorum. Şimdi düşünüyorum beni bu paylaşmaya iten sebep ne diye. Aklıma ilk gelen cevap, ortak bir konu ya da zevki paylaştığım ve kendime yakın bulduğum birileri ile zevk aldığım ya da ilginç bulduğum bir bilgiyi paylaşma, bu paylaşma ile belki de çoğalma gereksinimi.

Bilgisayarın başındayken bütün dünya ile bütünleşmiş durumdayız ama dijital kültürün henüz emekleme aşamasındaki ilk kuşakları olarak, daha hala fiziksel anlamda insanlarla bir arada bulunma gereksinimlerinden vazgeçemedik. Vazgeçemeyeceğiz de.

Ancak nasıl ki şu an mağarada yaşama gereksinimi duymuyorsak, belli bir adet kuşak da dijital kültür ile gelip geçtikten sonra, gelecek kuşaklar artık fiziksel olarak yanyana gelme gereksinimi ya çok az ya da hiç duymayacaklar.

Bahar geldiğinde içimizi bir mutluluk kaplar. Kendimizi doğaya atmak isteriz. Kırlarda, güneşin altında, çiçeklerle, böceklerle geçireceğimiz bir gün bize fazlasıyla büyük mutluluk verir. Ancak bunu yılda bir kaç gün yapmakla yılın geri kalan günlerinde ona gereksinim duymadan yaşayabilir hale geldik – getirildik.

Yarın aynı şey fiziksel olarak bir arada yer alma gereksinimi için de geçerli olacak. Belki de 2050’den sonraki yıllarda insanlar yılda bir kaç kez biraraya gelecek türden bir yaşam modeline geçmiş olacak.

Kültürel evrim sürecinde hiçbir olgu için olmadığı gibi bu olgu için de aynı yorum yapılabilir. Mevcut kuşaklar için bu bir sorundur, yeni gelecek kuşaklar için ise değil (kuşaklararası çatışmanın özünde de bu yatmıyor mu – paradigmalar arası bakış açısı farkı)

Belki de temel yanlış, bu değişim sürecinin iyiye/kötüye doğru gidip gitmediği değerlendirmesini yapıyor olmaktır. Toplumsal olguları yönlendiren süreçler, bunları daha iyi ya da daha kötü için mi yapıyorlar? Bence ilgisi bile yok!

Bir arkadaşımızdan gelen bir epostayı bir grup başka arkadaşımıza gönderirken acaba bilinçaltımızda gerçekten de onların aklımızda, kalbimizde olduğu mesajını mı gönderiyoruz onlara?

Yoksa “her ne kadar şu an o karikatüre tek başıma gülüyor olsam da, dünyada bir yerlerde beninle onu paylaşacak ve böylece yalnız olmadığım hissini bana yaşatacak birileri var” diye düşünerek, bu gizli endişeden kurtulmak amacıyla dostlarımızı kullanıyor muyuz?

Kullanmak da denmez pek buna. Neden mi? Çünkü onlar da yalnız! Hah şimdi oldu. Aklımdasın derken, bunun yalnızlık paydasından ileri geldiğine işaret ediyoruz aslında. O halde:

Hadi karanlığa karşı hep birlikte bağıralım: Yalnızız!... Yalnızız!... (ve bu hiç aklımızdan çıkmıyor)

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (14 05 2005)