odtü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
odtü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Ekim 23, 2009

TETRİS DEYİP GEÇMEYİN

"Yapılan bir bilimsel çalışma, Tetris oynayanların beyinlerindeki kritik düşünmeyle ilgili kısımlarının geliştiğini ispatladı. Peki bunun ODTÜ’nün efsane hocalarından Muhan Soysal ile ilgisi ne?"

Tetris’le ilk defa üniversite yıllarımda, ODTÜ’nün Ankara Tunus Caddesi’ndeki otobüs durağının hemen karşısında yer alan Merih Kıraathanesi’nde tanışmıştım. 80 yılların ortasıydı. Tilt makinesi büyüklüğünde bir dolap üzerinde oynanıyordu.Ancak Rus yazılımcılar sağolsunlar daha sonra PC versiyonu da çıktı ve uzun yıllar değişik versiyonlarını oynama imkanı buldum.

Bugün internette, facebook’ta yer alan oyunları hep özünde Tetris oynarken aldığım zevki verecek mi diye değerlendiriyorum. Beklendiği üzere binlerce oyun içinden çok azı bu kategoriye giriyor (örnek facebook/mindjolt’ta yer alan Chromatica, Staries).

Geçtiğimiz günlerde ABD menşeili Mind Research Network (MRN)’den Dr. Richard Haier’in 26 genç kızla yaptığı bir deney, Tetris’in beyin fonksiyonlarını olumlu etkilediğini bilimsel olarak ispatladı. Bu çalışmaya göre Tetris oynayanların beyin zarları kalınlaşıyor. Bu da aslında beyindeki gri maddenin artmasının bir göstergesi. Gri maddenin artması kritik düşünme, dil yeteneği, planlama ile ilgili düşünme eylemleri geliştirmeyi sağlıyormuş.

Sadece Tetris değil, yukarıda bazı örneklerini verdiğim türden, ilk bakışta sıkıcı görünen, oyunlar hakkında ben de uzun zamandır benzer şeyler düşünüyordum. Örneğin Tetris oynarken kritik konu sadece hız değildir. Düşmekte olan şeklin en uygun nereye yerleştirileceğini düşünmek benzer şekilde taktik ya da stratejik düşünme becerilerini geliştirmeyle bence yakından ilgili. Yukarıda belirtilen planlama becerilerinin geliştirilmesine katkıda bulunduğu tespiti sanırım bunu destekliyor.

En iyi lokasyonu tespit etmek sadece o şekli halletmekle ilgili değil. Ardından gelecek şekilleri düşünerek yapılan hareketler daha çok puan almayı sağlamaktadır (sadece bir sonraki şekil ekranda gösterilmektedir).

Öte yandan tetris oyununda belli bir deneyim kazanan oyuncu zaman içinde kendisine özgü bir oyun modelini (ya da stratejisini) de geliştirir. Oyuncunun geliştirdiği modele bakarak onun hakkında genel bir yorumda bulunulabileceğini de düşünüyorum.

Örneğin kimi oyuncular yere düşen şekilleri tablodan süratle kaldıracak şekilde hareket ederler. Bu daha anlık sorun çözme yeteneği gelişmiş ancak orta vadeli çözüm üretme modeline pek sıcak bakmayan okulun hareket planıdır. Bir başka alternatif ise biraz daha riskli bir yoldur. Burada şekiller boşluksuz olarak üst üste, yanyana yığılır ve belli bir aşamada gelecek bir ya da bir kaç şekil ile bunların üçerli beşerli şekilde tablodan topyekun kaldırılması sağlanır.

Bu model gelecek şekillerin tamamı bilinmediği için tasarruflu, tedbirli davranmanın da bir göstergesidir. Örneğin en çok işe yarayan şekil olan çubuk dikey olarak genellikle en kenara oynanır. O sırada çoğunlukla o kenarda iki sıra boşluğu vardır ve iyiymiş gibi görünen bu hareket aslında riski artırır. Çünkü çubuk yerleştirildikten sonra satırları ortadan kaldırmak için bir çubuğa daha gereksinim duyulacaktır ve çubuklar oyunda az çıkan şekillerdendir. Bu tür bir oyun stili kişinin mevcut problemi çözmek uğruna gelecekteki olası problemleri göz ardı ettiğine bir işaret olabilir.

ABD’de Microsoft gibi firmalar, eleman alırken, “Sokaklardaki gider ızgaraları neden daire şeklindedir?”, “Bir ampülün iç hacmini nasıl tespit edersin?” gibi sorular sorduğu için taktir toplar ama örneğin yönetici pozisyonu için eleman alma sürecinde adaylara tetris oynatanı duymadım.

Belki bunu bir Türk firması yapar da sınavda tek kelimelik tek bir soru soran (“Neden?”) ODTÜ’nün efsane hocalarından merhum Muhan Soysal’ın yanında onun ismini de anarız. (Merak edenler için; Muhan Hoca cevap olarak “Neden olmasın” diye yazanlara 100, “Çünkü” diye yazanlara 80 verirdi - hikaye anlatanlara ise sıfır).

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1179) - Ooof Off Line Köşesi - 23 10 2009

Pazartesi, Nisan 13, 2009

MAYMUNLARIN TANRISI


Belki de bu tür polemiklerin müsebbibi konumuna düşen “bilimadamlarının” asıl sorunu bilimi bir hayat tarzı olarak idrak etmiş olmaktan ziyade onu bir “iş” olarak görmelerinden kaynaklanıyor.


Geçtiğimiz günlerde bir vesile ile ziyaret ettiğim üniversitemin kampüsünde dolaşıp öğrencilik günlerimi anarken, futbol sahasının tribünlerindeki dev DEVRİM kelimesini görünce çok etkilendim. Açıkçası D harfinin kenarına ilişmiş, konunun öneminin farkında olmaktan uzak bir havada yeni sömesterin başlangıcını (mı) kutlamakta olan bir kaç kız öğrencinin vurdumduymazlığı bile beni olumsuz yönde etkilemedi.

Tribünün karşı cephesine ulaşana dek sahanın etrafında dolaştım ve tam karşıdan, sanki içime doğmuşcasına, hem DEVRİM halini hem de EVRİM halini kadraja alacak şekilde ayrı ayrı fotoğraflar çektim.

Birkaç gün sonra ise TÜBİTAK’ın Darwin vesilesiyle oluşturduğu gündem sonucunda benzer bir yaklaşımla D harfinin üstünü örtecek şekilde toplanan ODTÜlü öğrenci ve öğretim üyelerinin fotoğrafları gazetelerdeydi.

Değişim, değişmek ve evrim! İlk bakışta birbiriyle pek ilgili görünmüyor değil mi? İnsanoğlu bugün hangi dinden, inanıştan, ırktan ya da cinsiyetten olursa olsun gerek fiziksel, fizyolojik gerekse de zihinsel ve psikolojik açıdan kendi yaşam süresi, süreci içinde değiştiğini kabul edebiliyor.

Bugün hiçkimse yeni doğmuş bebeğin yirmi yıl sonra bir genç insan olacağını reddedemiyor. Buna büyümek diyoruz. İnsanda değişmek olgusunu sadece fizyolojisi ile sınırlı tutmuyoruz; psikolojisi, fikirleri söz konusu olduğunda daha farklı bir açıdan da olsa değişim olgusunu tespit ediyoruz. Örneğin saçları beyazlayan birisi eleştirilmiyor ama fikirleri değişen birisi dönek olarak suçlanabiliyor. Gösterilen tepkiler bir yana bunlara sebep olan değişimin kendisi kimseyi şaşırtmıyor. “Değişmeyen tek şey değişim” sözüne karşı çıkan yok.

Peki bunlar bile mikro düzeyde de olsa evrim değil mi?

Evrim deyince aklımıza sadece “bir kısım bilimadamının insanın maymundan geldiğini öne sürdüğü” teori geliyor. Bunun önde giden savunucusu da iki yüz sene önce doğmuş İngiliz doğabilimcisini Charles Darwin.

Ne yazık ki Charles Darwin insanın maymundan geldiğini savunmuyordu. Tezi insanın da maymunun da ortak bir atadan geldiği yönündeydi. Ne fark eder aynı kapıya çıkar, demagoji yapma diyenlerin kafasını karıştıracak daha ciddi sorularım var.

* Dünya üzerinde ilk canlılık olgusu, ilk canlılar nasıl oluştu?
* Evrim bilimsel bir teoridir, yaradılış düşüncesi bir teori olabilir mi? “Yaradılış teorisi” ifadesi doğru ise cami yerine “islami katedral”, TL yerine “türk doları” demek de doğrudur.
* Evrimi kabul etmek tesadüfü kabul etmek midir? İnsan tesadüfen mi var oldu?
* 13,7 milyar yıl boyunca (evrenin yaşı) ortaya çıkmış olan olasılıkların hepsini bilebilseydik “tesadüf” denilen olguya bakışımız nasıl olurdu?
* Ve belki de en önemlisi: Hücre bölünmesinde neden mutasyon olabiliyor?

Eskiden bu tür soruların cevapları güdümlü olmayan basılı kaynaklarda yer alırdı. Kitaplar, makaleler, ansiklopediler. Dolayısıyla bu kanalların önünü kestiğinizde sorunu da çözebiliyordunuz.

Bugün ise internet var. Kitapları imha etseniz de, kütüphaneleri kimsenin ulaşamadığı adreslere taşısanız da internet bugün herkesin evine girmiş durumda. O halde ne yapacağız? Interneti sansürlememiz lazım.

Güncel yasaları takip etmeye takati kalmamış adalet sisteminin icracıları ile bunu manipüle edecek derecede işinin ehli temsilcileri sağolsun. Bugün Mart 2009’da Youtube.com sitesi mahkeme kararıyla hala kapalı. Keza ateizmi savunma konusunda en az teistler kadar muhafazakar olan Richard Dawkins’in sitesi de.

Geçtiğimiz günlerde Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk bir TV programında Kuran-ı Kerim’deki bazı ayetlerin evrimi işaret ettiğini belirtti. Yarın Kuran’daki islamı özümsemiş din bilginleri bilimin evrim dediği şeyi Kur’an ayetleri ile tereddütsüz ispat ederse Darwin’i maymunların tanrısı olarak görenler bu rolü kendileri üstlenmek zorunda hissedecekler mi?

Hala içinizden bir sesin; ne yani maymundan mı geldik diye sorduğunu duyar gibiyim – yineliyorum maymundan gelmedik ve evrim de bize maymundan geldiğimizi söylemiyor.

Belki de bu tür polemiklerin müsebbibi konumuna düşen “bilimadamlarının” asıl sorunu bilimi bir hayat tarzı olarak idrak etmiş olmaktan ziyade onu bir “iş” olarak görmelerinden kaynaklanıyor.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 27 03 2009

Cuma, Aralık 26, 2008

EĞİTİMDE DEVRİMİN YENİ ADI INTERNET


Önümüzdeki en büyük sorun internetin doğasında yer alan demokrasi, konuşma özgürlüğü gibi olguların toplumun çoğunluğu tarafından algılanabilmesi ve gündelik sorunlarının çözümünde aktif olarak kullanılabilmesinin sağlanmasıdır.


22-23 Aralık günlerinde Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde onüçüncüsü gerçekleştirilecek olan Türkiye’de Internet Konferansı bu yıl demokrasi ve internete uygulanan yasakları ele alınıyor olacak.

İlk gün Internet ve Demokrasi ikinci gün ise Internet Yasakları konulu panellerde katılımcılar internet, demokrasi, yasaklar konularını çeşitli açılardan irdeleyecekler.

Internet bugün artık sadece teknolojik bir kavram olmanın ötesine geçmiştir. ABD’nin 44. başkanı seçilan Obama bir yandan internet teknolojilerini başkanlık kampanyası boyunca azami ölçüde kullandı diğer yandan da internetin açıklık, konuşma özgürlüğü özelliklerinin sonuna dek savunucusu olacağını kendi web sitesinden tüm dünyaya duyurdu.

Internet denilince ilk akla gelen şey, konuşma özgürlüğüdür. Bunun nedeni sadece pratik kullanımıyla ilgili değildir. Ondan da önce ta 1960larda teknik altyapısını kuran teknoloji mimarlarının interneti eşitlik olgusunu, açıklık olgusunu hiçbir engelle karşılaşmadan tüm kullanıcılarına sunabilecek şekilde tasarlamış olmaları gelmektedir.

Bir başka deyişle konuşma özgürlüğü, açık toplum denildiğinde internetin akla gelmesinin nedeni bu kavramları destekleyenlerin internetten istifade ediyor olması değildir. Internetin kendisi, yapısı gereği, konuşma özgürlüğü demektir; açıklık demektir.

Öte yandan bu özelliğinden dolayı internet toplumsal bir turnusol kağıdı işlevi de görmektedir. Gerek geniş halk kitleleri gerekse de bu kitlelerin kamusal yöneticileri internet önünde tarihi bir sınav vermektedir.

Internet enine boyuna araştırılması gereken sosyolojik bir fenomendir. Toplumların ya da toplum içinde değişik grupların internete karşı tutumları nelerdir? Ülkenin yöneticilerinin, yasama yürütme ve yargı mercilerinin internet algılaması nasıldır? Toplumu oluşturan bireyler internetten nasıl istifade etmektedir?

Türkiye’de internetin karnesi ne yazık ki daha ilk günden beri kırıktır ve o şekilde devam etmektedir. Sorunlar önce internete erişim sürecinde yaşanmış ve internete yatırım yapan özel kuruluşların konuya küsmesi için elden gelen yapılmış daha sonra da ADSL marifetiyle pastanın ilgili (bugün artık özelleşmiş olan) kamu kurumu tarafından yenmesi sağlanmıştır.

Erişim sorunu ortadan kalkınca bu kez yasaklar gündeme gelmiştir. Her ne kadar bugün ülkemizde yasal düzenlemeler bulunsa da bilgisizlik, özensizlik, önem vermeme gibi nedenlerle daha hala internet erişimine haksız yasaklar getirilmektedir. Mahkemeler önlerine gelen dosyaları doğru yasaları devreye sokarak değerlendirme konusunda zaafiyet içine girebilmektedir.

Önümüzdeki en büyük sorun internetin doğasında yer alan demokrasi, konuşma özgürlüğü gibi olguların toplumun çoğunluğu tarafından algılanabilmesi ve gündelik sorunlarının çözümünde aktif olarak kullanılabilmesinin sağlanmasıdır.

Bugün interneti ne yazık ki işin özünü idrak etmiş bir kaç düzine fedakar insanla sivil toplum örgütü savunmakta, onu herkese ulaştırmak için mücadele vermektedir. Ekonomik açıdan büyük sorunları olan ülkemizin yöneticilerinin bu sorunları aşmak için yaratıcı fikirleri, çözümleri aramaları gerekirken, bu alanda en büyük çözüm olacak internet teknolojilerinin özde sahiplenilmemesi, “hala keşfedilmemiş olması” aslında bu sorunları çözme niyetlerinin olmamasından başka nasıl açıklanabilir?

Öte yandan açıklığın beraberinde getirdiği önemli bir özelliği de gözardı etmemek gerekir. O da bireylerin haklarını koruma işini hiçkimseye havale etmemesi ve bu alanda fiilen hareket etmesi gereğidir.

Oysa bizim kültürümüzde hepimiz herşeyden yakınırız ama iş bir şey yapmaya geldiğinde hepimiz o ilk adımı ötekinin atmasını bekleriz. Öteki bir adım atsa aslında bizde de elli adım atma potansiyeli vardır ama ya bir türlü o ilk adımı atan çıkmaz ya da bir kaç istisna dışında çoğunlukla yanlış yöne giden birileri o rolü üstlenir ve her seferinde toplumu daha kötü bir yere götürüp orada bırakır.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanılığı’nın verdiği Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alan Yaşar Kemal, yaptığı teşekkür konuşmasında gerek ülkemizde gerekse de dünyada eğitim sorununa dikkati çekti. İnsanlar bu şekilde eğitildiği sürece dünyada barış sağlanamaz dedi. Yaşar Kemal’in özlemini duyduğu ve ülkemizde Köy Enstitüleri ile denemesi yapılan eğitimsel devrim 21. yüzyılda ancak konuşma özgürlüğünün diğer adı haline gelen internet ile sağlanabilir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 12 12 2008

Pazartesi, Ekim 13, 2008

GOOGLE : 10 YILDA 1 TRİLYON SAYFA


Bugün Google da dahil hiç bir arama motoru indeksledikleri web sayfalarının içindeki kelimelerin semantik düzeyden ne anlama geldiklerini bilmemektedir. Bu tıpkı bilmediğiniz bir lisanda yazılmış metinlere bakmaya benzer. Metnin ne anlama geldiğini bilmezsiniz ama aynı işaretlerin aynı şeyi ifade ettiğini kolaylıkla anlayabilirsiniz.


Google 10. yaşını kutluyor. Bu aralar google.com sayfasına giderseniz Google’ın geçen bu on yıllık tarihçesinin kilometre-taşlarını yıl yıl görebilirsiniz. Onuncu yılında Google’ın internet üzerinde yaptığı tarama sonucunda indekslemiş olduğu toplam web sayfa sayısının 1 trilyona ulaştığı da yine bu tarihçenin sonlarına doğru yer alıyor.

Uzmanların tam “arama motoru savaşları bitti; kazanan yahoo” diye açıkladıkları bir sırada (90ların ikinci yarısı) sislerin arasından çıkıp gelen iki genç tüm resmi alt üst etti. Mücadele yeniden başladı ancak bu hiç de birinci dönemdeki kanlı savaşlara benzemiyordu. Google en güçlü rakibi olan Yahoo’ya bile daha ilk günden itibaren öyle bir fark attı ki ikinci arama motoru savaşları neredeyse kansız bir şekilde sona erdi.

Bugün pek çok kişi bilgisayarını açıp da internete bir şey aramak ya da araştırmak için giriyorsa ilk gittiği sayfa Google.com.

Şüphesiz Google’un bu başarısının ardında yatan temel öge arama modelinin liberalliği. Arama sürecinin en kritik iki ögesi doğru sayfaların bulunması ile listede ilk çıkacak sayfaların hangi sırada yer alacağıdır. Google’dan önce bu ikinci ögeyi oluşturan listede üst sıralarda yer almak daha ziyade arama motoru dünyasının en değerli ürünü olarak pazarlanıyordu. Parayı veren adını üste yazdırabiliyordu.

Google ile birlikte bu listenin oluşumu belli bir mantığa göre sistematiğe bağlandı. Bu mantık ise bugün yaygın bir şekilde Web 2.0 diye adlandırılan akımın temelinde yer alan mentalite ile aynı aslında: Yani listeyi kullanıcıların yapmasını sağlamak!

Google arama metodolojisinde bu durum, bir arama yapıldığında listelenecek web sayfalarının sırasının, aynı aramanın daha önce yapıldığı durumlarda en çok hangi web sayfalarına gidildiğine bakılarak oluşturulması. “ODTÜ” diye yapılan aramalar sonucunda kullanıcılar en çok http://www.odtu.edu.tr/ (ve Ingilizcesi olan http://www.metu.edu.tr/) sitesine gitmiş olduklarından dolayıdır ki bugün siz de google’a gidip odtü diye arama yaparsanız ilk sırada ODTÜ’nün bu web siteleri gelecektir.

Web 2.0 diye adlandırılan içinde bulunduğumuz dönemde bu mentalite web sitelerinin içeriğine taşındı. Öyle ki web sitelerinin içeriği artık o sitenin yöneticileri tarafından değil, doğrudan kullanıcı tarafından doldurulmakta. Örnek olarak bugün Türkiye hariç dünyanın diğer ülkelerinden erişilen youtube.com sitesinin devasa video klip içeriği, o sitenin sahipleri ya da personeli tarafından değil kayıtlı kullanıcıları tarafından siteye yüklenmekte.

Arama motoru dünyasında yukarıda altını çizdiğim iki ögeden ilki bugün hala sorunlu durumunu koruyor. Yani yapılan bir aramada arzu edilen doğru web sitelerinin listelenebilmesinin sağlanması. Doğruluk yanlışlık olgusu belki iki düzeyde incelenebilir. Birinci seviyedeki temel hatalı durum bugün aşılmış durumdadır. Yani ne google ne yahoo ne de başka bir arama motoru siz “bugün tv’de ne var” diye aradığınızda Paraguay’daki seçimlerle ilgili bir web sayfasını listelemez.

Öte yandan yaptığınız arama ya da araştırma çok spesifik değilse, bu durumda ekranda listelenecek sayfalar içinde sizin asıl aradıklarınızı ayıklamak sorun yaratmaya bugün de devam etmekte. Sevdiğim müzisyenlerden Fish’i örnek olarak ele alalım. Marillion topluluğunun eski solisti olan şov dünyasında kendisine Fish adını takmış olan Derek William Dick ile ilgili Google’da bir arama yaptığınızda karşınıza müzisyen Fish ile ilgili web sayfalarından çok (fish kelimesi İngilizce’de balık anlamına geldiğinden) balıklarla ilgili web siteleri listelenecektir.

Bugün Google da dahil hiç bir arama motoru indeksledikleri web sayfalarının içindeki kelimelerin semantik düzeyden ne anlama geldiklerini bilmemektedir çünkü. Bu tıpkı bilmediğiniz bir lisanda yazılmış metinlere bakmaya benzer. Metnin ne anlama geldiğini bilmezsiniz ama aynı işaretlerin aynı şeyi ifade ettiğini kolaylıkla anlayabilirsiniz.

Arama motorları da benzer bir körlükte çalışır. Fish diye aradığınızda içinde “fish” kelimesi yer alan tüm sayfalar en popülerinden başlayarak sıralanır.

Webin mucidi Sir Tim Berners Lee’nin başını çektiği bir grup internet öncüsü son yıllarda bu konuya odaklanmış durumdalar. Semantik Web adını verdikleri bu dalga belki de web’in üçüncü kuşağını oluşturacak. Ben de o zaman şarkıcı Fish diye aradığımda akvaryumlarla ilgili web sayfalarını ayıklamak zorunda kalmayacağım.

Doğum günün kutlu olsun Google! Bakalım on yıl sonra herkes nerede olacak...

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 10 10 2008