blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Haziran 17, 2010

TARTIŞMA FORUMLARI İÇİN 7 ALTIN KURAL

Sanal ortamdaki tartışma forumları tıpkı trafik gibi. Kuralları çok basit ama uyulması da bir o kadar zor !

Efsanevi Lost dizisinin final bölümünden tatmin olmayanlar kulübünün bir üyesi olarak tartışma forumlarında ne var ne yok diye çeşitli forumlara bir göz attım. Bir de üyesi olduğum yerel forumlardaki tartışmaları anımsadım. Şu gerçek yeniden karşıma dikildi: Sanal ortamda tartışma kültürünü bilmiyoruz.

Sanal ortamdaki tartışma forumları tıpkı trafik gibi. Kuralları çok basit ama uyulması da bir o kadar zor ! Ben de bir faydası olur diye Tartışma Forumları için 7 Altın Kural’ı geliştirdim.

1. Her Foruma Üye Olma; Seçici Davran: Türk gibi başlayıp birçok tartışma forumuna üye olduğunuzda başınıza gelecek olan şey; günlük mesaj trafiğinin altında son nefesinizi verecek olmanızdır. Posta kutunuz şişer ve siz artık o forumdan istifade edemez hale gelirsiniz. Bir foruma üye olurken, günde/haftada ortalama kaç mesaj ürettiğini araştırın ve ona göre kararınızı verin.

2. E-Posta Kutunuzu Kategorize Edin: Forumlardan gelen mesajlar, diğer özel mesajlar, spam filtrelerine takılmadan posta kutunuza erişen mesajlar... İçinden çıkılmaz bir durumla karşılaşabilirsiniz. En pratik çözüm üyesi olacağınız her forum için posta kutunuzda ayrı bir kategori (ya da klasör) açmak ve forumdan gelecek mesajların otomatik olarak o klasörün içine aktarılmasını sağlayacak kurallar tanımlamaktır. Böylece her forumun mesajları alt alta toplanacaktır. Kural tanımlarken “konu” sahasını kullanabilirsiniz (ör. “konu hanesinde “genesis” yazan mesajları Gelen Kutusu’ndan Genesis isimli klasöre taşı” gibi).

3. Sadece İlgi Duyduğunuz Mesajları Okuyun/Cevaplayın: Forumdan gelen her mesajı okumak ve ona bir cevap yazmak, Türk Usulü bir standard olmaya gidiyor. Böyle bir zorunluluğunuz yok. Mesajın konu kısmını ya da ilk bir kaç tümcesini okuyarak “topa girip girmemeye” karar verebilirsiniz. Bu sayede biriken mesajları daha hızlı eritebilirsiniz.

4. Forumun Namus Bekçisi Değilsiniz; Hakemlik Yapmayın: Her mesajı okursanız, o öyle dedi yanlış, bu böyle dedi ona hakaret etti vb diye ister istemez hakemlik yapmaya ve sizi ilgilendirmeyen mesajlara cevap vermeye başlarsınız. Oysa bunun için “moderatör” var. Bu onun işi. Sizin değil.

5. Üst Mahkeme Reisi de Değilsiniz; Hakimlik Yapmayın: Birbiriyle tartışmaya başlayan iki üyeyi ayırmak da sizin göreviniz değil. Onları ayırmaya, hak dağıtmaya kalktığınız zaman siz de tartışmanın bir parçası olur; forumu mesajlarınızla kirletmeye katkıda bulunursunuz. Bırakın kendi aralarında halletsinler.

6. Bir Başkasını Hakem/Hakim Olmaya İtme: Foruma göndereceğiniz mesajlar bir başka üyenin hatalı bir şekilde kendini hakim/hakem sanarak topa girmesine neden olmasın. Forumun kuruluş amacı neyse göndereceğiniz mesajlar sadece o konularla ilgili olsun. Bir başka üyenin yazdıklarıyla hemfikir değilseniz ve cevap vermek zorunda hissediyorsanız sadece kendi fikirlerinizi belirtin; onun hakkında hüküm verici yorumlar yapmayın!

7. Beğenmiyorsanız, Sessiz Kalın ya da Ayrılın: Üyesi olduğunuz bir forumdaki tüm eksiklikleri düzeltmek, tüm hataları gidermek sizin göreviniz değil. Eğer bir foruma gelen mesajlar beklentinizi karşılamıyorsa, sizi rahatsız ediyorsa vb bir süre sadece okuyup mesaj göndermeyerek sessiz kalabilir ya da forumdan ayrılabilirsiniz. Kendinize eziyet etmeyin!

Not : Bunlar içinde özellikle beşinci madde forumlardaki tartışmaların gereksiz yere derinleşmesine neden olmakta ve forumların kalitesini düşürmektedir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1211) - Ooof Off Line Köşesi - 04 06 2010

Perşembe, Temmuz 24, 2008

LEZZETLİ KELİMELER DÜNYASI


Siber sosyalleşmeyi sağlayan blogosfer altyapısı ve bunun etrafında dönen imkanlar sayesinde yeryüzündeki insanların birbiri ile farklı (sanal) bir etkileşim ve iletişim içine girmeleri, birbirlerinin deneyimlerinden istifade etmeleri, kendileri ile benzerlik gösteren, ortak özelliklere sahip bireylerle tanışma imkanlarına sahip olmaları bugünün interneti içinde standard özellikler halini almakta.


Blogosferle ilgili sürdürdüğümüz dizinin bu bölümünde bloglara eklenen yazıların okunurluluğunu artırmada önemli bir faktör olan “tag” kavramını ele alacağız. Bloga bir yazı eklenirken, o yazıyı en iyi özetleyecek anahtar kelimeleri de sisteme tanıtmak mümkün. Bu anahtar kelimelere tag denmekte.

Böylece yüzlerce binlerce yazı bulunan bir blogda belli bir konuyu arıyorsanız, tag listesine başvurarak aradığınız konuya en yakın anahtar kelimelere göre yazılara erişmeniz mümkün. Diyelim ki İstanbul’da yaz aylarında verilen konserlerle ilgili bir blogda özellikle Aya İrini’de gerçekleştirilen etkinlikleri incelemek istiyorsunuz. “Aya İrini” anahtar kelimesini seçtiğiniz zaman, tag listesine Aya İrini de eklenmiş tüm yazılar alt alta ekranda belirecektir.

Anahtar kelimelerin faydası sadece bir blog içinde arama yapmayla ilgili değildir. Genel anlamda blogosferde de arama yaptığınızda, arama motorları bu anahtar kelimeleri de endekslemekte ve arama sonuçları kapsamına bunları da dahil etmekteler.

Öte yandan anahtar kelime olgusuna yeni bir bakış açısı getiren bir hizmet de internette ücretsiz olarak blog okur-yazarlarına sunulmuş durumda. http://del.icio.us/ gibi yazması zor bir web sitesinde sunulan bu “lezzetli hizmete” göre (delicious İngilizce lezzetli demektir) takip ettiğiniz web sitelerini ya da blogları del.icio.us sitesinde kendi adınıza tahsisli ortamda saklayabilirsiniz (favoriler listesinin muadili).

Favori listesinin bilgisayarda değil de böyle bir web sitesinde saklanmasının çeşitli avantajları var. Bunların başında dünyanın neresine giderseniz gidin bu siteye erişebildiğiniz sürece favori listenize erişmenizin mümkün olması (tarayıcı programındaki favorilerim bölümüne sakladığınız taktirde o programın üzerinde çalıştığı bilgisayardan başka bir bilgisayarı kullanarak internete erişirseniz, favorilerim listenize erişemezsiniz – o liste o bilgisayara özgüdür).

Buna ek olarak bir yandan favorilerinizi anahtar kelime ile saklama imkanınız da bulunmaktadır. Bu hizmetin dağıtık olarak bilgisayarlarda değil de merkezi bir web sitesinde saklanmasının doğal bir sonucu olarak, favorileriniz ve anahtar kelimeleriniz sitenin diğer üyeleri tarafından da paylaşılabilmekte. Böylece aynı anahtar kelimeye sahip olup da başkasının favori listesinde olan ancak sizin haberdar olmadığınız bir web sitesinin varlığından haberdar olabilir, o siteyi ziyaret edebilir, aradığınızı orada bulabilirsiniz.

Bu açıdan bakıldığında del.icio.us sitesinin de kendisini sosyal yönü olan bir web hizmeti olarak lanse etmesi normal.

http://del.icio.us/ sitesinin sunduğu hizmetlerden bir tanesi de favorilerim listesine en çok eklenmiş web sayfalarının ya da blogların neler olduğunu sürekli sunmasıdır. Bu sayede del.icio.us imkanını kullanarak beğenilen web sitelerinin neler olduğunu yakından izleme imkanı da tüm üyelere sağlanmış olmaktadır.

Benzer şekilde sadece favoriler listesine eklenen web sayfaları değil, en çok kullanılan anbahtar kelimeler de listelenmektedir. Bu sayede de gerek en popüler gerekse de en son eklenen taglerin (anahtar kelimelerin) neler olduğunu görmek, bu kelimelerden herhangi birisini seçmek, o kelime seçildiğinde onunla irtibatlandırılmış web sayfalarının neler olduğuna erişmek, bu listeyi belli bir üyeye ait sayfalar için sınırlamak gibi imkanlardan istifade etmek mümkün.

Görüldüğü üzere siber sosyalleşmeyi sağlayan blogosfer altyapısı ve bunun etrafında dönen imkanlar sayesinde yeryüzündeki insanların birbiri ile farklı (sanal) bir etkileşim ve iletişim içine girmeleri, birbirlerinin deneyimlerinden istifade etmeleri, kendileri ile benzerlik gösteren, ortak özelliklere sahip bireylerle tanışma imkanlarına sahip olmaları bugünün interneti içinde standard özellikler halini almakta.

Bu imkanlar yeryüzünün internete açık her köşesinde şu an ve her an yaşanmakta. Yaşanan bu deneyimlerden sonuçlar üretilmekte, aksiyonlar alınmakta, gündelik yaşama uygulanmakta. Bir de bu imkanları altyapısızlıktan ya da daha vahimi yasakçı zihniyetler nedeniyle ıskalayanlar var.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 18 07 2008

BLOGLARDAN BESLENME - RSS


Takip ettiğiniz blogların web sitesine gidip düzenli olarak ilgi çekici yeni bir malzeme var mı yok mu diye araştırmak yerine bunları RSS imkanı sayesinde merkezi bir noktaya toplamak çok pratik ve verimlidir.


Bir süredir üzerinde durduğumuz blog dünyası bugün 70 milyon blog adedi ile inanılmaz bir boyuta ulaşmış durumda (2003’te bu rakam daha hala 2 milyonun altında idi). Günde ortalama 100 bin yeni blog oluşturuluyor. Dikkatinizi çekerim; bunlar mevcut bloglara yeni yazılan yazıların adedi değil. Yepyeni açılan blog adedi. Son üç yıldır blogosfer ortalama altı ayda iki katına çıkarak büyümekte.

Böyle bir hacmin altında ezilmeden nasıl yaşanabilir? Diyelim ki yirmi tane blogu düzenli olarak takip etmeniz gerekiyor. Her gün yirmi farklı web sitesine gidip bu bloglara yeni eklenen bir yazı var mı diye bakmak belki pek çoğumuz için zor gelmeyecektir ama siberuzayın yerlileri için bu seyahatler çok yorucu ve verimsiz. Onun yerine şöyle takip ettiğim tüm blogları tek bir yerde toplanmış görsem; yeni eklenen bir blog yazısı varsa oradan okusam.

Bu kadar düzgün tanımlanmasından tahmin edileceği üzere bu hizmet blogosferde tüm blogculara ve blog okurlarına ücretsiz olarak sunulmuş durumda. Bunlardan en popüler olan RSS (Really Simple Syndication).

Bir blogda RSS imkanı varsa o bloga eklenen her yeni yazının sizin sanal kapınıza kadar otomatik uyarsı sistemi ile gelmesi (“feed”) yani sizin o blogdan beslenmenizin sağlanması ücretsiz bir şekilde mümkün demektir.

Bu besinlere iki yerden ulaşabilirsiniz. Ya sörf yaptığınız tarayıcı yazılımdaki favoriler bölgesinden ya da kimi yazılım şirketlerinin özel olarak geliştirmiş olduğu besin okuma (feed reader) ortamlarından.

Birinci opsiyonda, tıpkı favori web sitelerinizi sakladığınız gibi tarayıcı yazılımınıza favori bloglarınızın RSS besinlerini de saklayabiliyorsunuz. Ne zaman ki yeni bir besin var mı, takip ettiğim bloglardan herhangi birine yeni bir şey eklenmiş mi diye merak ederseniz bu favori bölgesine eriştiğinizde başlıkları görebilirsiniz. Varsa yeni gelmiş bir besin maddesine ulaşmak için ilgili linki seçtiğinizde karşınıza ilgili blogun sayfası gelir.

Besin okuyucular içinde ise en favori olan Google’un sunduğu imkan. iGoogle imkanı sayesinde kendinize bir Google ana sayfası oluşturabilir ve bu ana sayfaya Google okuyucusu ile uyumlu bir şekilde yayın yapabilen bloglardaki yenilikleri ekleyebilirsiniz. Google dışında başka besin okuyucular da mevcut olduğundan, bir blogun RSS beslemesini iGoogle ortamınıza almak için o blogun ana sayfasındaki RSS linklerinde Google Reader linkinin yer alıp almadığını araştırmanız gerekir.

Eğer takip etmek istediğiniz blogun kullandığınız besin okuyucusu ile uyumu yoksa en pratiği standard RSS kayıdı yaparak blogu tarayıcı yazılımı içindeki favoriler bölümüne almanızdır.

Özellikle araştırma yapan bireyler için RSS türü imkanlar oldukça kritiktir. Çünkü araştırma derinleştikçe beslenilen blog sayısında da artma olacaktır. Öte yandan takip edilen her bloga eklenen her yeni malzeme illa ki merakla beklenen, ilgi çeken bir içerik olmayabilir. Tıpkı haber sitelerine her eklenen malzemenin ilgi çekmemesi gibi.

O nedenle blogun web sitesine gidip düzenli olarak ilgi çekici yeni bir malzeme var mı yok mu diye araştırmak yerine bunları RSS imkanı sayesinde merkezi bir noktaya toplamak çok pratik ve verimlidir.

Yaşı 90lı yıllardaki internet eğilimlerine yetenler anımsayacaktır o dönemde bir süre oldukça popüler olan bir imkan vardı. PointCast firmasıyla özdeşleşen haberlerin bilgisayarınıza pompalanması (Push Teknolojisi). Bu teknoloji sayesinde ekran koruyucusu türünde bir yazılım bilgisayara kuruluyordu ve bu yazılım düzenli aralıklarla internete bağlanıp, güncel bilgileri indiriyordu. Bu bilgiler de haber başlıkları vb oluyordu. Bu sayede ekran koruyucusu devreye girdiğinde indirilmiş olan haberler animasyon mantığına uygun olarak ekranda uçuşmaya başlıyordu.

RSS (ve blogger.com sitesindeki muadili olan ATOM) teknolojileri de 90lı yıllardaki push (itme) teknolojisinin reforme edilmiş ve blogosfere uyarlanmış hali. Blogosferde okumak ya da yazmak RSS/ATOM imkanları olmadan her zaman eksik ve verimsiz kalacaktır.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 11 07 2008

ZİHİNDEKİ BLOKLARI BLOG KIRAR


Beynimizdeki ve kalbimizdeki yaraları artık birer gizli hazine olarak görmeyelim. Onlar ancak paylaştıkça bir hazine haline gelebilir. Paylaşılan bilgi azalmaz çoğalır. Küçültmez yüceltir.


Bireylerin kendini doğrudan ifade etmesinde sanal dünyadan azami istifade etmesinde 2002 yılı önemli bir dönemeç olarak ele alınıyor. Teknolojik konulardaki eğilimleri, moda akımları fiziksel dünyadaki eğilimlerden izole ederek irdelediğimizde her zaman anlamlı tanımlar, açıklamalar bulamayabiliyoruz.

Ancak blogosferin böyle bir dönemde oluşmaya başlaması ile 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör saldırısının sonrasında dünyanın içine girmiş olduğu yeni evrenin irtibatlandırılması pek de hatalı olmasa gerek.

Devletler daha totoliter bir yönetim modeline başvurmak zorunda kaldılar ve bunun sonucu olarak yaşların yanında haksız yere yanan kurular, belki de bunun direkt ve dolaylı (olumsuz) sonuçlarını kendi bireysel yaşamlarında daha derinden hissetmeye başladılar; yaşadılar.

Buna karşılık olarak da kendilerini sanal dünyaya attılar. Bloglar patladı.

Bugün 2008 yılında blogosfer diye adlandırılan blog dünyası artık içinde ne ararsanız bulunan bir dijital ekosistem halini almıştır ve bu sayede de yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi de bir blogun okunmasının, popüler olmasının nasıl sağlanacağı hakkındadır.

Blogosfer o denli büyüdü ki artık sadece blog dünyasıyla sınırlı arama yapma imkanları ortaya çıktı. Herhangi bir konuda Google’un blog arama ortamında bir arama yapın, karşınıza yüzlerce binlerce blog çıkacaktır.

Bloglar bugün söyleyecek bir sözü olan herkesin sahip olması gereken, zamanından başka harcayacak hiçbir şeye gerek duymayan ücretsiz sanal bir imkan. Öte yandan bir blogun okunurluluğunun sağlanması için de yeni araçlar ortaya çıkmış durumda.

Öncelikle blogun sürekli güncel kalması gerekmekte. Periyodu ne olursa olsun, düzenli olarak blogunuzu güncel tutmanız “olmazsa olmaz” koşullardan bir tanesidir. Artık bloglar sadece yazı yazma ile sınırlı birer ortam olmaktan çıktı. Örneğin çektiğiniz fotoğrafları da bloglarınıza ekleyebilir ya da flickr gibi fotoğraf paylaşım ortamlarıyla blogunuzu birbirine bağlayabilirsiniz. Yani flickr sitesine yüklediğiniz fotoğraflarınızı blogger.com sitesindeki blogunuzda gösterebilirsiniz; ikinci kere yükleme yapmadan. O nedenle yazı yazmayı sevmiyor olmak artık blog sahibi olmama sürecinde bir bahane olmaktan çıktı.

Okunurluluğu sağlayacak önemli konulardan birisi de blogun technorati.com gibi blog uzmanı sitelerden erişilebilir hale getirilmesi. Bu imkan eskiden web sitelerinin kendilerini yahoo.com arama sitesine eklemesinin blogcası. Bu tür blog arama sitelerine kendi blogunuzu tanıttığınızda blogunuzla ilgili okunurluk ve referans gösterme türü konularda istatistiki bilgilere ulaşabiliyorsunuz.

Türkçe’yi blogunuzun okunurluluğu açısından bir sorun olarak görüyorsanız yeniden düşünün. Çünkü 2008 yılında siberuzayda en çok kullanılan dillerden bir tanesi de örneğin Farsça. Demek ki İngilizce dışındaki dillerin de internette bir şansı var.

eBay’in yakın zamanda yapmış olduğu bir araştırmaya göre bugün Türkiye’de 7,5 milyon ADSL abonesi 26 milyon internet kullanıcı var. Bunları iyimser rakamlar olarak düşünsek bile bugün Türkiye internet kullanıcısı açısından dünyanın onbirinci ülkesi konumunda.

Böyle bir hacimden taş üstüne taş koyan blogların çıkmasını beklemek hayal olmasa gerek. Tabii taş üstüne taş koymayı pratik metrikler açısından tanımlıyorum. Yani Türkçe blogların global istatistiklere girebilecek düzeyde trafik çekebilmesi.

Şu an ülkemizde blog-kavramının-keşfedilmesi halkası dışında eksik bir şey kalmamış durumdadır. Bilgisayarsa bilgisayar, internet kullanımı ise internet kullanımı, ucuza ADSL erişimi ise ucuza ADSL erişimi. Hatta ve hatta konuşma ihtiyacı ise konuşma ihtiyacı.

Sadece 12 Eylül sonrası sendromu bile bloglara taşınsa sanırım 2009 yılında yapılacak blogosfer istatistiklerinde Türkçe bloglar da dünya çapında istatistiklere girmeyi başarır. Bugüne dek bu tür konularda açık iletişim kurmayı tu-kaka olarak damgalamış olan birinci elden tanıklarda yavaş yavaş gözlenmekte olan tavır değiştirme süreci belki de bir umut ışığı olabilir.

Beynimizdeki ve kalbimizdeki yaraları artık birer gizli hazine olarak görmeyelim. Onlar ancak paylaştıkça bir hazine haline gelebilir. Paylaşılan bilgi azalmaz çoğalır. Küçültmez yüceltir.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 04 07 2008

Cuma, Haziran 27, 2008

DÜNYADAKİ BİREYLER BİRLEŞİYOR !


Blogosfer aslında tüm dünyayı koca bir köye çeviriyor. Fiziksel olarak bir araya gelme imkanları olmasa bile yüzlerce birey, ırk, din, dil ayrımı gözetmeden, sadece ortak paydalarda buluşarak, birbirleriyle etkileşim içine girebiliyorlar.


Hikaye Kevin Costner’in başrol oynadığı Field of Dreams (Düşler Tarlası) filmiyle başlıyor. Çiftçi Ray (K.Costner) bir gün gaipten kulağına şöyle bir şey fısıldandığını duyuyor: “Eğer inşa edersen, o gelecek”. (“if you build it, he will come”).

Bu slogan internetin ve webin ilk patladığı yıllarda derhal web dünyasına taşındı. If you build it they will come! Yani “Eğer [web siteni] inşa edersen, [internete bağlananlar siteni ziyarete] gelecekler”. Bu slogandaki temel mesaj herkesin, özellikle de her firmanın illa ki bir web sitesinin olması gerekliliğinin altını çizmekti. Çünkü o yıllarda (90lı yılların başı) firmalar hala “neden bir web sitem olsun ki?” diye interneti sorguluyorlardı.

Bugün web sitesine sahip olmak firmalar için artık bir tereddüt unsuru olmaktan çıktı. Ancak web sitesine sahip olma süreci bireylerde nispeten daha yavaş ilerledi. Bunun da temel nedeni web sitesi yapmak için bazı teknik bilgilere sahip olma zorunluluğu idi. Bu sıkıntı önce web üzerinde basit de olsa web sayfası oluşturma imkanı veren web siteleri sayesinde aşılmaya başladı.

Daha sonra da bu ilkel örneklerin gelişmiş hali olarak ortaya çıkan weblog (blog) yapısı bireylerin webi yeniden keşfetmesini sağladı. Ancak blogosferdeki dinamizm, yani çok hızlı ve kolay bir şekilde sayfa içeriğini değiştirme, ekleme imkanı sayesinde bireysel web diyebileceğimiz bloglar, web site içeriğini oluşturma nedenlerinde de ciddi bir değişikliğin yaşanmasına neden oldu.

Bugün hemen hiçbir firma kendi web sitesinde, şirkette olan biteni gün be gün web sitesine yansıtmıyor; buna en yakın içerikler ya HABERLER köşesi oluyor ya da ANKET türü etkileşimler.

Ancak bireylerin webini oluşturan blogosfer, bireyin her gün her dakika yaptıklarını dilediği şekilde webe taşıma imkanı getirdi. Internet adeta milyonlarca netizenin devasa bir günlüğü haline geldi.

Ancak yine de blogosferin bildiğimiz anlamda günlükten bir farkı var. O da okurların yazılanla ilgili görüş bildirebilmesi. Bir başka deyişle bireyler arasında bugün yeryüzünde her zamankindan daha yüksek düzeyde bir etkileşim söz konusu.

İletişim uzmanlarının bu konuda bilimsel araştırma yapmakta olup olmadığı bilmiyorum. Ancak görünen o ki internet bireyler arasındaki iletişimi, bildiğimiz haliyle iletişim sorunlarının tamamını olmasa bile önemli bir kısmını ortadan kaldırıyor ya da başka bir forma dönüştürüyor.

Örneğin iki bireyin fiziksel ortamda bir arada bulunmalarının yarattığı iletişimsizlik sorunu yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Bireyler karşılarında gözlerini dikmiş insanların olmadığı ortamda, bu kişilerle (MSN, chat gibi imkanlarla senkron ya da eposta, blog yazılarına yorum ekleme vb gibi imkanlarla asenkron) çok daha kolay iletişim kurabilmekte. Düşüncelerini çok daha açık bir şekilde ifade edebilmekte.

Elbette ki bu tüm iletişim sorunlarının çözülmesi anlamına gelmemekte. Hatta belki de iletişimin bu yeni formu nedeniyle yeni kategoride sorunların ortaya çıkmasına da neden olabilecek. Ancak yaşanan bu değişimin paradigmasal bir sıçrama olduğunun da altını çizmek gerek.

Blogosfer (internetteki bloglar dünyası) 21. yüzyılın bireyinin tüm dünya ile kolayca iletişim içine girmesini sağlamakta. Bugün doğal olarak, “daha karşı dairedeki komşusunu tanımadığı” için bireyler eleştirilirken, bunun temelinde eski anlayışın, “eski paradigmanın” yer aldığını ve paradigmaların da zamanla değiştiğini unutuyoruz.

İçinde kırk elli ailenin yaşadığı apartmanlar her ne kadar o eski mahalle ortamını ortadan kaldırdıysa da insanlar arasındaki iletişimi ortadan kaldırmadı. Apartmanlarda yaşayan ailelerin yine dostları, arkadaşları var; birbirleriyle yine iletişim kurabiliyor; etkileşimde bulunabiliyorlar.

Blogosfer aslında tüm dünyayı koca bir köye çeviriyor. Fiziksel olarak bir araya gelme imkanları olmasa bile yüzlerce birey, ırk, din, dil ayrımı gözetmeden, sadece ortak paydalarda buluşarak, birbirleriyle etkileşim içine girebiliyorlar.

Sahi öteden beri de istenilen, arzu edilen bir şey değil miydi bu?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 13 06 2008

Pazartesi, Mayıs 12, 2008

INTERNETE BLOGLAMA DALIŞ


Bugün bloglar bir yandan bireylerin kendini tüketim toplumuna, şov dünyasına gönüllü kurban etmesi anlamına geliyorsa diğer yandan da başka şekilde paylaşılamayan dosyaların meraklıları arasındaki dağıtım merkezi halini almış durumda.


Bloglar ilk çıktığında çok daha “ciddi” konularda bireysel görüşleri yansıtabilmenin dijital kültürdeki tek adı olmuştu. Ancak son dönemdeki içerikleri ciddiyetten uzaklaşmaya başladı.

Bugün bloglar bir yandan bireylerin kendini tüketim toplumuna, şov dünyasına gönüllü kurban etmesi anlamına geliyorsa diğer yandan da başka şekilde paylaşılamayan dosyaların meraklıları arasındaki dağıtım merkezi halini almış durumda.

Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan bir haberde dünyanın en çok izlenen blogunun uzak doğulu bir şov dünyası üyesinin (sanatçı dememeyi tercih ediyorum) kişisel blogu olduğu bilgisi yer alıyordu. Blogun içeriği bu yıldızın gündelik hayatında yaptıkları vb ile ilgiliydi.

Öte yandan dosya paylaşım imkanlarının özellikle müzik dünyasındaki telif konusunu suistimal etmeye başlamasıyla değerini yitirmesi sonucu ortaya çıkan boşluğu yine bloglar doldurmakta. Bugün gerek ülkemizden gerekse de dünyanın pek çok ülkesinden oluşturulan bloglara bakıldığında bunların müzik ya da film dosyalarını paylaşmak amacıyla oluşturulduğu gözlenmekte.

Sağolsun büyük dosya paylaşım imkanı veren siteler! Yeni blogçuların yaptıkları şey çok basit ama etkili ve verimli. Önce paylaşılacak dosya, lokal bilgisayardan yüklenecek hale getiriliyor (dosyalar birleştiriliyor ve tek bir dosyaya dönüştürülüyor). Akabinde büyük dosya saklama imkanı veren ve pek çoğu ücretsiz olan web sitelerinden birisine yükleniyor. Bu yükleme sonucunda site bu dosyaya erişim için gerekli olan web linkini otomatik oluşturuyor.

Geriye bir tek şey kalıyor. Bu linki meraklısı ile paylaşmak. İşte bloglar bu amaç için kullanılmakta. Bloga yazılan basit bir açıklama, hatta alenen eklenen bir kaç görsel malzeme (mesela bu bir film ise filmin afişi) ve en kritik bilgi olan dosyaya erişilmek için gerekli olan o web link.

Peki bununla nasıl mücadele edilecek? İki temel yol var. Birincisi böyle linklerin yayınlandığı blogları o blogları yöneten siteye şikayet etmek. Şikayetler çok ciddi olarak değerlendiriliyor ve bir suistimal söz konusu ise o blog yayına kapatılıyor. Peki bu yeterli mi? Hayır. Çünkü blogu kapatılan bir kişi ertesi gün yeni bir kullanıcı adı ve blog adı ile kendisine yeni bir blog oluşturabilir ve web linklerini yayınlamaya oradan devam edebilir.

Dijital kültürde her ne kadar bu tam bir çözüm olmasa da çok önemli bir etkiye sahip. Bunun da nedeni bugünün dijital yerlileri olan gençlerin dün varken bugün yok olmuş bir blogun peşine düşüp ona ne olduğunu, kapatıldıysa yerine açılan yeni blogun nerede olduğunu arayacak zamanının ve motivasyonunun olmaması. O blog kapatılmışsa iş bitmiştir.

Yine de ikinci ve biraz daha etkili bir çözüm de yok değil. O da dosyaya erişmek için oluşturulmuş olan o linkin işaret ettiği dosyayı, büyük dosya paylaşma sitesinden sildirmek. Dosyanın kendisi sildirildikten sonra onun web linkinin bloglarda yaşamaya devam etmesinin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Çünkü o web linke tıklayacak birisi, dosya silinmiş olduğu için, dosyaya erişemeyecek ve böylece kendisine bir kopya indiremeyecektir.

Büyük dosya saklama hizmeti veren web sitelerinin yönetimleri de bu konuda blog sitelerinin yöneticileri kadar hassaslar. Yani bir web linkinin işaret ettiği dosyanın silinmesi için kendilerine başvurulduğunda, ortada bir telif hakkı ihlali söz konusu ise dosyayı derhal silmekte ve o web linklerini ölü hale getirmekteler.

Tabii soru şu: Bu kalıcı bir çözüm mü? Cevap ne yazık ki yine “kesinlikle evet” değil. Çünkü zamanı olan ve işi inatlaştıran bir yükleyici için dosyası silindiğinde yapılacak şey bellidir. Dosyayı yeniden yüklemek. Yeniden yüklendiğinde sistem otomatik olarak yeni bir link yaratacaktır. Yaratılan bu yeni link bloglara yeniden servis edildiğinde başa dönülmüş olacaktır.

Ancak burada da aynı dijital kültür ögesi devrede. O dosyayı bir kere yükledikten sonra silindiğini gören bir dijital dünya yerlisi dosyayı zaman ayırıp bir kez daha yükleme konusunda çok istekli olmamakta.

Hayat dijital ortamda da kendisine bir yol bulmakta yani...

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 09 05 2008