futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Temmuz 27, 2010

FUTBOL ve BİLGİ TOPLUMU

Futbolun perde arkasında kurumsal iş dünyasının son model taktik ve stratejilerini uygulama konusunda dur durak bilmeyen bir yönetim modeli. Ancak iş sahaya, futbol oyununa geldiğinde, hala ilk günkü ilkel kurallarına çok yakın kurallarla yönetme bağnazlığı.


Global futbol otoriteleri (FIFA, UEFA, vb) bilgi olgusunu mümkün olduğunca futbol oyununun içine sokmama konusundaki inatlarını sürdürüyor. Evet veri ya da istatistik açısından tonlarca bilgi kırıntısını üretme ve dünyaya sunma konusunda hiçbir tereddütleri yok. Ancak bu veri ve enformasyonlardan futbol oyununu ileriye götürecek türden kararlar alabilmede yardımcı olacak bilgiler üretme konusunda ise müthiş bir tutuculuk var.

Ne için? Güya futbol oyununun heyecanını, popülaritesini düşürmemek için (?). Öncelikle bu heyecan ya da popülarite kavramlarından ne anlaşıldığını netleştirmek gerek. Örneğin 11 Temmuz’da biten 2010 Dünya Kupası’ndaki İngiltere – Almanya maçında İngiltere’nin kale çizgisini yarım metre geçen topu hakemlerin görememesi nedeniyle gol olarak sayılmadı. Oysa basit düzeyde bir teknolojiden istifade ediliyor olsaydı bu top gol olarak sayılacaktı. Ofsayt konularına ise hiç girmiyorum.

İşte global futbol otoritelerinin heyecan dediği şey bu. Yanlış verilmiş bir kararın, teknoloji körlüğü olan futbol oyunu sayesinde yıllarca konuşulması. Hakem o golü verseydi belki de İngiltere Almanya’yı geçecekti vs vs.

Öte yanda futbol oyunuyla ilgili olarak sahanın arkasında son yirmi yılda gerçekleştirilen gelişmelerin futbolu bir spor olmaktan çıkarıp bir endüstri haline getirdiği konusunda ise herkes hem fikir ama nedense kimse bundan yakınmıyor.

Artık futbol maçları yayıncı kanalın yayın akışına göre belirleniyor. Ulusal liglerdeki maçlar heyecan son haftalara dek taşınabilsin “arzusuyla” oynanıyor. Bir takımın alıp başını gitmesi pek arzu edilmiyor. Öte yandan futbolcu transferine getirilen esneklikler büyük bütçeli futbol kulüplerinin daha çok sportif başarı elde etmesine bu da o kulüplerin giderek daha da zenginleşmesine neden olmakta. Bu durumda küçük ölçekli kulüplerin başarı elde etmesi giderek daha da zorlaşmakta.

Geçtiğimiz aylarda ülkemizde de yayınlanan Futbolun Şifreleri isimli kitap bu gelişmeleri ve futbolun endüstrileşme sürecini nesnel verilerden yola çıkarak ürettiği bilgilerle açıklamakta.

Bu çelişki daha ne kadar sürecek? Futbolun perde arkasında kurumsal iş dünyasının son model taktik ve stratejilerini uygulama konusunda dur durak bilmeyen bir yönetim modeli. Ancak iş sahaya, futbol oyununa geldiğinde, hala ilk günküne çok yakın kurallarla yönetme tutuculuğu.

Tam da bu muhafazakarlığı protesto edercesine son dünya kupasının finaline futbolu bilgi toplumu olgusuna en uyumlu denilebilecek bir modele göre oynayan iki takım çıktı. Hollanda ile İspanya. Her iki takım da oyununu pas üzerine kurmuş. Hiçbir futbolcu gerekmediği sürece çalım atmıyor, kaleciler bile gerekmedikçe uzun degajlar yapmıyor, oyunu kısa pas ile başlatıyor.

Bu oyun modeli bireyin oyun içinde görkemli bir yapının kendi üstüne düşen küçük (ama çok önemli) bir parçası olduğu felsefesini gözler önüne seriyor. Hollanda ya da İspanya’da Maradona gibi topu alıp giden futbolcuya yer yok. Onun yerine top daha ayağına gelirken, topu nereye atacağını kafasında hesaplayan ve topu ona göre isabetli bir şekilde arkadaşına aktaran bir takım oyunu oyuncuları var.

Evet Maradona’nın tarihe geçen golleri var ama bir kerelik başarı mı yoksa sürdürülebilir bir başarı mı ? Arjantin, Brezilya gibi takımlar sonrasını sonra düşünürüz derken, Hollanda, İspanya gibi takımlar sürdürülebilir başarının peşinde koşuyor.

FIFA’nın, UEFA’nın bu yeni eğilimi destekleyecek türden uygulamaları futbol oyununa dahil etmeleri, futbolda heyecanı yanlış kararlarda değil oyunun kendisinde aramayı sağlamaları gerekir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1217) - Ooof Off Line Köşesi - 16 07 2010

Salı, Şubat 16, 2010

FUTBOLUMUZ ve BİLGİ ÇAĞI

Verilen milyonlarca doların karşılığı alınmak isteniyorsa, önce yapılması gereken Bilgi Çağı’nı futbolumuzla tanıştırmak olmalı, futbolumuzun kalitesi bilgi ile kıyaslanarak ölçülebilmeli.

Geçtiğimiz günlerde lig maçlarının yayınlarına yönelik (çekişmeli) bir ihale yapıldı ve mevcut sözleşme bedeline göre %126’lık bir artışla yıllık 321 milyon dolara mevcut yayıncı kuruluş ihaleyi kazandı. Vergi vb hariç.

İhalenin hemen ardından değişik kanatlardaki futbol otoriteleri Türkiye’de yepyeni bir sayfanın açılması gerektiğinin altını çizdiler. Yayıncı kuruluşun örneğin soyunma odası koridorlarında canlı yayın yapabilmesinden, spikerlerin odasının medeni şartlarda olmasına, stadyumlardaki ışık sisteminin HD kalitesinin hakkını verecek düzeyde temin edilmesinden Türkiye Futbol Federasyonu’nun kulüplere alacakları parayı çar çur etmemeleri için belli standardları zorunlu hale getirmesine kadar.

Bu yıl ilk defa internet ortamı ayrı bir ihale kategorisinde ele alındı ve bu kategoride ana yayıncı kuruluşun en büyük rakibi tek teklif veren taraf olarak ihaleyi kazandı. Dijital dünyanın varlığı en azından bu vesile ile algılanmş oldu.

Ancak tüm bu tablo içinde futbol dünyamızın bilgi olgusuna değer verme düzeyini yakalayamamış olduğunu görüyoruz. Bilgi çağında yaşıyoruz ama futbol dünyamıza baktığımızda “bilgi çağı”nın tezahürü “veri çağı” seviyesinde kalıyor ve nedense bu olgu ıskalanmaya devam ediyor.

Buradaki tek sebep rating ya da başarı kaygısı mı? Yoksa pek çok alanda olduğu gibi burada da süreci yönetenlerin şahsi kapasite(sizlik)leri rating/başarı kaygısının ardına gizlenerek süreci yönetmeye devam mı ediyor?

Örneğin en büyük sıkıntılarımızdan birisi olan hakem hatalarını ele alalım. Bilgi Çağı’nın nimetlerinden öylesine istifade etmeye başladık ki kritik bir maç bittikten bir saat sonra verilmiş olan bir ofsayt pozisyonunun aslında (diyelim ki) 16 santimetre ile aslında ofsayt olmadığını tespit ediyor ve hakemlere yükleniyoruz.

Bu türden sekiz on pozisyon iki üç saatlik canlı yayınların belkemiğini oluşturuyor. Hal böyle olunca da maç ile ilgili pek çok önem verilmesi gereken detay göz ardı ediliyor.

Hangi futbol otoritesinin aklına bugüne dek, gayri resmi dahi olsa, örneğin hakemlerle ilgili bir performans çizelgesi tutmak geldi? Örneğin tipik bir futbol maçında bir orta hakem ya da yan hakem kaç karar vermekte? Bunlardan kaç tanesi çok kritik, kaç tanesi orta seviyede kritik, kaç tanesi kritik değil? Her bir hakemin bu modele göre geçmiş dönem karnesi nedir? Diyelim ki bir hakemin bu modele göre yüz üzerinden 85 seviyesinde bir ortalaması var. O günkü maçta hakemin verdiği kararlar değerlendirilip de hakemin 87 seviyesinde (ya da 83) bir performans gösterdiği tespit edildiğinde daha artık o hakemi maçta vermiş olduğu hatalı bir karar için onbeş dakika boyunca eleştirmek ne denli mantıklı?

Kadranı 180 gösteren araç 240 yapmıyor diye kullanıldığı her seferinde eleştiriliyor mu?

Keza takımların performansına bakalım. Futbol yorumcularının belki de onda dokuzu takımın aldığı sonuçtan ya da oynadığı futboldan bağımsız olarak takımı olumsuz yönde eleştirmek üzerine kariyerini oluşturmuş durumda. Neden? Bir takımı eleştirirken baz alınan objektif standard nedir? Yorumlara baktığınızda takımın her maçı iyi bir oyunla 5-0 kazanması adı konmamış bir standard olarak kabul edilmiş gibi. Buna göre eleştiriliyor. Çünkü ortada aslında böyle bir standard yok. Standard olmayınca da takım ağzıyla kuş da tutsa eleştirilecek bir yanı bulunuyor.

Verilen milyonlarca doların karşılığı alınmak isteniyorsa, önce yapılması gereken Bilgi Çağı’nı futbolumuzla tanıştırmak olmalı, futbolumuzun kalitesi bilgi ile kıyaslanarak ölçülebilmeli.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1192) - Ooof Off Line Köşesi - 22 01 2010