youtube etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
youtube etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Haziran 29, 2009

NİDA İÇİN AĞIT!


Dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Bunu yapabileceğini sananlar ancak kafalarını kuma sokmuş olurlar.


“Benim sarı gülüm için, gözyaşı dökmeyecek misin?”(*)

1989’da Çin’de Tiananmen Meydanı’nda yapılan gösteriler dünyaya çekilen faks mesajlarıyla duyurulmuştu. Yirmi yıl sonra faks cihazları yavaş yavaş tarihe karışırken yerini teknolojinin son harikası internet aldı. İran’da son yapılan seçimler sonucunda ortaya çıkan tablo dünyaya internet üzerinden iletiliyor.

İranlı protestocular Twitter üzerinden anlık haberleşme ve organizasyon mesajları gönderiyor. Facebook üzerinden organize oluyorlar. Çekilen fotoğraflar Flickr sitesinde videolar ise Youtube’da yayınlanıyor (hani şu birimiz dışında diğerlerimizin erişimine yasak olan web sitesi).

Özellikle Twitter üzerinden yapılan haberleşme o denli kritik bir hal aldı ki ABD Dışişleri Bakanlığı bir kaç gün önce firmadan Twitter’ı bakım için birkaç saatliğine hizmet dışı bırakma işlemini Tahran saatine göre gece yarısından sonraya gelecek şekilde organize etmesini talep etti.

Siyaset dünyası konvansiyonel dünyadan öğrenmiş oldukları deneyimi son hızla uygulanırken (örneğin yabancı medya mensubu kişiler İran’a ancak bir haftalık vize ile girebiliyor ve vizeleri sona erdiğinden ülkeden çıkmaya zorlanıyor) dijital dünyaya karşı aciz kalıyorlar.

Aslında şu gerçeği çok iyi biliyorlar; dijital dünyaya sansür uygulanamaz! Dijital dünyaya sansür uygulamak demek başını kuma sokmak anlamına gelir. Neden mi? Bakın ülkemizdeki youtube yasağına. Başbakanımız bile bu tür yasakların aslında kolaylıkla delinebildiğini kendisi beyan etti: “Ben girebiliyorum siz de girin” diye açıklama yaptı. Gerçekten de bugün çok basit bir işlemle her ne kadar fiziksel olarak Türkiye sınırları içinde bulunsanız da dijital anlamda başka bir toprak parçası üzerinden youtube’a erişiyormuş gibi yapabilir; youtube’a erişirsiniz.

Bu tıpkı herhangi bir ülkeye gitme yasağına rağmen o ülkeye gidebilme imkanına benzer. Türkiye’den çıkarken o yasaklı ülkeye değil de başka bir ülkeye gidersiniz. Böylece kapıda sizi kontrol eden görevliler sizin geçmenize izin verir. Sonra gittiğiniz o ülkeden yasaklanmış olan diğer ülkeye geçersiniz. İşiniz bitince de geri dönersiniz. Bugün de youtube’a direkt http://www.youtube.com/ adresi yazarak gidemeyen internet kullanıcıları başka bir tampon web sitesine gider, oradan http://www.youtube.com/ adresini yazarak siteye ulaşırlar.

Denilecektir ki yasalardaki tanımlar gereği bu tür yasakları koymak ne yazık ki mümkün. Pek de öyle olmadığı geçtiğimiz günlerde çıkan bir haberle doğrulandı. Mart ayında yapılan yerel seçimler öncesinde birileri Facebook sitesinde, CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayının terör örgütünün bir mensubu olduğunu ifade eden bir grup oluşturdu. Buna karşılık adayın avukatı dava açarak, ilgili yasa gereği o grubun ya da Facebook’un kapatılmasını talep etti. Mahkeme bu yönde karar aldı. Ancak Telekomunikasyon İletişim Başkanlığı mahkeme kararını ilgili yasaya göre uygulamayacağını beyan etti.

İlginç değil mi? Örneğin birisi Türkiye ile ilgisi dahi olmayan bir web sitesindeki bir habere okur görüşü beyan ediyor. Bu görüşte bir Türk vatandaşının kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle açılan dava sonucu tüm web sitesi topyekun kapatılıyor. Ancak bir başka örnekte değil siteyi topyekun kapatmak, ilgili grup bile kapatılamıyor.

Demek ki bazıları daha eşit! Şimdi denilecektir ki temelde “yasaklamanın kendisi yasaklanmalıdır”. Elbette. Ancak iş politika olduğunda mesajların yorumlanması ne yazık ki farklı olabiliyor. Örneğin bir medya kuruluşu bir kişi ya da kurum hakkında bir haber yapıyor. O kişi ya da kurum haberi yalanmazsa bu durum bile kamuoyunun dikkatine sunularak şöyle dolaylı bir mesajın zihinlerde oluşması sağlanıyor: Yalanlamadı; demek ki doğru!

Oysa tam tersi olması gerekmez mi? Doğru olduğu ispat edilene dek yalandır! Farkında değiliz ama yargısız infazı hergün hepimiz birbirimize karşı yapıyoruz. Bunu medyadan öğrendik. Belki Roger Waters gibi duyarlı bir başka sanatçı çıkar da onun 1989’da Çin’de öldürülen “sarı gül” için yaktığı ağıt gibi bir ağıtı da İran’da öldürülen Nida için yakar.

(*) Roger Waters, “Watching TV” (Amused to Death albümünden)


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 26 06 2009

Cuma, Aralık 26, 2008

OBAMA: İLK e-BAŞKAN ?


Obama’nin ilk sözü, internetin açıklığını koruma ile ilgili. Internetin tarihinde ve doğasında yer alan “açıklık” olgusunu benimsemiş görünüyor ve buna karşı tutum içinde olacakların karşısında yer alacağını net olarak belirtiyor.


Başbakan Erdoğan “Ben Youtube’a girebiliyorum” diyerek internet yasaklarına yeni bir boyut kattı. Demek ki neymiş “iş bilenin kılıç kuşananın”. Siz de o kadar meraklıysanız teknolojinin imkanlarından istifade ederek youtube’a erişebilirsiniz. Arayın bulun. Bu arada bu kadar zahmete katlanamayacak olanlar da (çoğunluk) erişememeye devam etsin.

Kasım ayında ABD’nin 44. başkanı seçilen Obama ise farklı düşünüyor. Kendi ismiyle yayında olan web sitesinde bakın teknoloji ve internet konusunda ne gibi açılımlar getirme sözü veriyor.

Obama’nin ilk sözü, internetin açıklığını koruma ile ilgili. Internetin tarihinde ve doğasında yer alan “açıklık” olgusunu benimsemiş görünüyor ve buna karşı tutum içinde olacakların karşısında yer alacağını net olarak belirtiyor.

Bununla paralel olarak gündeme getirdiği ikinci husus ise medya sahipliğinin tekelleşmesinin engellenmesi. Medyanın teknoloji ve internetle doğrudan bir ilgisi yok ki diye düşünüyorsanız bir kez daha düşünün. Beş on sene içinde internet ile medya arasındaki son farklılıklar da ortadan kalkacak ve ikisi et ile tırnak statüsüne kavuşacak.

Internet sözü olanın konuşabilmesi için dünya kültürünün geliştirmiş olduğu en yeni öge. Internetin herhangi bir nedenle sınırlandırılması, engellenmesi ya da yasaklanması aslında çok daha derin bir anlama gelmektedir. O da interneti yasaklayan ülke ya da toplumun aslında açıklık olgusuna hazır olmamasıdır.

Bu son tümceyi biraz daha irdelemek gerekir. Acaba hazır olmayan o toplum mu yoksa açıklıktan zarar göreceğini düşünen yöneticiler mi (ister seçilmiş olsun ister atanmış)? Kısaca bir anımsayalım ülkemiz çok kanallı TV yayıncılığına nasıl geçti? Ya radyoların yaygınlaşması?

Kamuoyunu yönlendirme gücüne sahip herhangi bir kuvvet söz konusu olduğunda bu açılımlar hep pratik zorlama ile gerçekleştirildi. Özel TV kanalları kendi imkanları ile yayına geçti; yani resmi statüde “korsan” idi. Sonra yasalaştılar. Keza radyoların yaygınlaşmasında da benzer bir durum gözlendi. O zamanların bacımız olan TC Başbakanı da “radyomu istiyorum” diyenlerin arasına katıldı.

Benzer bir süreç internet için de yaşanmakta. Önce internet erişimi sunan firmalar kuruldu ancak nuh nebiden kalma yasal zorunluluklar nedeniyle bu şirketler en az iki sene hizmet veremediler.

Bugün artık internete erişim telefon hattından erişim ile aynı statüye geçti. Telefon hattı olan internete de erişebiliyor. Ancak bu kez engelleme genelden nokta atışı hedeflere odaklandı.

Dün hapiste olan ve hakkında siyaset yapamaz hükmü olan bir TC vatandaşı yıldırım hızıyla yapılan yasal düzenlemelerle yeniden siyasete dönebiliyor; yapılan bir itiraz nedeniyle yenilenen seçim bölgesinden aday olup meclise girebiliyor ve ardından da başbakan olup altı sene aralıksız başbakanlık yapabiliyorsa, internete yasak getirmenin nedenlerini yasaların yetersizliğine bağlamak tatminkar bir açıklama olamaz. İstenirse internet üzerindeki tüm engellemeler, yasaklar bir gecede çözüme kavuşturulabilir.

Obama’nın web sitesindeki diğer hususlar içinde dijital uçurumun enaza indirilmesi, hükümetin şeffaf bir modelle yönetilebilir hale getirilmesi, özel yaşama saygı gösterilmesi yer almakta.

Öte yandan teknoloji sadece bilişim ve internet ile sınırlı değil. Sağlık konuları da en az internet kadar önem arz ediyor. Kök hücre araştırmaları, genetik ve biyoloji bilimleri özellikle altı çizilerek destekleniyor. Yakın gelecekte dünyada hala çaresiz hastalıklar statüsünde yer alan kansere, kalple ilgili hastalıklara kalıcı çözümler bulma imkanı yeniden gündeme gelmiş oluyor.

Obama şu sıralarda yeni yönetim ekibini oluşturmakta. Bu kişilerin kariyerlerine bakıldığında pek çoğunun bir önceki Demokrat yönetim olan Clinton yönetiminde de önemli görevler icra etmiş kişiler olduğu görülmekte.

Bu açıdan bakıldığında Clinton yönetiminin kaldığı yerden devam edileceği sonucunu çıkarmak zor değil. İster teknoloji ya da internet olsun ister otomotiv sektörü olsun önemli olan en üst düzeyde bu konulara stratejik olarak önem verilmesidir. Sözle değil eylemle. Obama’nın kampanya sırasındaki teknoloji kullanımına bakarak bu konuda ciddi gelişmelerin olacağını düşünmek hayal olmayacaktır.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 05 12 2008

Cuma, Kasım 28, 2008

EN DERİN GERÇEK!


Sevdiğiniz bir şiiri, izlediğiniz bir programı bir arkadaşınıza anlatırken de telif haklarına aykırı mı davranıyorsunuz? Yayıncısından izin aldınız mı o programı bir başkasına anlatırken? Ya da şöyle yazılı olmayan bir kural mı var: Okuduğunuz bir kitabı üç beş kişiye ödünç verirseniz teliflik bir sorun yok ama üç beş bin kişiye verirseniz sorun var.


Sayın Zülfü Livaneli Vatan Gazetesi’ndeki köşesindeki 31 Ekim 2008 tarihli yazısına YouTube Meselesi adını vermiş. Hayatta gördüğü her şeyin özeti olarak şu sözle başlıyor: “Esas çelişki gerçekle yalan arasında değil, gerçekle daha derin gerçek arasındadır”.

Bu çerçevede yasaklama ve sansür olguları bir gerçek olarak dünya kamuoyunun dikkatini çekerken, Sn Livaneli daha derin gerçek olarak youtube’un telif olgusuna hiçbir saygı göstermeden yayın yapıyor olduğunun altını çiziyor ve nazikçe bu durumu kınıyor. Bu kınama Türkiye ile ilgili değil, global çapta bir tespit.

Gerçeğin bu anlamda kademelendirilmesi ile ilgili açıklaması ise şöyle: “Gördüğüm kadarıyla insanlar, kavrayış kapasitelerine göre herhangi bir katmandaki gerçeğe sarılıp, onu canla başla savunuyorlar. Ama bilmiyorlar ki o katmandan daha derinlerde başka gerçeklikler var. Bu ilkeyi birçok kişiye ve tartışmaya uygulayın, bana hak vereceksiniz.”

Benim merak ettiğim acaba Sn. Livaneli tam da bu sağlıklı kıstası ölçüm kriteri olarak gözler önüne sererken kendi bakış açısından da derinde bir gerçeğin olup olmadığını analiz edip etmediği. Ya da en azından kendi bakış açısının ona gösterdiği gerçekten daha gerçek bir katmanın varlığı söz konusu olursa bu gerçek karşısında mevcut bakış açısını rafine edip etmeyeceği.

Öncelikle bir yanlış saptamayı gözler önüne sermekle başlamak gerek. Sn Livaneli youtube için “Eline gelen her konseri, her görüntüyü, her televizyon programını ve her şarkıyı yayınlıyor” diyor. Oysa bu doğru değil. Youtube hiçbir şey yayınlamıyor. O yayınları yapan o konseri, o görüntüyü, o televizyon programını izlemiş, o şarkıyı dinlemiş birileri. Eğer sokaktaki korsan kitap satıcılarıyla bir analoji yapmak gerekirse youtube kaldırımda korsan kitap sergisi açmış bir satıcı değil; olsa olsa üstüne korsan kitap sergisi açılacak bir sokağı, kaldırımı inşa etmiş bir belediye olabilir. Kaldırımın üzerine ne koyacağı ve o koyduğu şeyle ne yapacağı o kaldırımın müdavimlerine aittir.

Eğer youtube’un problemi dünyanın her yanından meraklıların ne var ne yok diye öteki tüm olası kaldırımları bir kenara bırakıp gelip bu kaldırıma bakacak kadar popüler olması ise bundan dolayı korsancılıkla suçlanması ne kadar mantıklı bir tutum bir kez daha düşünmek gerekir.

Telif olgusuna değer vermemek konusunda ise Youtube’un dünyaya ilan etmiş çok net bir politikası var. Eğer telif haklarıyla çelişen bir içerik söz konusu ise bunun Youtube’a bildirilmesi durumunda firma o içeriği siteden kaldırıyor. Siteden bir içeriği kaldırma koşulu sadece telif ile sınırlı da değil. Örneğin rencide edici bir içerik de söz konusu ise bu da onu oraya yükleyen kişiden olur almadan siteden silinebiliyor.

Şimdi bu durum kafalarda soru işaretleri uyandırabilir. Madem böyle ilkeleri var neden telif hakları olan içerikler sitede yayınlanmaya devam ediyor? Basit cevap şu: Demek ki telifi elinde bulunduran kurum ya da kişi herhangi bir itirazda bulunmamış. Peki neden? Nedeni de basit: Bir içeriğin youtube’da yayınlanmasının getireceği artılar telifinin ödenmemesinin getireceği eksiler yanında o kadar büyük ki. Bedava reklam, tanıtım.

Şimdi gelelim Sn Livaneli’nin belirlemiş olduğu gerçeğin kademelendirilmesi bakış açısına. Derinde telif hakları, izin vb söz konusu ise onun daha da derininde telif olgusunun yeniden gözden geçirilmesi gelmektedir. Sokakta yapılırken bir sorun yaratmayan bir olgu neden dijital kültüre taşındığında bir anda teliflik bir konu oluveriyor?

Sevdiğiniz bir şiiri, izlediğiniz bir programı bir arkadaşınıza anlatırken de telif haklarına aykırı mı davranıyorsunuz? Yayıncısından izin aldınız mı o programı bir başkasına anlatırken? Ya da şöyle yazılı olmayan bir kural mı var: Okuduğunuz bir kitabı üç beş kişiye ödünç verirseniz teliflik bir sorun yok ama üç beş bin kişiye verirseniz sorun var.

Bunlar bütünüyle dijital kültüre klasik kültür açısından bakarak eleştiri getirmektir. Dijital kültür onun kendine has özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. O zaman da daha derindeki gerçeğin de derininde bir gerçek olduğu ortaya çıkar. Her ne kadar hiçbir gerçeklik katmanı en derindeki gerçek olamayacaksa da.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 28 11 2008

Çarşamba, Ekim 08, 2008

KANDİLLİ SAHİLİNİN HACKER’LARI


Madem bu iş bu kadar kolay neden herkes yapmıyor? Bu soruya bilgisayar dünyasından değil de gündelik hayatımızdan bir örnek ile cevap vereyim. Bir dükkana girip hırsızlık yapmak da çok üstün yetenekler istemiyor; ama herkes de dükkanlara girip hırsızlık yapmaya kalkmıyor!


Aslında bilgisayar korsanlığı ile ilgili her haber çıktıktan sonra “hacker” kimdir “bilgisayar korsanı” kimdir diye yazıp, ikisini ayırt etmeye çalışmaktan ben sıkıldım. Ancak gördüğüm kadarıyla medya bu ikisi hatalı kullanmaktan, bilgisayar korsanlarına inatla “hacker” diye hitap etmekten sıkılmadı.

Geçtiğimiz günlerde yine bir bilgisayar korsanlığı haberi manşetlerde idi. Türk ve Rus korsanların karıştığı olay çerçevesinde binlerce Amerikalı banka müşterisinin bilgilerini ele geçirip, bu kişilerin hesaplarından milyonlarca doları boşaltmış oldukları belirtiliyordu.

Hacker bilgisayar dünyasında bilişim konularında ortalamanın çok ötesinde bilgi, deneyim ve beceriye sahip kişilere takılan bir sıfat. Yani işin kompetanı, üstadı anlamında. Ancak kompetan ya da üstad sıfatlarının bu deneyimini olumlu anlamda icra edenler için kullanılması gibi hacker sıfatı da (illa ki kullanılacaksa) bilgisayar, bilişim alanındaki üstün becerilerini olumlu anlamda değerlendirenler için kullanılması gerekir. Sanırım hırsızlık yapmak bu kategorilerin içinde yer alamaz!

Öte yandan medyaya yansıyan olaylar incelendiğinde bunların teknik anlamda üstün bilgisayar becerileri gerektiren türden korsanlıklar olmadığı da anlaşılacaktır. Kabaca incelendiğinde yapılmış olan şey, binlerce kişiye eposta gönderip, o kişileri banka bilgilerini değiştirmek amacıyla sahte bir web sitesine yönlendirmeye sevk etmek ve oltaya takılıp da o siteye gidenlerin ekrandan girecekleri kullanıcı adı ve şifre bilgilerini bir dosyada saklamak.

Bu süreçte kişinin o epostayı gerçekten de kendi bankasından geliyor olarak algılaması için yapılan hiçbir teknik girişim yok. Sadece ve sadece kişinin zokayı yutup yutmamasına bağlı bir korsanlıktır bu. Keza sahte olarak kurulmuş olan web sitesine girilecek bilgileri bir yere saklamak ve sonra onları kullanmak da üstün teknik beceri gerektirmez.

Tabii burada akla şöyle bir soru gelecektir. Madem bu iş bu kadar kolay neden herkes yapmıyor? Bu soruya bilgisayar dünyasından değil de gündelik hayatımızdan bir örnek ile cevap vereyim. Bir dükkana girip hırsızlık yapmak da çok üstün yetenekler istemiyor; ama herkes de dükkanlara girip hırsızlık yapmaya kalkmıyor!

Demek ki dikkat edilmesi gereken husus bu tür korsanlıkları yapma nedeninin bilgisayar becerilerine sahip olup olmamakla değil etik kurallara saygılı olup olmamakla ilgili olduğudur.

Bu tür korsanlıklarda belki de teknik anlamda en kritik olarak değerlendirilebilecek konu eposta adreslerinin nasıl ele geçirildiği olabilir. Bunun değişik yolları var. Yine teknik anlamda bir beceri gerektiren senaryo birilerinin bu eposta bilgilerinin saklı olduğu firma bilgisayarlarına yasadışı yollardan erişip, bilgilerin bir kopyasını almasıdır.

Belki de ekibin işbölümü bu şekilde yapılıyordu. Birileri işin bu zor kısmını gerçekleştiriyor; tetikçi düzeyindeki diğerleri de bu epostaları sağa sola gönderip birilerinin oltaya takılmasını bekliyordu.

Bugün Nijerya’nın genç nüfusunun önemli bir kısmı her gün internet kafelerde akşama dek birilerinin bu tür oltalara takılmasını bekliyor. Yılda bir kişiyi avlasalar bile kazançlı çıkabiliyorlar.

Peki gerçekte hacker olarak adlandırabileceğimiz kişiler kimlerdir? Neden medyada onların isimlerini ve yapmış oldukları olumlu işleri göremiyoruz? Son dönemden bir örnek vereyim. Youtube’u ya da Facebook’u kuran gençler; bir gecede dolar milyarderi oldukları bilgisini bize vermekten öte medyanın ne kadar ilgisini çekebiliyor? Oysa bu gençlerin gerçekleştirmiş oldukları hayalleri tüm dünyayı bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde dönüştürmekte.

Ayrıca “erbab”, “üstad”, “hacker” olmak sadece belli bir alanla ilgili değildir. Örneğin Kandilli’ye gittiğinizde, vapur iskelesinin kapalı olduğu zamanlarda bile denize girmek isteyen çocukların iskelenin kilitli kapılarını nasıl “hack”leyerek, yüzmek üzere iskelenin ucuna dek gidebildiklerini görebilirsiniz. Kapılara hiçbir zarar vermeden!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 12 09 2008

TAKIYYENİN DANİSKASI


Bugün AB’ye girmeyi en çok savunur görünen hükümet ve onu oluşturan siyasi oluşum hiçbir AB ülkesinde uygulanmayan bir şeyi fiilen icra etmektedir. 21 yüzyılın ilk bölümünde bireylerin özgürlüğünün en önemli göstergelerinden birisi haline gelmiş olan interneti sansürleyerek (sansürlemeye çalışarak).


Fatih Altaylı’nın TV’de yayınlanan programında “Atatürk’ü seviyor musunuz?” diye sorulması üzerine “Atatürk’ü sevmiyorum” diyen iki kişi hakkında açılan davada Cumhuriyet Savcısı Muzaffer Yalçın takipsizlik kararı verdi. Savcı mütalasında şöyle yazmış:

“Onlar sevmiyor diye Atatürk değerinden hiçbir şey kaybetmez. Mustafa Kemal Atatürk ulusal bir kahramandır. Türk tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve dünya tarihinde ulusal kahraman, devrimci olarak hak ettiği yeri almıştır. Atatürk, birisi kötü söz söyledi diye ne küçülür, ne de değerini korumak için özel kanunlara ihtiyaç duyar. Atatürk’ün hilafetçiler, şeriatçılar, bölücüler tarafından istenmediği, sevilmediği bir gerçektir. Sevmek ya da sevmemek bir gönül işidir, yani yürektedir. Eğer şüpheliler Atatürk’ü sevmiyorlarsa, Atatürk değerinden hiçbir şey kaybetmez.”

Oldukça mantıklı ve modern bir açıklama ve karar. Peki benzer şekilde bir kişinin Atatürk ile ilgili Youtube’a eklemiş olduğu birkaç videodan dolayı tüm Youtube sitesine (Atatürk ile, Türkiye Cumhuriyeti ile uzaktan yakından ilgisi olmayan milyonlarca video klibini içeren bir siteye) neden tüm Türkiye’nin erişmesi engelleniyor?

İki kadın altmış milyonun önünde kişisel görüşünü belirtebiliyor. Modern bir demokraside yaşandığı için de mahkemeler demokratik bir karar veriyor. (Örneğin bugün iki kadın bir Arap ülkesinde kendi ülkesinin (yaşayan ya da ölmüş) bir lideri hakkında benzer bir yorumda bulunabilir mi?) Peki youtube sitesine eklenen bir video Atatürk’ün değerini mi düşürüyor ki site o videolar erişime kapatıldığı halde aylardır toptan yasaklanmış, sansürlenmiş durumda?

Kendimizi aldatmayalım. Youtube sitesinin kapatılma nedeni bireylerin haber alma imkanlarının kısıtlanmasıyla ilgilidir. Kontrolün, sansürün her türlüsünü reddeden bir doğaya sahip, bu haliyle doğrudan demokrasinin yeryüzündeki her bir birey tarafından tam olarak idrak edilmesini sağlama potansiyeli olan internet bir ülkede yasaklanmaya çalışılıyorsa durup düşünmek lazım.

Cumhuriyet Savcısı “Atatürk, değerini korumak için özel kanunlara ihtiyaç duymaz” diyor. Atatürk’ün değeri, yapay bir şekilde, yandaşlarının ya da ardından gelenlerin icat ettiği propaganda ya da lobi faaliyetleriye oluşturulmamıştır. Atatürk değerini yaptıklarından ve onları yapış biçiminden alır. Atatürk hem bir ülkenin işgalden kurtulmasını sağlamıştır, hem ardından modern bir demokrasi kurmuştur hem de bunları halkıyla birlikte omuz omuza, göğüs göğüse yapmıştır. Atatürk’ün halkın içinde olduğu hangi fotoğrafında çevresinde insandan bir koruma duvarı olduğu görülmektedir? Hiçbirinde. Atatürk halkıyla içiçedir. Bugün de hepimizin gönlündedir. Dünya da dursa onu oradaki taçlandırılmış yerinden aşağı indirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

Türkiye bir yanda Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyor. Ağızlara sakız yapılmış bu tümce aslında gerisinde barındırdığı sonuçlar açısından önemlidir. Avrupa Birliği’ne girmek Türkiye’nin o birlik içindeki ülkelerde bireylerin sahip olduğu yaşam kalitesine ulaşmayı istemesi, kendi vatandaşlarını da en az o kalite düzeyine layık görmesiyle ilgilidir. Ya da ancak böyle olduğu sürece AB’ye girmek bir anlam ifade eder.

Bugün AB’ye girmeyi en çok savunur görünen hükümet ve onu oluşturan siyasi oluşum hiçbir AB ülkesinde uygulanmayan bir şeyi fiilen icra etmektedir. 21 yüzyılın ilk bölümünde bireylerin özgürlüğünün en önemli göstergelerinden birisi haline gelmiş olan interneti sansürleyerek (daha doğru bir ifadeyle sansürlemeye çalışarak).

AB’ye bu denli destek veren bir hükümet yargı sürecinde böyle bir kararın ortaya çıktığı anda derhal olayı incelemeye almalı ve konunun yasamayla, yürütmeyle ilgisini irdelemeliydi. Acaba bu sonuç bayatlamış ya da yanlış yorumlamaya açık kapı bırakmış bir kanun nedeniyle mi ortaya çıkmıştır diye (ki öyle!). Bunu tespit ettiğinde de kendi sorumluluk alanı olan yasama/yürütme sürecinde gerekli değişiklikleri yapmalı ve bu tür kaotik ortamların doğmasını engellemeliydi.

Böyle bir doğal refleksi olmayan yürütme merciinin AB’yi destekler tonda çaldığı müziğin tınısı ne kadar kulağa hoş gelse de ezeli hocaları geçtiğimiz günlerde net bir değerlendirme yaptı: “Onlar her zaman kardeşimiz, talebemiz, evlatlarımız, taraftarımızdır”.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 05 10 2008

Pazartesi, Haziran 09, 2008

YOUTUBE TEORİLERİ


Dijital dünyanın gerçek müdavimleri, gaza, dolduruşa, ajitasyona gelmiyorlar. Hani 1 Mayıs’larda dolduruşa gelen kitleler var ya; hani o nedenle meydanların insanlara açılması sakıncalı ya ülkemizde. Internet söz konusu olduğunda allahtan benzer bir durum söz konusu değil. Herkes öz-değerlerine sahip çıkıyor. Sahip çıkabiliyor. Kimsenin dolduruşuna da gelmemesini biliyor.


Youtube’a yasak getiren 13 tane ülke varmış. Bunlardan birkaç tanesi uygunsuz içeriği bahane ederek kapatmış. Suudi Arabistan gibi ülkeler kapatma sebebi göstermeyi gerekli bile görmüyorlar. Ancak en ilginç açıklama Suriye’ninki. Efendim ülkenin internet altyapısı youtube trafiğini kaldıracak düzeyde değilmiş. O nedenle anlaşılan internet tamamen çökmesin diye youtube’a erişim vermiyorlar.

Ne düşünceliler. Yakında belki altyapları facebook’u da kaldıramaz hale gelir. O zaman onu da kapatırlar. Efendim? Neden altyapı kapasitelerini artırma yoluna gitmiyorlar mı? İlginç bir bakış açısı !...

Gelelim bizim bu onüç ülkenin arasına girme nedenimize. Malum Atatürk ile ilgili siteye eklenen hoş olmayan video klipler yüzünden bu listelerde adımız geçiyor. Bu konuyu daha önce de bu köşede gündeme getirmiş ve orantısız güç kullanımı şeklinde bir yorumda bulunmuştum.

Geçtiğimiz günlerde youtube’un sahibi Google firmasının yetkilileri de benzer bir açıklama yaptılar. Bu tür video klipleri konusunda hassas olduklarını ve kendilerine başvurulması halinde bu klipleri siteden doğrudan silmekte olduklarını bildirdiler. Yani bir mahkeme kararı almaya ve tüm siteyi komple kapatmaya gerek yok. Böylece dünyaya rezil olmaya da...

Peki neden bu yolu seçmiyoruz?

Geçtiğimiz günlerde bir eposta aldım. Birisi üşenmemiş; Atatürk aleyhtarı video kliplerine (youtube’u açık bulduğu bir sırada ve videolar silinmeden önce) gelen yorumları incelemiş. Görünen o ki gerek o video kliplerini oraya yükleyen şahıslar gerekse de ona destek çıkan mesajları yazanlar, güzelce ağızlarının payını almışlar.

Bir başka deyişle dijital dünyanın gerçek müdavimleri, gaza, dolduruşa, ajitasyona gelmiyorlar. Hani 1 Mayıs’larda dolduruşa gelen kitleler var ya; hani o nedenle meydanların insanlara açılması sakıncalı ya ülkemizde. Internet söz konusu olduğunda allahtan benzer bir durum söz konusu değil. Herkes öz-değerlerine sahip çıkıyor. Sahip çıkabiliyor. Kimsenin dolduruşuna da gelmemesini biliyor.

Peki hal böyleyken neden bu konu sürekli gündeme getiriliyor?

Öncelikle şunu tespit etmek gerekir. Bu tür kararlar nedeniyle sürekli olarak Atatürk hakkında aleyhte video kliplerinin olduğunun da bedava reklamı yapılmış olmuyor mu? Belki de bu videolar Atatürk lehindeki videolara orantılandığında binde bir ya da yüzde bir. Ama leyhteki videoların hiçbir değeri yok; ama işte o tek video; müthiş bir gündem yaratıyor.

İnsanların zihnine böylece şöyle bir bilgi yerleştirilmiş oluyor. Atatürk aleyhinde video da yapılabilirmiş demek. İkinci adım, bu merakı gidermek. Böylece bu tür videolar, yapılması gerektiği gibi sessiz sedasız site yönetimine başvurularak sildirilmek yerine davulla tüfekle kurşuna dizildiğinden, merakla aranır hale getirilmekte.

Ayrıca şu realitenin de altını çizmek lazım: Bu tür video klipler mahkeme marifetiyle site kapatılıp da sildirilene kadar zaten izleyen izlemiş, polemiğini yapan yapmış oluyor.

Bir de şu boyutu değerlendirelim. Youtube’u kapatmanın temelinde gerçekten de Atatürk aleyhindeki videolar mı etken oluyor? Yoksa acaba daha başka şahsiyetler mi söz konusu? Youtube gibi bir ortamdan bireylerin etkileşim içine girip, bazı konulardaki bazı gerçekleri öğrenmeye imkan vermeyi engellemeye çalışan...

Her bir Atatürk aleyhtarlığı yapan video için Türkiye’den youtube’u kapatma cezası uygulamak, bunu değiştirmek için ilgili hiçbir kamu görevlisinin, kurulunun, kuruluşunun devreye girmemesi, herkesin söz birliği etmişcesine kulağının üstüne yatması... Bunlar tesadüf mü? İhmalkarlık mı? Önem vermeme mi? Yoksa başka bir şey mi?

Bu sorunun çözümü mahkeme yoluyla tüm siteyi kapatmak yerine, kamu yönetiminde bu konuda görevli olarak atanmış kişilerin Google firması ile temasa geçerek, ilgili videoyu en hızlı şekilde siteden silinmesini sağlamak olmalıdır.

Tabii kültürümüz güvensizlik üzerine oturtulmuş olduğundan; “Böyle bir yol izlendiği taktirde o görevlilerin canlarının isteyeceği video klibi sildirmeye kalkmayacağından nasıl emin olabiliriz?” diye de sorabilirsiniz. Ne yazık ki güvensizlik varsa hiçbir araç çözüm olamaz.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 06 06 2008