Çarşamba, Şubat 24, 2010

SANAL İNTİHAR MAKİNESİ

Sosyal medya kavramı henüz daha “kara geçmeden” kendi kendini yok etme imkanını da kendi bünyesinden çıkarmış durumda. Bu denli güçlü bir özeleştiri sanırım web 2.0’ın postmodern bir evreye geçtiğinin de önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Geçtiğimiz günlerde gazetelere yansıyan bir habere göre facebook gibi sosyal medya ortamlarının kullanılma nedenlerinden birisi de boşanmak isteyen kişilerin eşleri aleyhinde kullanmak üzere delil toplamasıymış.

Hal böyle olunca aslında hiç de bu amaca hizmet etmek üzere yola çıkmamış olan bir web sitesinin popülaritesinin de artması şaşırtıcı gelmemeli. http://suicidemachine.org/ isimli bu web sitesi, kişinin facebook, myspace, linkedin, twitter gibi popüler sosyal medya sitelerindeki tüm içeriklerini silme imkanı sağlamakta.

Kişi bu ücretsiz hizmeti kullanarak bu web sitelerinde daha önce oluşturmuş olduğu tüm mesajlaşmaların, tüm yorumların, edinmiş olduğu tüm sanal arkadaşlarıyla olan bağlantılarının, bu sitelere yüklemiş olduğu tüm resimlerin, videoların sanal dünyadan bir daha geri gelmemek kaydıyla silinmesini sağlayabilmekte. Zaten o nedenle de sitenin adı “intihar makinesi”.

Aslında bu “makine”nin yaptığı işi kişi kendi başına da yapabilir. Ancak web sitesinin girişinde yer alan bir göstergeye göre, kendi başına on saatte yapılacak bir temizleme işlemi bu web sitesi sayesinde bir saate yakın bir sürede tamamlanabilmekte. Tabii eğer o sırada makineyi kullanan sanal intiharcıların sayısında bir yoğunluk söz konusu ise biraz beklemek bu süreye dahil değil.

Bu web sitesinden haberdar olduğumda aklıma ilk gelen soru, sanal kimliği komple temizlemek yerine belli bir tarih kriterine göre kısmi temizlik yapma imkanını sunup sunmadığıydı. Gördüğüm kadarıyla böyle bir durum söz konusu değil. Yani şu tarihten sonraki sanal yaşamımı temizle ama ondan önceki dönem (temiz olduğu için) kalsın diyemiyorsunuz. Belki web sitesi gelecek günlerde bu kriteri de dikkate alır.

Şu an görülen o ki site daha fazla web sitesini de bu intihar sürecine dahil etmek üzere çalışmalarını sürdürüyor. Şimdilik yukarıda da belirtildiği üzere sadece dört tane popüler web 2.0 sitesi için hizmet verebilmekteler. Yine de özellikle facebook ya da twitter’daki içerikleri silme imkanı pek çok birey için yeterince faydalı olacaktır.

Web 2.0 imkanlarıyla birlikte ortaya çıkan sosyal medya kavramı daha bir kaç sene geçmeden, iş adamları “Bu ortamları nasıl kara çeviririz?” sorusuna cevap bulamadan, kendi kendini yok etme imkanını da kendi bünyesinden çıkarmış durumda. Bu denli güçlü bir özeleştiri sanırım web 2.0’ın postmodern bir evreye geçtiğinin de önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Matematiğin getirdiği basitlik ve cazibe nedeniyle “Web 3.0 olacak mı? Olacaksa nasıl olacak? İçi neyle dolacak?” gibi sorulara henüz uygulamada bir cevap üretilememiş olsa da web 2.0 belki de kendi sonunun nasıl olacağını bu tür sanal intihar makineleri sayesinde kendisi belirlemiş durumda.

Yarın eğer dişe dokunur bir web 3.0 çıkar da web 2.0 ve onun getirdiği rüzgarla ortaya çıkan sosyal medya siteleri birer “hayalet şehir” haline gelmeye başlarsa, bireylerin kendilerini bu nahoş ortamın bir parçası olmaktan nasıl kurtaracakları daha bugünden ellerinin altında hazır beklemekte.

Belki de şimdiden “son tweet”inize ne yazacağınızı düşünmekte fayda var!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1196) - Ooof Off Line Köşesi - 19 02 2010

Salı, Şubat 16, 2010

iPAD’i ERKEKLER DE KULLANABİLİR

Apple’in yeni cijazı iPad ile birlikte bir geçiş dönemine girdik. Veriler artık merkezi olarak saklanacak, elinizin altındaki cihaz temel işlevleri gören bir düzeye inecek.

Apple firmasının kurucularından ve pazarlama dehası Steve Jobs yeni bir bomba daha patlattı ve firma geçtiğimiz günlerde iPad isimli yeni ürününü tüm dünyaya tanıttı. Görünen o ki ilk bilgisayarlardan Apple Macintosh ve mobil müzik dinleme cihazlarının en popüleri olan iPod (ve bunun cep telefonu ile birleştirilmiş hali iPhone) cihazlarından sonra firma tüm dünyayı üçüncü kere yerinden sarsma azminde.

iPad cihazını iPhone’un biraz daha büyük modeli diyerek eleştirenler de var, özellikle e-gazete, e-kitap dünyası başta olmak üzere müthiş bir devrim yaratacak diyenler de.

Cihazın temel özelliklerine bakıldığında tam da ikisinin arasında bir yerde duruyor gibi. Yani bu haliyle müthiş bir devrim yapması çok olası değil. Ancak yerinde sayacağını beklemek de doğru olmaz. Gelecek ay ya da yıllarda çıkacak geliştirilmiş yeni kuşak modelleri ipod, iphone cihazlarının yarattığı düzeyde bir etki yaratma potansiyeline sahip.

Öncelikle cihaz fiziksel özellikleri itibariyle çekici. Ağırlığı 680-730 gram arasında. En devrimsel özelliklerinden bir tanesi ise bilgisayarların çıktığı ilk günden beri cihazın değişmez bir parçası olan klavye aparatının olmaması. Yazmak gerekiyorsa, dokunmatik ekran klavye işlevini görüyor.

Bu basit ve zaten bildik imkan bir yandan Apple’in dokunmatik ekran konusunda ne kadar deneyimli ve gelişmiş imkanlara sahip olduğunu gösterirken aslında öteden beri ülkemizde de tartışılan farklı klavye standardlarının kolaylıkla kullanılabilir hale gelmesini de sağlamış oluyor. Hangi klavye formatını seçerseniz ekran o klavye olarak hizmet vermeye başlıyor. Böylece tuşların üzerindeki işaretleri değiştirmek ya da komple farklı klavyeler satın almak gereği ortadan kalkıyor.

Öte yandan bu cihaz şu anki teknik özellikleri itibariyle bir grup öncüyü cezbedecek ancak önemli bir grup kullanıcı biraz daha temkinli yaklaşıp bekle-gör taktiği ile cihazın dünya üzerindeki gelişimini izleyerek karar verecek gibi. Bu cihaz sayesinde ipod, iphone ürün yelpazesinden farklı olarak kurumsal müşteriler de Apple firmasının radarına girmiş durumda. Ellerinde bu cihazlarla işi gereği mobilite gereksinimi duyan firma çalışanları gün boyunca ofis dışında yaptıkları tüm mesleki faaliyetlerinde bu cihazı kullanabilir ve sipariş alma, not tutma, mesajlaşma vb gibi faaliyetlerini internete bağlı olarak ya da bağlı olmadan gerçekleştirebilir, gün sonunda güncel bilgileri merkeze aktarabilirler.

Bu bir geçiş dönemi ve bu sayede bilişim kültüründe de yeni bir çağ başlamış oluyor. Dijital kültürün, internetin ruhuna aykırı gibi görünen, dağıtılmış verileri merkezde toplama (totaliter) arzusunu gerçekleştirmeye doğru bir adım daha atılmış oluyor. Giderek taşınabilir bilgisayarlarda veri tutma, sabit disk imkanı bulundurma gereği ortadan kalkacak. Eposta sisteminde bu düzen geldi. Posta kutunuz şu an kimbilir hangi ülkedeki bir bilgisayarda saklanıyor (ve gerekli görüldüğünde inceleniyor).

Bunun yanısıra tüm metinlerinizin, elektronik tablolarınızın, sunumlarınızın, adres defterinizin vb de şu an elinizin altında kullanmakta olduğunuz cihazın diskinde durmak yerine binlerce kilometre ötedeki bir bilgisayarda saklandığını düşünsenize. Hem kaybolma derdi de yok !!!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1195) - Ooof Off Line Köşesi - 12 02 2010

BİLGİ IŞIKTIR

Bilgi ve potansiyel bilgelik seviyesi düşük olan birey ya da toplumun yanında onları o halde tutanlar “kurtarıcı” olarak belirir. Robotlaşan birey (ya da toplum) bu sahte kurtarıcılar ne derse onu yapar hale gelir. Alternatif üretemez. Bu karamsar tabloyu yıkmanın tek yolu ise bilgidir, bilgeliktir.

Russell Ackoff’a göre bilgi olgusu söz konusu olduğunda üç farklı “düzey”in bahsetmek gerekir. Bunlar veri, enformasyon ve bilgidir. Ackoff bu üçlü resme iki olgu daha ekler. Biri düzeyler arasındaki geçişte katalizör etkisi gören “anlama”dır; diğeri ise nihai hedef olan “bilgelik”.

Herhangi bir iletişim ya da tartışmada kullanılacak bilgiler bu düzeyleri, arasındaki farkı, nihai amacı göz önünde bulundurmadan kullanılırsa o etkileşim sorunlu başlayıp sorunlu bitecektir. Daha neyin bilgi neyin fikir olduğunun ayırdına varmada zorluk çekerken bir de buna bilginin çeşitli kademeleri mi eklenecek? Evet (ne yazık ki) öyle! Bilgi Çağı ya da Bilgi Toplumu denildiğinde anlatılmak istenen şeyi tam idrak edebilmek için bu olguları iyi bilmek gerekir.

Sondan başlamak gerekirse bireyin nihai hedefinin, bilgelik seviyesine ulaşmak olduğunu tespit etmek gerekir. Bilgelik bireyin yaşamın zorlukları karşısında gereksinim duyduğu savunma gücüdür. Bu o denli güçlü bir güdüdür ki insanlar başka insanları kendi bilgelik düzeylerini artırmak için gözlerini kırpmadan kullanabilmektedir. (Hayatta hiçbir amaç bulamayan, gözünün önünde kendisine gösterilen resim dışında bir alternatifin de olabileceğini akıl edemeyen bireyleri düşünün).

Ackoff’un hiyerarşisinde en altta yer alan veri seviyesinin tanımını yapmak nispeten kolay. En küçük bilgi kırıntısı. Enformasyon bu bilgi kırıntılarının bir araya gelmesi ya da bir mantık çerçevesinde biraraya getirilmesiyle oluşan bilgi düzeyi. Örneğin kim, ne, nerede, ne zaman gibi sorulara verilen cevaplar verileri kullanarak enformasyonu üretiyor. Bilgi seviyesi ise resmin içine nasıl sorusunu katıyor.

Aslında veri enformasyon ve bilgi arasındaki trafik “anlama” denilen bir katalizör sayesinde gerçekleştiriliyor. Anlama imkanı ya da yeteneği olmasa veriler veri olarak kalırdı. Onlardan enformasyon üretilemezdi. Keza enformasyonlar da öylece kalırdı. Onlardan bilgi üretilemezdi.

Veri ve enformasyonların bir araya getirilip belli bir modele, anlayışa, amaca göre üretilen bilgiler bireyin hayatını yönlendirmesine yardımcı olacak birer araçtır. Kişi bu araçlar sayesinde hayat karşısında kendini güçlü hisseder; bilgeliği artar.

Veri-enformasyon-bilgi hiyerarşisi belki de sonsuz bir döngü olarak ele alınmalı. Bunun bir sebebi de dün enformasyon ya da bilgi seviyesinde olan bir parçanın bugün veri düzeyine inmesiyle de ilgilidir. Bu tıpkı kişinin dondurmayı ilk tattığında hissettikleriyle daha sonra dondurma yediğinde hissedeceği “sıradanlık” duygusu arasındaki fark gibidir. Ancak bu bir kısır döngü değildir; çünkü üretilen her yeni bilgi; deneyimi ve bilgeliği de artırır.

Kişinin ya da toplumun bu döngüden çıkıp da “artık yeter” diyerek daha fazla bilginin peşinden koşmaması, bir başka deyişle “sahip olduğum bilgelik bana yeter; bundan sonrasına gerek yok demesi” o birey ya da toplum için de sonun başlangıcıdır. Çünkü bu durum dogmatik düşünce modelinin güçlenmesini sağlar. Düşünce de anlama da bilgi üretimi de askıya alınmış olur.

Öte yandan aynı bilgi bakış açısına ya da kişiye göre aynı anda farklı bilgi düzeylerinde olabilir. Evinizin adresi sizin için sıradan bir veridir ancak yıllardır sizi aramakta olan kadim bir dostunuz için çok değerli bir enformasyondur.

Veri, enformasyon ve bilgi seviyeleri aslında geçmişle ilgilidir. Ancak bilgelik gelecekle irtibatlandırılabilir. Bu çerçevede bireyin ya da toplumun kendisine nasıl bir gelecek çizmek istediğini, arzusunun, muradının, ülküsünün ne olduğunu ve bunu gerçekleştirme potansiyelini sahip olduğu bilgelik düzeyine göre değerlendirmek yanlış olmasa gerek.

O nedenle bireyin de toplumun da bilgeliğini sınırlı tutmak gelecekte o birey ya da toplumun daha az etkin olmasına neden olacaktır. Bilgi ve potansiyel bilgelik seviyesi düşük olan birey ya da toplumun yanında onları o halde tutanlar “kurtarıcı” olarak belirir. Robotlaşan birey (ya da toplum) bu sahte kurtarıcılar ne derse onu yapar hale gelir. Alternatif üretemez. Bu karamsar tabloyu yıkmanın tek yolu ise bilgidir; bilgeliktir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1194) - Ooof Off Line Köşesi - 05 02 2010

FUTBOLUMUZ ve BİLGİ ÇAĞI

Verilen milyonlarca doların karşılığı alınmak isteniyorsa, önce yapılması gereken Bilgi Çağı’nı futbolumuzla tanıştırmak olmalı, futbolumuzun kalitesi bilgi ile kıyaslanarak ölçülebilmeli.

Geçtiğimiz günlerde lig maçlarının yayınlarına yönelik (çekişmeli) bir ihale yapıldı ve mevcut sözleşme bedeline göre %126’lık bir artışla yıllık 321 milyon dolara mevcut yayıncı kuruluş ihaleyi kazandı. Vergi vb hariç.

İhalenin hemen ardından değişik kanatlardaki futbol otoriteleri Türkiye’de yepyeni bir sayfanın açılması gerektiğinin altını çizdiler. Yayıncı kuruluşun örneğin soyunma odası koridorlarında canlı yayın yapabilmesinden, spikerlerin odasının medeni şartlarda olmasına, stadyumlardaki ışık sisteminin HD kalitesinin hakkını verecek düzeyde temin edilmesinden Türkiye Futbol Federasyonu’nun kulüplere alacakları parayı çar çur etmemeleri için belli standardları zorunlu hale getirmesine kadar.

Bu yıl ilk defa internet ortamı ayrı bir ihale kategorisinde ele alındı ve bu kategoride ana yayıncı kuruluşun en büyük rakibi tek teklif veren taraf olarak ihaleyi kazandı. Dijital dünyanın varlığı en azından bu vesile ile algılanmş oldu.

Ancak tüm bu tablo içinde futbol dünyamızın bilgi olgusuna değer verme düzeyini yakalayamamış olduğunu görüyoruz. Bilgi çağında yaşıyoruz ama futbol dünyamıza baktığımızda “bilgi çağı”nın tezahürü “veri çağı” seviyesinde kalıyor ve nedense bu olgu ıskalanmaya devam ediyor.

Buradaki tek sebep rating ya da başarı kaygısı mı? Yoksa pek çok alanda olduğu gibi burada da süreci yönetenlerin şahsi kapasite(sizlik)leri rating/başarı kaygısının ardına gizlenerek süreci yönetmeye devam mı ediyor?

Örneğin en büyük sıkıntılarımızdan birisi olan hakem hatalarını ele alalım. Bilgi Çağı’nın nimetlerinden öylesine istifade etmeye başladık ki kritik bir maç bittikten bir saat sonra verilmiş olan bir ofsayt pozisyonunun aslında (diyelim ki) 16 santimetre ile aslında ofsayt olmadığını tespit ediyor ve hakemlere yükleniyoruz.

Bu türden sekiz on pozisyon iki üç saatlik canlı yayınların belkemiğini oluşturuyor. Hal böyle olunca da maç ile ilgili pek çok önem verilmesi gereken detay göz ardı ediliyor.

Hangi futbol otoritesinin aklına bugüne dek, gayri resmi dahi olsa, örneğin hakemlerle ilgili bir performans çizelgesi tutmak geldi? Örneğin tipik bir futbol maçında bir orta hakem ya da yan hakem kaç karar vermekte? Bunlardan kaç tanesi çok kritik, kaç tanesi orta seviyede kritik, kaç tanesi kritik değil? Her bir hakemin bu modele göre geçmiş dönem karnesi nedir? Diyelim ki bir hakemin bu modele göre yüz üzerinden 85 seviyesinde bir ortalaması var. O günkü maçta hakemin verdiği kararlar değerlendirilip de hakemin 87 seviyesinde (ya da 83) bir performans gösterdiği tespit edildiğinde daha artık o hakemi maçta vermiş olduğu hatalı bir karar için onbeş dakika boyunca eleştirmek ne denli mantıklı?

Kadranı 180 gösteren araç 240 yapmıyor diye kullanıldığı her seferinde eleştiriliyor mu?

Keza takımların performansına bakalım. Futbol yorumcularının belki de onda dokuzu takımın aldığı sonuçtan ya da oynadığı futboldan bağımsız olarak takımı olumsuz yönde eleştirmek üzerine kariyerini oluşturmuş durumda. Neden? Bir takımı eleştirirken baz alınan objektif standard nedir? Yorumlara baktığınızda takımın her maçı iyi bir oyunla 5-0 kazanması adı konmamış bir standard olarak kabul edilmiş gibi. Buna göre eleştiriliyor. Çünkü ortada aslında böyle bir standard yok. Standard olmayınca da takım ağzıyla kuş da tutsa eleştirilecek bir yanı bulunuyor.

Verilen milyonlarca doların karşılığı alınmak isteniyorsa, önce yapılması gereken Bilgi Çağı’nı futbolumuzla tanıştırmak olmalı, futbolumuzun kalitesi bilgi ile kıyaslanarak ölçülebilmeli.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1192) - Ooof Off Line Köşesi - 22 01 2010

KİM DAHA KORSAN ?

Bütün gerginlik, konvansiyonel dünyada ayrıcalıklı konuma sahip olanların dijital dünyada da aynı konumlarını talep etmeleri. Ama bunun için hiçbir değişim ve dönüşümü kabul etmemeleri. O halde yeniden kaos ve yeniden akabinde gelecek yeni bir düzen!

İrlandalı rock grubu U2’nun beyni konumundaki Bono’nun 2 Ocak 2010’da New York Times'da yayınlanan “Gelecek 10 Yılı Etkileyecek 10 Şey” konulu makalesinde ikinci sırayı dolaylı yoldan da olsa internet almış.

Bono, internetin şimdiye dek müzik ve medya endüstrileri üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi gelecek on yıl içinde özellikle film endüstrisi için de yapacağı kehanetinde bulunuyor. Bunun için temel aldığı olgu ise gelecek yıllarda internete bağlanma hızlarında ortaya çıkacak artış. Hat kapasitelerindeki bu artış sayesinde bir dizinin ya da filmin bir kaç dakika içinde bilgisayara indirilebilir hale gelmesi daha çok insanı internet üzerinden film indirme ve izleme yoluna sevk edecek (örneğin “24 dizisinin tüm bir sezonunu indirmek 24 saniye sürebilecek”).

Bono’nun düşüncesine göre bugün filmlerin müzik albümleri kadar internet üzerinden korsan yollarla indirilmemesinin nedeni, film dosyalarının, müzik dosyalarına kıyasla daha büyük olması nedeniyle daha uzun sürede indirilmeleri. Halbuki bir müzik albümü bugün birkaç dakika içinde indirilebilmekte.

Buna ek olarak Bono telif hakkı olan bu tür ürünlerin korsan(!) bir şekilde edinilmesinden en çok o eseri yaratanların olumsuz etkilendiklerini ifade etmekte ve tam da bu noktada hedef şaşırtmakta.

Artık hepimiz biliyoruz ki bugün on liraya satılan bir üründen onun yaratıcısının hesabına düşen miktar bir ya da iki lira. Kalan kısım ise o telif eseri satın alınabilir bir mal haline getiren materyal ya hizmet tedarikçileri (hammadde satıcıları, üreticileri, dağıtıcıları, son noktadaki satıcıları). Yani kalan sekiz dokuz lira telif eserin yaratılmasıyla doğrudan ilgisi olmayan bu tedarikçilerin cebine gitmekte. Doğaldır ki bu resmin içinde olan her biri bu işten para kazanmakta. Bir başka deyişle bu sekiz dokuz liranın en az yarısı bu değer katıcıların hanesine kar olarak yazılmakta.

Bir müzik albümü internetten korsan(!) olarak indirildiğinde evet o eserin sahibinin cebine bir ya da iki lira gitmiyor belki ama konvansiyonel dünyanın değer katıcılarının cebine de sekiz dokuz lira gitmiyor. Şimdi bir daha düşünelim; bir müzik albümü “korsan bir yoldan(!)” internet üzerinden edinildiğinde, öteki hususları bir an için unutsak bile, bu haliyle kime daha çok zarar veriyor? Cevap ortada.

“Öteki hususlar”dan birini ele alalım. Eser sahibi her bir eseri için o bir ya da iki lirasını herhangi bir sorunla karşılaşmadan tahsil edebiliyor mu? Yoksa bunun için o sektörün önde gelenlerinden olması mı gerekiyor?

Konvansiyonel dünyada bir telif eserin ticari bir meta haline gelebilmesi için bu arabuluculara gereksinim vardı. Hala da var. Ama artık konvansiyonel dünyanın yanında yeni bir dünya daha var. Dijital dünya.

Bütün gerginlik, konvansiyonel dünyada ayrıcalıklı konuma sahip olanların dijital dünyada da aynı konumlarını talep etmeleri. Onları bu hale düşüren ne yazık ki telif eserleri korsan(!) yollarla edinme eğilimi değil. Bu eğilim, başlangıçta bu devlerin dijital dünyanın kendi dinamiklerini reddetmeleri, bu dünyanın kendine has kurallarına göre dönüşme konusunda ayak diretmeleri sonucunda bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Yani eğer bir suçlu aranıyorsa uzağa gitmelerine gerek yok. Bireyleri telif eserlere bu yollarla ulaşmak zorunda bırakan kendileridir suçlu olanlar.

AB’nin telekom ve dijital medyadan sorumlu bakanı Viviane Reding’in daha önce bu köşede de altı çizilen şu sözünü yeniden anımsamak gerekir : “İnternet korsanlığının giderek artması mevcut iş modellerimize ve yasal çözümlerimize karşı güven eksikliğinin bir göstergesidir.”

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1191) - Ooof Off Line Köşesi - 15 01 2010