Salı, Mart 21, 2006

1 LİRAYA ŞARKI


Daha önce de bahsetmiştim; müzik endüstrisi “albüm” bazlı satıştan “şarkı” bazlı satışa geçmeli ve internetten müzik indirme işini resmi hale getirmeli diye.

Apple firmasının iPod cihazları ve web sitesinden sunduğu bir dolara şarkı satın alma imkanı şimdi Türkiye’de de ele alınmış durumda. Power Grubu, PowerClub isimli bir web sitesi üzerinden 1 liraya şarkı satmaya başladı.

Sitede sadece Türk müzisyenlerin eserleri yok. Giderek yabancı müzisyenlerin eserleri de web sitesinden satın alınabilecek; bilgisayara indirilebilecek.

iPod ile müzik yönetimi yaparken, şöyle bir özellik dikkatimi çekti. iPod’u müzik arşivi olarak kullanmak pek doğru değil. Onun yerine sadece en çok sevdiğiniz şarkıları cihaza yüklemek daha pratik. Neden mi?

Nedeni basit. Herhangi bir albümdeki tüm eserleri sevebilme olasılığınız çok düşük. Hal böyle olunca ve iPod gibi bir cihazda istemediğiniz bir şarkıdan başkasına geçmek bu kadar kolay olunca, ister istemez, giderek “favori listenizi” dinleme eğilimine giriyorsunuz.

Favori liste demek, şarkı bazlı bir yaklaşım demek.

Artık Peter Hammill’in This Book isimli şarkısı dinlemek için In A Foreign Town isimli albümünde ondan önce gelen şarkıları dinlemek zorunda değilim.

1 Liraya Şarkı hizmeti, bu modele çok uymakta. Kızım, bir kaç hafta sonumu vererek, 40 Gb’lık iPod’uma müzik arşivimin ancak yarısını yüklerken çektiğim sıkıntılara bir anlam verememekte haklı. Onun açısından o sırada sevdiği birkaç düzine şarkıyı kendi iPod’una indirmesi, sıkıldığı zaman da onları silip, yenilerini yüklemesi çok daha doğru bir yaklaşım modeli.

Powerclub.com.tr sitesinin, arşivlerine bir an evvel 60lı 70li yıllarda çıkmış 45likleri, albümleri de eklemesi gerek. Sondan başa ve popülerden az popüler olana doğru gitmeleri normal. Ancak Türkiye’de müzikseverlik ya da internetkoliklik tekelinin yirmi yaşın altındaki gençlerde olmadığını da unutmamalılar.

Yabancı müzisyenlerin eserleri açısından bakıldığında, eski dönem parçalarını talep etme konusunda o kadar ısrarcı olmayacağım. Bunun nedeni de internet üzerindeki resmi ya da gayri resmi pek çok sitede ve P-2-P iletişim ağlarında bu şarkıların ücretli ya da ücretsiz olarak kolayca bulunabildiği.

Ancak Türk müzisyenlerin eserlerini bulmak o kadar kolay değil. Örneğin PowerClub’da Zerrin Özer’i araştırdığımda ilk albümlerinden olan (belki de ilk albümüdür) Sevgilerimle isimli albümünü göremedim. Oysa görseydim tüm albümü satın alacaktım (albümcülükten vazgeçebilmiş değilim henüz)


Bu sayede bit pazarına da nur yağacak. Tozlu raflar arasında kalmış eski kayıtların yeniden ortaya çıkarılması ve tercihan bunların re-master edilerek dijital ortama aktarılması gerekecek. Her ne kadar görünürde bu durum masraflı gelse de artık bir şeyi kabul edelim. Ticari hayatta, hele hele elektronik ticaret hayatında, dişe dokunur bir yatırım yapmadan, ciddi başarılar beklemek olası değil.

Bu hizmeti sunan Power yönetimi de ümit ederim, gerekli telif sorunlarını ve diğer operasyonel sorun ve yatırımları aşma konusunda kararlılık gösterir ve ortaya Türkiye’nin pop müzik arşivi çıkar. Arşiv sadece bildik popüler Türk sanatçılarından oluşmaz. Bir şarkı ya da bir albüm çıkarmış dahi olsa tüm Türk müzisyenlerinin eserlerini içerir.

Böylece Hardal grubunun yıllar önce çıkmış Nereden Nereye adlı albümünü edinmiş olup da yana yıkıla ilk albümleri olan “Nasıl Ne Zaman”ı arayanlar da bu hizmetten istifa ederler (meraklısına not: Nereden Nereye albümü ebay.com’da 400 dolara, Nasıl Ne Zaman albümü ise gittigidiyor.com’da 180 liraya açık artırmada)

Burada müzisyenlere de iş düşüyor. Bence artık albüm formatında eser üretmek yerine/yanısıra ses getirici tek şarkılar üretme modelini de ciddi ciddi gündemlerine almalılar. Bu aslında onlar için de (maliyet, zaman ve yaratım süreci açısından) avantajlı.

Geriye belki de bir tek müzik şirketleri kalıyor. Onlara naçizane önerim ise şu olacak : Bu işin içinde aktif yatırımcı olarak yer alın. Yoksa geriye bir şey kalmayacak!

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (18 03 2006)

Pazartesi, Mart 13, 2006

HOŞGELDİNİZ TÜRKÇE HARFLER


Ülkemizde de tüm dünyada olduğu gibi kablosuz erişim ile ADSL imkanlarının yaygınlık kazanmasıyla birlikte internet kullanımı hızlı bir artışa geçti.

Artık sadece ev ya da iş yerlerinde değil, cafelerde, restaurantlarda, havaalanlarında laptopunu açmış internete erişenleri görmek yadırganmayan bir tablo haline geliyor.

Hal böyle olunca hala şifreli kod gibi görünen web site isimlerini yazmak, akılda tutmak zorlaşıyor. http:// ön takısı ne zaman kullanılır; ne zaman gerek yoktur? Sadece www. yazarak başlasam acaba istediğim web sitesine gidebilir miyim? Hele bir de yabancı basındaki reklamlara baktığınızda göreceğiniz adresler kafanızın iyice karışmasına yol açabilir. Örneğin Nike.com yazan bir reklamdaki web sitesine gitmek için nike.com mu yazacağım; www.nike.com mu yoksa http://www.nike.com mu?

Eğer bu yeterli değilse işi zorlaştırmaya devam edelim. Ya web sitesine gitmek istediğiniz ismin içinde Türkçe harf varsa ne olacak? www. adresine bu harfleri mi yazacaksınız yoksa ş yerine s, ç yerine c gibi dönüştürme mi yapacaksınız?

Bu aşamayı da sağduyu ile geçtiğinizi varsayalım. Peki adres .com ya da .com.tr ile mi bitecek? Yoksa .gov.tr .bel.tr gibi takılar mı kullanmak zorundasınız?

Eğer internette gezmeye yeni başlıyorsanız bunların hepsinin altından kalkmak zor. Bu zorluğu şimdiye dek yenmede Google gibi arama motorları yardımcı oluyordu. Kadıköy Belediyesi'nin web site adresini bilmiyorsanız, www.google.com adresine gidip oradan kadıköy belediyesi diye arama yaptığınızda karşınıza gelecek site listelerinden birisi belediyenin resmi web sitesi olacaktır.

Öte yandan son dönemde ortaya çıkan ilginç bir durum, bu konuda da rahat bir nefes almayı engelliyor. Örneğin google'da başarısızlık anlamına gelen İngilizce "failure" kelimesini ararsanız karşınıza gelecek olan ilk site adresi ABD Başkanı George Bush'un Beyaz Saray sitesindeki resmi biyografisi oluyor. Google'un "liberal" listeleme mantığının suistimal edilmesi sayesinde.

Şimdi bu konuları, özellikle de ülkeye özgü harflerden oluşan kelimelere sahip kişi ya da kuruluşların web siteleri ile .com, .gov gibi uzantılarının akılda tutulmasına gerek bırakmayan yeni bir hizmet tüm dünyayla birlikte ülkemizde duyuruldu.

Basitçe web tarayıcınızın adres satırına gitmek istediğiniz kişi, kuruluş ya da web sitesinin orijinal adını yazıyorsunuz. Tarayıcınız sizi doğrudan ilgili siteye yönlendiriyor. Yukarıdaki örneğe geri dönersek, adres satırına sadece kadıköy belediyesi yazmanız (ö harfi ile ve www gibi .bel.tr vb gibi ön ve son takıları yazmadan) yeterli. Tarayıcınız sizi doğrudan, belediyenin web sitesine yönlendirecek (görecesiniz ki bu sitenin tam (teknik) adresi http://yeni.kadikoy.bel.tr/ imiş).

Bunun için, tarayıcınıza ek bir yazılım yüklemeniz gerekmekte. Bu hizmeti sunan Netpia firmasının web sitesinden (www.netpia.com.tr) indirip yükleyeceğiniz bu program sayesinde artık com.tr lere http lere güle güle diyebilirsiniz.

Zaman içinde bu hizmetin yaygınlaşması sayesinde bu ek yazılıma gerek bile kalmayabilir. Çünkü internete bağlanmak için abonesi olduğunuz internet firması kendi ana bilgisayarlarında bu düzelemeyi yaparlarsa binlerce milyonlarca internet kullanıcısının bu yazılımı kendi bilgisayarına yüklemesine gerek bile kalmayacak. Ancak şimdilik, internet firmanızın bu yazılımı yüklemesini beklemek yerine siz doğrudan Netpia'nın web sitesinden yazılımı ücretsiz olarak bilgisayarınıza indirip yükleyebilirsiniz.

Ufak bir not : Yüklemeyi tamamlandıktan sonra, varsa açık olan tarayıcılarınızı kapatıp yeniden açmalısınız. Yeniden açtığınızda yazılım çalışmaya başlayacaktır.

İlk etapta pek de gerekli bir imkan gibi görünmeyebilir. Ancak gerçek yaşamda adını bilip de web sitesini bilmediğiniz pek çok yerin internet sitesine bu yolla erişebilirsiniz.

Böylece artık firmaların reklamlarında uzun uzun web sitesi adresleri görmemiz, onları aklımızda tutmamız gerekmeyecek. Gerçek dünyada adı neyse internette de aynı isimle o web sitelerine ulaşabileceğiz.

Netpia firması kelimeleri iki gruba ayırmış. Doğrudan ilgisi olmayan kişilerin bazı isimleri çıkar amaçlı kullanmasını engellemek için bir grup kelime, isim rezerve edilmiş. Örneğin Burgaz Adası diye arama yaparsanız firmanın ilgili uyarı mesajı ile karşılaşıyorsunuz. Ancak cumhuriyet kelimesini girdiğinizde tarayıcı sizi doğrudan Cumhuriyet Gazetesi'nin web sitesine yönlendirmekte.

http://www.netpia.com.tr

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (11 03 2006)

Pazartesi, Mart 06, 2006

SİZİN ŞİFRENİZ NE?


Kasa sırasında şöyle bir sahneye tanık oldum: Önümdeki müşteri öğle yemeği için tepsisine aldığı yemeklerin parasını banka kartı ile ödemek istedi. Kasadaki görevli, kasanın biraz gerisindeki POS cihazını kullanırken, müşteriye şifresini sordu. Bayan müşteri şifresini yüksek sesle görevliye söyledi. Görevli işlemi tamamladı, kartı iade etti.

Banka kartlarının ilk çıktığı 80li yıllardan beri varolan bir imkan (bankadaki hesabınızda duran parayı kullanarak doğrudan ödeme yapmak) son aylarda TV'lerde çıkan reklamlar vesilesiyle yepyeni bir imkan ya da hizmetmiş gibi tanıtılmakta ve tüketicileri cüzdanlarında nakit taşımak yerine banka kartı kullanmaya sevk etmekte.

Aklınıza ilk gelen soru şu olabilir: Madem yıllardır bu imkan vardı; neden kimse bugüne dek bundan bahsetmedi (ne oldu da şimdi birden revaçta) ?

Bu sorunun temel cevabı enflasyon! Birkaç yıl öncesine kadar bankadaki vadesiz hesabınızda ortalama kaç para tuttuğunuzu anımsayın. Büyük bir olasılıkla mevduatınızı ya bono, dövizde ya da gecelik repoda tutuyordunuz. Aksi taktirde paranız her gün değer kaybediyordu.

Oysa enflasyonun son dönemde tek haneli değerlere düşmesi ile vadesiz hesapta daha çok para tutma "olasılığı" da yükseldi. Bu durumda nakit taşıma (ve onu kaybetme, çaldırtma) riskine karşılık banka kartı kullanmak, önemli bir avantaj olarak karşımıza çıkmakta.

Elbette bir noktayı atlamadan! Şifre.

Yukarıdaki örnekte de olduğu üzere şifrenin uluorta söylenebilecek bir kavram olarak değerlendirilmesi devam ederse inanıyorum ki kısa sürede sokaklardaki kapkaç olayları kadar sıklıkta yeni bir hırsızlık olayını da gündeme getirecek : Şifre kaptırma!

SORUN NEREDE?

Öncelikle konunun çok basit bir sebepten kaynaklandığını belirtmek gerek. Şifre girmek için POS cihazının yanısıra tuş-takımına da gereksinim olması. Alışveriş yaptığınız dükkanların kasa bölümüne baktığınızda ne görüyorsunuz? Bir sürü POS cihazı.

Neden bir tane değil de bir sürü? Çünkü o dükkan birden çok banka ile çalışıyordur ve her bankanın taksit uygulamasından istifade edebilmesi için o bankaya ait POS cihazını edinmesi gerekir.

Hal böyle olunca ve işin içine bir de şifre girmek için tuş takımı aparatı da eklenince mağaza yöneticileri şöyle pratik çözümler üretmeye başladı. Bu cihazları müşterinin kasada ödeme yaparken erişebileceği bir yere koymak yerine dükkanın o kısmında uygun bir yere koymak. O uygunluk müşterinin tuş takımının başına gelip şifresini kendisinin girmesini engellediğinden de havada uçuşan şifreler...

Kart şifresinin evinin anahtarı kadar değerli bir şey olduğunu henüz bilmeyen ya da kavrayamayan müşteri için bu durum ciddi sorunlar doğurabilir. Nasıl mı? Basit bir örnek vereyim: Şifrenizi söylediğiniz kasiyer onu bir kenara not edebilir. Siz o mağazadan çıktıktan sonra, kasiyerin işareti ile sizi takibe alacak birileri uygun bir anda içinde kartınızın da olduğu çantayı kap-kaçlayabilir.

Kartınız da şifreniz de artık hırsızların elinde. Siz bankanızı arayıp kartınızı iptal ettirene kadar hırsızlar en yakın ATM'ye gidip işlem yapabilir ve böylece hesabınızdaki parayı çekebilir.

Doğru kart ve doğru şifreyi alan ATM parayı hırsızlara verecektir ve bu durumda siz parayı çekenin kendiniz olmadığını bankanıza ispat edemeyeceksiniz.

Nerede hata yaptınız? Şifrenizi yüksek sesle yabancı birine söylemekle.

Oysa şifrenizin bilinmediği durumda kapkaççılar kartınızı çalsa bile banka kartı kredi kartı gibi şifresiz kullanılamayacağından hesabınızdaki paranın çalınma ihtimali olmayacaktı.

O halde ne yapmalısınız?

Çekingenlik gösterip de şifre girecek cihaz arkalarda bir yerde diye şifrenizi herhangi bir kimseye söylemeyin. Bunu kesinlikle yapmayın. Gerekirse o mağazayı bankanıza şikayet edin ama şifrenizi kesinlikle başkasına söylemeyin.

Banka kartınız, şifresi bilinmediği sürece kredi kartından daha güvenlidir. Banka kartınızı çaldırsanız bile şifresini bilmeyen hırsız onunla bir şey yapamaz. Oysa kredi kartınızı çalan birisi kimliğinizi, imzanızı taklit ederek, sizi (ya da bankanızı) zarara uğratabilir.

Bilinçli olmak bu tür kazaların başınıza gelmesini enaza indirecektir. Bilinçli olmak ise doğal olarak bilgi sahibi olmaktan geçmektedir.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (04 03 2006)

GATES'İN TÜRKİYE SEFERİ


Bill Gates’i ilk kez 1995 yılında Las Vegas ABD’deki Comdex Konferansı’nda izleme imkanım olmuştu. Internete bir yıl geç girmenin farkını kapatmak üzere bir yandan Internet Explorer’i anlatıyordu, diğer yandan da MS Office imkanlarını kullanarak gündelik hayatın nasıl kolaylaştırılabileceğini.

Geçtiğimiz günlerde Gates bu kez İstanbul’daydı ve “Canlı yazılımdan” tutun da dijital uçuruma kadar pek çok konuda bilgi sundu; yön almak isteyenlere ipuçları verdi.

Ben bu konuşmadan iki şey çıkardım : Birincisi Gates’in sorulan soruları, kendi bakış açısına göre cevaplama yeteneği diğeri ise stratejik olarak önem verdiği temel noktanın ne olduğu.

Önce ikincisi. Görünen o ki Gates şu an bireyleri bilgisayarlandırmak, internetlendirmekten öte bunu bireylerin yapacağı doğal bir refleks haline getirmek istiyor. Yani öyle bir şeyin yapılmasını sağlayayım ki birey bilgisayar sahibi olma, hızlı internet erişimi sahibi olma gerekliliği konusunda herhangi bir pazarlama satış faaliyetiyle beyninin yıkanmasına gereksinim duymasın.

Nedir o? Ülkelerin en ucra köşelerine dahi telekom altyapısının götürülmesi. Katılımcıların soruları her ne kadar bilgisayarların, internet erişiminin nispeten pahalı olması, bunun da dijital uçurumu açma konusunda olumsuz etkiye sahip olacağı noktalarında dönse de Gates’in bakış açısına göre daha kritik olan konu telekom altyapısının ülkenin her noktasına ulaşabilmesi.

Ki bireyler internete erişmek zorunda hissetsinler kendilerini. Ki böylece bunun için gerekli olan aracı (bilgisayar) alsınlar.

Bu açıdan bakıldığında telekom altyapılarının (kablolu, kablosuz, vb) ne kadar önem arz ettiğini bir kez daha algılıyoruz. Bu durumda gelecek dönemde bu alanda ciddi yatırımların artarak devam edeceğini bekleyebilir miyiz? Göreceğiz.

Diğer temel nokta olan Gates’in sorulara verdiği cevaplardaki dehası müthişti. Bir tür şu hissi uyandırdı: Gates’i hiçbir soru ile köşeye sıkıştıramazsınız. Sorduğunuz sorunun içerdiği konu hakkında mutlaka kendi lehine olabilecek bir nokta bulacaktır ve cevabını bununçevresine kuracaktır.

Örneğin katılımcılardan bir tanesi, Negreponte’nin, bu köşede de yayınlanan, 100 dolara laptop projesini sordu. Gates de konuyu alıp, kolla çalışan bir cihazın ne kadar faydalı olabileceği noktasına düğümledi. Öyle bir imaj yarattı ki sanki cihaz sadece çevirmeli kol marifetiyle çalışacak ve kullanıcı bir süre kolu çevirerek enerji üretecek sonra da o enerji bitmeden hızla yapması gerekeni yapacak (oysa o imkan, elektriğin kesilme durumuna karşı geliştirilmiş, alternatif enerji üretim modeli – yoksa cihaz elektrik ile çalışacak!)

Gates’in iki aşamalı Türkiye çıkarması sonucunda elle tutulur ne gibi sonuçlar aldık ülke olarak? Bunu henüz bilmiyorum. Yakın gelecekte medyaya yansıyan konular hakkında ne gibi gelişmeler olacağını izleyip göreceğiz. Bu etkileşimden ümit edelim ki Türkiye’nin istifade edeceği olumlu sonuçlar doğsun.

Elbette ki bu sadece Microsoft’tan ya da Gates’ten beklenecek bir şey değil. Türkiye’nin de kendi üstüne düşen şeyleri yerine getirmesi gerekir. Bunu yaparken de kendisi için en uygun olan koşullara göre karar vermek zorunda. Yoksa Gates ya da başkası, sonuçta bunlar ticari firmalar; mahalle arasında ya da global anlamda kar etmek için var. Devletlerin var olma amacı ise daha farklı.

Çokça konuşulan iki konu ülkemizde Silikon Vadisi benzeri bir oluşumun hazırlanması (ki bunun sadece Microsoft firması ile ne ilgisi var anlamadım) diğeri ise Microsoft’ta daha çok Türkün çalışması (tercihan Türkiye sınırları içinde Microsoft’un yapacağı yatırımlarda).

Yıllar önce Microsoft, Türkiye’de yeni mezun üniversite öğrencileri ile mülakatlar yapmaya başlamıştı; firma standardlarına uyan kalibredeki gençlere ABD’de iş imkanı yaratmak için. Bildiğim kadarıyla sonuçta alınan verimin düşüklüğü nedeniyle bundan vazgeçildi.

Yani bir yandan eğitim şart derken diğer yandan Microsoft’u Türkiye’de yatırım yapmaya davet etmek bana çelişkili geliyor. Daha Türk firmaları ülkemizin her bir şehrinde ticari yatırımlar yapma konusunda tereddütteyken.

Bu tür ilişkiler küçük adımlarla başlar ve giderek büyüyerek ses getirici başarılara dönüşür. Bu silsilenin bu şekilde olması her ne kadar bizim bakış açımıza uymasa da daha çok verim bu modeli izlemekle alınmakta – global dünyada.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (18 02 2006)

OLGUN INTERNET


90lı yılların ikinci yarısı. Seattle-ABD’de bir arkadaş ziyaretindeyim. Sabah kalkıp TV’yi açıyorum ve karşıma Bill Clinton’ın eBay temsilcilerine yaptıkları hizmetlerden dolayı bir ödül verişi çıkıyor. Canlı yayın.

Internetin patlama yaptığı yıllar. Her yerde internet konuşuluyor. Internetle ilgili hazırlanan herhangi bir sunumda, Amazon.com, eBay, yahoo!’nun adları geçmezse sunum eksik kabul ediliyor. Al Gore ben internetin babasıyım derken her ne kadar pek çok teknoloji gurusu bıyık altından gülerken, diğer yandan da interneti kitlelere açan hükümetin de Clinton-Gore hükümeti olduğunu çok iyi biliyorlar.

Yıl 2006. Yine ABD’deyim. Bu kez yolum California’nın güneyine düşüyor. Internet nerede? Televizyonda internetle ilgili herhangi bir şey yok – bırakın başkanın çıkıp birine bir ödül vermesini.

Varsa yoksa hızlı internet bağlantısı. Ama her yerde para ile. Starbucks’a gittiniz, kahvenizi içiyorsunuz, sanmayın ki bilgisayarınızı açıp internete girebilirsiniz. Önce T-Mobile’dan bir abonelik almanız gerekiyor.

Kalacağınız hotele gittiniz. Internet erişimi mi? Elbette ki var. Ancak bir şartla; iki dakikası bir dolar.

ABD’nin herhalde yerleşim bölgesi olan hemen her köşesinde mutlaka bir kablosuz iletişim ağı vasıtasıyla internete erişmeniz olası. Ancak bunların hepsi de ücretli. Evinize hızlı internet almak istiyorsanız, bunun da bedeli aylık 15 dolar düzeyinde.

Uzun lafın kısası, internet çılgınlığı bitmiş. Birkaç istisna dışında kazananlar yine bildik isimler. Sadece internet kullanıcısı iseniz kimin neyi kazandığı sizi pek de ilgilendirmiyor aslında.

Bakın kullanıcı olarak internet size ne tür imkanlar sağlıyor?

Hotelinizi internet üzerinden rezerve ederseniz, diyelim ki 180 dolarlık bir odada 60 dolara kalabilirsiniz. Keza araba kiralayacaksanız, günlük 100 dolara kiralayabileceğiniz bir arabayı 30 dolara kiralayabilirsiniz.

Söz araç kiralamadan açılmışken, ilginç bir güven olgusuna da burada değinmeden edemeyeceğim. Hiçbir yükümlülük altına girmeden, oto kiralama firmasından otonuzu kiralamak üzere rezervasyon yapabilirsiniz. Firma sizin kiralamak üzere belirttiğiniz noktaya gitme olasılığınızı, gitmeyerek onları kandırmış olma olasılığınızdan daha yüksek görerek, o noktada istediğiniz aracı hazır bekletiyor.

Daha önce de dediğim gibi; eğer randevu yerine gitmezseniz, kaybedecek bir kuruşunuz bile olmuyor – çünkü sizden kredi kartı istemiyorlar internetten rezervasyon yaparken. Operasyonel akış itibariyle zaten büyük bir olasılıkla sizin gideceğiniz noktada aradığınız türden en az bir araç olacağından, sizin kandırıkçılık oynamanız firmayı pek de etkilemiyor anlaşılan. Bir başka deyişle firmalar aslında operasyonel süreçlerinin yaratmış olduğu kaçınılmaz kaynak israfını, müşteriye katma değerli hizmet olarak yansıtıyor.

Son dönemde internetin yeni gözdesi malum Google oldu. Her ne kadar geçen hafta içinde ABD’de borsanın düşüşe geçmesiyle Google da %10’luk bir değer kaybına uğradıysa da Google’un bu balayı süreci bir süre daha devam edeceğe benziyor.

Google doğal bir hazine şeklinde. Bir yandan size aradığınızı bulup getirirken, diğer yandan kimin neler aradığını da bir kenara not ediveriyor. Örneğin Kasım ayında Türkiye çıkışlı google aramalarında en çok “oyun” kelimesi aranmış. Listede Fenerbahçe, Galatasaray, Gamze Özçelik gibi popüler isimler de var.

Öte yandan internet gibi ortamların terör vb olumsuz amaçlarla kullanılması sürecinde Google da “vatandaşlık görevini” yerine getirebilir. Kimin neyi aramakta olduğu bilgisi bugün sadece devletler için değil, ticari kuruluşlar için de çok değerli bir bilgi. Google’un kendisi bugün tek başına bir “müşteri ilişkileri yönetimi” yapmaya yetecek veri ile dolu.

Gelecek yıllarda beklenmedik gelişmeler ile teknolojinin başdöndürücü gelişimine tanık olmaya devam edeceğiz. Her ne kadar artık internet kelimesinde birleştirdiğimiz teknolojik devrimin gençlik devrini kapatıp olgunluk dönemine girdiğini kabul etsek de krallığı devam ediyor.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (11 02 2006)

KAĞIDA (HATALI) DÖNÜŞ (MÜ?)


Son dönemde ABD’de sadece internet üzerinden yayın yapan bazı dergilerin, kağıda basılı versiyonlar çıkarmaya başlaması bu soruyu yeniden gündeme getirdi : Kağıda dönüş mü?

Bu bana elma ile armudu kıyaslamaya çalışıp, birinden sıkıldıkça, aslında ötekisinin daha uygun olduğuna karar veren tahterevalli zihniyetini çağrıştırıyor. Şöyle ki:

Kağıt ortamında bir basılı yayın üretmenin dezavantajları nedir? Temel olarak o yayını meydana getiren (içerikle ilgili entellektüel emek hariç) üretim sürecinin uzun, pahalı, dertli olması. Buna karşılık muadil bir yayını sanal ortamda üretmek tüm bu üretim sürecinin çok daha ucuzlatmakta ve kısaltmakta.

Peki ne pahasına? Bunun bir bedeli yok mu?

Aslında var. Dijital ortamda dergi, kitap üretilmeye başlandığı ilk günden beri var olan bir durum, hala devam ediyor. O da bugünün dijital altyapısında kitap, dergi gibi yayınların, kağıt üzerinde bulunan muadilleri ile aynı görsel ve hobisel hazzı vermiyor olması.

Bir dergi ya da gazetenin web sitesine gittiğinizde, orada gördüğünüz şey bir dergi ya da gazete değil. Çünkü insanlar yıllardır dergi ya da gazete dedin mi, kağıt üzerinde bulunan o format neyse ona alışmış – ona kalıplanmış.

Derginin bir baş sayfası vardır, onu izleyen ardışık sayfalar vardır. Sayfaları çevirirsin; içiçe girmiş yazı ve resimleri görürsün. Ön sayfaya sığmayan bir yazı, arkalarda bir sayfada kaldığı yerden devam etmektedir vb.

İşin ilginci tüm bu okuma, algılama süresince gözlerin elektriksel bir ortamın ürettiği yorgunluğa da maruz kalmamaktadır. Bırakın illa ki bir koltuğa oturup, küçüklü büyüklü bir ekranın karşısına mahkum kalmayı...

Bir başka deyişle sorun, elektronik ortama aktarılan basılı yayının kullandığı elektronik altyapı bileşenlerinin arzu edilen ergonomik düzeye henüz gelememiş olmasıyla ilgilidir. Bu o kadar ciddi bir sorun ki, çevreye karşı bu kadar duyarlı olan ülkeler ya da bireyler bile edindiği bir kitap, dergi ya da gazete için yok edilen ağaçları görmezden gelebilmekte.

Web üzerinden elektronik yayın yapan gazetecilik ya da dergicilik, bugünkü gazetecilik ya da dergiciliğin geleceği değildir. Bu olsa olsa bir geçiş döneminin yaratmış olduğu kendine has özel bir durumdur. Teknoloji yeterince geliştiğinde bu özel durum da yavaş yavaş etkisini yitirecektir.

Teknolojinin yeterince gelişmesi, daha önce de burada bahsedildiği üzere, ilk etapta, kağıdın yerini alacak bir materyal olacaktır. Öyle ki kağıda basılı gazete, derginin verdiği hazzı okuruna verebilecek, ama bunu yaparken bir tek ağacın bile yok edilmesine gerek kalmayacak.

Elektronik-kağıt denilebilecek bu teknoloji de elbette ki yolun sonu değil. Şu an görülebilen gelecekte bu tür materyaller de yerini holografik yapılara terk edecektir. Bu holografik yapıları kullanabilmek için (onları okuyabilmek, onlarla etkileşim kurabilmek için) bence ilk etapta vücudumuza ek zamazingolar takmamız gerekecek. Örneğin bir gözlük, bir yüksük.

Bu teknoloji de geliştiğinde belki de varlığını hissetmeyeceğimiz boyutlarda elektronik bir yonga vücudumuzda bir yere sabitlenerek bu ek malzemeye gerek duymadan çevremizle elektronik etkileşim kurmamızı sağlayabilecek.

O zaman ne bilgisayara, ne cep telefonuna, ne klavyeye, ne mouse’a ihtiyaç duyulacak. O zaman geldiğinde belki insanlar birbirleriyle iletişim içi ağızlarını açmaya, dillerini döndürmeye, konuşmaya da gereksinim duymaz olacaklar. Beyinsel enerji ile gerçekleştirilebilecek telepatik iletişim öteki her türlü iletişimin yerini alabilecek.

Ticari açıdan bakıldığında bu aşamaların her biri, pek çok şirketin kapanması, para kaybetmesi, öteki pek çok şirketin de kurulması, para kazanması demektir. Stadyuma maç seyretmeye giderken amacınız sonuçta tuttuğunuz takımın kazanmasıdır ama stadın kapısında tezgah açmış satıcının amacı sabahın köründen gecenin bir yarısına kadar satabildiği kadar çok mal satmaktır.

Alt kattaki satıcı, cirosunu ve karını daha da artırmak için neler yaparım diye didinirken, üst kattaki vizyoner, yeryüzü kültürüne yepyeni bir şey katabilmek için yaratma sürecinin ağır sancılarını çekiyor.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (21 01 2006)

KUTSAL BİLGİ KAYNAĞIMIZ EKŞİ SÖZLÜK


Şu internetin çağı geldi geçiyor, biz Türkler olarak dijital kültüre ne gibi bir katkı sağladık, Mahir’in “I kiss you” esprisinden başka geride başka hangi izi bıraktık diye düşünüyor ve bir şey bulamadığınız için hayıflanıyorsanız (ki benim başıma zaman zaman gelir) işte içinize su serpecek bir imkan. Kendi deyimleriyle “kutsal bilgi kaynağı” Ekşi Sözlük.

Ekşi Sözlük, adından da anlaşılacağı üzere, bir sözlük. Ama öyle bildiğiniz türden bir sözlük değil. Bir kere yazarları binlerce. Ayrıca konuları da kelime kelime belirlenmek zorunda değil. Ekşiği oradan geliyor olsa gerek.

Ekşi Sözlük, liberal bir sözlük. Dileyen yazar, dilediği konu hakkında “tanımını” yapabiliyor. Bakın bazı örnekler:

Avrupa Birliği : (1) Fazla naz aşık usandırır sözünü hatırlatan kurum. (4) Yüzyıllarca beylik formatında yaşamış avrupalıların dünyayla rekabet edebilmek amacıyla kurmaya çalıştıkları birlik. (9) Her yeri ayrı oynayan garip bir birlik.

Orhan Pamuk : (1) kara kitap gibi hayata dair başarılı bir kitap yazmış yazar. (3) kardeşi kendisinden daha karizmatik olan insan (8) ayrıntı çöplüğünde boğulan yazar müsveddesi. (9) dürüst ve samimi olduğuna inandığım yazar.

İstanbul: (2) şehr-i harabem. (6) silüeti olan tek şehir. (8) dünyanın merkezi.

ODTÜ : (1) orta doğu teknik üniversitesi. (2) eskiden oradan okumuş bir hocamızın Otur Düşün Taşın Üşüt şeklinde açılımını yaptığı üniversite. (5) vaktiyle Güner Ümit’in Turnike programında açılımını sorduğu ve yarışmacı bayanın Ot Derleme Toplama Ünitesi cevabını uygun bulduğu kısaltma.

Yücel Aşkın: (1) çok yönlü bir sanatçı. belgesel sinemacı, fotoğrafçı, dağcı ve iyi bir müzik adamı. yüzüncü yıl üniversitesi rektörü de olan yücel aşkın, şiir ve sinema bilen tek rektördür. derinliğine ve duyarlılığına koşut olarak mütemadiyen sert ve soğuk iklimlerde, bulutların üzerinde yanlız yaşar. severiz sayarız. (16) suclandıgı tarihi eser kacakcılıgından sucsuz bulunmustur. zira bulunan butun eserlerin muzeye kayıtlı oldugu ortaya cıkmıstır. simdi de ihaleye fesat karıstırmak ile suclanıyor. suclu ise cezasını tabiiki ceksin. fakat insan dusunuyor , rektor bir tarikat lideri falan olsa , adelet bakanlıgı nasıl tavır alırdı. (18) yolsuzluk iddialarına karşı kendi açtırdığı soruşturma sonucu tutuklanan rektör. Enteresan

1 (sayısı) : (2) optimal tanrı adedi. (4) mağrur sayı (5) hayatın ta kendisi (11) trigonometrik çemberin yarıçap uzunluğu (17) olasılıkta; erişilebilecek en büyük olasılıktır.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Yukarıdaki gibi çeşitli konularda akla ilk gelebilecek örneklerin yanısıra; “denizden babam çıksa güvenmem”, “kurisk”, “yugoslavya istiklal marşı”, “iskoç aksanını sevdiren insanlar”, “yüzeysel hatiplerde ifadeleri yineleme saplantısı”, “düşündüklerin bunlarsa başka bir yerde söyle”, “yarım kalmış duvar yazıları” gibi ifadelerin de tanımlarını, açıklamalarını bu sözlükte bulmak mümkün.

Ekşi Sözlük’ü çekici kılan doğal olarak, sıradan bir sözlükte bulamayacağınız tanımları içeriyor olması. Bir sayısına başka hangi sözlük “mağrur sayı” der? Ya da her yeri ayrı oynayan garip birlik olarak hangi sözlük tanımlar Avrupa Birliği’ni?

Bu tür orijinal fikirler, ülkemizde de dijital kültürün gelişmesini sağlayacak potansiyelin olduğunu gösteriyor. Peki iş gelişmeye, kendimizi tanıtmaya, geride kalmışlığımızı aşmaya geldiğinde neden bu tür girişimler görülmüyor, bulunmuyor, desteklenmiyor?

Bu tür soruların cevabını hepimiz biliyoruz. Ancak görünen o ki bu özelliklerimizden sıyrılmadan da AB’ye girmek için geçmesini “beklediğimiz” o süre bitmek bilmeyecek. Çünkü yapmamız gereken zamanın geçmesini beklemek değil, farkı kapatmak için o zamandan istifade etmek.

Ooof Off Line köşesinin de Ekşi Sözlük’te yer aldığını düşünmemiştim hiç. Ancak şu tanımla yerini almış. Ne yalan söyleyeyim mutlu oldum. Demek ki doğru bir şeyler yapıyor bu köşe.

Ooof Off Line: (2) ooof off line cumhuriyet bilim teknikte internetin ve internet ile alakalı teknolojilerin anlatıldığı ileri görüşlü bir köşe yazısıdır. 14. sayfasındadır.

http://sozluk.sourtimes.org/

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (14 01 2006)

HERKES SİZİ İZLİYOR


Geçtiğimiz günlerde Genel Kurmay Başkanlığı’nın internet kanalıyla (e-posta ya da web siteleri) dezenformasyon denilen yanlış bilgilerle propaganda yapılmasına yönelik basın açıklaması, internet ve bilgi kalitesi kavramlarına bir kez daha mercek tutulması gerektiğini göstermiş oldu.

Internetin popüler olmaya ilk başladığı 90lı yıllarda “information super highway” (bilgi otobanı) yakıştırması bir dönem kullanıldı ancak geçerli sebeplerden dolayı bu kavram fazla popüler olmadan unutuldu gitti.

Bu sebeplerin en temelinde de “information” (enformasyon, bilgi) kavramı ile internet üzerinde bulunan bilgi kırıntılarının ne kadar ilişkilendirilebileceği ile ilgiliydi.

Bugün internete baktığımızda gördüğümüz tablo şudur:

1- Internette, bireyleri ya da kuruluşları harekete geçirecek, karar almalarını sağlayacak düzeyde bilgi (knowledge) hazır olarak yoktur.
2- Bunun yerine internette kişi ya da kuruluşları bu tür bilgilere ulaşmalarını sağlamak için gerekli olan veri ya da enformasyon kırıntıları yer almaktadır.
3- Internette bu düzeyde bulunan bilgi kırıntılarının tamamı da güvenilir değildir.

Kavramlara gereğinden fazla önem vermede Akdenizliliğimiz tezcanlı davranmamıza neden olur ya konu internet olunca da farklı bir durum yok ortada. Düne kadar internetsizliğin ne demek olduğunu dahi bilmezken bugün internetten öğrendiğimiz her şeye dört elle sarılıp onu doğru olarak kabul etme konusunda da nedensiz bir eğilim var.

İçinde bulunduğumuz çağ bilgi çağı. Hal böyle olunca da en basit mantıkla bu çağdaki en değerli şeyin bilgi olduğunu idrak etmek zor olmasa gerek. Peki bilgi bu denli değerliyse nasıl oluyor da internet gibi bir ortamda bedava ekranımıza kadar geliyor? Bunda bir hin oğlu hinlik yok mu?

Şu örnekleri inceleyelim:

Nijerya aldatmacası denilen epostalar. Daha önce de bu köşede bahsedilmişti. Güya bir Afrika ülkesindeki bir bankada milyonlarca dolarlık bir servet var ve siz o servetin tek varisi olarak parayı tahsil etmeye çağrılıyorsunuz.
E-posta içindeki pazarlama yöntemini kullanarak, hemen ilk ay içinde binlerce dolar kazanmanızı sağlayacak ürünler elinizin altında; yeter ki kabul edin.
Size gönderilmiş olan epostayı en kısa süre içinde en az bilmem kaç kişiye gönderirseniz, Microsoft’un bilgisayarınızda yüklü olan gizli ajan programı size her kişi için yüzlerce dolar para gönderecek – durmayın.

Bu tür bir eposta aldığında bir kişinin şunu düşünmesi lazım; neden ben? Bu soruya verilecek özel bir cevap yoksa bu şu demektir; sizin gibi yüzlercesine, binlercesine daha bu eposta gitti. Bu ne demek? Afrika bu kadar zengin bir kıta mı her gün binlerce kişi varis olarak bir servet almaya kalksın? Ya da onu sizinle paylaşmak isteyen kişi bu kadar çaresiz mi ki hiç tanımadığı birisi ile milyonlarca doları paylaşmak istesin.

Böylece şu temel noktaya ulaşmış oluyoruz: Eğer çevremizde olup bitenler hakkında temel bir bilgiye sahip değilsek, konu ne olursa olsun, aldatılma, oyuna getirilme riski var.

Eğer bilgi çağı deyip durursak ancak bunun ne anlama geldiğini kitlelere izah edemez de 512 hızıyla evlerine ADSL bağlamaları için kendilerini cesaretlendirirsek, bu çocuğun eline tabanca vermekle eş anlama gelir.

Pazardan iki kilo sebze almadan önce üç dört tezgaha bakıp fiyat ve kalite araştırması yapıyoruz da posta kutumuza gelen bir epostanın tuzağına düşüp, onun peşinden gidiyorsak, kabahat biraz da bizde demektir.

Peki ne yapmalı?

Cevap basit.

Bilgi çağındayız. O halde öğreneceğiz. Önce bilgi çağının ne demek olduğunu öğrenmeliyiz ki nasıl hareket edeceğimizi bilelim. İlk defa gireceğiniz bir ortam için önce ne yaparsınız? O ortam hakkında bilgi edinirsiniz ki sakil bir davranışta bulunmayasınız.

Bilgisayarın karşısında tek başınıza internete girerken nasılsa kimse görmüyor diye bilgi çağı kavramını ıskalamaya çalışmayın. Aslında koskoca dünyanın huzuruna çıkıyorsunuz ve herkes sizi izliyor. Gülümseyin; ama kendinizi komik bir duruma sokmayın.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (07 01 2006)