Pazartesi, Mart 31, 2008

304 KEZ TÜRBAN, 166 KEZ DİN


Temsili demokrasi modelinin gerek kamu gerekse de medya gibi kamu harici alanlarda kaynak ile birey arasına yerleştirmiş olduğu ara katman olgusu 21. yüzyılda internet gibi lojistik altyapılar sayesinde sahip olduğu önemi yitirmeye başladı. Nihai mertebede bu belki de devletin kendisinin de ortadan kalkmasına neden olacak.


Benzer bir olay tam on sene önce 1998’de yaşanmıştı. ABD’de Savcı Starr’ın Bill Clinton Monica Lewinski ilişkisiyle ilgili iddianamesini dünya ilk olarak internet üzerinden öğrenmişti. Başsavcının AKP’nin kapatılmasıyla ilgili hazırlamış olduğu iddianame de Anayasa Mahkemesi üyelerine resmi kanaldan ulaşmadan önce tam metin olarak internette yayınlandı.

Kim sızdırdı, neden sızdırdı bir yana; iddianamenin bu şekilde servis edilmesi ilginç sonuçlar da doğurdu. Örneğin Hürriyet Gazetesi’nden Yılmaz Özdil, 19 Mart 2008 günkü yazısında ilginç istatistikler vermiş. Sanırım iddianamenin bilgisayarda yazılmış hali elde olmadan bu tür istatistikleri çıkarmak imkansız olmasa da çok zaman alıcı bir şey olurdu.

Özdil’e göre örneğin iddianamede imam kelimesi 54 yerde geçiyor. Şeriat kelimesi 70 yerde. Atatürk 45 yerde, türban 304, din 166, demokrasi ise 80 küsur yerde.

Bu tür istatistiklere gelmeden bile iddianamenin tam metin olarak dileyen herkesin erişebileceği, hem de kolayca erişebileceği bir yerde olması, öncelikle açık toplum olma yolunda katedilmiş önemli bir aşamadır.

Bunun temel bir nedeni var. Günümüzde medyanın ne kadar tarafsız, ne kadar temiz olduğu sadece bizim ülkemizde değil dünyanın hemen her ülkesinde tartışılmakta. Bu türden medyaya bomba gibi düşen bir konu hakkında kamuoyunun edineceği bilgi medyadaki gazetecilerin yorumlarına bağlı olursa (köşe yazarları ile sınırlı değil haberi yapan, yazan muhabirler bile aslında ister istemez kişisel yorumlarını işin içine katarak metni oluşturuyor) kamuoyunun yönlendirilmesi de çok daha kolay olabiliyor.

Bu denli ciddi bir konuda iddianamenin kendisini okumadan, medyada çıkan yorumlara göre hareket etmeye (ister istemez) yönlendirilen kamuoyu çok daha bilinçli hareket etmeli ve iddianameyi şahsen edinmeli, okumalı ve değerlendirmelidir. Bilgi toplumu olmak bunu gerektirir.

Bugün kamuoyunda azınmsanmayacak bir grup, medya gibi bu tür konularda aracı durumunda bir rol üstlenenlerin sorumluluklarını göz göre göre suistimal etmeyeceklerini varsaymaktalar. Bu varsayım ne kadar sağlıklı verilere dayanıyor ne kadar bu varsayımda bulunanların tembellikleri ya da uyuşturulmuşlukları, kandırılmışlıklarıyla ilgili?

Hele bir de işin içine “Pardon dizgi hatası yapmışız, yanlış anlamışız” türünde özürler girdikten sonra simsiyahlıktan bahseden bir konuyu bembeyazlıktan bahseden bir haber haline getirmek medya için bugün hiç de zor değildir.

Benzer bir durum özellikle AB ile ya da IMF ile olan ilişkiler çerçevesinde üretilen raporlarda da var. Hatta burada fazladan bir sorun daha bulunuyor. O da raporun orijinal dilinden Türkçe’ye çevrilmesi sırasında seçilen kelimelerin ya da yapılan tercümelerin ne kadar doğru olduğuyla ilgili. Yabancı dil bilen bireylerin bu tür raporları orijinal metninden okuması bu çerçevede çok büyük önem kazanmakta.

Temsili demokrasi modelinin gerek kamu gerekse de medya gibi kamu harici alanlarda kaynak ile birey arasına yerleştirmiş olduğu ara katman olgusu 21. yüzyılda internet gibi lojistik altyapılar sayesinde sahip olduğu önemi yitirmeye başladı. Nihai mertebede bu belki de devletin kendisinin de ortadan kalkmasına neden olacak.

Yeryüzü kültüründeki değişim, dönüşüm belki de devlet olgusunu gereksiz bir katman haline getirecek. İşin ilginci bunu ilk keşfedenlerin bu dönüşümü yönlendirmekte ve kendi istekleri doğrultusunda kullanmakta oldukları. Bugün birisi devlete gerek yok dediğinde herkesin aklına ulus devlete gerek yok mesajını toplumların bilinçaltına yerleştiren globalist model geliyor.

Oysa devletin fazlalık haline gelmesiyle ulus devletin globalizm adına ortadan kaldırılması bambaşka iki olgudur. Öteki her alanda olduğu gibi burada da olguyu ilk sahiplenen onu kendi ideolojisiyle özdeşleştiriyor. Tüm bu yanlış yorumlamaların, yanlış anlamaların temelinde ise bireylerin bilgiyi direkt kaynağından edinmek yerine araya yerleştirilmiş olan aracılar vasıtasıyla edinme modelinin suistimal edilmesi, çatırdaması yer alıyor.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 28 03 2008

HİÇ ÜZÜLMEYİN “BULUNUR”


Bugün bir torba kömür ile, iki kap yemek ile, tebaa durumuna düşürülmeye çalışılan Türk Toplumu’na onun her daim dünyaya meydan okumuş bir halk olduğunu anımsatmaya devam edeceğiz.


Geçtiğimiz günlerde bir yurtiçi ziyareti sırasında yoluna çıkan bir belde sakinlerinin, Başbakan Erdoğan’a yeni çıkardıkları ve belde belediyelerin kapatılmasına neden olan yasa çerçevesindeki mağduriyetlerini iletmelerine karşılık Başbakan’ın vermiş olduğu tepki medyaya fazla yansımadı.

Doğrusu medya Başbakan’ın bazı konulardaki çıkışlarına karşılık gösterdiği tepkisizliği, son günlerde üst üste gelmiş olduğundan, telafi etmede gecikmedi; iki farklı “ilginç” açıklama sütunlarda geniş bir yer buldu. Yer bulan bu açıklamalardan birisi üç çocuk yapma önerisi, diğeri de suçluları affetme konusunun mağdurun ailesine ait olduğu idi.

Gözden kaçan ve belde sakinlerine çıkışırken gösterdiği tepki ise yoluna çıkanlara “Sizi kim buraya gönderdi? Sizi kim organize etti?” şeklindeydi.

Ülkemizde sadece siyasi vitrindeki değil, kamuoyunu ilgilendiren her vitrindeki (medya, şov dünyası, spor dünyası vb) ortak bir özellik bu. Rol model durumunda olan (ünlü) bireylerin rol modelliğini kendi istedikleri zamanlarda ve mekanlarda yapmak isteyip, istemedikleri zaman ya da mekanlarda yapmaktan kaçınma yaklaşımı. Bu yaklaşım doğal olarak medya mensupları ve onların aracılığıyla kamuoyunu bu ünlü figürlerle karşı karşıya getiriyor. Neden?

Cevap basit. Rol modelliğin yeri ve zamanı yoktur. Haftanın yedi günü, günün yirmidört saati her yerde rol modellik yapmak zorundasınız. Biraz da bundan olacak; rol modelliğini icra ederken eğer “takıyye” yapıyorsanız, bir yerlerde açık verirsiniz.

Başbakan’ın belde sakinlerine gösterdiği tepki de bu türden bir açık. Konunun bu sütunla ilgisi ise bu tepkinin işaret ettiği mentalitenin bireye, demokrasiye, açık topluma, bu olgulara altyapı teşkil eden internete yaklaşımı için de bünyesinde bir anlam taşıması.

Bu mentaliteden şu tür sonuçları çıkarmak olası: Demek ki Başbakan’ın bir grup insanın bir araya gelip haklı olduklarını düşündükleri bir konuda haklarını barışçıl yollardan arama çabası asla yine o grubu oluşturan bireylerin özgür iradeleriyle bir araya gelmeleri sonucunda oluşamaz.

Demek ki bizim ülkemizde bireyler haklarını arama konusunda acizdirler; ancak perde arkasından birileri onları manipüle ederse harekete geçerler. Hal böyle olunca da topluluğun gösterdiği tepkinin bir önemi yoktur; arkadaki ajitatörlere, manipülatörlere ulaşıp yine perde arkasından onlarla dialog kurulursa, sokaklardaki hereketlilik de istenilen şekle sokulur.

Başbakan bu konularda emprovize hareket edecek kadar deneyimsiz bir siyasetçi değil. Onun bu yaklaşımını baz aldığımızda karşımıza çıkan tablo beni endişelendiriyor. Endişe bir yana aslında internet gibi bir altyapıdan toplum olarak neden verimli bir şekilde istifade edemediğimizi daha iyi anlamamı sağlıyor.

Şimdiye kadar sanki o potansiyel bir kez fark edilse onun hakkını verecek bir mental altyapının olduğunu düşünüyor ve problemin o irtibatlandırmayı yapamamaktan kaynaklandığını düşünüyordum. Ancak yukarıdaki bakış açısından değerlendirdiğimde problemin aslında çok daha derin olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Bu endişeli durumdan kurtulmamı sağlayan olgular yok mu? Var. Yakın tarihimizde de var; şu an da var. Yedi düvele karşı vermiş olduğumuz Ulusal Kurtuluş Savaşı bunun en büyük örneği. Merhum Attila İlhan’ın dipten gelen dalga olarak adlandırdığı olgu ise çok daha taze yeni bir örnek.

O halde sonuç? Sonuç şu ki rol model olarak topluma neyi şırınga ederseniz toplum o yöne doğru meylediyor. Bugün bir torba kömür ile, iki kap yemek ile, tebaa durumuna düşürülmeye çalışılan Türk Toplumu’na onun her daim dünyaya meydan okumuş bir halk olduğunu anımsatmaya devam edeceğiz.

Muhtaç olduğumuz motivasyon, “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini” diyen Namık Kemal’i meclis kürsüsünden yanıtlayan M.Kemal Atatürk’ün şu cevabında mevcuttur:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini

(Not: mader; anne demektir)

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 21 03 2008

MAHKEME KAPILARINDAKİ INTERNET


Belki de asıl sorun işte bu hatalı analojide. Bir web sitesi bir gazete ya da TV kanalıyla ilişkilendirilemez. İlişkilendirmeye kalkarsanız o zaman örneğin adı “quark896” olan bir “yayıncıyı” dünyanın herhangi bir yerinde arayıp bulmak ve onu cezalandırmak durumuyla karşı karşıya kalabilirsiniz.


Mahkemelerimizin internet web siteleri ile ilgili ilginç yasaklama kararları devam ediyor. En son iki Türk firmasının birbiri ile ihtilafa düşmeleri çerçevesinde tüm dünyada firmalar arasında mal alım satımını sağlayan Alibaba.com sitesine (ismi sizi şaşırtmasın, bu bir Türk web sitesi değil; Uzak Doğululara ait) Türkiye’den tüm erişim yasaklandı.

Haa bu arada, Alibaba.com sitesinden ticaret yapan öteki bilmem kaç Türk firmasının iş yapamamadan kaynaklanan olası ticari zararı mı? Bana ne, kime ne, mahkemeye ne?

Artık basit ve verimli düşünmenin ve buna göre hareket etmenin zamanı gelmedi mi? Önüne internetle, weble ilgili bir dava gelen hukukçularımız, acaba bir bilirkişi atayarak şu temel soruların cevaplandırılmasını uzman görüşü ile öğrenemez mi ?

* Söz konusu web sitesinin dava konusuyla doğrudan ilgisi var mıdır; yoksa web sitesi ihtilaflı durumu yaratmada bir araç olarak mı kullanılmıştır?

* Web sitesinde yer alan (varsa) sakıncalı bir içerik, web sitesinin tamamına erişim yasağı konmadan ortadan kaldırılabilir mi?

* Evet ise davalı mahkemeye başvurmadan, bireysel olarak ilgili web sitesinin yönetimine başvurmak kaydıyla söz konusu sakıncalı içeriğin siteden kaldırılmasını sağlayabilir mi?

* Eğer web sitesi yönetimi bu tür bireysel başvuruları dikkate almıyorsa, içeriği siteden kaldırmak için yerel bir mahkeme kararı mı talep etmektedir?

Bilirkişinin hazırlayacağı ve temelde bu soruların cevaplarını içerecek türde bir rapor, mahkeme heyetlerinin de söz konusu ihtilafın giderilmesi için bir mahkeme marifeti ve kararına gerek olup olmadığını tespit edebilir. Eğer gerek yoksa, bu yönde karar vererek, davalının bireysel girişimiyle de ihtilaflı durumu ortadan kaldırabileceğine hükmedebilir.

Yok eğer bireysel başvuruları dikkate almayan bir web sitesi ile karşı karşıya kalınırsa ancak o zaman durum değerlendirmesi hukuki olarak yapılabilir. Bu değerlendirme sonucunda da yine bilirkişi raporu baz alınarak, ilgili web sitesinin belli bir sayfasının siteden çıkarılmasını talep etme ve talebin yerine getirilmemesi durumunda sadece o belirli sayfaya erişimin engellenmesinin sağlanmasına karar verebilir.

Görüldüğü üzere herhangi bir sakıncalı içerikten dolayı, bir web sitesinin tamamının tüm ülke erişimine kapatılması gibi bir karara gelene dek daha nokta atışı yapılmasını ve mağduriyeti en aza indirmesini sağlayacak üç farklı karar olasılığı var:

1. Eğer web sitesi kişisel başvuruları kabul ediyorsa, mağdur olan birey, mahkemeye dahi gitmeden, web site yönetimine başvurarak, sakıncalı içeriğin tüm dümyada erişimine kapatılmasını talep edebilir; eğer bunu yapmazsa web sitesinin kendisini mahkemeye verebilir.

2. Web sitesi sakıncalı bir içeriğin siteden çıkarılması için yerel bir mahkeme kararı talep ediyorsa (içeriğin sakıncalı olduğunu tescil etmek açısından), mahkemeye böyle bir karar için başvurulabilir. Alınan karar web sitesi yönetimine ulaştırılarak, sakıncalı içeriğin silinmesi sağlanır.

3. Web sitesi, sakıncalı içeriğin olduğu sayfayı her koşulda silme konusunda istekli davranmıyorsa, mahkeme ülkenin tamamından yalnızsa o sayfa ile sınırlı kalmak kaydıyla erişim engeli konması yönünde karar verebilir. Bu kez yerel servis sağlayıcı firmalar, sadece o sayfa ile sınırlı kalmak üzere erişimi engelleyebilirler.

Olması gereken, aklın yolu bu. Bunun dışında bir yola başvurmak kolaycılığa kaçmak oluyor. “Adam sende; kapat komple siteyi olsun bitsin; o sayfaymış, bu sayfaymış kim uğraşacak. Hem bir gazeteye ya da TV’ye yayınladığı bir yazı ya da programdan dolayı ceza vermek gerektiğinde o gazetenin sadece o sayfası ya da TV’nin sadece o programı mı kapatılıyor?”

Belki de asıl sorun işte bu hatalı analojide. Bir web sitesi bir gazete ya da TV kanalıyla ilişkilendirilemez. İlişkilendirmeye kalkarsanız o zaman örneğin adı “quark896” olan bir “yayıncıyı” dünyanın herhangi bir yerinde arayıp bulmak ve onu cezalandırmak durumuyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

Elimizin altında ne buluyorsak onu cezalandıralım modeli ile ne yazık ki ne mağdurların vicdanları dengelenebilir ne de hukuken doğru olan eksiksiz ve fazlasız olarak yerine getirilmiş olur. Hele dijital dünyada hiç!...


Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 14 03 2008

Perşembe, Mart 13, 2008

DEMOKRASİNİN SUİSTİMALİ GİBİ


Demokrasi de internet gibi bir araç. Dolayısıyla her aracın başına gelebilecek iğfal edilme, suistimal edilme, kötü amaçlar için kullanılma riskleri demokrasi için de geçerli. O halde soru şu : Internet demokrasiyi suistimal edilmekten kurtarabilecek mi; yoksa bunu yapmaya çalışırken bizzat kendisi mi suistimal edilecek?


Internet, lojistik sürece sağladığı sıradışı katkı sayesinde yeryüzü kültürünün yeniden şekillenmesini sağlıyor. Bu süreçten en verimli şekilde istifade edenler, interneti kendi yaşam süreçlerine kolayca uyarlayanlar oluyor. Bunu kolayca gerçekleştirmenin temelinde yatan şey nedir? Neden bazıları bu konuda zorlanırken, diğerleri bunu kolayca yapabilmektedir?

Öncelikle şu ikisini ayırt edebilmek önemli bir merhaleyi aşmakla eşdeğerdir. O da sebeplerle sonuçların ayrı ayrı ele alınabilecek kavramlar olduğudur. Gazete kavramını ele alalım. Gazete bugüne dek icat edilmiş en basit ve ucuz malzeme olan kağıdın üzerine basılmaktadır. Yani kağıt ile gazete iki farklı şeydir.

Oysa öteden beri global medyaya yön veren kurum ve kuruluşların yöneticilerinin kafalarında şöyle anlamsız bir soru var : Internet gazeteyi öldürecek mi?

Internet gazeteyi elbette öldürmeyecek! Ancak aynı olumlu mesajı gazete kağıdı için de söylemem mümkün değil. Geleceğin dijital dünyasında da gazete olacak ama gazete için ağaçları kesip kağıt yapmamız gerekmeyecek.

Bu basit örnekteki gibi bir olgunun var olmasını sağlayan altyapı ile olgunun kendisini ayırt edebilmek çok önemlidir.

Peki bunu ayırt etmek neden bu kadar kolay değil? Ne yazık ki bu sorunun cevabı basitçe bilgisizlikle ilgili değildir. Ya da internet, dijital kültür olgularına uzak olmakla. Daha ziyade temel sebep bu ikisini ayırt etmemenin yaratmış olduğu ek (suni) avantajlardır. Bu avantajlar öyle bir seviyeye gelebilir ki gazete kağıdı ticaretini yok etmemek için “internet gazeteyi öldürecek” öcüsünü kamuoyunun üstüne fırlatıp korkutmak kimilerinin işine gelebilmektedir.

Benzer durumu farklı konuları incelediğimizde de görebiliriz. Bilgisayarın çıktığı ilk yıllarda da benzer öcüler vardı. O zaman da herkesin korkusu bir gün bilgisayarların gelip insanların işini elinden alacağı idi. Oysa bugün bilgisayar değil ama Çin’deki ucuz iş gücü pek çok ülkedeki insanların işini elinden alıyor.

O halde burada içiçe girmiş iki sorundan bahsetmek mümkün. Bir tanesi internetin gerçekte neyi değiştireceği, neyi ortadan kaldıracağını doğru tespit etmek. İkincisi de bu tespiti yapmada şaşırtmaca uygulayan mekanizmaların özel sebepleri olduğunu idrak etmek.

Internetin yeryüzü kültürüne getireceği en dramatik değişiklik belki de temsili demokrasi olgusunu ortadan kaldırabilecek olması. Bugüne dek temsili demokrasiye duyulan gereksinim doğrudan demokrasinin (yani halkı oluşturan her bir bireyin yönetim ve karar sürecine doğrudan katılması) icra edilmesinin lojistik sebeplerle mümkün olamaması temel sebeplerden birisi olarak gösteriliyordu.

Yoksa kimse çıkıp da “ey ahali siz cahilsiniz; sizin elinizden ancak dört beş yılda bir sandık başına gitmek gelir” demiyor. Diyemiyor.

Gerçekte durum nedir? Bu denli vahim de kimse çıkıp “kral çıplak” cesaretini mi gösteremiyor yoksa devleti oluşturan yönetim kademeleri lojistik sorunları çözmek için internet gibi fırsatların oluşmasını mı bekliyorlar?

Eğer iyi niyetle ikinci opsiyonun daha doğru olduğunu savunacaksak, internet öncesi diğer olası imkanların nasıl kullanıldığına bakmamız sağlıklı bir kıyaslama yapmamızı sağlayabilir. Mesela eğitim. Devlet güçlü bir demokrasiyi (temsili dahi olsa) temin edebilmek için çok daha eğitimli bireyler yetiştirmeye özen göstermeli(ydi). Ülkemizde de demokrasi ile yönetilen başka ülkelerde de. Oysa bunun çok sınırlı sayıda ülkelerde geçerli olduğunu görüyoruz.

Bugün internetin getireceği olası doğrudan katılımcı demokrasi modeli ne yazık ki belki de sadece temsili demokraside en ileri seviyelere ulaşmış bu birkaç ülke için faydalı olabilecek.

Bir tesadüf mü bilinmez; tam da bu ülkeler internetin ülke çapında gelişmesi için stratejik yatırımlar yapmakta, bu alandaki gelişmeleri hükümet planları içine almaktalar.

Demokrasi de internet gibi bir araç. Dolayısıyla her aracın başına gelebilecek iğfal edilme, suistimal edilme, kötü amaçlar için kullanılma riskleri demokrasi için de geçerli.

O halde soru şu : Internet demokrasiyi suistimal edilmekten kurtarabilecek mi; yoksa bunu yapmaya çalışırken bizzat kendisi mi suistimal edilecek?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 07 03 2008

AZ SEÇİLEN YOLDAN GİDEBİLMEK


Akil insanların takınacağı iki farklı tavır olabilir. Ya dogmaların benimsenmesinin kolay olmasından istifade edecek ve kendi çevresinde kendi yığınını oluşturacak. Ya da kıyıya vurmuş deniz yıldızlarını tek tek denize atarak o birkaçı için bile olsa hayatlarını değiştirmeyi başarabilmiş öykü kahramanı misali zor yolu seçecek.

Internet, işin magazin yanını bir kenara bırakırsak, bireyleri ve toplumları kökten değiştirebilecek lojistik bir imkan. Bu imkanın faydalarını ancak bir işimizi görmede internetten istifade ettiğimizde, az da olsa, anlayabiliyoruz.

Oysa internetin potansiyeli kitap satın alma, uçak bileti rezervasyonu yapma, iki bireyin birbiri ile eşzamanlı olarak iletişim kurmasını sağlamanın da ötesindesindedir.

Bu gizilgücü daha çok birey ve daha çok toplum ne zaman ya da nasıl keşfedecekler? Şu an internet altyapısının gelişimi coğrafyaya göre ya devletlerin ya da çokuluslu şirketlerin tekelinde. Örneğin eğer Türkiye’de ADSL altyapısına geçiş süreci yaşanmasaydı internete erişen hane ve kişi sayısı hala sınırlı sayıda kalacaktı.

Ülkemizde bir yanda bu tür geleceğe dönük yatırımlar yapılırken diğer yanda güncel toplumsal meselelerimize baktığımızda karşımıza çıkan paradoks oldukça düşündürücü. Bir yanda evlere hızlı internet getiriyoruz, diğer yanda kadınların giyim kuşamıyla uğraşıyoruz. Ya da milyonlarca ölçüsü ile ifade edilen genç nüfusumuz varken bu gençlere eğitim götürme süreçlerinde internetten istifade edemiyoruz.

Medyanın da zorlamasıyla kamuoyu o denli suyun üstünde kalan resme bakarak yargılamada bulunmak zorunda bırakıluyor ki asıl meselelerimizin ne olduğunu bile unutmuş durumdayız.

Türkiye’de dileyen herhangi bir vatandaşın dini vecibelerini yerine getirmesi ne zaman engellendi? Ne zaman camilerin önüne barikatlar kuruldu? Ne zaman kelime-i şahadet getirmek isteyen susturuldu?

Türkiye’de hangi bireyin giyimine kuşamına karışıldı ki bu sorunu çözmek en üst düzeyde kurum olan siyasi partiler tarafından çözülmesi gereken bir sorun haline geldi?

Demokrasi ne zaman çoğunluğu ele geçirenin dilediğini yapma özgürlüğü anlamına geldi?

Yüzde yirmilere varan faiz ile ayakta duran bir para birimi ne zaman dünyanın en değerli parası oldu?

Oyunu, siyasi görüşünü, onurunu Türk vatandaşları ne zaman bir torba kömüre, bir tas sıcak çorbaya satar oldu?

Internet gibi imkanlar böyle bir profilde tanımlanabilecek halk kitleleri için mi bir kurtuluş olacak?

Hayır !

Ne yazık ki içi giderek boşaltılan, incir çekirdeğini doldurmayan konulara kafayı takan bireyler topluluğu için dünyanın en güçlü silahı bile bir işe yaramaz.

Bağnazlık ya da dogmatizmin yeşerdiği ortam da işte bu özelliklere sahip insanların bulunduğu yığınlar değil mi? Birey (ya da toplum) zaman geçtikçe yaşamını oluşturan etmenler konusunda belli bir merciye ya da kişiye bağımlı oldukça giderek aciz bir birey (ya da toplum) haline gelir.

Ondan sonra da karşısına her problem çıkışında o merciye başvurur: “Ne yapayım” diye. Aldığı cevaplar da sorgulanamaz gerçekler olarak zihnine kazınır. Ne zaman ki o soru gündeme gelir. Papağan gibi aynı cevabı, aynı tepkiyi tekrarlar.

Akil insanların böyle bir durum karşısında takınacağı iki farklı tavır olabilir. Ya bundan istifade edecek ve kendi çevresinde kendi yığınını oluşturacak. Ya da kıyıya vurmuş deniz yıldızlarını tek tek denize atarak o birkaçı için bile olsa hayatlarını değiştirmeyi başarabilmiş öykü kahramanı misali zor yolu seçecek.

Internet bir araç olarak ne yazık ki ondan kim istifade etmeye kalkarsa ona yardımcı olacaktır. Burada medet araçta değil, aracı kullanma amacını belirleyen zihinlerde.

Sorunlarımıza çözüm arıyorsak, araçlara bel bağlamayalım. O araçları en iyi nasıl kullanabiliriz; zamanımızı en çok bu soruyu çözümlemeye ve sağlıklı sonuçlara üretmeye adayalım.

Son sözü Robert Frost söylesin:

Ormanda yol ikiye ayrılıyordu ve ben
Ben daha az gidilen yolu seçtim
Ve bütün farkı yaratan da buydu

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 29 02 2008