Cuma, Eylül 30, 2011

BLOG TAŞINDI !...

Ooof Off Line Köşesi Blog yayını aşağıdaki adresten devam etmektedir.

Bu sayfada artık güncelleme yapılmayacaktır.


Ooof Off Line : http://ooofoffline.wordpress.com/


Tanol Türkoğlu - Mart 2011

Salı, Mart 15, 2011

DİJİTAL KÜLTÜR ÇIKTI !...

Ederi : 15 TL (Kargo Dahil)
Temin
0212 522 3868
(Kitapçılarda Bulunmaz)

NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ INTERNETE ?

Internet ve onunla tüm dünyaya yayılan dijital kültür, ülkelerin yasalarındaki diğer unsurlarla olan benzerlikleri dikkate alınarak değerlendirilme aşamasını çoktan geçti. Artık interneti anayasal bir hak olarak ele almanın ve yasaları buna göre uyarlamanın zamanı geldi.

Prosedür şöyle işliyormuş : Her sene Eylül – Şubat döneminde aday göstermek üzere çağrı yapılıyor ve aday gösterme kriterlerine uyan kişi ya da kurumlardan gelen aday önerileri toplanıyor. Şubat – Mart döneminde öneriler üzerinden bir eleme yapılarak her kategori için aday listeleri oluşturuluyor. Mart – Ağustos döneminde adaylar inceleniyor, değerlendiriliyor. Ekim ayında kazananlar belirleniyor. Aralık ayında da ödül töreni düzenleniyor.

Dinamiti dünyamıza hediye eden Alfred Nobel adına her yıl düzenlenen Nobel Ödüllerinin yıllık takvimi böyle. Ödül kategorileri içinde belki de en popüler olanları edebiyat ve barış (dinamit ve barış; ne bu bir oksimoron mu yoksa günah çıkartma mı?)

Internet, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş. Geçen yılki gerekçeler neydi bilmiyorum ama bu yıl neden gösterildiğini hepimiz kolayca tahmin edebiliriz. Anahtar kelimeler : Tunus – Mısır – Libya - ...

Nobel Barış Ödülü’ne aday sayısının 241 olması bana dünyanın en büyük adliye sarayını inşa etmekle övünmemizi anımsattı. Barış Ödülü’ne layık onca kişi, kurum vb olduğuna göre dünya demek ki barışa bu kadar çok gereksinim duyduğu bir dönemden geçiyor. Demek ki barış dünyadan o kadar uzak!

Internetin kazanma şansı “mağribi ülkeler”deki gelişmelere bağlı. Yılın kalan döneminde buralara demokrasi yerleşebilir, yeşermeye başlayabilirse internet büyük bir olasılıkla ödülü kapar. En büyük sanal rakibi Wikileaks gibi görünüyor ama internet olmasaydı Wikileaks olabilir miydi? O halde internet Wikileaks’i de içermektedir ve ödülü internete vermek bir anlamda Wikileaks’i de ödüllendirmek demektir.

Ülke olarak Türkiye’nin internet karnesi ise ne yazık ki kırıklarla dolu. Bugün hala dijital kültüre yön veren internet sitelerini yasaklamakla meşgulüz. Yıllar süren youtube yasağı daha yeni kalkmışken bu kez de telif hakları sebebiyle en popüler blog sitelerinden olan Blogger.com sitesi yasaklandı. Twitter’dan gelen mesajlardan birisi bu uygulamanın ne denli yanlış olduğunu göstermesi açısından çok ilginçti : Köprülerdeki OGS/KGS şeritlerinden kaçak geçiş oluyor diye köprüleri trafiğe kapatmak !

Spor Toto Süper Lig futbol maçlarını şifreli olarak yayınlama ihalesini kazanan kuruluş, bu yayınları blog sayfaları üzerinden şifresiz olarak yayınlayan kişilerle baş edemediğinden ve bu süreçte Blogger.com sitesinin sahibi konumundaki Google firmasından gereksinim duyduğu teknik desteği alamadığından dolayı böyle bir yola gitmek zorunda kaldığını açıkladı.

Kendi içinde tutarlı bit açıklama. Ancak bu sorunun çözümü blogger.com sitesini topyekun dahi olsa kapatmak değil ki. Çünkü internette blogger.com gibi pek çok blog altyapısı sunan siteler var. Düne kadar blogger.com sitesini kullananlar bugün başka blog sitelerinden aynı yayını yapabilir. Bu yasaklama belki de bir muharebe kazandırdı ama savaşın kaybedilmesine çok büyük bir destek unsuru oluşturdu.

Internet ve onunla tüm dünyaya yayılan dijital kültür, ülkelerin yasalarındaki diğer unsurlarla olan benzerlikleri dikkate alınarak değerlendirilme aşamasını çoktan geçti. Artık interneti anayasal bir hak olarak ele almanın ve yasaları buna göre uyarlamanın zamanı geldi.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1251) - Ooof Off Line Köşesi - 11 03 2011

“BİZ BÜYÜDÜK ve KİRLENDİ” INTERNET

“Pazarlama” interneti tam “sosyal medya”laştırmış ondan istifade edecekti ki ağababası (“siyaset”) kokuyu alıp geldi, şimdi onun rolünü çalıyor!

Özellikle son yirmi yılda medyanın yükselişi sonucunda yasama, yürüme ve yargı erklerine ek olarak medya “dördüncü erk” olarak yeryüzü kültüründe yerini almıştı. Şimdi ona da bir rakip geliyor; internet!

Dijital kültür ya da internet, doğası gereği “mühendis”lerin oyuncağı olarak ortaya çıktı. Son yıllarda içeriğinin sunduğu imkanlar çerçevesinde toplumsal bir boyut kazandığı için sosyologların radarına gireceği tahmin ediliyordu ki web 2.0 teknolojisinin üstünde yeşeren Facebook, Twitter gibi imkanlar dijital kültüre “iletişim”cilerin el atmasına neden oldu.

Bugün artık neredeyse koca internet önce “yeni medya” sonra da “sosyal medya” adıyla öteki her türlü özelliğini bir kenara bıraktı; bir gecede “medya” oluverdi. Internetin medya olmanın ötesinde imkan ve özelliklere sahip olduğunu söylemenin şu an için bir faydası yok. Bunu kimse duymayacaktır; ta ki bu rolü ile onu kullananların onunla işi bitene dek! Sonra günah çıkarırlar; olur biter!

Dördüncü güç olarak anaakım medya rüştünü Birinci Körfez Krizi’nde ispat etmişti. Sosyal medya olarak internet ise dünya siyasi arenasında rüştünü Tunus ile başlayan domino oyunu vesilesiyle ispat ediyor. Tunus, Mısır, şimdi de Libya! El-Cezire ya da diğer anaakım medya kuruluşlarının giremediği yerlerde Facebook, Twitter devreye giriyor. Batıya gönderilen her bir mesaj (tweet) anında birer kahramanlık melodisi gibi dünyada yankılanıyor. Facebook’ta kurulan bir muhalif grup süratle medya kanallarında haber yapılıyor. Ve şöyle bir mesaj gönderiliyor dünya kamuoyunun bilinçaltına : Muhalefet yükseliyor! Bakıyorsunuz; o grubu takip eden kişi sayısı elli, bilemedin yüz kişi!

Görülen o ki neo-conların yönetimindeki ABD, babadan kalma metodla (savaş marifetiyle) global dengeleri kendi lehine çevirirken, yeni ABD yönetimi bunu daha modern (hadi postmodern!) metodla yapıyor. Yoksa yeni slogan “Genç vatandaşlar rahatsız!” mı?

Ancak o ülkelerin rahatsız olan genç vatandaşlarının ortak bir özelliği var anlaşılan. Aynı anda değil, nedense sırayla rahatsız oluyorlar. Mısır’da eski mareşal Mübarek’in gidip, muvazzaf generallerin yönetimindeki şimdiki askeri rejimin gelmesi üç hafta sürdü. Demek ki Libyalı gençler üç hafta boyunca kendilerinde o cesareti bulamamışlar. Mısırlı arkadaşlarının eylemlerinin sonucunu görmek üzere beklemişler. Eğer yarın Kaddafi de giderse, Libyalı genç arkadaşlarını izleyen sıradaki hangi ülkenin gençleri yeterince cesaretlenmiş olacak? Da harekete geçecek? Cezayir’in mi? Ürdün’ün mü? Suriye’nin mi?

Pazarlama dünyası “Şu sosyal iletişim ağlarını nasıl paraya çevireceğiz?” sorusuna cevabı bulmuş ve interneti tam “sosyal medya” yapmıştı ki Wikileaks ile birlikte işin rengi bir anda değişti. “Pazarlama”nın ağababası (“siyaset”) kokuyu alıp geldi, şimdi onun rolünü çalıyor!

II. Dünya Savaşı sonrası gelen “baby-boomer” (68) kuşağından sonraki en güçlü nesil olacağı öngörülen Y-Kuşağı’nın dünya sahnesine böyle bir başlangıçla çıkıyor olması da ilginç ve derinlemesine incelenmesi gereken bir olgu.

O halde şarkıyı dijital kültüre uyarlayalım: “Biz büyüdük ve kirlendi” internet!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1250) - Ooof Off Line Köşesi - 04 03 2011

DAYAK YİYEN ÖĞRENCİLERİ GÖRDÜĞÜNÜZDE...

Sosyal medya araçlarını (Facebook, Twitter vb) daha ziyade üretim amacıyla mı yoksa tüketim amacıyla mı kullanıyorsunuz?

Dünyada internete erişen nüfusun %7.4’ü Twitter kullanıcısı. Bu istatistik internet ve dijital dünya ile ilgili istatistikler yapmasıyla ünlü comScore firmasına ait. Haziran 2010 verileri baz alınarak yapılan araştırma ülke bazında da detaylara sahip.

Buna göre internet kullanıcıları içinde en çok twitter kullanıcısına sahip olan ülke Endonezya. comScore’a göre Endonezya internet nüfusunun %20.8 aynı zamanda Twitter kullanıcısı. Endonezya’yı %20.5 ile Brezilya, %19 ile Venezuella, %17.7 ile Hollanda izliyor. Türkiye %11 ile 12. sırada. Hemen üstünde %11.9 ile ABD var.

Facebook’ta ilk dört içinde olduğumuza göre Twitter açısından daha katetmemiz gereken çok yol var. Twitter’ın son yıllarda popüler olmasının temelinde, hem gelişen teknolojiler (3G vb) hem de ücretlerin nispeten düşmesi sebebiyle cep telefonlarından internete erişimin yaygınlaşması yatıyor.

Nicelik açısından ülke olarak birinciliğe oynuyoruz oynamasına ancak nitelik açısından incelediğimizde ortaya farklı bir tablo çıkıyor. Bu aslında dijital olmayan hayatımızın dijital dünyaya bir yansıması. Sadece Türkiye için geçerli bir durum da değil açıkçası. Kültürel anlamda ortak paydayı oluşturan bu ögeler nasıl ki ülkeler arasındaki farkları ortaya çıkarmak için birer referans olarak ele alınabilecekse (örneğin trafik, kentleşme biçimleri vb) bu listeye dijital kültürün ögelerini de dahil etmek hatalı olmayacaktır.

Gelişmiş bir ülkeden Facebook ya da Twitter’a girenlerin bu sosyal medya imkanlarını kullanma biçim ve amaçları ile gelişmekte olan bir ülkeden girenlerin biçim ve amaçları aynı değildir.

Temelde belki de bu araçları zihminizde yanlış kategorize etmemizden kaynaklanan bir yanlışlık var. Sosyal medya araçlarını tüketim amacıyla mı üretim amacıyla mı kullanıyoruz? Odaklanılması gereken temel sorulardan birisi bu olabilir.

Facebook’ta ya da Twitter’da ayırdığınız zamanı ve bu zamanda neler yaptığınızı şöyle bir düşünün. Zamanınızın yüzde kaçında yaşamınıza bir katkı sağlayacak şekilde bir şeyler üretiyorsunuz? İkinci soruyu sormaya gerek yok. Bu oranı yüzden çıkarın; kalan oran da tüketim amacıyla kullandığınız kısmı gösterecektir.

Yukarıdaki bakış açısını burada da uygulamak çelişkili bir durum yaratmayacaktır. Yani gündelik hayatındaki zamanının ne kadarını bir şey üretmek için geçirmektedir ki kişi? Ülke olarak; birey olarak ne üretiyoruz? Ekonomimiz fason; teknolojimiz fason! İyi yapıyoruz diye gurur duyduğumuz şey bu fasonluk olgusunu sekteye uğratmadan onu sürdürüyor olmamız. Bunun temel göstergesi olarak yıllık cari açık figürlerine bakın!

Bu fason daireden bizi çekip çıkaracak olan şey “bilgi” üretmektir. Burada kastedilen şey veri, enformasyon ya da malumat değil; taş üstüne taş koyacak “bilgi” üretmek! Türkiye olarak bilgi üretme araçları kültürümüze ne kadar nüfuz etmiş durumda? Üniversitelerde üretilen bilimsel bilgilerin gündelik hayata, teknolojiye, sanayiye uygulanmasında ne kadar başarılıyız? Teknolojiyi üretmek için gereksinim duyulan hammade, fason ekonominin çarklarını çevirmek için gereksinim duyduğumuz hammade ve enerjiye oranla o kadar ucuz ki. Oysa biz bu enerji kaynaklarını birer tehdit olarak görüyor ve onları gördüğümüz her yerde fiziksel ya da ruhsal olarak imha etmeye çalışıyoruz.

Yarın televizyonda dayak yiyen üniversite öğrencilerini gördüğünüzde ellerinizin arasından kayıp giden geleceğimiz için de ağlayın!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1249) - Ooof Off Line Köşesi - 25 02 2011

OYUN DEYİP GEÇMEMELİ

Bilgisayar oyunları dünya pazarı 50 milyar dolara ulaşmış durumda. Birkaç yıl sonra hacmi müzik piyasasını üçe katlayacak. Sadece sekiz milyar dolar sanal alet edavata harcanıyor. Bilgisayar oyunlarını/oyuncularını yönlendiren yedi kural aslında eğitimden iş dünyasına kadar bireyin oyun dışındaki yaşam alanlarına da uyarlanabilir nitelikte.

Bilgisayar oyunları gerek hacim gerek içerik gerekse de birey üzerinde yarattığı etkiler açısından tahmin sınırlarını çoktan geçmişe benziyor. 1990’da on milyar dolar olan dünya oyun pazarı 2000’de 20 milyar, 2010’da ise 50 milyar dolara ulaşmış durumda. 2014’te bunun 84 milyar dolar olması bekleniyor. Aynı yıl dünya müzik piyasasının beklenen büyüklüğüne bakalım: 28 milyar dolar! Yani bilgisayar oyunları birkaç yıl için müzik piyasasını üçe katlamış olacak!

Internetin hızla yayılması, internet erişimlerinin gerek hız gerekse de cihaz çeşitliliği açısından artararak mobil erişimi patlatması oyun dünyasını da dramatik olarak etkilemiş durumda. Yukarıdaki rakamlar sadece oyun fiyatlarıyla ilgili değil. Örneğin yılda sekiz milyar dolar sadece sanal alet edevata gidiyor. Yani bilgisayardan çıkarıp odasının bir kenarına koyamayacağı aparatlar, hediyelik eşyalar, giysiler vb için insanlar yılda sekiz milyar dolar harcıyor!

Bilgisayar oyunlarıyla ilgili gazeteci yazarlık yapan Tom Chatfield’e göre kişiyi bir oyuna bağlamak için iki temel şey lazım. Birincisi istemek ikincisi de hoşlanmak. Kişi o oyunu oynamayı istiyorsa ve oynamaktan hoşlanıyorsa o oyuna bağlanıyor! Bu istemek-sevmek-bağlanmak sürecinde kullanılan en temel harç malzemeleri puan kazanmak, ödüller almak.

Chatfield, bilgisayar oyunları üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda yedi önemli noktayı tespit etmiş. Bunlar sadece bilgisayar oyunlarına değil, oyun dışı dünyalara da (örneğin politika, eğitim, iş dünyası vb) uyarlanabilir görünüyor.

Bu yedi önemli noktanın başında kişiye deneyimi konusunda ilerleme kaydettiğini gösterebilmek geliyor. Öte yandan tek bir hedefe odaklanmak yerine birden çok hedefi aynı anda gerçekleştirmeye çalışmanın yukarıda belirtilen istemek-sevmek-bağlanmak sürecini güçlendirdiğini iddia ediyor.

Bu husus, örneğin, iş dünyasına da kolayca uyarlanabilir. Günümüzün aynı anda pek çok şey yapma becerisi gelişmiş bireyleri için herhangi bir anda sadece tek bir şeyi yapmalarını beklemek yerine birden çok şeyi yapmalarını sağlamak yapılan şeye bağlı kalmak açısından önemli bir taktik olacaktır (tabii ki bu aynı büyüklükte birden çok iş yaptırmak olarak yorumlanmamalı; elli tane telefon görüşmesi yaptırmak yerine, yirmi telefon görüşmesi, on davetiye gönderimi, üç toplantı organizasyonu yaptırmak gibi değerlendirilmeli).

Bir diğer husus çabayı ödüllendirmek. Bilgisayar oyunlarında sıkça görünen bir özellik olarak ödüllendirmenin illa ki her oyun seviyesi (level) tamamlandıktan sonra gelme zorunluluğunun olmaması. Seviye içinde her aşamada da küçük küçük hediyeler (puan) kazanılmakta bu da kişinin oyuna bağlı kalmasını sağlamakta. Buna paralel olarak hızlı, sürekli ve açık geribildirimin de etkisinin önemli olduğu tespit edilmiş. Çevre kirliliği ya da global ısınma konusunda anlatılan, “elli sene sonra dünya böyle olacak” geribildirimi, örneğin, çok az kişinin ilgisini çekiyor. Neden? Elli seneye kim öle kim kala diye düşünülüyor olduğundan belki de.

Oyunların içinde belirsizliğin dozunun da olması, dikkat çekmenin bellek ve güven tazeleme özelliklerinin olması, oyun skorlarının diğer insanlarla kıyaslanabilir şekilde tutulması Chatfield’in diğer tespitleri. Baudrillard’a göre simülasyonun simülasyonu olan sanal dünyanın temel dinamolarından olan bilgisayar oyunları etkilerini bir üst seviyeye çıkararak bireyi gündelik hayatında da etkileyecek hale geliyor. Özellikle bu oyunlarla yetişen nesiller büyüyüp de birer yetişkin olarak toplumda yerlerini almaya başladıkça.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1248) - Ooof Off Line Köşesi - 18 02 2011

MISIR DENEYİMİ ve AÇIK TOPLUM

Odaklanılması gereken sorun internetin ya da sanal dünyanın kontrol altına alınması değildir. Daha ziyade sorunun temelinde dünya kültürünün “açık toplum” olgusunu idrak etmesiyle ilgilidir.

İnsan hiçbir şeyin televizyondan göründüğü gibi olmadığı realitesini en kolay bir futbol maçını stadyumdan seyrettiğinde anlıyor. Tunus’ta başlayan halk isyanı geçtiğimiz haftalarda Mısır’a sıçradı ve iki hafta boyunca yoğun bir şekilde yaşandı. Daha önce birinci Körfez Krizi ile deneyimlediğimiz “yerinden canlı” izleme imkanını bu kez El-Cezire TV sağladı. Neredeyse 24 saat Tahrir Meydanı’ndan canlı yayın yapıldı.

Mısır’da olayların başlamasıyla birlikte internet ve cep telefonu ağları da devlet marifetiyle ülke genelinde kapatıldı. Özellikle internet erişiminin kapatılması sadece organize olan insanların birbiri ile iletişimini koparmadı aynı zamanda Mısır’da neler olduğunu sosyal medya siteleri aracılığıyla tüm dünyaya ulaştırma imkanı da kısıtlanmış oldu.

Tüm dünyada Mısır’ı yakından takip edenler derhal karşı atağa geçti. Uluslararası veri hat numaraları tahsis edildi. Facebook ve Twitter’dan veri akışının devam etmesi için mücadele edildi.

Tıpkı web 1.0’ın tek yönlü dünyasıyla web 2.0’ın etkileşimli dünyası arasındaki fark gibi devletlerin ve hükümetlerin de internete ve sanal dünyaya karşı bakışında da farklılıklar olduğunu tespit etmek zor değil.

Henüz birinci kademede olan karşıt görüş, örneği yukarıda olduğu üzere, internete erişimi toptan kapatarak sorunu çözebileceğine inanıyor. Bu tutum belki önemli ölçüde başarılı oluyor ama yine de (giderek) yüzde yüz sonuç verdiğini söylemek mümkün değil. Örneğin bilgi Mısır topraklarından dışarıya sızmasını bildi.

İkinci kademedeki bakış açısında ise karşıt görüş, interneti kendi söylemi için de bulunmaz bir araç olarak görmeyi keşfetmiştir. Örneğin Facebook ya da Twitter’daki isyancıları tespit et, kimliklerini belirle, sonra da bu kişileri tutukla! Mısır’da bunların da yapıldığı raporlanmış durumda.

Yeniliklere karşı ayak direten yönetimlerin, “tedbir almak” söz konusu olduğundan ışık hızında ilerlemekten geri kalmadığının bir başka güzel örneği! Bu tür yaklaşımlar sadece Mısır gibi gelişmekte olan ülkelerle sınırlı değil. Örneklerini dünyanın her yerinde tespit etmek mümkün.

Yakın zamana dek internet denildiğinde en popüler konulardan birisi konuşma özgürlüğü idi ancak son birkaç yıldır “internet nasıl kontrol altına alınabilir” konusu daha ilgi çeker hale gelmekte. Bu sadece devletler ya da hükümetler düzeyinde stratejik bağlamda irdelenmiyor. Doğal olarak bilinçli bir ebeveyn için de geçerli bir konu. Onlar için de sorun çocuklarını zararlı içerikten ne şekilde koruyabilecekleri mesela.

Tabii sorunu yanlış tanımlarsak çözümü de Nasreddin Hoca’nın kaybettiği anahtarını daha aydınlık diye sokakta araması gibi, farklı yerlerde arayacağız ve hatalı sonuçlar üreteceğiz. Odaklanılması gereken sorun internetin ya da sanal dünyanın kontrol altına alınması değildir. Daha ziyade sorunun temelinde dünya kültürünün “açık toplum” olgusunu idrak etmesiyle ilgilidir. Eğer dünya açık bir toplum olabilirse dijital kültürün de beraberinde getirdiği bu tortular birer sorun olmaktan çıkacaktır.

Toplumsal sorunlar, mühendislik çözümlerle giderilebilir olsaydı sanırım sosyal bilimlere de gerek kalmazdı. Internetin, hazır olsun olmasın, her topluma nüfuz etmesi, toplumun acı tatlı onu deneyimlererek tecrübe kazanması, belki de açık topluma ulaşma metodunun ta kendisidir!
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1247) - Ooof Off Line Köşesi - 11 02 2011

Pazartesi, Şubat 07, 2011

BİLGİ OLGUSU ve ŞENOL GÜNEŞ HOCA

Trabzonsporlular, seyircisinden futbolcusuna, yöneticisinden yerel medyasına kadar, “Yahu Şenol Hoca’nın dediklerini hayata geçirmede bize düşen görev nedir?” diye sorgulasa, Trabzonspor gelecek on yıl içinde G.Saray’ın elde ettiği uluslararası başarıyı gölgede bırakabilir!

Antik Çağ Spartası’nda kimin sesi en çok ve gür çıkarsa onun dediği olurmuş. Ancak bu sadece Sparta için geçerli olmasa gerek. Üzerinde yaşadığımız topraklarda da, geniş bir Orta Doğu coğrafyasında da (hala) benzer bir durum söz konusu. Kaybeden bir politikacı bile bağıra çağıra, meydan okuyarak sahneden çekilir. Neden? Çekildikten sonra peşinden kovalayan olmasın diye olsa gerek. Mesela bugünlerdeki Mısır’ın ve Mübarek’in durumu.

Benzer durum futbolda da var. Sıkıştığında topu rahatça taca atmak yerine Türk futbolcusu genelde o zor durumda rakibinden kurtulmaya çalışıp, takımının başına daha büyük dertler açmakla meşhurdur. Neden? Çünkü topu rahatça taca bırakırsa, bu karşı takımı daha da ateşleyici bir unsur olarak yorumlanır (“Vuruşmadan çekildi, daha çok saldıralım!”).

Böyle bir ortamın aktif görevlilerinden olan Şenol Güneş gibi bir hocanın yaptığı açıklamaları dikkatle izliyorum. Trabzonspor taraftarı değilim, ama hocanın açıklamaları analiz edilirse, onun yukarıda basitçe çizdiğim tabloyla (allaha şükür) uymayan bir yapısı olduğu kolayca anlaşılacaktır.

Türkiye’de futbol pazar gününe indekslidir. Her ne kadar tribünler “Pazara kadar değil; mezara kadar” dese de bu sloganın hakkını vermediklerinin kendileri de farkında olamıyorlar. Örneğin Trabzonspor son iki haftada ligde beş puan kaybetti; kupadan elendi. Bu durumda taraftarın tepkisi ne olmalı? Takımı, tüm unsurlarıyla, yerden yere vurmak mı? E hani mezara kadardı? Oysa şu an takımın desteğe her zamankinden daha çok gereksinim duyduğu zaman. Tam da bu zamanda bir tekme de taraftardan gelecekse, bu taraftarlık iyi gün dostluğu olmanın ötesine geçememiş demektir.

Şenol Hoca yaptığı açıklamalarda sadece Trabzonlu taraftarlara değil, Türkiye’de futbolun içinde olan herkese aynı temel mesajı vermekte : Gelin büyük düşünelim! Bu bağlamda büyük düşünmek nedir? Öncelikle stratejik düşünebilmektir. Uzun vadeli planlar yapabilmektir. Bu, planının hayatı boyunca her günü zaferlerle doldurmak demek değildir. Türkiye’de futbol bağlamında uzun vadeli plan, daha ziyade, gelecekte belli bir dönemden sonra kalıcı başarıyı elde edecek yapıyı kurmak anlamına gelmektedir.

Tüm bunlar bilgi olgusunu merkeze almakla başlar. Kulübün hedefleri nelerdir; bu hedeflere ulaşmak için yapılması gereken şeyler nelerdir, başarı kriteri nedir ... Bu tür sorulara bulunacak tatminkar cevaplarla yola çıkılır.

Türkiye’de futbolun başarı kriteri, benim anladığım, tutulan takımın her hafta mükemmel bir futbol oynayarak maçını 5-0 kazanmasıdır. Bu kritere uymayan her maç için eleştirecek bir şey vardır. Böyle bir başarı kriteri olabilir mi?

Şenol Hoca bunlara dikkat çekmeye çalıştığı zaman, izlediğim kadarıyla herkes yarı uyuklar bir halde kendisini dinliyor. Hoca lanet olsun deyip ülkeyi terk ettiğinde, gidip G.Kore’de antrenörlük yapmaya başladığında ise eline su dökemeyecek yabancılara kendisine tanınan imkanlardan daha fazlası verilerek göreve getiriliyor. İşler sarpa sarınca da tekrar apar topar peşine düşülüyor.

Onun yerine tüm Trabzonsporlular, seyircisinden futbolcusuna, yöneticisinden yerel medyasına kadar, “Yahu Şenol Hoca’nın dediklerini hayata geçirmede bize düşen görev nedir?” diye sorgulasa, Trabzonspor gelecek on yıl içinde G.Saray’ın elde ettiği uluslararası başarıyı gölgede bırakabilir. Herşey bilgi olgusuna değer vermekten geçiyor. Politikada da sporda da!


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1246) - Ooof Off Line Köşesi - 04 02 2011


SİBORGLAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?

Şu an bir siborg olarak ben bu yazıyı yazarken, siber kısmım olan dijital avatarımın twitter bölümüne takip ettiğim diğer siborgların gönderiği mesajlar gelmekte, Facebook’taki kısmımın duvarına arkadaşlarım yeni içerikler eklemekte, eposta kısmım yeni mesajlar almakta, blog bölümüm ise eski makalelerimi okuyanlara hizmet vermekte.

Altı Milyon Dolarlık Adam dizisini anımsar mısınız? Ölmek üzere olan birisi teknolojik eklemelerle yarı insan yarı makine haline getirilir ve kötülere karşı kullanılır. Siborg işte o Altı Milyon Dolarlık Adam’dır. Sibernetik Organizma (Cybernetic Organism) kelimesinden türetilmiş olan siborg (cyborg) yarı organik yarı teknolojik canlı organizmalara verilen isim.

Peki birisi “Artık hepimiz birer siborg olduk” dese buna inanır mısınız? Yukarıdaki tanıma göre bunda bir çelişki var. Eğer uzaylılar sizi de geçici olarak alıp, vücudunuza bir elektronik devre vb yerleştirmediyse siz de ben de daha hala %100 “organik”iz. Nasıl siborg olabiliriz ki?

Siborg Antropoloğu olan Amber Case’in TED.com sitesindeki video klibini izleyene dek ben de aynı düşüncedeydim. Ancak Case’e göre siborglaşma süreci fiziksel evreden zihinsel evreye geçmiş durumda. Yani bir canlı organizmanın (örneğin insan) siborg olması için illa ki fiziksel yapısında teknolojik bir ekleme yapmak gerekli değil. Eğer internete giriyorsanız, cep telefonu kullanıyorsanız, eposta gönderiyorsanız, Facebook’ta ülkemizi dünyanın bir numarası yapmak üzere sürekli olarak içerik oluşturuyorsanız, MSN’de dedikodu yapıyorsanız, blog sitelerinde fikirlerinizi paylaşıyorsanız, Twitter’da sabah kahvaltıda ne yediğinizi yazıyorsanız ... siz de siborglaşıyorsunuz demektir. Zihinsel düzeydeki yaşamınıza dijital teknolojinin kablosuz sinyalleri nüfuz etmiş demektir.

Kanın damarda mütemadiyen dolaşması gibi, bu dijital sinyaller de (nedense) 45 cm çapındaki çevremizde sürekli bizimle birlikte hareket etmekte olan dijital cihazlardan (laptop, cep telefonu, iphone, ipad, blackberry, vb) zihnimize akmakta ve oradan geri dönerek sirkülasyonu düzenli kılmakta.

Hala inanasınız gelmiyorsa şunu deneyin: Laptopunuzdaki gereksiz dosyaları ya da epostaları sildikten sonra taşırken onun fiziksel olarak da hafiflediği hissine kapıldınız mı? Oysa dijital bilginin fiziksel ağırlığı yoktur. Ya da bilgisayarınız çalışmaz hale gelip de yeniden kurulması gerektiğinde, onunla birlikte siz de belleğinizden birşeyleri yitirdiğinizi düşündünüz mü?

Telepati ile olmadı dijitalleşme ile oluyor! İnsanlar ağızlarını açmadan, yerlerinden kalkmadan dünyanın öteki ucuyla iletişim kurabilir hale geldiler. Böylece fiziksel bireyin sanal muadili de ortaya çıktı. Popüler ismiyle buna “avatar” deniyor. Örneğin şu an bir siborg olarak ben bu yazıyı yazarken, siber kısmım olan dijital avatarımın twitter bölümüne takip ettiğim diğer siborgların gönderiği mesajlar gelmekte, Facebook’taki kısmımın duvarına arkadaşlarım yeni içerikler eklemekte, eposta kısmım yeni mesajlar almakta, blog bölümüm ise eski makalelerimi okuyanlara hizmet vermekte.

Yoksa bu durum insanı giderek makineleştiriyor mu? Amber Case’e göre cevap hayır. İnsan aslında böylece daha çok insan oluyor. Geçtiğimiz günlerde iştirak ettiğim bir toplantıda katılımcılardan birisi “İnsan, insan doğmaz, insanlaşır” dedi. Yaşadıkça, kendini geliştirdikçe, kendini bildikçe... Dijtial teknolojiler belki de insanlaşma sürecinde olan her bireyin bir diğeri ile sürekli ve düzenli iletişim halinde olmasını sağlayarak bu “insanlaşma” sürecini rafine ediyor.

Tabii burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da var. Bireyin eşsiz olmasını sağlayan o “kendi olma hali” için bireyin kendi iç sesini dinleyebilmesi DE gerekli. Sürekli bir şeylerle etkileşim içinde olan siborgun (hiç değilse organik kısmının) bunu başarabilmesi için zaman zaman OFF LINE olması gerek.


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1245) - Ooof Off Line Köşesi - 28 01 2011


NEFRET SÖYLEMİ

Nefret söylemi genelde resmin içine “öteki” girdiği zaman oluşuyor. Oysa sanal dünyada da günümüz dünyasında da “aynılıkları” “farklılıklarından” fazla olanlar bile küçücük bir tetikleyici unsurdan yola çıkarak nefret söylemine başvurabiliyor.

Nefret söyleminin kapsamı alanı oldukça geniş. Kısacası “öteki”ne karşı alınan her türlü nahoş tavır nefret söylemi olarak yorumlanabilir. Ancak bunun internet dünyasına yansıması çok daha farklı boyutlarda olabiliyor. Ortada herhangi bir “öteki” olmadığı halde iletişim bir anda “nefret bulutları” ile kararabiliyor.

Şu örneği inceleyelim. Aynı tartışma ortamına üye kişilerden birisi diyelim ki bir yazılım ya da yabancı dizinin linklerini tartışma ortamındaki ilgili forumda duyuruyor.

Bu tür linklerin işaret ettiği dosyaları bünyesinde tutan web siteleri, çeşitli sebeplerle bunları bir süre sonra disklerinden silebiliyor. Bu sebepler, telifle ilgili şikayetlerden belli bir süre içinde dosyalara rağbet olmamasına kadar değişebilir. Dosyalar silinmeden önce bazı üyelerin onlara erişip indirdiğini teşekkür mesajlarından anlamak olası. Ancak dosya silindikten sonra gelen mesajlar ilginç bir hal alıyor.

Dosyaların linklerine tıklayıp da onların silindiğini farkeden üyeler, bu kez tartışma sitesine geri dönüp, uyarı mesajı gönderiyor ve dosyaların silinmiş olduğunu belirtiyor. Kısa bir süre içinde dosyaları yükleyen kullanıcıdan bir cevap alamazsa ya da gelen cevap tatmin edici olmazsa (“tamam üzerinde çalışıyorum” vb gibi) bu kez aradığını bulamayan kullanıcı uyarı tavrından direkt hakaret tavrına geçiyor. “Madem dosyaların silinmesini engelleyemiyorsun, neden bu işi yapıyorsun” türünden bir mesaj bu kategoride değerlendirilebilecek en seviyeli mesajlardan. İş sin-kaflı küfürleşmeye dek gidebiliyor.

Öncelikle şunu tespit etmek lazım. Dosyaların linklerini bildiren kişi bunu bütünüyle gönüllü olarak yapmakta. Yani bu dosyaları yüklemek, linklerini belirlemek, sanal ortamda böyle bir paylaşımda bulunmak, o kişinin görevi değil. Ancak aradığını bulamayan şahıs için dosyaların zamanında yüklenmesinden tutun da onların her daim indirilmeye hazır durumda olmasına dek tüm sanal koruma ve kollama, yükleyen kişinin görevi, ödevi, sorumluluğudur. Resmi tamamlamak için belirtmek gerekir ki bu gibi durumlarda dosya indiricilerin dosyaları yükleyenlere herhangi bir ödeme yapması vb söz konusu değildir.

Gönüllü olarak yapılan ve katı telif bakış açısından değerlendirildiğinde suç olarak bile yorumlanabilecek bir iş ve türlü nedenlerle beklediğini bulamayan birisinin bu tür bir iş için gönüllüyü topa tutması?

Burada “öteki” nerede? Öteki filan yok! Dosyayı yükleyen de indiren de pek çok açıdan “aynı” özelliklere sahip. Ancak bu “aynılık” yine de nefret söyleminin oluşmasını engelleyemiyor. Nefret söyleminde bulunan kişiler çoğunlukla şöyle bir savunmaya sığınıyor: “Bu işi ya tam yap ya da yapma! Bizimle oynama!”.

Bu tepki oldukça düşündürücü. Belki de pek çok “nefretçi” yükleme yapanın işe yaramaz link oluşturup onları bile bile yayınladığını düşünüyor. İnanıyor ki yükleyen kişinin amacı, aslında var olmadığı halde “Bak burada bu linkler var” diyerek kişileri kandırması. Bunlara tıklayıp da birkaç saniye ya da dakikalığına boş ümide kapılan kişinin bu hali de yükleyici kişinin mükafatı demek ki ?!

Neredeyse herşeyleri aynı olan kişilerin bile nefret söylemine başvuruyor olması aslında daha derindeki başka bir şeyin göstergesi olsa gerek. Kırık bir link aslında bir tetikleyici unsur. O zaman Tunus’taki olaylar da TT Arena’nın açılış gecesi de daha iyi anlaşılacaktır.



Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1244) - Ooof Off Line Köşesi - 21 01 2011

Salı, Ocak 18, 2011

TWITTER RACONU

Twitter kullanırken de uyulması gereken kurallar var. Twitter Mahallesi’nin baskısı olarak değil; Twitter Semti’nin raconu olarak algılanırsa yararlı olabilecek kurallar!

“Avukatımın twitter'deki tüm mesajları resen takip edeceğinin ve hakaret edenlere ceza ve tazminat davası açacağının bilinmesini isterim”. Bu bir twitter mesajı. Geçtiğimiz günlerde Twitter’da hesap açan ve vatandaşlarla iletişim içinde olmak isteyen ünlü bir belediye başkanının gönderdiği.

İşin ilginci bunun göndermiş olduğu henüz sekizinci mesaj oluşu. Daha sekizinci mesajda nefret söylemine karşı böyle bir uyarıda bulunmak zorunda kalmış. Bundan önce göndermiş olduğu yedi mesaja bakıldığında üç tanesinin yine saygısızlığa karşı (daha yumuşak bir üslupta) uyarı niteliğinde olduğu görülebilir.

Buna benzer örnekleri Twitter’da her geçen gün daha sık görmeye başladık. Tolerans ya da empati yok! Karşımızdakini anlamak adeta yasaklanmış! İşin ilginci kimin kimi takip edeceği sanki bireylerin kendisi tarafından değil de Twitter tarafından otomatik olarak belirleniyor da “Kaderim bu; madem çekiyorum o halde nefretimi içimde tutmayayım” ruh haliyle bu tür mesajlar oradan oraya gönderilip duruyor.

Twitter ortamını da kirletmek ya da bozkıra çevirmek yerine onu olumlu bir iletişim ortamı haline getirmek mümkün. Bunun için uyulması gereken, pek de zor olmayan, kurallar var. Bunlardan bazılarını aşağıda derledim. Sadece bunlara bile uyulsa yeter:

Derdinizi tek mesajda anlatın. Twitter’in özünde olan şey 140 karakterlik bir mesajda derdinizi anlatmaktır. Eğer bir mesaj derdinizi anlatmak için yeterli değilse, o derdi anlatacak yer Twitter değil demektir. Onun yerine bir blog açın. Mesajınızı bloga yazın. Twitter’dan o blogun link adresini yayınlayın.

Nefret söyleminden kaçının. Takip ettiğiniz kişiye hakaret mesajları göndereceğinize onu takip etmekten vazgeçin (“unfollow”). Yayınladığınız mesaja hakaret içeren cevaplar geliyorsa onu gönderen kişileri bloke edin. Ne nefret söylemi dialogunu sürdürün, ne de gereksiz yere sinirlenin. Tabii bundan beslenen bir yapınız yoksa!

Gerçek kimliğinizi kullanın. Twitter’da açtığınız hesap, gerçek adınızı ve kimliğinizi yansıtsın. Ne başkası adına sahte hesap açın, ne de kendi adınızı gizleyip rumuz kullanın. Ayrıca sizi yansıtacak bir profil resmi kullanın. Twitter’ın standard resmini değiştirin.

Mesaj yönlendirme (RT) imkanını hassasiyetle kullanın. Ne size gelen her mesajı RT ile sizi takip edenlere gönderin; ne de hiçbirini göndermemezlik edin. Hoşunuza gittiği, faydalı olduğuna inandığınız sürece gelen mesajları takipçilerinize yönlendirebilirsiniz. Nefret söylemi ile RT birleştiğinde Twitter’daki sığlaşma kat kat artarak yayılıyor.

Mesajlarınız değer katsın. Kendi yazıp göndereceğiniz mesajlar da sizi takip edenlere bir değer katmalı. Özellikle Twitter’ı yeni kullananlar o an yaşamakta oldukları her detayı mesajla göndermeyi değer katan bir unsur olarak görüyor. Twitter’a yeni iseniz en azından bu sendromdan çabuk kurtulmaya bakın. Çünkü değer katmıyor!

Mesaj içeriğiniz net olsun. Özellikle link imkanı sayesinde Twitter mesajlarının içeriği kalitesizleşebiliyor. Örneğin “Bugün önemli birisi ile görüştüm” deyip görüşmenin içeriğiyle ilgili bir link yayınlamak yerine, “Bugün Cumhurbaşkanımızla görüştüm” deyip ilgili linki yayınlamak daha sağlıklıdır.

Bu kuralları kimse icat etmedi; empoze de edemez. Sadece Twitter kullanıcılarının deneyimlerinden damıtılmış önemli değerlendirmeler bunlar. Konu “mahalle baskısı” olarak yorumlandığında ters bir şeymiş gibi geliyor; oysa “racon” olarak yorumlandığında kimse rahatsız olmuyor. O halde bunları da Twitter mahallesinin baskısı olarak değil, Twitter semtinin raconu olarak değerlendirmek gerekir.




Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1243) - Ooof Off Line Köşesi - 14 01 2011

“TED” İLE TANIŞIN !

TED.com sitesinde pek çok alanda uzman kişilerin video kliplerini ücretsiz olarak izleyebilirsiniz. Gönüllü tercümanlar sayesinde tercümesi yapılmış video kliplerde Türkçe altyazı da mevcut.

TED’in varlığını sevgili eşimden öğrendim. Değişik konularda internetten izlediği videoları bana anlattıkça giderek bunlara nereden eriştiğini merak eder oldum. Sonunda dayanamadım ve ben de TED.com sitesine girdim; ücretsiz üye olup biraz gezindim.

Internette video klip deyince hepimizin aklına Youtube sitesi geliyor. Ancak TED bambaşka bir içerik sunmakta. Gerek kendi organize ettiği konferanslarda gerekse de anlaşmalı olduğu organizasyonların yaptığı konferanslarda uzmanlık alanlarında konuşma yapmış kişilerin video klipleri beş ile yirmi dakikalık uzunlukta olmak kaydıyla TED.com sitesinden tüm dünyaya sunuluyor. Üstelik ücretsiz olarak.

Eğer söz konusu video klipler, TED.com sitesinde olduğu gibi içerik açısından zengin türdeyse, dil önemli bir bariyer olarak karşımıza çıkıyor. Kişi İngilizce bilmiyorsa bu tür video kliplerden istifade etme imkanı yok. Oysa Youtube gibi daha ziyade eğlenceye yönelik video klipleri barındıran sitelerde dil pek bir sorun değil. Görünen o ki TED de bu hususa odaklanmış ve gönüllük üzerine kurulu bir tercüme sistemi geliştirmiş.

Bu sayede TED.com sitesinde yayınlanan video klipler gönüllü tercümanlar sayesinde pek çok dile çevriliyor ve bunlar altyazı olarak videolarla birlikte sunuluyor. Bugün TED.com sitesinde 80 dilde tercüme yapan beş binin üstünde gönüllü tercüman var. İyi haber bu seksen dilin içinde Türkçe’nin de yer alması. İkiyüzün üstünde Türk, gönüllü olarak TED video kliplerini Türkçe’ye çevirmekte. Bugüne dek onüç binin üstünde video klip farklı dillere çevrilmiş. Türkçe çevirisi yapılan beşyüzün üstünde video klip yer alıyor.

TED’de gezinmeye başladığımda derhal internet ile ilgili ne gibi videolar var onları merak ettim. Ana sayfadaki tüm “tag”leri listeyen linkten konu başlıklarına ulaştım ve internet ile ilgili kliplere ulaştım. İlk izlediğim klip webin kurucusu Tim Berners Lee’nindi ve veriden enformasyon üretme konusunda son bir yılda yapılan pratik uygulamalar anlatılıyordu. Klibin beş dakika olması izleme konusunda beni daha da motive etti.

Bu klipten sonra önerilen klip listesinde konuyla ilgili bir yazılım olan Pivot hakkında açıklayıcı bir video klip buldum ve onu izledim. Pivot sayesinde internette yer alan verilerden pek çok enformasyon üretilebilir ve bu da karar verme sürecinde faydalı olacak bilgi üretimine yardımcı olabilir. Bu klipten o kadar etkilendim ki videoyu bilgisayarıma indirip inderemeyeceğimi merak ettim. Gördüm ki Creative Commons lisansı ile video klibi indirebilir ve kullanabilirim. Böylece veri – enformasyon – bilgi (ve bilgelik) süreciyle ilgili konularda kullanabileceğim değerli bir video klibe sahip oldum.

Daha sonra teknoloji konularının dışında neler olduğunu da merak ettim ve kendimi suyun akışına bıraktım. TED.com’un ana sayfasında lanse edilen kliplerden birini izlemeye karar verdim. Bu klipte Amerikalı bir lise öğretmeni “öğrenme” konusundaki deneyimlerini anlatıyordu. Temel tespit dijital kültür öncesi, bilgi kaynaklarının sınırlı olduğu dönemdeki öğrenme-öğretme modeliyle bilgi kaynaklarının sınırsız olduğu günümüzdeki öğrenme-öğretme modelinin aynı olamayacağı yolundaydı.

Bilginin her yerde olduğu dijital dünyada öğrencileri okula çeken şeyler neler olabilir? Üç pratik tespit söz konusu: Öğrenmeyi deneyimlemelerini sağlamak, kendi seslerini sürece dahil edebilmek ve başarısız olmaktan kaçınmamalarını, korkmamalarını sağlamak. Bu model çoktan seçmeli öğrenme modeliyle taban tabana zıt. Hatta çoktan seçmeli sürecin öğrenmek olmadığının altı özellikle çiziliyor. Aklıma bir Sadri Alışık repliği geldi: “Bu da mı gol değil Hakim Bey?”. Eller Mersin’e giderken biz yine tersine mi gidiyoruz?


Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1242) - Ooof Off Line Köşesi - 07 01 2011