Cehalet en büyük huzur, güç ve özgürlük kaynağı değil de nedir?
CBT’de Gönülden Bilime köşesini yazan Ahmet İnam hoca (ki kendisini CBT’den önce ta ODTÜ’deki Yaratı/Yaratım arasındaki farkı irdeleyen konferanslarından (1989), Feyerabend’in Yönteme Hayır kitabını çevirince, “hocam bir de İmre Lakatos çevirmelisiniz” ukalalığımdan, felsefe master mülakat sınavında, bilgisayar mühendisliğinden mezun olduğumu öğrenince, sıkılgan bir tavırla yapay zeka ile ilgili sorularından bilirim) 13 Ekim 2006 tarihli CBT’deki köşesinde bilgi ile yaşam ve özgürlük kavramlarını irdelemiş.
Özellikle çağımızı “devinen bilgi çağı” olarak yorumlaması, “bilgi çağı” ya da “bilgi toplumu” olgusunun en yalın izahıdır. Öncelikle bilgi olgusunu, veri – enformasyon – bilgi diye üç aşamalı ele almak gerekir ki, devinen bilgi kavramını (yukarıdaki üçlemede bilgi aşamasına tekabül eder) “enformasyon çağı” ya da okullardaki ezberci “veri çağı” çıkmazlarını aşabilelim.
Onu tek başına bildiğinizde size bir şey katmayacak bilgi kırıntısına veri diyebiliriz. Bir bilgi parçasının veri olup olmadığını teyit etmenin en kolay yolu şu : Onunla karşılaştığınızda “eee?” diye soruyorsanız, o sizin için veridir.
Türkiye’nin başkenti Ankara’dır dediğim zaman, bu Türkler için veri düzeyinde bir bilgi olgusudur. Ama şu an Türkiye ile ilgili ödev yapan Kuzey Finlandiya köylerinden birinde yaşayan bir Finli çocuk için, Türkiye’nin başkentinin Ankara olduğunu öğrenmek “enformasyon” hatta “bilgi” düzeyinde bir bilgi olgusu parçası olabilir.
Bir başka deyişle aynı bilgi olgusu birisi için “bilgi” iken bir başkası için “veri” ya da “enformasyon” olabilir.
Meteorolojik uyduların ürettiği bulutların durumu, hava basıncı ile ilgili ölçümler vb gibi tüm meteorolojik bilgiler, “Havayı Koklayan Adam” için veridir. Bundan yola çıkarak üretilen yarın hava yağışlı olacak tümcesi bizim için enformasyondur. Bu enformasyonu kullanarak, “yarın çıkarken şemsiye alayım” gibi bir hükme varmak, fikre sahip olmak ve bunu icra etmek, bilginin devinmesidir.
Eğer onca meteorolojik veri ve enformasyondan kendinize bir şey çıkarmıyorsanız, bilgi toplumunu ıskalıyorsunuz demektir. (Romatizmalarına güvenmek bile özde bilgi toplumsal bir olgu).
Bilgiden istifade etmek bize kalmış. Onu para kazanmak için de bilimsel ya da sanatsal bir çıktı üretmek için de kullanabiliriz. Tüm bu yaratımların nedeni ne peki? Kendimizi daha özgür hissetmek için mi? Yoksa kendimizi daha mutlu hissetmek için mi?
Sanki ikisi de eşit uzaklıkta. İçimden mutluluk demek geliyor ama özgürlüğü sınırlayabilecek mentalite ya da mekanizma aynı şekilde mutluluğu da sınırlayabilme gücüne sahip.
Neden? Çünkü toplumu yönlendirme sürecinde etkin olan bu tür mekanizlamaların temelinde “insanları daha az özgür kılma” ya da “insanları daha az mutlu etme” gibi bir amaç yok bence!
Bu mekanizmalar artı değer yaratmak üzere icat edilmişler. Bugün bilgi çağının yaşıyorsak, daha fazla artı değer yaratabilelim diye. İstifade edilecek artı değer. Bize bir katıyorsa, mekanizmanın içindeki diğer üst katmanlara on, yüz, bin katacak artı değer.
Bugünün devinen bilgi çağı, “puslu mantık” (fuzzy logic) dünyasından bildiğimiz “garip çekiciler” (strange attractors) rolünü üstlenmiş noktaların (biz buna aracılar diyelim) imtiyazlarını ellerinden alınıp, herkese dağıtmaktan başka bir şey yapmıyor.
Eskiden üç kişinin bildiği bir şeyi şimdi herkes biliyor. Eskiden o üç kişiden birinin gerçekleştireceği bir sonucu şimdi herkesin gerçekleştirme potansiyeli var. Daha çok olasılık daha çok olumlu sonuç alma imkanı.
Bu açıdan bakınca içinde bulunduğumuz çağa “kuantum çağı” bile diyebiliriz. Şair’in dediği gibi “seni sevebilme olasılığının”, “seni sevmekten” daha itibarlı olduğu bir çağ.
Ben yine de acaba bilinci hiç açılmamış ve “ne bilmediğini bilmeme” özelliğini yitirmemiş saflık için sormadan edemiyorum : Cehalet bu açıdan baktığımızda en büyük huzur, güç ve özgürlük kaynağı değil de nedir?
Özellikle çağımızı “devinen bilgi çağı” olarak yorumlaması, “bilgi çağı” ya da “bilgi toplumu” olgusunun en yalın izahıdır. Öncelikle bilgi olgusunu, veri – enformasyon – bilgi diye üç aşamalı ele almak gerekir ki, devinen bilgi kavramını (yukarıdaki üçlemede bilgi aşamasına tekabül eder) “enformasyon çağı” ya da okullardaki ezberci “veri çağı” çıkmazlarını aşabilelim.
Onu tek başına bildiğinizde size bir şey katmayacak bilgi kırıntısına veri diyebiliriz. Bir bilgi parçasının veri olup olmadığını teyit etmenin en kolay yolu şu : Onunla karşılaştığınızda “eee?” diye soruyorsanız, o sizin için veridir.
Türkiye’nin başkenti Ankara’dır dediğim zaman, bu Türkler için veri düzeyinde bir bilgi olgusudur. Ama şu an Türkiye ile ilgili ödev yapan Kuzey Finlandiya köylerinden birinde yaşayan bir Finli çocuk için, Türkiye’nin başkentinin Ankara olduğunu öğrenmek “enformasyon” hatta “bilgi” düzeyinde bir bilgi olgusu parçası olabilir.
Bir başka deyişle aynı bilgi olgusu birisi için “bilgi” iken bir başkası için “veri” ya da “enformasyon” olabilir.
Meteorolojik uyduların ürettiği bulutların durumu, hava basıncı ile ilgili ölçümler vb gibi tüm meteorolojik bilgiler, “Havayı Koklayan Adam” için veridir. Bundan yola çıkarak üretilen yarın hava yağışlı olacak tümcesi bizim için enformasyondur. Bu enformasyonu kullanarak, “yarın çıkarken şemsiye alayım” gibi bir hükme varmak, fikre sahip olmak ve bunu icra etmek, bilginin devinmesidir.
Eğer onca meteorolojik veri ve enformasyondan kendinize bir şey çıkarmıyorsanız, bilgi toplumunu ıskalıyorsunuz demektir. (Romatizmalarına güvenmek bile özde bilgi toplumsal bir olgu).
Bilgiden istifade etmek bize kalmış. Onu para kazanmak için de bilimsel ya da sanatsal bir çıktı üretmek için de kullanabiliriz. Tüm bu yaratımların nedeni ne peki? Kendimizi daha özgür hissetmek için mi? Yoksa kendimizi daha mutlu hissetmek için mi?
Sanki ikisi de eşit uzaklıkta. İçimden mutluluk demek geliyor ama özgürlüğü sınırlayabilecek mentalite ya da mekanizma aynı şekilde mutluluğu da sınırlayabilme gücüne sahip.
Neden? Çünkü toplumu yönlendirme sürecinde etkin olan bu tür mekanizlamaların temelinde “insanları daha az özgür kılma” ya da “insanları daha az mutlu etme” gibi bir amaç yok bence!
Bu mekanizmalar artı değer yaratmak üzere icat edilmişler. Bugün bilgi çağının yaşıyorsak, daha fazla artı değer yaratabilelim diye. İstifade edilecek artı değer. Bize bir katıyorsa, mekanizmanın içindeki diğer üst katmanlara on, yüz, bin katacak artı değer.
Bugünün devinen bilgi çağı, “puslu mantık” (fuzzy logic) dünyasından bildiğimiz “garip çekiciler” (strange attractors) rolünü üstlenmiş noktaların (biz buna aracılar diyelim) imtiyazlarını ellerinden alınıp, herkese dağıtmaktan başka bir şey yapmıyor.
Eskiden üç kişinin bildiği bir şeyi şimdi herkes biliyor. Eskiden o üç kişiden birinin gerçekleştireceği bir sonucu şimdi herkesin gerçekleştirme potansiyeli var. Daha çok olasılık daha çok olumlu sonuç alma imkanı.
Bu açıdan bakınca içinde bulunduğumuz çağa “kuantum çağı” bile diyebiliriz. Şair’in dediği gibi “seni sevebilme olasılığının”, “seni sevmekten” daha itibarlı olduğu bir çağ.
Ben yine de acaba bilinci hiç açılmamış ve “ne bilmediğini bilmeme” özelliğini yitirmemiş saflık için sormadan edemiyorum : Cehalet bu açıdan baktığımızda en büyük huzur, güç ve özgürlük kaynağı değil de nedir?
Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 27 10 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder