“(Elimdeki güç yettiği kadar) Benim fikirlerim nesnel bilgilerdir” mottosu bireylerin zihnine şırınga edilmektedir. O halde bu bireylerin işlediği adi suçlardan medyada gördüğümüz seviyesiz tartışmalarına kadar her şeyin özünde de bu tohumu görmek bizi neden rahatsız ediyor? Yoksa bizi bu hale “bir kereden bir şey çıkmaz” zihniyeti mi getirdi?
Bilgi olgusu ele alındığında genelde bilgiden nasıl istifade edilebileceği, bunun için teknolojiden ve diğer araçlardan nasıl yararlanılabileceği, sürecin sonuçlarının birey ve toplumun yaşam kalitesini nasıl artırabileceği gibi hususlar gündeme gelir.
Oysa bilgi olgusunu Türkiye gerçeğinden incelediğimizde şu dilemmadan bir türlü kurtulamadığımızı görürüz : Nesnel bilgiler mi şahsi fikirler mi?
Bilgi olgusunun en güçlü kalelerinden birisi hukuk sistemidir. Matematiği çok iyi bilen birisi sanırım hukuk sisteminin işleyiş modelini de çok iyi kavrayacaktır (bu tümce bilimsel bir değere sahip olursa acaba toplum olarak hukukla aramızdaki sorunu da aydınlatmış olur mu?).
Hukuk sisteminde yürürlükte olduğu sürece eğilip bükülmemesi gereken olgular bütünü vardır. Bunlar yasalardır. Yapılan ve adalate yansıyan bir eylem bu yasalarda belirtilen önermelere göre değerlendirilir. Basit bir örnek vermek gerekirse yasada “beyaz renkli bir duvarı farklı renklerle karalamak suçtur ve cezası da şudur” deniyorsa hukuk sistemindeki tüm elemanların (savcı, hakim, avukat) söz konusu bir eylemi bu önermeye göre değerlendirmesi gerekir.
Birisi eğer sarı renkli bir duvarı karalamışsa yukarıdaki önermeye göre bu suç olamaz. Ancak bu kez kamu vicdanının rahat edip etmemiş olması söz konusu olur. Ha sarı ha beyaz fark etmez; duvarı kirletmenin cezalandırılmasının istendiği (ve yukarıdaki yasaya sahip) bir toplumda sarı duvarı kirletmiş birisi cezasız kalır ve bu yargı açısından doğrudur (yasada sarı duvar demiyor) ama yasama açısından hatalıdır (yasa önermesinde “duvarın rengi ne olursa olsun fark etmez” demek yerine “beyaz” denmiş).
Yasamadaki bu eksikliğin yargı tarafından çözülmeye çalışılması hukuki açıdan ne kadar sağlıklıdır bilemem. Ancak benim kişisel görüşüm yasamadaki eksikliklerin yargı süreciyle bertaraf edilmesinin çok daha büyük kaos yaratma potansiyeline sahip olduğudur.
Öte yandan adalet sisteminin ya da hukuk düzeninin güvenilirliği ya da kalitesi yasamadaki güdüklükleri bertaraf etme kapasitesinde aranmak yerine hızlı ve doğru kararlar vermesinde aranır. Bu da temelde süreçleri hakkını vererek icra etmeyi gerektirir.
Önümüzde şu an iki tane iaddianame var. Birisi AKP’yi kapatma davası kapsamında hazırlanmış bir iddianame. Diğeri ise Ergenekon rumuzlu dava kapsamında hazırlanmış olan iddianame.
Kapatma davasıyla ilgili süreç daha erken başladığından daha fazla yol katedildi. Elimizde bazı veriler var. Örneğin AKP yaptığı savunmada iddianamenin “kalitesizliğinden” dem vuracak somut deliller sunamadı. Onun yerine başsavcının Cumartesi günü oturup google’dan gazete arşivlerini taramış olduğuna atıfta bulundu. Daha ziyade iddianameye değil de topyekun böyle bir davanın açılmasına yoğun tepki verildi; bunun hukukla ilgili olmadığı ve siyasi olduğu söylemine başvuruldu. (Yani yasamada sorun olduğunu ve yargının bu sorunu çözmesi gerektiği istendi).
İddianamesi henüz yeni kabul edilmiş olan Ergenekon rumuzlu davada ise tüm gözler, belki de 2455 sayfa olmasından dolayı, iddianameye çevrildi. İddianamenin tek bir tümce ile ifade etmek gerekirse “hukuksal anlamda kalitesi” sorgulanıyor.
Kapatma davasına yapılan siyasi olma eleştirisinin bu kadar zaman ve hacim kaplamasını bir türlü anlayamıyorum. Matematiksel formül bazına indirgenebilecek bir sistem olan hukuk düzeninde yürürlükte olan kanunları baz alarak harekete geçen bir avukat, hakim ya da savcının eleştirilmesi bilgi toplumu olmak isteyen bir toplumu nasıl etkiler?
Ya da mensubu olduğu bir hukuk sisteminin kalitesini düşürecek türde çalışma yapan bir hakim, avukat ya da savcı bilgi toplumu olmak isteyen bir toplum üzerinde nasıl bir etki bırakacaktır? Şöyle: “(Elimdeki güç yettiği kadar) Benim fikirlerim nesnel bilgilerdir”.
Bilgi olgusu ele alındığında genelde bilgiden nasıl istifade edilebileceği, bunun için teknolojiden ve diğer araçlardan nasıl yararlanılabileceği, sürecin sonuçlarının birey ve toplumun yaşam kalitesini nasıl artırabileceği gibi hususlar gündeme gelir.
Oysa bilgi olgusunu Türkiye gerçeğinden incelediğimizde şu dilemmadan bir türlü kurtulamadığımızı görürüz : Nesnel bilgiler mi şahsi fikirler mi?
Bilgi olgusunun en güçlü kalelerinden birisi hukuk sistemidir. Matematiği çok iyi bilen birisi sanırım hukuk sisteminin işleyiş modelini de çok iyi kavrayacaktır (bu tümce bilimsel bir değere sahip olursa acaba toplum olarak hukukla aramızdaki sorunu da aydınlatmış olur mu?).
Hukuk sisteminde yürürlükte olduğu sürece eğilip bükülmemesi gereken olgular bütünü vardır. Bunlar yasalardır. Yapılan ve adalate yansıyan bir eylem bu yasalarda belirtilen önermelere göre değerlendirilir. Basit bir örnek vermek gerekirse yasada “beyaz renkli bir duvarı farklı renklerle karalamak suçtur ve cezası da şudur” deniyorsa hukuk sistemindeki tüm elemanların (savcı, hakim, avukat) söz konusu bir eylemi bu önermeye göre değerlendirmesi gerekir.
Birisi eğer sarı renkli bir duvarı karalamışsa yukarıdaki önermeye göre bu suç olamaz. Ancak bu kez kamu vicdanının rahat edip etmemiş olması söz konusu olur. Ha sarı ha beyaz fark etmez; duvarı kirletmenin cezalandırılmasının istendiği (ve yukarıdaki yasaya sahip) bir toplumda sarı duvarı kirletmiş birisi cezasız kalır ve bu yargı açısından doğrudur (yasada sarı duvar demiyor) ama yasama açısından hatalıdır (yasa önermesinde “duvarın rengi ne olursa olsun fark etmez” demek yerine “beyaz” denmiş).
Yasamadaki bu eksikliğin yargı tarafından çözülmeye çalışılması hukuki açıdan ne kadar sağlıklıdır bilemem. Ancak benim kişisel görüşüm yasamadaki eksikliklerin yargı süreciyle bertaraf edilmesinin çok daha büyük kaos yaratma potansiyeline sahip olduğudur.
Öte yandan adalet sisteminin ya da hukuk düzeninin güvenilirliği ya da kalitesi yasamadaki güdüklükleri bertaraf etme kapasitesinde aranmak yerine hızlı ve doğru kararlar vermesinde aranır. Bu da temelde süreçleri hakkını vererek icra etmeyi gerektirir.
Önümüzde şu an iki tane iaddianame var. Birisi AKP’yi kapatma davası kapsamında hazırlanmış bir iddianame. Diğeri ise Ergenekon rumuzlu dava kapsamında hazırlanmış olan iddianame.
Kapatma davasıyla ilgili süreç daha erken başladığından daha fazla yol katedildi. Elimizde bazı veriler var. Örneğin AKP yaptığı savunmada iddianamenin “kalitesizliğinden” dem vuracak somut deliller sunamadı. Onun yerine başsavcının Cumartesi günü oturup google’dan gazete arşivlerini taramış olduğuna atıfta bulundu. Daha ziyade iddianameye değil de topyekun böyle bir davanın açılmasına yoğun tepki verildi; bunun hukukla ilgili olmadığı ve siyasi olduğu söylemine başvuruldu. (Yani yasamada sorun olduğunu ve yargının bu sorunu çözmesi gerektiği istendi).
İddianamesi henüz yeni kabul edilmiş olan Ergenekon rumuzlu davada ise tüm gözler, belki de 2455 sayfa olmasından dolayı, iddianameye çevrildi. İddianamenin tek bir tümce ile ifade etmek gerekirse “hukuksal anlamda kalitesi” sorgulanıyor.
Kapatma davasına yapılan siyasi olma eleştirisinin bu kadar zaman ve hacim kaplamasını bir türlü anlayamıyorum. Matematiksel formül bazına indirgenebilecek bir sistem olan hukuk düzeninde yürürlükte olan kanunları baz alarak harekete geçen bir avukat, hakim ya da savcının eleştirilmesi bilgi toplumu olmak isteyen bir toplumu nasıl etkiler?
Ya da mensubu olduğu bir hukuk sisteminin kalitesini düşürecek türde çalışma yapan bir hakim, avukat ya da savcı bilgi toplumu olmak isteyen bir toplum üzerinde nasıl bir etki bırakacaktır? Şöyle: “(Elimdeki güç yettiği kadar) Benim fikirlerim nesnel bilgilerdir”.
Bu motto bireylerin zihnine şırınga edilmektedir. O halde bu bireylerin işlediği adi suçlardan medyada gördüğümüz seviyesiz tartışmalarına kadar her şeyin özünde de bu tohumu görmek bizi neden rahatsız ediyor? Yoksa bizi bu hale “bir kereden bir şey çıkmaz” zihniyeti mi getirdi?
Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 08 08 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder