Cuma, Temmuz 10, 2009

MAKİNEDEN BİLE DEĞERSİZ


Bilgiye, bilgiyi analiz etmeye, bilgiden sentez üretmeye değer vermeyen bir insan topluluğu bu yüzyıl bitmeden büyük bir olasılıkla cansız makinelerden bile değersiz hale gelecektir.


Geçmişinin bilmeyenin geleceği konusunda sorunlar yaşayacağı yönünde çeşitli kaynaklara atfedilen özlü sözler vardır. “Geçmişini bilmeyen geleceğini göremez” gibi “Geçmişini bilmeyen geleceğini yönlendiremez” gibi.

Geçmişi bilmek konusu bizim ülkemizde (biraz da 20. yüzyılın başında Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu halk devriminden olacak) ayrı bir hassasiyete sahip. Üniversitede Inkilap Tarihi derslerinde bile Osmanlı tarihini okuduğumuzu anımsıyorum (milliyetçilik olgusunu irdeleyeceksek tarihsel gelişimini bilmek zorundayız ya).

Son elli yıldır geçmişimizi bile bile bir hal olduk; peki sonuç ne oldu? Geleceğimiz daha mı parladı? Bugünün Türkiyesinde vatandaş 30lu 40lı yıllardaki refah ve mutluluk düzeyinden daha mı yüksek seviyede bir yaşam sürmekte.

O halde bir sorun var. Sorun ya geçmişi bilmek ile geleceği yönlendirmek arasında yukarıda alıntılanmış olan özlü sözlerde ya da onlara atfettiğimiz anlamda. Cevap tabii ki ikincisi.

Geleceği yönetebilmek için geçmişten istifade etmek, roman okur gibi tarihsel bilgileri okuyup öğrenmek anlamına gelmez. Daha ziyade eldeki bu tarihsel bilgileri değerlendirerek henüz bilinmeyen gelecek ile ilgili çıkarımlarda bulunabilmeyi gerektirir. Verileri analiz edip bri sentez üretebilmeyi. Bu kavramları bugünün popüler deyimleri ile yeniden adlandırmaya kalkarsak aslında karşımıza şöyle bir tablo çıkmakta: Öğrenen toplum olabilmeliyiz, bilgi toplumu olabilmeliyiz.

Bilgi toplumu olabilmek için öncelikle yaşanmış deneyimlerin (“geçmiş”) standardize edilmiş hali olan “bilgi”yi merkeze koyup, bir araç olarak onun değerini herşeyin üstünde tutabilmemiz gerekir. Merkeze konacak bilgi dogma haline getirilerek hiç ellenmemeli, değiştirilmemeli demek değildir bu. Daha ziyade sahip olunan bu bilgiler baz alınarak ve nesnel olmayan fikirler vasıtasıyla onları eğip bükmeden olaylara yaklaşabilmek demektir.

Pazar akşamları futbol programlarında konunun duayenleri yorum yapıyor: “Hakem arkadaşlarıma tavsiyem şudur; kitapta öyle yazıyor olsa bile ara sıra kitabı tersten okuyacaksın”. Burada önerilen şey arasıra kuralı ihlal et demek. Her ne kadar iyi niyetle yapılmış bir yorum olsa da şeklen kabul edilemez. Baz alınacak bilgiden sapma gösterdiğiniz andan itibaren bütünüyle yoruma ve fikire açık hale getirilen yaşam sonuçta kaos getirir. Getirdi de; birlikte yaşıyoruz yıllardır.

Sorun ne yazık ki sadece o an karşımızda olan problemi çözmek değil. Onu çözerken bir yandan da çözümün tekrarlanabilir bir nesnelliği (bilgiyi) baz aldığını da her defasında teyid etmek gerekir. Eldeki bilginin yeterli olmadığı durumlarda ise daha iyisi ile değiştirebilme sorumluluğu yetkinliği neredeyse orada rafine edilmesi makbuldür. Yorum ya da fikirler işte bu rafine edilme sürecinde gündeme getirilir. Kabul edilirse nesnel bilgi yenilenir.

Bilgi olgusuna değer verilmediği bir toplumda biraraya gelen her iki kişi bir bilgi standardını kendi görüşleri doğrultusunda değiştirme yetkisine sahip merci haline gelir. O nedenle ülkemizde yetmiş milyon başbakan, yetmiş milyon futbol antrenörü vb var.

Üstelik bu model son yıllarda bir metodoloji olarak bireylere şırınga edilmekte. Bilgi toplumu olacağız diye fikir toplumu oluyoruz. Yaptığımız şeyin bilgi toplumu olmadığını öne sürenleri susturursak foyamızın meydana çıkmayacağına olan inancımız toplumsal özdeğerlerimizi temellerinden sarsıyor. Her alanda muhalif seslerin kısılması normal bir uygulama oldu. Bu uğurda her gün her birimiz defalarca kere yargısız infaz yapıyoruz ancak bu o kadar kanıksanmış bir olgu haline geldi ki değil eleştirmek artık farkında bile değiliz.

Bilgiye değer verme gerekliliği, ilerlemek için bir araçtır sadece. Her toplum da kendisini ileri götürecek bir araç bulur, ona tutunur ve ilerler. Bizim sorunumuz geri geri gittiğimizi gördüğümüz halde bununla araç olarak tutunduğumuz dogmatik, fikir merkezli bir hayat sürme, günü kurtarma refleksi ile yaşama arasında bir sebep sonuç ilişkisi kuramıyor olmamız.

Bilgiye, bilgiyi analiz etmeye, bilgiden sentez üretmeye değer vermeyen bir insan topluluğu bu yüzyıl bitmeden büyük bir olasılıkla cansız makinelerden bile değersiz hale gelecektir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 10 07 2009

1 yorum:

Unknown dedi ki...

öyle güzel bir konuya değindiniz ki;
biz geçmişimizle gurur duyarak yaşamaya alışmış bir milletiz galiba..
yani işin kolayına kaçıyoruz...
düşünmek , yeni bir şeyler üretmek yerine ya taklit etmeyi ya da geçmişimizle övünmeyi seçiyoruz...
oysa bir şekilde üretime katılmamız gerekiyor. bu katılım ister bireysel ister gruplar halinde olsun..
dünyada bizim de söz sahibi olabilmemiz için; türkçe'mizi, para birimimizi dünyada geçerli hale getirmemiz için büzümde ÜRETMEMİZ gerekir.
fikir üretmemiz gerekir, makine üretmemiz gerekir.. velhasıl ürün üretmemiz gerekir.. kurallara uyarak ya da zorlayarak...


kolay gelsin...
tanol karagüzel