Salı, Şubat 16, 2010

FUTBOLUMUZ ve BİLGİ ÇAĞI

Verilen milyonlarca doların karşılığı alınmak isteniyorsa, önce yapılması gereken Bilgi Çağı’nı futbolumuzla tanıştırmak olmalı, futbolumuzun kalitesi bilgi ile kıyaslanarak ölçülebilmeli.

Geçtiğimiz günlerde lig maçlarının yayınlarına yönelik (çekişmeli) bir ihale yapıldı ve mevcut sözleşme bedeline göre %126’lık bir artışla yıllık 321 milyon dolara mevcut yayıncı kuruluş ihaleyi kazandı. Vergi vb hariç.

İhalenin hemen ardından değişik kanatlardaki futbol otoriteleri Türkiye’de yepyeni bir sayfanın açılması gerektiğinin altını çizdiler. Yayıncı kuruluşun örneğin soyunma odası koridorlarında canlı yayın yapabilmesinden, spikerlerin odasının medeni şartlarda olmasına, stadyumlardaki ışık sisteminin HD kalitesinin hakkını verecek düzeyde temin edilmesinden Türkiye Futbol Federasyonu’nun kulüplere alacakları parayı çar çur etmemeleri için belli standardları zorunlu hale getirmesine kadar.

Bu yıl ilk defa internet ortamı ayrı bir ihale kategorisinde ele alındı ve bu kategoride ana yayıncı kuruluşun en büyük rakibi tek teklif veren taraf olarak ihaleyi kazandı. Dijital dünyanın varlığı en azından bu vesile ile algılanmş oldu.

Ancak tüm bu tablo içinde futbol dünyamızın bilgi olgusuna değer verme düzeyini yakalayamamış olduğunu görüyoruz. Bilgi çağında yaşıyoruz ama futbol dünyamıza baktığımızda “bilgi çağı”nın tezahürü “veri çağı” seviyesinde kalıyor ve nedense bu olgu ıskalanmaya devam ediyor.

Buradaki tek sebep rating ya da başarı kaygısı mı? Yoksa pek çok alanda olduğu gibi burada da süreci yönetenlerin şahsi kapasite(sizlik)leri rating/başarı kaygısının ardına gizlenerek süreci yönetmeye devam mı ediyor?

Örneğin en büyük sıkıntılarımızdan birisi olan hakem hatalarını ele alalım. Bilgi Çağı’nın nimetlerinden öylesine istifade etmeye başladık ki kritik bir maç bittikten bir saat sonra verilmiş olan bir ofsayt pozisyonunun aslında (diyelim ki) 16 santimetre ile aslında ofsayt olmadığını tespit ediyor ve hakemlere yükleniyoruz.

Bu türden sekiz on pozisyon iki üç saatlik canlı yayınların belkemiğini oluşturuyor. Hal böyle olunca da maç ile ilgili pek çok önem verilmesi gereken detay göz ardı ediliyor.

Hangi futbol otoritesinin aklına bugüne dek, gayri resmi dahi olsa, örneğin hakemlerle ilgili bir performans çizelgesi tutmak geldi? Örneğin tipik bir futbol maçında bir orta hakem ya da yan hakem kaç karar vermekte? Bunlardan kaç tanesi çok kritik, kaç tanesi orta seviyede kritik, kaç tanesi kritik değil? Her bir hakemin bu modele göre geçmiş dönem karnesi nedir? Diyelim ki bir hakemin bu modele göre yüz üzerinden 85 seviyesinde bir ortalaması var. O günkü maçta hakemin verdiği kararlar değerlendirilip de hakemin 87 seviyesinde (ya da 83) bir performans gösterdiği tespit edildiğinde daha artık o hakemi maçta vermiş olduğu hatalı bir karar için onbeş dakika boyunca eleştirmek ne denli mantıklı?

Kadranı 180 gösteren araç 240 yapmıyor diye kullanıldığı her seferinde eleştiriliyor mu?

Keza takımların performansına bakalım. Futbol yorumcularının belki de onda dokuzu takımın aldığı sonuçtan ya da oynadığı futboldan bağımsız olarak takımı olumsuz yönde eleştirmek üzerine kariyerini oluşturmuş durumda. Neden? Bir takımı eleştirirken baz alınan objektif standard nedir? Yorumlara baktığınızda takımın her maçı iyi bir oyunla 5-0 kazanması adı konmamış bir standard olarak kabul edilmiş gibi. Buna göre eleştiriliyor. Çünkü ortada aslında böyle bir standard yok. Standard olmayınca da takım ağzıyla kuş da tutsa eleştirilecek bir yanı bulunuyor.

Verilen milyonlarca doların karşılığı alınmak isteniyorsa, önce yapılması gereken Bilgi Çağı’nı futbolumuzla tanıştırmak olmalı, futbolumuzun kalitesi bilgi ile kıyaslanarak ölçülebilmeli.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1192) - Ooof Off Line Köşesi - 22 01 2010

Hiç yorum yok: