Çarşamba, Mayıs 06, 2009

EN AZ ÖTEKİ KADAR...


Ötekini değiştirmeyecekseniz enerjinizi harcayacağınız ne tür bir savaş kalır ki geriye? Çok basit. Kendi düşüncenizin ne kadar güçlü olduğunu kendinize ve ötekilerine göstermeye, kendi düşüncelerinizi ilerletmek için gelişmeleri arayıp bulmaya, hatta onu daha da ileri götürmeye çalışmaya ne dersiniz?


Kişisel gelişim seminerlerinde ya da kitaplarında karşımıza çıktığı zaman farklı bir gözle yorumluyoruz şu tümceyi : “Başkalarını değiştirmeye çalışma; ancak kendini değiştirmeye gücün yeter”. Bu formülü en sevdiğimiz (mesela eşimiz, çocuğumuz) ya da en çok zaman geçirdiğimiz (mesela iş arkadaşlarımız) kişilerle olan ilişkilerimiz söz konusu olduğunda uygulamaya çalışıyor (ama çoğunlukla başaramıyoruz).

Öte yandan işin içine siyasi ya da ideolojik bir boyut girdiğinde empatinin e’si de ortadan kalkıyor. Ötekinin düşüncesine zerre kadar değer vermiyoruz. Enerjimizi öteki’ni “bizleştirmeye” çalışmakla harcıyoruz. Bunun için haklı bir sebebimiz de oluyor. Çünkü biz haklıyız öteki haksız. Biz doğruyuz, öteki yanlış. Biz demokratız, özgürlükçüyüz öteki tutucu, anti-demokrat.

Çeşitlililik olgusu fikirlere, zihinlere gelmeden önce belli ki evrimsel süreçte doğaya, evrene gelmiş. Doğada onca çeşit (bitki ya da hayvan) canlı türü olmasının, örneğin, sebebi nedir? Bu çeşitlilik olgusunu toplumsal, kültürel alanlara da uygulayabiliriz. Neden bu kadar çeşit dil var, gelenek var, din var, giyim kuşam türü var, renk var, zevk var?

Bu soruya en hızlı cevabı verecek olanların içinde para piyasalarına yatırım yapanların da yer alabileceğini bilmek sizi şaşırtır mıydı? Çünkü bu yatırımcıların kulağına çalınmış bir atasözü vardır: “Bütün yumurtalarını aynı sepete koyma”.

Yaşam da tüm yumurtalarını aynı sepete koymamaktadır. Ne için? Hayatın devamını temin etmek için. Bir canlı türünü yok edecek bir hastalık, salgın, tehlike ya da risk başka bir canlı türünü hiç etkilemeyebilir. Yeter ki tüm canlılar aynı koşullarda yaşıyor olmasın. Aynı canlı türü içinde bile farklılık kuşaktan kuşağa sürekli devam etmektedir.

Düşüncelerin, fikirlerin, inanışların bu denli farklı olmasını da benzer bir evrimsel sürecin sonucu olarak yorumlayabiliriz. O nedenle birbirini değiştirmeye çalışanlar yanlış yerde savaşıyor ve zamanlarını boşa harcıyorlar. Bir an için ötekinin de varlığını kabul edelim ve enerjimizi onu değiştirmeye değil başka bir şeye harcayalım.

İlk akla gelecek soru(n) şudur: Ötekini değiştirmeyecekseniz enerjinizi harcayacağınız ne tür bir savaş kalır ki geriye? Çok basit. Kendi düşüncenizin ne kadar güçlü olduğunu kendinize ve ötekilerine göstermeye, kendi düşüncelerinizi ilerletmek için gelişmeleri arayıp bulmaya, hatta onu daha da ileri götürmeye çalışmaya ne dersiniz?

Kendi düşüncemizin güçlü olduğunu ötekine göstermekle ötekini “bizleştirmek” aynı şey değil mi? Hayır değil. Yeter ki ötekini, sizi anlamadığı sürece aşağılamayın, yok saymayın, sizinle aynı fikirde değil diye sizinle eşit olmadığını düşünmeyin. Öteki’nin hangi koşullardan geçerek o hale geldiği hakkında nasıl bir bilgi seti var elinizde? Sizin sahip olduğunuz imkanların hepsine eksiksiz sahip oldu da bilinçli olarak, yanlış olduğunu bildiği halde başka hesapların peşinde olduğu için mi sizden farklı düşünüyor?

Size bir artı bir iki eder diye öğretirlerken ötekine üç eder diye öğretmişlerse bu ötekinin suçu mu? Ona o hocaları kim buldu? Neden sizin gibi doğru şeyleri öğreten öğretmenlerde eğitim alamadı?

Internet bugün “öteki” olgusunu çözüme kavuşturma potansiyeline sahip en sağlıklı en etkin imkan. Hatta bu öyle bir imkan ki onu tam tersine de çevirmek ve öteki olgusunu darmadağın etmek için ondan istifade etmek de mümkün.

Her aracın kaderinde olduğu gibi internetin de kaderinde kullanım amacına bağımlılık yatmakta. Onu kötü amaçlar için kullanmak isteyene de hizmet veriyor, iyi amaçlar için kullanmak isteyene de. Kötü kullananlara da hizmet veriyor diye interneti baş suçlu ilan ederken aslında iyi amaçla yeterince etkin kullanmayan iyi niyetlilerin tembelliğinin ortaya çıkmamasını sağlamaya çalışmıyor muyuz?

O halde 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün şu ünlü sözünü anımsayalım: “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.” Ve bu tümceyi interneti şahsen kullanım şeklimize uyarlayalım.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 01 05 2009

1 yorum:

FT dedi ki...

Peki gerçekten kendi durduğun yerin doğru olduğuna ve öteki(ler)nin pozisyonun değişmesi gerektiğine inanıp da bunu deneme rağmen başaramıyorsan, bunun üzerine bir de bu değişmeyen durumun seni, aileni, çevreni ve ülkeni felakete sürükledüğünü düşünüyorsan ne yapmalı? O zaman "ya sev ya terk et" mi devreye giriyor. Bu sürecte internetin etkisi; bilgiyi toplamak ve karar noktasına hızlı varmanı sağlamak, binlerce doğru bilgiyi yuzbinlerce yanlış bilgiden ayrıştırmak (?) ve sonrada belki de, "terk" opsiyonunu alıyorsan, uzakta durup yakın olmakla mı sınırlı oluyor.

Belki de internet, 90'larda sağladığı empowerment via bol ve hızlı bilgiyle yarattığı dönemi geçti ve sadece gazete ve TV gibi herkesin (batı ve beyaz doğuluların tabii ki) must have altyapısına girdi. Bulunduğumuz ve önümüzdeki dönem acaba, analiz edemeyeceğimiz ve bireysel olarak mudahale edemeyeceğimiz kadar karmaşık, ezici bolluktaki bilgi altında analiz yapamacağımız, kontrolü elinde tutanları kontrol ve denetimden uzak tutan bır ortamda koruyan bir nevi "escape from NY" ortamlarına doğru bizi sürekleyen bir dönem mi olacak?

Acaba internet ve bilgiye sınırsız erişim oyunundaki "next game" nedir?