Pazartesi, Ağustos 17, 2009

HAM TÜKETİLEN MEYVELER


Teknoloji bize bahçelerdeki meyveleri olgunlaşmadan, daha ilk belirmeye başladığı andan itibaren onları ham olarak tüketmeye yöneltiyor. Neden? Sanırım teknoloji toplumun ortak aklına şöyle bir inanışı enjekte etmeyi başardı : Onu ilk sen yemezsen bir başkası gelip yiyecek.


Suçlusu teknolojidir. Biraz daha derinleşirsek, teknolojinin yaşamımızı daha da süratlendirmesidir. O sebepledir ki nedeni bilmiyoruz, farkında değiliz ama herşeyi son sürat yapmamız gerekiyor.

Sokaklarda aylak aylak değil, hızlı hızlı yürümemiz lazım; mecburuz çünkü aksi taktirde bir şey kaçıracağımız kesin. Neden çünkü eskiden iki günde bitirilen işler bugün bir günde tamamlanması gerekir hale geldi.

Dinlediğimiz müziğin temposu kesinlikle hızlı olmalı. Yirmi sene önce süratın temsilcisi olan metal müziği örneğin bugünün dijital yerlileri olan gençler için dudak bükülecek seviyede “yavaş”.

Ancak giderek bu sürat olgusu daha önce varlığını gösteremediği alanlara da yönelmekte. Mesela haberler. Internet haberciliği sayesinde artık bir haber, haber olmadan önce haber olma yolunda ilerlerken “haber” olarak internet sitelerinden duyurulabiliyor. Hal böyle olunca da o haliyle pek bir şey ifade etmiyor; çünkü haber potansiyeli olan her şey her zaman haber olacak şekilde sonuçlanmayabiliyor.

Teknoloji bize bahçelerdeki meyveleri olgunlaşmadan, daha ilk belirmeye başladığı andan itibaren onları ham olarak tüketmeye yöneltiyor. Neden? Sanırım teknoloji toplumun ortak aklına şöyle bir inanışı enjekte etmeyi başardı : Onu ilk sen yemezsen bir başkası gelip yiyecek.

Bu stres ile yaşayan gençler her an herhangi bir şeyi tüketmek zorunda hissediyor kendisini. Zaman içinde bu hal diğer yaş gruplarına da yayılıyor. Hepimiz bir şeyler için bir yerlere koşuyoruz; nedenini bilmiyoruz ama öyle yapmamız gerekiyor.

Eğer bu modeli toplumun aklına kim soktu diye bir suçlu aramamız gerekiyorsa, bu işin fikir babalığı sıfatı “sanki bir tespitte bulunuyormuş gibi” pasif bir gözlemci pozisyonunda tüm dijital teknoloji piyasasını gaza getiren şu standardı önermiş Gordon E. Moore’dan başka birine pek yakışmaz gibi geliyor : “Bir dijital entegre devreye sığdırabilecek transistör sayısı her 18-24 ayda bir iki misline çıkar”.

Bu basit standardın dünyaya etkisi şudur; her iki yılda bir bilgisayarların temel bileşenlerini oluşturan entegre devrelerin performansı bir önceki muadilinin iki katına çıkacaktır (fiyatı iki katına çıkmadan).

Moore bu standardı 1965 yılında yazdığı bir makalede öne sürdü. Kendisi bugün dünyadaki masaüstü bilgisayarların ve laptopların büyük bir çoğunluğunun içinde yer alan en önemli entegre devreyi üreten Intel firmasının kurucu ortaklarındandır.

Bir standard gibi görünen bu kural aslında Intel firması (ve başka pek çok teknoloji firması) için kurulduğu günden itibaren bir başarı kriteri halini almıştır. Yani firma(lar) iki yılda bir ürettiklerinin performansını iki katına çıkarmak zorunda. Bu kural bugün de geçerli.

Sonuçları ise tüm dünyadaki toplumları, bireyleri derinden etkiledi, hala da etkilemeye devam ediyor. Bu kapasitede bilgisayarlar üretildikçe bilgisayarlarla yapılacak işlerin çapı da benzer şekilde artıyor. İnsan ise dijital dünyanın bu hızına yetişmek için yaşamının süratini sürekli artırmak zorunda. Sonuç? En ön koltuklarda oturan teknolojiyi yönlendiren sürücüler artık çok daha erken yaşta emekli olmak zorunda kalıyor.

Peki bu dünyanın çimenleri olan son kullanıcılar? Onlara da bu süratli yaşamda oradan oraya deli danalar gibi koşturmak kalıyor. Hayata ham meyve yiyerek başlayanlar lezzetli bir yemeğin tadını asla öğrenemeyecek. Eskiden bu lezzetleri tatmış olanlar giderek onları unutmakta ve içlerinde tanımlayamadıkları bir boşluk doğmakta.

Artık herkes için herşey anlamsızlaşmış durumda. O nedenle de en seviyesiz birisi bile en seviyeli yerlere gelebilir. Teknoloji dizginlerini eline alamamış her ülke, her toplum, her birey, diğerlerinin kuklası duruma düşmüş durumda. Bunlar size bir anlam ifade etmiyorsa siz de vücudunuzun bir yerine “HİÇ” yazan bir dövme yaptırın, keyfinize bakın!

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 31 07 2009

1 yorum:

senbilirsinabla dedi ki...

"Abla", bir Lobsang Rampa kitabında, Tibet Lhasa'daki keşişlerin "hayatı hızlandıracağı" kaygısıyla, kasabalarına, tekerlekli taşıtların girmesine gösterdikleri tepkiyi hatırlar.

"Meyveleri olgunlaşmadan yemeyi" öneren bilim dergisi, "lezzet, eski lezzetlerin unutulmasının yarattığı boşluk" konuları bir yana bırakılırsa, "abla" ya göre, eskinin insan nabzı ritminde akan romantik şarkılarının yerini alan "gürültü"yü müzik sanan "çimenler"in duygulardan habersiz yaşayıp ölmeleri çok daha trajik!