Dijital uçurum (tıpkı gelir dağılımı uçurumu gibi) kapatılmazsa yanardağ patlaması gibi illa ki bir yolunu bulup dışarı püskürecektir. Er ya da geç !
Temcit pilavı; iftarda arta kalan ve sahurda tekrar ısıtılıp masaya getirilen pilava verilen isim. Temcit ise “recep, şaban, ramazan ayları süresince sabah ezanından sonra minarelerden okunan ve Allah’ın ululuğunu belirten dua” (bkz Türk Dil Kurumu Sözlüğü).
Temcit pilavının yerel dijital kültürümüzdeki en popüler örneği youtube yasağı. Internet dediğimizde yaşam kalitesini yükseltecek şeyleri konuşmak yerine bir kısır döngü içinde bu tür anlamsız şeyleri tartışıyor; yerimizde sayıyoruz.
Mayıs 2010 itibariyle ikinci yılını doldurdu bu yasak! Başbakan öğrenmiş ki internete aslında bu tür yasaklar getirilemez; usta bir politikacı olarak demogoji yapıp sokaktaki insanın kafasını karıştırmayı tercih etmiş. “Ben girebiliyorum” diyerek.
Şimdi bu tümceleri okuyan bile soracak “Yaa kardeşim bu youtube denilen şeye girilebiliyor mu girilemiyor mu? Yasak var mı yok mu?”. Cevap net : Yasal olarak mahkemelerin vermiş olduğu kararlar sonucunda youtube’a (ve başka kararlar nedeniyle başka yüzlerce web sitesine) giriş resmen yasak. Teknik imkanlar bu kararı uygulamada ne kadar yeterliyse o seviyeye kadar teknik olarak kısıtlama getirilmiş durumda. Basitçe http://www.youtube.com/ sitesine gitmek istediğinizde karşınıza çıkan sayfada bu mahkeme kararının detaylarını okuyabilirsiniz.
Ancak internetin özgürlükçü mimarisi sağolsun, teknik imkanlar bu tür engellemelerin çevresinden dolaşacak çözümleri de beraberinde getirebiliyor. Bu teknik detayları bilen kişiler (anlaşılan başbakan dahil) youtube.com sitesine erişebiliyor.
Tam da ülkemize yakışan bir durum: -mış gibi yapmak.
Bu tür yerimizde saydırıcı olgular söz konusu olduğunda gösterilen tepki doğal olarak yasakların yanlış olduğunu belirtmeye yönelik oluyor. Örneğin internetle ilgili sivil toplum örgütleri geçtiğimiz günlerde bu yasağın ikinci yılında bir bildiri yayınladı ve tabloyu çok net bir şekilde çizdi:
“Yasaklar, en iyisinden, devekuşu misali, Türkiye’nin kafasını kuma gömmesidir”.
“Bu yasak, bir mahkememizin yetkisini tüm dünya olarak görmesi nedeniyle devam etmektedir”.
İnsanlık kültürü olgulara sadece faydacı bir açıdan baksaydı bugün sadece karnını doyuran, doğal afetlerden korunan herhangi bir hayvan türünün yaşadığından farklı bir hayatı olmayan canlılar topluluğu olarak yaşamımızı sürdürüyor olurduk.
Gelişim sürecinde faydacılıktan öte bilgi altyapısına sahip olmayan insanlar yeryüzü kültürünü öğrenme, kendi ifadeleriyle “kültürlerini artırma” sürecinde çevrelerine zarar verip vermediklerini dikkate almayabiliyor. Yaptıkları şeyin zarar vermek olduğunu, ancak arkalarından gelenler tarafından mağdur edilmeye başlayacak kadar “kültürlerini artırdıklarında” anlıyor. Başkalarının yarı aç yarı tok yaşaması pahasına zengin olmak da ticari kaygıyla doğaya zarar vermek de bu kapsamda ele alınabilecek örnekler.
Demokrasinin alası biraz da, insanlar arasında bir uçurum oluşmasını önleyebilendir. Ülkemizde bu denkleştirme ters yönde oluyor. İktidar gücünü eline geçiren öteki herkesi kendi hizasına getirmeye ve ilerlemeyi kendi keyfine göre gerçekleştirmeye çalışıyor. Evet bu bir grup için sonuç veriyor ama kaybeden ülkenin kendisi oluyor.
Bugün demokrasiye en çok önem verenlerin kendi ülkelerde dijitalleşmenin getirdiği uçurumu kapatmak için onca çaba sarfetmelerinin temelinde yatan sebep de budur. Çünkü dijital uçurum da (tıpkı gelir dağılımı uçurumu gibi) kapatılmazsa yanardağ patlaması gibi illa ki bir yolunu bulup dışarı püskürecektir. Er ya da geç !
Temcit pilavı; iftarda arta kalan ve sahurda tekrar ısıtılıp masaya getirilen pilava verilen isim. Temcit ise “recep, şaban, ramazan ayları süresince sabah ezanından sonra minarelerden okunan ve Allah’ın ululuğunu belirten dua” (bkz Türk Dil Kurumu Sözlüğü).
Temcit pilavının yerel dijital kültürümüzdeki en popüler örneği youtube yasağı. Internet dediğimizde yaşam kalitesini yükseltecek şeyleri konuşmak yerine bir kısır döngü içinde bu tür anlamsız şeyleri tartışıyor; yerimizde sayıyoruz.
Mayıs 2010 itibariyle ikinci yılını doldurdu bu yasak! Başbakan öğrenmiş ki internete aslında bu tür yasaklar getirilemez; usta bir politikacı olarak demogoji yapıp sokaktaki insanın kafasını karıştırmayı tercih etmiş. “Ben girebiliyorum” diyerek.
Şimdi bu tümceleri okuyan bile soracak “Yaa kardeşim bu youtube denilen şeye girilebiliyor mu girilemiyor mu? Yasak var mı yok mu?”. Cevap net : Yasal olarak mahkemelerin vermiş olduğu kararlar sonucunda youtube’a (ve başka kararlar nedeniyle başka yüzlerce web sitesine) giriş resmen yasak. Teknik imkanlar bu kararı uygulamada ne kadar yeterliyse o seviyeye kadar teknik olarak kısıtlama getirilmiş durumda. Basitçe http://www.youtube.com/ sitesine gitmek istediğinizde karşınıza çıkan sayfada bu mahkeme kararının detaylarını okuyabilirsiniz.
Ancak internetin özgürlükçü mimarisi sağolsun, teknik imkanlar bu tür engellemelerin çevresinden dolaşacak çözümleri de beraberinde getirebiliyor. Bu teknik detayları bilen kişiler (anlaşılan başbakan dahil) youtube.com sitesine erişebiliyor.
Tam da ülkemize yakışan bir durum: -mış gibi yapmak.
Bu tür yerimizde saydırıcı olgular söz konusu olduğunda gösterilen tepki doğal olarak yasakların yanlış olduğunu belirtmeye yönelik oluyor. Örneğin internetle ilgili sivil toplum örgütleri geçtiğimiz günlerde bu yasağın ikinci yılında bir bildiri yayınladı ve tabloyu çok net bir şekilde çizdi:
“Yasaklar, en iyisinden, devekuşu misali, Türkiye’nin kafasını kuma gömmesidir”.
“Bu yasak, bir mahkememizin yetkisini tüm dünya olarak görmesi nedeniyle devam etmektedir”.
İnsanlık kültürü olgulara sadece faydacı bir açıdan baksaydı bugün sadece karnını doyuran, doğal afetlerden korunan herhangi bir hayvan türünün yaşadığından farklı bir hayatı olmayan canlılar topluluğu olarak yaşamımızı sürdürüyor olurduk.
Gelişim sürecinde faydacılıktan öte bilgi altyapısına sahip olmayan insanlar yeryüzü kültürünü öğrenme, kendi ifadeleriyle “kültürlerini artırma” sürecinde çevrelerine zarar verip vermediklerini dikkate almayabiliyor. Yaptıkları şeyin zarar vermek olduğunu, ancak arkalarından gelenler tarafından mağdur edilmeye başlayacak kadar “kültürlerini artırdıklarında” anlıyor. Başkalarının yarı aç yarı tok yaşaması pahasına zengin olmak da ticari kaygıyla doğaya zarar vermek de bu kapsamda ele alınabilecek örnekler.
Demokrasinin alası biraz da, insanlar arasında bir uçurum oluşmasını önleyebilendir. Ülkemizde bu denkleştirme ters yönde oluyor. İktidar gücünü eline geçiren öteki herkesi kendi hizasına getirmeye ve ilerlemeyi kendi keyfine göre gerçekleştirmeye çalışıyor. Evet bu bir grup için sonuç veriyor ama kaybeden ülkenin kendisi oluyor.
Bugün demokrasiye en çok önem verenlerin kendi ülkelerde dijitalleşmenin getirdiği uçurumu kapatmak için onca çaba sarfetmelerinin temelinde yatan sebep de budur. Çünkü dijital uçurum da (tıpkı gelir dağılımı uçurumu gibi) kapatılmazsa yanardağ patlaması gibi illa ki bir yolunu bulup dışarı püskürecektir. Er ya da geç !
(Bildirinin Tamamı için bkz : http://blog.akgul.web.tr/ )
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1210) - Ooof Off Line Köşesi - 28 05 2010
1 yorum:
Belki duymuşsunuzdur Maliye bakanlığı Google 'a ciddi bir vergi cezası kesti..
Konunun birçok detayı var..
Bildiğim kadarı ile Youtube'un sahibi de Google ?
Ben bu tip çatışmaların sebebini ya sermaye ya da para paylaşımında aksaklık çıkmasına bağlıyorum...
Youtube acaba Google a baskı olsun diye kapatılmıs olabilirmi ?
Yorum Gönder