Pazartesi, Haziran 06, 2005

ESKİ RESİMLER ARKAPLAN OLDU!


Sanal dünya ile henüz fazla haşır neşir olmadıysanız, onun bambaşka kurallara sahip, bambaşka bir ortam olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa öyle değil. Yeryüzü kültüründen, yaşamdan bildiğimiz şeylerin aynısı sanal dünyaya da yansımakta. Kavramlar, olgular aynı. Tek fark bunlar uygulanırken kullanılan araçlar, altyapılar.

Örneğin yeryüzü kültüründe kağıda yazılan mektup var. Sanal dünyada ise e-posta denen, bunun elektronik versiyonu.

Elektronik (sanal) dünyanın bir avantajı daha var. O da doğası gereği sahip olduğu altyapının, bu tür olguları, kavramları çok çeşitli şekillerde hayata geçirme imkanını sunabilmesi.

Örneğin yeryüzü kültüründe sahip olduğunuz tüm dostlarınıza bir tebrik kartı göndermek, size nereden baksanız bir kaç güne ve önemli bir meblağa mal olacakken, sanal dünyada bunun karşılığı birkaç dakikadır. O kadar.

İstanbul Kadırga’da çocukluğumun geçtiği evlerimizin duvarına asılı olan röprodüksiyon bir tablo vardı. Padişah ya da üst düzey kişilerin kurulmuş oldukları bazı tekneler, teknelerin kürekçileri, arka planda ağaçlar, çadırlar. En geride ise fon çizgisi su kemeri vari bir yapının görüntüsü. Ya da belki de bir kalenin sur cephesi.

Bu tablo yıllarca evimizi süsledi. Ben ne bunun adını bildim ne de ressamını.

2004 yılındaki İstanbul Kitap Fuarı’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın standında bulduğum beş ciltlik gravür kolleksiyonuna sahip olunca, ciltlerin birinin içinden onun çıkacağını biliyordum.

Netekim öyle de oldu. Tablo hakkında bilgilere ulaştım. Merakımı giderdim.

Tabii aldı beni bir başka merak. Acaba bu tabloyu sanal dünyada bulabilecek miydim? Yaptığım kısa bir araştırma burada da olumlu sonuç verdi. İstanbul gravürleri konusunda etraflı bir içeriğe sahip olan http://www.azizistanbul.com/ sitesi imdadıma yetişti.

O tablo şu an bilgisayarımın arka-plan görüntüsü olarak her gün beni selamlıyor. Ben de onu her görüşümde çocukluk yıllarıma, çocukluk anılarıma dönüyorum.



Sanal dünya aslında yeryüzü kültürünün evrimleşmesi sürecindeki bir diğer halkadır. İnsanın konuşabilmesi, yazabilmesi, ekip biçebilmesi, makine yapabilmesi, uçabilmesi, uzaya çıkabilmesi gibi bu halka da onun hep daha ileri gitme içgüdüsünün doğal bir parçasıdır. Her adımda olduğu gibi bu adım da önceki adımlarla ortak özelliklere ve farklılıklara sahip olacaktır (evrimin en basit tanımı da bu değil mi zaten).

Sanal dünya, sanallaşmak, sokaktaki hayatta yapabildiğimiz sınırlı şeyleri daha fazlasıyla elektronik ortamda yapabilir hale gelmek, bir açıdan sokaktaki yaşamı olumsuz açıdan etkileyecektir.

Ray Bradbury’nin Son Yaya öyküsü okuduğumda bana ilk önce çok mantıksız gelmişti. Sokaklarda insanların dolaşması bir tarihte o kadar gereksiz bir hale gelir ki, herhangi bir suç işlememiş olsa bile, sokakta tek başına yürümekte olan asıl kahramanımız, içinde biyolojik polis olmayan bir polis arabası tarafından şüpheli olarak değerlendirilerek, karakola götürülür.

Bu öyküyü ilk okuduğumda Amerika’yı henüz görmemiştim. Görünce, bu tür bir öykü bana daha mantıklı gelmeye başladı. Sokakların yayasızlaşması süreci meğer Amerika’da çoktan başlamış.

Sanallaşmak, bu süreci belki daha da hızlandıracak. Sanal giren evden kimse çıkmaz olacak belki de.

Bugünün paradigmasına göre bu aslında çok kötü bir şey. Düşünsenize sokağa bile çıkmadan evde yaşamak. Ne kadar sıkıcı gelirdi bizlere değil mi? (Peki göçebe yaşayan atalarımız da tarımın ilk yapılmaya başladığı dönemlerde, bir yere bağlı yaşamayı böyle değerlendirmemiş olabilirler mi?)

Evrim, aslında gelişmeyi zamana yayarak daha tolere edilebilir hale getiriyor. Bir kerede maruz kaldığımızda kabul edemeyeceğimiz şoku zamana yayarak küçük dozlarda alıyoruz ve bu bizi rahatsız etmiyor. Bu yargı doğal olarak evrimin arzu edilmeyen bir olgu gibi değerlendirilmesi anlamına gelebilir. Madem kabulü bu kadar meşakkatli.


Oysa süreç-sonuç ilişkisi açısından baktığımız sadece bu tür toplumsal olgular değil, yaşamdaki pek çok öge benzer bir etkileşime maruz bırakıyor bizi. Pink Floyd The Wall filmindeki sevimsiz okul müdürünü şu çığlığı kulaklarımda yankılanıyor : “Etini yemezsen, tatlını vermem”.

Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki, Ooof Off Line köşeşinde yayınlanmıştır (04 06 2005)

Hiç yorum yok: