Kişisel gelişim seminerlerinde, eğitimlerde kullanılan beylik bir öykü vardır: Bir akvaryumun içine bir büyük bir de küçük balık koymuşlar ve bunları ortadan bir cam ile birbirinden ayırmışlar. Büyük balık, küçüğü her görüşünde ona saldırmış ve görünmez bir engel nedeniyle (aradaki cam) bunu başaramamış. Bir süre sonra artık büyük balık saldırmaktan vazgeçince aradaki camı kaldırmışlar. Küçük balık büyüğün yanından geçerken bile büyük balık ona saldırmamış.
Çünkü öğrenmiş olduğu bir şey (acizlik) var: Ne kadar saldırırsa saldırsın, küçüğü yutamıyor!
Bizim eğitim sistemimiz ve toplumsal kurallarımız da tıpkı o aradaki cam gibi zihinlerimizin daha gençken yaratıcılıktan, sorgulamaktan, araştırmacı olmaktan “kaçınmamızı” sağlamış. Şimdi birer yetişkin olarak her ne kadar her sabah okula gitmiyorsak da, yaşamımızla ilgili bir karar verirken yanımızda kimse bulunmuyorsa da aradaki o görünmez cam sayesinde, yaşamlarımızı sorgulayarak, araştırarak, yaratıcı bir şekilde yaşayamıyoruz.
Acizlik hepimize öğretilmiş!
Ve bu acizliği öğrenmiş insanlar olarak karşımızda 21. yüzyılın dev olgusu: Bilgi Toplumu.
Şimdi bunun doğal sonuçlarına bakalım:
* Ülkemizde internete erişen nüfus oranı çok düşük
* Sağolsun popüler medya sayesinde internet daha hala uyuşturucu ile, marjinal kitle harekeleri ile bir tutuluyor
* Internet konusunda bir gurunun gelip bize ne yapmamız gerektiğini anlatmasını bekliyoruz
* O guru büyük bir olasılıkla kendisine gelen e-postaları sekreteri ya da yardımcısı tarafından kağıda dökülerek önüne getirilen büyüklerimizden biri olacak
Ünlü Pareto Kuralı’na göre 20 kişi 80 kişiyi yönetir. Bizim ülkemizdeki sorun ise sanırım nüfusla orantıladığımızda henüz o 20 kişiyi bulamamış olmamız. Tökezlememiz bundandır. 82 sene önce cumhuriyeti kurup, bireylere kendi kaderini kendin tayin et demişiz; bireyler bugün kalkıp kendisinin yerine karar verecek en tutucu grupların peşinden gidiyor.
Beri yanda bu modeli benimsemiş yönetim kadrosu Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak. Bunu bekliyoruz. Daha çok bekleriz.
Yıllar önce şahit olduğum bir yeniden yapılandırma çalışmasında yaşadığım paradoksa benziyor bu: Devasa bir proje. Herşey değişecek. Personel içinde müthiş bir gerginlik. Bakalım bu yepyeni şey ne olacak merakı ile herkes ilk toplantıya gitti. İlk toplantıda altmışlı yaşlarında bir danışman kürsünün başına geçip, değişimin yol haritasını anlattı.
Bunda ne var diyorsanız, bu tür şeylerin insanları nasıl etkilediği konusunu bir kez daha düşünün. ABD Başkanı’nın boyu, bizim başbakanımızın boyundan kısa diye Sn. Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde kameraların karşısına oturarak çıktıklarını anımsayın!
Bu kısır döngüyü ortadan delen bir olgu son dönemde toplumun tamamı ile ilgili olmasa bile marjinal gruplar içinde tohum vermeye başladı. Bugün biz daha hala özellikle fiziksel ulaşım engelleri olan doğu illerimize internet gibi bir altyapının ilaç gibi geleceğini “aklımızın ucundan bile geçirmezken”, o illerimizin bazılarında, kendi imkanları (?) ile organizasyonlar düzenleyen sivil toplum örgütleri (?) elli yaşındaki kadınları bilgisayarın başına oturtmayı başardı.
Beşbin kişilik bir organizasyonda bile organizasyonel değerleri değiştirmek, kültürel değişiklik sağlamak beş-on yıl sürerken milyonlarca vatandaşın yaşadığı bir ülkede bu türden bir değişimi sağlamak ne yazık ki akşamdan sabaha olmuyor.
O halde şunları tespit etmek gerekir: Cumhuriyet 82 sene önce kuruldu ama kurulan devletin sınırları içinde kalan insanların hemen hepsinin ondan önceki 600 senelik dönemden dolayı her boydaki yöneticileriyle bir hesabı var (bana inanmıyorsanız masallarımızı okuyun, türkülerimizi dinleyin)
Çok doğal olarak bu hesaplaşmanın ezikliğini yaşarken bir de cumhuriyet yönetimlerinin kendi ideolojik ya da kişisel çıkarlarından dolayı iki ileri bir geri hareketini de ekleyin ve insanlarımızın durumunu buna göre yorumlayın.
Aklıma gelen tek çözüm şu: Körü körüne tek bir şeye inanalım (birey olarak): Kendimizi sadece kendimiz kurtarabiliriz. Kimseye bel bağlamayalım. Bu kurtarma sürecinde de şu an bugünün dünyasındaki en güçlü silah (doğru, etik vb demiyorum) teknoloji.
Yoksa kimin hain olup olmadığını tartışmak değil!
Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (06 08 2005)
Çünkü öğrenmiş olduğu bir şey (acizlik) var: Ne kadar saldırırsa saldırsın, küçüğü yutamıyor!
Bizim eğitim sistemimiz ve toplumsal kurallarımız da tıpkı o aradaki cam gibi zihinlerimizin daha gençken yaratıcılıktan, sorgulamaktan, araştırmacı olmaktan “kaçınmamızı” sağlamış. Şimdi birer yetişkin olarak her ne kadar her sabah okula gitmiyorsak da, yaşamımızla ilgili bir karar verirken yanımızda kimse bulunmuyorsa da aradaki o görünmez cam sayesinde, yaşamlarımızı sorgulayarak, araştırarak, yaratıcı bir şekilde yaşayamıyoruz.
Acizlik hepimize öğretilmiş!
Ve bu acizliği öğrenmiş insanlar olarak karşımızda 21. yüzyılın dev olgusu: Bilgi Toplumu.
Şimdi bunun doğal sonuçlarına bakalım:
* Ülkemizde internete erişen nüfus oranı çok düşük
* Sağolsun popüler medya sayesinde internet daha hala uyuşturucu ile, marjinal kitle harekeleri ile bir tutuluyor
* Internet konusunda bir gurunun gelip bize ne yapmamız gerektiğini anlatmasını bekliyoruz
* O guru büyük bir olasılıkla kendisine gelen e-postaları sekreteri ya da yardımcısı tarafından kağıda dökülerek önüne getirilen büyüklerimizden biri olacak
Ünlü Pareto Kuralı’na göre 20 kişi 80 kişiyi yönetir. Bizim ülkemizdeki sorun ise sanırım nüfusla orantıladığımızda henüz o 20 kişiyi bulamamış olmamız. Tökezlememiz bundandır. 82 sene önce cumhuriyeti kurup, bireylere kendi kaderini kendin tayin et demişiz; bireyler bugün kalkıp kendisinin yerine karar verecek en tutucu grupların peşinden gidiyor.
Beri yanda bu modeli benimsemiş yönetim kadrosu Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak. Bunu bekliyoruz. Daha çok bekleriz.
Yıllar önce şahit olduğum bir yeniden yapılandırma çalışmasında yaşadığım paradoksa benziyor bu: Devasa bir proje. Herşey değişecek. Personel içinde müthiş bir gerginlik. Bakalım bu yepyeni şey ne olacak merakı ile herkes ilk toplantıya gitti. İlk toplantıda altmışlı yaşlarında bir danışman kürsünün başına geçip, değişimin yol haritasını anlattı.
Bunda ne var diyorsanız, bu tür şeylerin insanları nasıl etkilediği konusunu bir kez daha düşünün. ABD Başkanı’nın boyu, bizim başbakanımızın boyundan kısa diye Sn. Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde kameraların karşısına oturarak çıktıklarını anımsayın!
Bu kısır döngüyü ortadan delen bir olgu son dönemde toplumun tamamı ile ilgili olmasa bile marjinal gruplar içinde tohum vermeye başladı. Bugün biz daha hala özellikle fiziksel ulaşım engelleri olan doğu illerimize internet gibi bir altyapının ilaç gibi geleceğini “aklımızın ucundan bile geçirmezken”, o illerimizin bazılarında, kendi imkanları (?) ile organizasyonlar düzenleyen sivil toplum örgütleri (?) elli yaşındaki kadınları bilgisayarın başına oturtmayı başardı.
Beşbin kişilik bir organizasyonda bile organizasyonel değerleri değiştirmek, kültürel değişiklik sağlamak beş-on yıl sürerken milyonlarca vatandaşın yaşadığı bir ülkede bu türden bir değişimi sağlamak ne yazık ki akşamdan sabaha olmuyor.
O halde şunları tespit etmek gerekir: Cumhuriyet 82 sene önce kuruldu ama kurulan devletin sınırları içinde kalan insanların hemen hepsinin ondan önceki 600 senelik dönemden dolayı her boydaki yöneticileriyle bir hesabı var (bana inanmıyorsanız masallarımızı okuyun, türkülerimizi dinleyin)
Çok doğal olarak bu hesaplaşmanın ezikliğini yaşarken bir de cumhuriyet yönetimlerinin kendi ideolojik ya da kişisel çıkarlarından dolayı iki ileri bir geri hareketini de ekleyin ve insanlarımızın durumunu buna göre yorumlayın.
Aklıma gelen tek çözüm şu: Körü körüne tek bir şeye inanalım (birey olarak): Kendimizi sadece kendimiz kurtarabiliriz. Kimseye bel bağlamayalım. Bu kurtarma sürecinde de şu an bugünün dünyasındaki en güçlü silah (doğru, etik vb demiyorum) teknoloji.
Yoksa kimin hain olup olmadığını tartışmak değil!
Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (06 08 2005)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder