Beynimizdeki ve kalbimizdeki yaraları artık birer gizli hazine olarak görmeyelim. Onlar ancak paylaştıkça bir hazine haline gelebilir. Paylaşılan bilgi azalmaz çoğalır. Küçültmez yüceltir.
Bireylerin kendini doğrudan ifade etmesinde sanal dünyadan azami istifade etmesinde 2002 yılı önemli bir dönemeç olarak ele alınıyor. Teknolojik konulardaki eğilimleri, moda akımları fiziksel dünyadaki eğilimlerden izole ederek irdelediğimizde her zaman anlamlı tanımlar, açıklamalar bulamayabiliyoruz.
Ancak blogosferin böyle bir dönemde oluşmaya başlaması ile 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör saldırısının sonrasında dünyanın içine girmiş olduğu yeni evrenin irtibatlandırılması pek de hatalı olmasa gerek.
Devletler daha totoliter bir yönetim modeline başvurmak zorunda kaldılar ve bunun sonucu olarak yaşların yanında haksız yere yanan kurular, belki de bunun direkt ve dolaylı (olumsuz) sonuçlarını kendi bireysel yaşamlarında daha derinden hissetmeye başladılar; yaşadılar.
Buna karşılık olarak da kendilerini sanal dünyaya attılar. Bloglar patladı.
Bugün 2008 yılında blogosfer diye adlandırılan blog dünyası artık içinde ne ararsanız bulunan bir dijital ekosistem halini almıştır ve bu sayede de yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi de bir blogun okunmasının, popüler olmasının nasıl sağlanacağı hakkındadır.
Blogosfer o denli büyüdü ki artık sadece blog dünyasıyla sınırlı arama yapma imkanları ortaya çıktı. Herhangi bir konuda Google’un blog arama ortamında bir arama yapın, karşınıza yüzlerce binlerce blog çıkacaktır.
Bloglar bugün söyleyecek bir sözü olan herkesin sahip olması gereken, zamanından başka harcayacak hiçbir şeye gerek duymayan ücretsiz sanal bir imkan. Öte yandan bir blogun okunurluluğunun sağlanması için de yeni araçlar ortaya çıkmış durumda.
Öncelikle blogun sürekli güncel kalması gerekmekte. Periyodu ne olursa olsun, düzenli olarak blogunuzu güncel tutmanız “olmazsa olmaz” koşullardan bir tanesidir. Artık bloglar sadece yazı yazma ile sınırlı birer ortam olmaktan çıktı. Örneğin çektiğiniz fotoğrafları da bloglarınıza ekleyebilir ya da flickr gibi fotoğraf paylaşım ortamlarıyla blogunuzu birbirine bağlayabilirsiniz. Yani flickr sitesine yüklediğiniz fotoğraflarınızı blogger.com sitesindeki blogunuzda gösterebilirsiniz; ikinci kere yükleme yapmadan. O nedenle yazı yazmayı sevmiyor olmak artık blog sahibi olmama sürecinde bir bahane olmaktan çıktı.
Okunurluluğu sağlayacak önemli konulardan birisi de blogun technorati.com gibi blog uzmanı sitelerden erişilebilir hale getirilmesi. Bu imkan eskiden web sitelerinin kendilerini yahoo.com arama sitesine eklemesinin blogcası. Bu tür blog arama sitelerine kendi blogunuzu tanıttığınızda blogunuzla ilgili okunurluk ve referans gösterme türü konularda istatistiki bilgilere ulaşabiliyorsunuz.
Türkçe’yi blogunuzun okunurluluğu açısından bir sorun olarak görüyorsanız yeniden düşünün. Çünkü 2008 yılında siberuzayda en çok kullanılan dillerden bir tanesi de örneğin Farsça. Demek ki İngilizce dışındaki dillerin de internette bir şansı var.
eBay’in yakın zamanda yapmış olduğu bir araştırmaya göre bugün Türkiye’de 7,5 milyon ADSL abonesi 26 milyon internet kullanıcı var. Bunları iyimser rakamlar olarak düşünsek bile bugün Türkiye internet kullanıcısı açısından dünyanın onbirinci ülkesi konumunda.
Böyle bir hacimden taş üstüne taş koyan blogların çıkmasını beklemek hayal olmasa gerek. Tabii taş üstüne taş koymayı pratik metrikler açısından tanımlıyorum. Yani Türkçe blogların global istatistiklere girebilecek düzeyde trafik çekebilmesi.
Şu an ülkemizde blog-kavramının-keşfedilmesi halkası dışında eksik bir şey kalmamış durumdadır. Bilgisayarsa bilgisayar, internet kullanımı ise internet kullanımı, ucuza ADSL erişimi ise ucuza ADSL erişimi. Hatta ve hatta konuşma ihtiyacı ise konuşma ihtiyacı.
Sadece 12 Eylül sonrası sendromu bile bloglara taşınsa sanırım 2009 yılında yapılacak blogosfer istatistiklerinde Türkçe bloglar da dünya çapında istatistiklere girmeyi başarır. Bugüne dek bu tür konularda açık iletişim kurmayı tu-kaka olarak damgalamış olan birinci elden tanıklarda yavaş yavaş gözlenmekte olan tavır değiştirme süreci belki de bir umut ışığı olabilir.
Beynimizdeki ve kalbimizdeki yaraları artık birer gizli hazine olarak görmeyelim. Onlar ancak paylaştıkça bir hazine haline gelebilir. Paylaşılan bilgi azalmaz çoğalır. Küçültmez yüceltir.
Bireylerin kendini doğrudan ifade etmesinde sanal dünyadan azami istifade etmesinde 2002 yılı önemli bir dönemeç olarak ele alınıyor. Teknolojik konulardaki eğilimleri, moda akımları fiziksel dünyadaki eğilimlerden izole ederek irdelediğimizde her zaman anlamlı tanımlar, açıklamalar bulamayabiliyoruz.
Ancak blogosferin böyle bir dönemde oluşmaya başlaması ile 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör saldırısının sonrasında dünyanın içine girmiş olduğu yeni evrenin irtibatlandırılması pek de hatalı olmasa gerek.
Devletler daha totoliter bir yönetim modeline başvurmak zorunda kaldılar ve bunun sonucu olarak yaşların yanında haksız yere yanan kurular, belki de bunun direkt ve dolaylı (olumsuz) sonuçlarını kendi bireysel yaşamlarında daha derinden hissetmeye başladılar; yaşadılar.
Buna karşılık olarak da kendilerini sanal dünyaya attılar. Bloglar patladı.
Bugün 2008 yılında blogosfer diye adlandırılan blog dünyası artık içinde ne ararsanız bulunan bir dijital ekosistem halini almıştır ve bu sayede de yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi de bir blogun okunmasının, popüler olmasının nasıl sağlanacağı hakkındadır.
Blogosfer o denli büyüdü ki artık sadece blog dünyasıyla sınırlı arama yapma imkanları ortaya çıktı. Herhangi bir konuda Google’un blog arama ortamında bir arama yapın, karşınıza yüzlerce binlerce blog çıkacaktır.
Bloglar bugün söyleyecek bir sözü olan herkesin sahip olması gereken, zamanından başka harcayacak hiçbir şeye gerek duymayan ücretsiz sanal bir imkan. Öte yandan bir blogun okunurluluğunun sağlanması için de yeni araçlar ortaya çıkmış durumda.
Öncelikle blogun sürekli güncel kalması gerekmekte. Periyodu ne olursa olsun, düzenli olarak blogunuzu güncel tutmanız “olmazsa olmaz” koşullardan bir tanesidir. Artık bloglar sadece yazı yazma ile sınırlı birer ortam olmaktan çıktı. Örneğin çektiğiniz fotoğrafları da bloglarınıza ekleyebilir ya da flickr gibi fotoğraf paylaşım ortamlarıyla blogunuzu birbirine bağlayabilirsiniz. Yani flickr sitesine yüklediğiniz fotoğraflarınızı blogger.com sitesindeki blogunuzda gösterebilirsiniz; ikinci kere yükleme yapmadan. O nedenle yazı yazmayı sevmiyor olmak artık blog sahibi olmama sürecinde bir bahane olmaktan çıktı.
Okunurluluğu sağlayacak önemli konulardan birisi de blogun technorati.com gibi blog uzmanı sitelerden erişilebilir hale getirilmesi. Bu imkan eskiden web sitelerinin kendilerini yahoo.com arama sitesine eklemesinin blogcası. Bu tür blog arama sitelerine kendi blogunuzu tanıttığınızda blogunuzla ilgili okunurluk ve referans gösterme türü konularda istatistiki bilgilere ulaşabiliyorsunuz.
Türkçe’yi blogunuzun okunurluluğu açısından bir sorun olarak görüyorsanız yeniden düşünün. Çünkü 2008 yılında siberuzayda en çok kullanılan dillerden bir tanesi de örneğin Farsça. Demek ki İngilizce dışındaki dillerin de internette bir şansı var.
eBay’in yakın zamanda yapmış olduğu bir araştırmaya göre bugün Türkiye’de 7,5 milyon ADSL abonesi 26 milyon internet kullanıcı var. Bunları iyimser rakamlar olarak düşünsek bile bugün Türkiye internet kullanıcısı açısından dünyanın onbirinci ülkesi konumunda.
Böyle bir hacimden taş üstüne taş koyan blogların çıkmasını beklemek hayal olmasa gerek. Tabii taş üstüne taş koymayı pratik metrikler açısından tanımlıyorum. Yani Türkçe blogların global istatistiklere girebilecek düzeyde trafik çekebilmesi.
Şu an ülkemizde blog-kavramının-keşfedilmesi halkası dışında eksik bir şey kalmamış durumdadır. Bilgisayarsa bilgisayar, internet kullanımı ise internet kullanımı, ucuza ADSL erişimi ise ucuza ADSL erişimi. Hatta ve hatta konuşma ihtiyacı ise konuşma ihtiyacı.
Sadece 12 Eylül sonrası sendromu bile bloglara taşınsa sanırım 2009 yılında yapılacak blogosfer istatistiklerinde Türkçe bloglar da dünya çapında istatistiklere girmeyi başarır. Bugüne dek bu tür konularda açık iletişim kurmayı tu-kaka olarak damgalamış olan birinci elden tanıklarda yavaş yavaş gözlenmekte olan tavır değiştirme süreci belki de bir umut ışığı olabilir.
Beynimizdeki ve kalbimizdeki yaraları artık birer gizli hazine olarak görmeyelim. Onlar ancak paylaştıkça bir hazine haline gelebilir. Paylaşılan bilgi azalmaz çoğalır. Küçültmez yüceltir.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 04 07 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder