Perşembe, Mart 13, 2008

AZ SEÇİLEN YOLDAN GİDEBİLMEK


Akil insanların takınacağı iki farklı tavır olabilir. Ya dogmaların benimsenmesinin kolay olmasından istifade edecek ve kendi çevresinde kendi yığınını oluşturacak. Ya da kıyıya vurmuş deniz yıldızlarını tek tek denize atarak o birkaçı için bile olsa hayatlarını değiştirmeyi başarabilmiş öykü kahramanı misali zor yolu seçecek.

Internet, işin magazin yanını bir kenara bırakırsak, bireyleri ve toplumları kökten değiştirebilecek lojistik bir imkan. Bu imkanın faydalarını ancak bir işimizi görmede internetten istifade ettiğimizde, az da olsa, anlayabiliyoruz.

Oysa internetin potansiyeli kitap satın alma, uçak bileti rezervasyonu yapma, iki bireyin birbiri ile eşzamanlı olarak iletişim kurmasını sağlamanın da ötesindesindedir.

Bu gizilgücü daha çok birey ve daha çok toplum ne zaman ya da nasıl keşfedecekler? Şu an internet altyapısının gelişimi coğrafyaya göre ya devletlerin ya da çokuluslu şirketlerin tekelinde. Örneğin eğer Türkiye’de ADSL altyapısına geçiş süreci yaşanmasaydı internete erişen hane ve kişi sayısı hala sınırlı sayıda kalacaktı.

Ülkemizde bir yanda bu tür geleceğe dönük yatırımlar yapılırken diğer yanda güncel toplumsal meselelerimize baktığımızda karşımıza çıkan paradoks oldukça düşündürücü. Bir yanda evlere hızlı internet getiriyoruz, diğer yanda kadınların giyim kuşamıyla uğraşıyoruz. Ya da milyonlarca ölçüsü ile ifade edilen genç nüfusumuz varken bu gençlere eğitim götürme süreçlerinde internetten istifade edemiyoruz.

Medyanın da zorlamasıyla kamuoyu o denli suyun üstünde kalan resme bakarak yargılamada bulunmak zorunda bırakıluyor ki asıl meselelerimizin ne olduğunu bile unutmuş durumdayız.

Türkiye’de dileyen herhangi bir vatandaşın dini vecibelerini yerine getirmesi ne zaman engellendi? Ne zaman camilerin önüne barikatlar kuruldu? Ne zaman kelime-i şahadet getirmek isteyen susturuldu?

Türkiye’de hangi bireyin giyimine kuşamına karışıldı ki bu sorunu çözmek en üst düzeyde kurum olan siyasi partiler tarafından çözülmesi gereken bir sorun haline geldi?

Demokrasi ne zaman çoğunluğu ele geçirenin dilediğini yapma özgürlüğü anlamına geldi?

Yüzde yirmilere varan faiz ile ayakta duran bir para birimi ne zaman dünyanın en değerli parası oldu?

Oyunu, siyasi görüşünü, onurunu Türk vatandaşları ne zaman bir torba kömüre, bir tas sıcak çorbaya satar oldu?

Internet gibi imkanlar böyle bir profilde tanımlanabilecek halk kitleleri için mi bir kurtuluş olacak?

Hayır !

Ne yazık ki içi giderek boşaltılan, incir çekirdeğini doldurmayan konulara kafayı takan bireyler topluluğu için dünyanın en güçlü silahı bile bir işe yaramaz.

Bağnazlık ya da dogmatizmin yeşerdiği ortam da işte bu özelliklere sahip insanların bulunduğu yığınlar değil mi? Birey (ya da toplum) zaman geçtikçe yaşamını oluşturan etmenler konusunda belli bir merciye ya da kişiye bağımlı oldukça giderek aciz bir birey (ya da toplum) haline gelir.

Ondan sonra da karşısına her problem çıkışında o merciye başvurur: “Ne yapayım” diye. Aldığı cevaplar da sorgulanamaz gerçekler olarak zihnine kazınır. Ne zaman ki o soru gündeme gelir. Papağan gibi aynı cevabı, aynı tepkiyi tekrarlar.

Akil insanların böyle bir durum karşısında takınacağı iki farklı tavır olabilir. Ya bundan istifade edecek ve kendi çevresinde kendi yığınını oluşturacak. Ya da kıyıya vurmuş deniz yıldızlarını tek tek denize atarak o birkaçı için bile olsa hayatlarını değiştirmeyi başarabilmiş öykü kahramanı misali zor yolu seçecek.

Internet bir araç olarak ne yazık ki ondan kim istifade etmeye kalkarsa ona yardımcı olacaktır. Burada medet araçta değil, aracı kullanma amacını belirleyen zihinlerde.

Sorunlarımıza çözüm arıyorsak, araçlara bel bağlamayalım. O araçları en iyi nasıl kullanabiliriz; zamanımızı en çok bu soruyu çözümlemeye ve sağlıklı sonuçlara üretmeye adayalım.

Son sözü Robert Frost söylesin:

Ormanda yol ikiye ayrılıyordu ve ben
Ben daha az gidilen yolu seçtim
Ve bütün farkı yaratan da buydu

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 29 02 2008

Hiç yorum yok: