İçinde bulunduğumuz çağda el emeği yerine beyin emeğinin daha değerli hale gelmesi sadece bu emeğin sonuçları itibariyle anlamlı olmayacak. Öte yandan o sonuçları üreten beyinsel güçte de gelişmeler kaydedilecek. İnsanın ideolojik evrimi tamamlanmış olabilir ama beyinsel evrimi bu anlamda bakıldığında daha yeni başlıyor.
Francis Fukuyama; ilk basıldığında dünya çapında ses getiren Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabında özetin özeti olarak soğuk savaş döneminin bitmesi üzerine tarihin de sonunun geldiğine işaret ediyor ve bunu “insanoğlunun ideolojik evrimiyle batı tipi liberal demokrasinin insanlık hükümeti formunda evrenselleşerek sona ermesi”ne eşitliyordu.
Evrensellik olgusunun globallik düzeyine indirilmiş olması bir yana (dünya dışında hangi gelişmiş canlı formlarının yaşadığı başka gezegenler bulundu ve orada da aynı süreçlerin yaşandığı görüldü ki evrensel deniyor) diyalektik açıdan bir şeyin sona ermesi aslında başka bir şeyin de başlaması anlamına gelir.
Yine de yukarıda anılan kitabın açtığı tartışmalar daha ziyade biten şey üzerine odaklandığından yeni başlayan şeyin ne olduğu ya da ne olabileceği konusunda fazla bir değerlendirme yapılmadı ya da yapıldıysa da fazla ilgi çekmedi.
Yeni başlayan şeyin ne olduğunu belli bir süre tespit edememiş olmak, bilmiyor olmak, onun başlamadığı anlamına gelmez. Olsa olsa algılanamadığının bir göstergesidir.
Öte yandan bu konu açısından bakıldığında yeni başlamakta olan şey hakkında da dünya kültürünün elinde çok somut göstergeler de yok değildir. Hem kitabın basıldığı 90lı yıllarda hem de (artarak) bugün.
Yeni başlamakta olan şey özellikle 70li yıllardaki buluşlarla ivmelenen ve bugün dijital kültür, bilgi toplumu, ağ toplumu gibi terimlerle açıklanan bilgi çağı dönemidir.
Fukuyama’nın sona erdirdiği tarih aslında daha önce bir kez daha sona ermişti. O ilk evre insanoğlunun doğaya hakim olma sürecinin tarihiydi. O tarihi sona erdiren gelişme de 18. yüzyıldan itibaren başlayan ve buhar ve elektriğin icadı gibi iki temel buluş çerçevesinde iki aşamalı olarak ele alınabilecek “sanayi devrimi”dir.
Sanayi devrimi sayesinde insanoğlu doğa mücadelesinde roller değişti. Artık zayıf olan taraf doğa oldu; insan değil.
90lı yıllar itibariyle siyasi arenada doğu blokunun yıkılması, kültürel alanda ise bilişim teknolojilerinin yükselmesi sayesinde bu ikinci evrenin de sonu geldi. Bu açıdan değerlendirildiğinde tarihin sonu olgusundan bahsedilebilir.
Ancak tıpkı sanayi devriminde olduğu gibi içinde bulunduğumuz bilgi çağında da tarih olgusu ortadan kalkmadı. Sadece üstündeki giysileri ikinci kez değiştirdi ve üçüncü kostümlerini giymiş oldu.
Bilgi çağına dek insanoğlu fizyolojik eksikliklerini keşfedip, bu yanını güçlendirdi. Bu çerçevede yeryüzü kültürüne yön veren tüm olgular incelendiğinde bu güçlenme sürecinin etkilerini, izlerini, sonuçlarını görmek mümkündür. Liberal demokrasi ya da insanoğlu devleti olguları bu bağlamda adreslenebilir.
Bilgi çağının başında insanoğlu fizyolojik olarak eksikliklerini kapatmış durumdadır. En azından bilinen rakibi olan doğaya karşı. Bu husus çok önemli. Çünkü insanoğlu doğa dışından gelebilecek tehditlerin ne olduğu konusunda herhangi bir deneyime sahip değil; o nedenle de dünya dışından gelebilecek hangi olası tehditler karşısında ne kadar güçlü olduğunu aslında bilmiyor.
Çapı dünya ile sınırlı tutmaya devam edersek, bilgi çağında insanoğlunun keşfetmesi ve kapatması gereken eksiklikler zihinsel süreçlerle ilgili olacaktır. Bilgi Çağı denmesi bu bağlamda da irdelendiğinde boşuna değil. Bundan önceki dönemlerde bilgi bir araç olarak yerini alıyordu bundan sonra ise bilgi hem araç hem de amaç olacak.
İçinde bulunduğumuz çağda el emeği yerine beyin emeğinin daha değerli hale gelmesi sadece bu emeğin sonuçları itibariyle anlamlı olmayacak. Öte yandan o sonuçları üreten beyinsel güçte de gelişmeler kaydedilecek. İnsanın ideolojik evrimi tamamlanmış olabilir ama beyinsel evrimi bu anlamda bakıldığında daha yeni başlıyor.
Beyinsel sürecin bu anlamdaki evrimi belki de insanoğlunu doğadan daha da uzaklaştıracak. Binyılların sonucunda beyne ve onun aracılığıyla fizyolojisine kazınmış olan “gereksiz” parçalar ya yok olacak ya da olumlu anlamda gelişecek. Belki de bu sayede insanın doğasında yer alan yıkma arzusu ortadan kalkacak. Ancak belki yine bu sayede insanın duygusal yönleri de yavaş yavaş körelecek.
Ortaya çıkacak yeni insan ne kadar “insan” olarak adlandırılacak ya da bugün makine diye bildiğimiz aygıttan ne kadar ayırt edilebilecek; bilinmez.
Francis Fukuyama; ilk basıldığında dünya çapında ses getiren Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabında özetin özeti olarak soğuk savaş döneminin bitmesi üzerine tarihin de sonunun geldiğine işaret ediyor ve bunu “insanoğlunun ideolojik evrimiyle batı tipi liberal demokrasinin insanlık hükümeti formunda evrenselleşerek sona ermesi”ne eşitliyordu.
Evrensellik olgusunun globallik düzeyine indirilmiş olması bir yana (dünya dışında hangi gelişmiş canlı formlarının yaşadığı başka gezegenler bulundu ve orada da aynı süreçlerin yaşandığı görüldü ki evrensel deniyor) diyalektik açıdan bir şeyin sona ermesi aslında başka bir şeyin de başlaması anlamına gelir.
Yine de yukarıda anılan kitabın açtığı tartışmalar daha ziyade biten şey üzerine odaklandığından yeni başlayan şeyin ne olduğu ya da ne olabileceği konusunda fazla bir değerlendirme yapılmadı ya da yapıldıysa da fazla ilgi çekmedi.
Yeni başlayan şeyin ne olduğunu belli bir süre tespit edememiş olmak, bilmiyor olmak, onun başlamadığı anlamına gelmez. Olsa olsa algılanamadığının bir göstergesidir.
Öte yandan bu konu açısından bakıldığında yeni başlamakta olan şey hakkında da dünya kültürünün elinde çok somut göstergeler de yok değildir. Hem kitabın basıldığı 90lı yıllarda hem de (artarak) bugün.
Yeni başlamakta olan şey özellikle 70li yıllardaki buluşlarla ivmelenen ve bugün dijital kültür, bilgi toplumu, ağ toplumu gibi terimlerle açıklanan bilgi çağı dönemidir.
Fukuyama’nın sona erdirdiği tarih aslında daha önce bir kez daha sona ermişti. O ilk evre insanoğlunun doğaya hakim olma sürecinin tarihiydi. O tarihi sona erdiren gelişme de 18. yüzyıldan itibaren başlayan ve buhar ve elektriğin icadı gibi iki temel buluş çerçevesinde iki aşamalı olarak ele alınabilecek “sanayi devrimi”dir.
Sanayi devrimi sayesinde insanoğlu doğa mücadelesinde roller değişti. Artık zayıf olan taraf doğa oldu; insan değil.
90lı yıllar itibariyle siyasi arenada doğu blokunun yıkılması, kültürel alanda ise bilişim teknolojilerinin yükselmesi sayesinde bu ikinci evrenin de sonu geldi. Bu açıdan değerlendirildiğinde tarihin sonu olgusundan bahsedilebilir.
Ancak tıpkı sanayi devriminde olduğu gibi içinde bulunduğumuz bilgi çağında da tarih olgusu ortadan kalkmadı. Sadece üstündeki giysileri ikinci kez değiştirdi ve üçüncü kostümlerini giymiş oldu.
Bilgi çağına dek insanoğlu fizyolojik eksikliklerini keşfedip, bu yanını güçlendirdi. Bu çerçevede yeryüzü kültürüne yön veren tüm olgular incelendiğinde bu güçlenme sürecinin etkilerini, izlerini, sonuçlarını görmek mümkündür. Liberal demokrasi ya da insanoğlu devleti olguları bu bağlamda adreslenebilir.
Bilgi çağının başında insanoğlu fizyolojik olarak eksikliklerini kapatmış durumdadır. En azından bilinen rakibi olan doğaya karşı. Bu husus çok önemli. Çünkü insanoğlu doğa dışından gelebilecek tehditlerin ne olduğu konusunda herhangi bir deneyime sahip değil; o nedenle de dünya dışından gelebilecek hangi olası tehditler karşısında ne kadar güçlü olduğunu aslında bilmiyor.
Çapı dünya ile sınırlı tutmaya devam edersek, bilgi çağında insanoğlunun keşfetmesi ve kapatması gereken eksiklikler zihinsel süreçlerle ilgili olacaktır. Bilgi Çağı denmesi bu bağlamda da irdelendiğinde boşuna değil. Bundan önceki dönemlerde bilgi bir araç olarak yerini alıyordu bundan sonra ise bilgi hem araç hem de amaç olacak.
İçinde bulunduğumuz çağda el emeği yerine beyin emeğinin daha değerli hale gelmesi sadece bu emeğin sonuçları itibariyle anlamlı olmayacak. Öte yandan o sonuçları üreten beyinsel güçte de gelişmeler kaydedilecek. İnsanın ideolojik evrimi tamamlanmış olabilir ama beyinsel evrimi bu anlamda bakıldığında daha yeni başlıyor.
Beyinsel sürecin bu anlamdaki evrimi belki de insanoğlunu doğadan daha da uzaklaştıracak. Binyılların sonucunda beyne ve onun aracılığıyla fizyolojisine kazınmış olan “gereksiz” parçalar ya yok olacak ya da olumlu anlamda gelişecek. Belki de bu sayede insanın doğasında yer alan yıkma arzusu ortadan kalkacak. Ancak belki yine bu sayede insanın duygusal yönleri de yavaş yavaş körelecek.
Ortaya çıkacak yeni insan ne kadar “insan” olarak adlandırılacak ya da bugün makine diye bildiğimiz aygıttan ne kadar ayırt edilebilecek; bilinmez.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 02 01 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder