Üç tane düşmüş kendi düşmüşlüklerini unutmak ve unutturmak için bugün internete zehirlerini şırınga ediyor. Geriye kalanlarımız ise bu konuda bir şey yapmakla sorumlu olduğumuzu bile düşünemiyor.
Eskiden İstanbul’daki hayat kadınlarının en son durağı köprü altı olurmuş. Köprü altına düşmek diye bir ifade kullanılırdı. Bugün zaman zaman buna benzer bir ifade internet için kullanılıyor.
Internetin kalitesizliğini, inanılırlılığı olmadığını göstermek üzere “internete düşmek”ten bahsediliyor. Bir bilgi internete düşmüşse onun doğruluğundan ya da orijinalliğinden şüphelenmek gerek yani.
Bir yandan baktığımızda internet “çağımızın rönesansı” olarak en büyük kaynak ya da fırsat şeklinde lanse edilirken diğer yanda “internete düşmek”ten korkanlar, çekinenlerin bakış açısı ve bu açının yönlendirdiği insanlar.
Internete acaba neden düşülüyor? Biraz irdelemekte fayda var. Bu olguyu irdelediğimizde aslında internetle ilgisi olmayan pek çok olgu için de benzer bir yaklaşım ve değersizleştirme metodunun geçerli olduğunu da tespit edersek, şaşırmayın!
Yeni bir olgu ortaya çıktığında bir kısmımız öncelikle yapılan şey herhangi bir donanıma, bilgi birikimine sahip olmadan ve herhangi bir temel eğitim alma gereği duymadan bodoslama “nedir bu zamazingo?” diye ona saldırıyoruz.
Bu cesaret iyi bir şey. Yüzyıllarca bayağı bir işimize yaramış. Ama oyun alanı kas değil de kafa çalıştıracak şeyler olduğunda bu herşeyi bilen, herşeyden anlayan, söz dinleme gereksinimi olmadığına inanan zihniyet sonuçta verimsizlik durağında otobüsten atılmak zorunda kalmış; kalıyor.
O verimsizlik durağına nasıl mı ulaşıyor? Çok basit. Öğrenmeyi kişisel deneme yanılma yöntemine indirgemiş olan yaklaşım modeli sonucunda ne kadar öğreniyor ve ne kadar performans gösteriyorsa, çokbilmişliği ve kibiri sağolsun üst sınır budur diyerek racon kesiyor ve orada duruyor.
Orada durmakla da kalmıyor; nüfuz alanındaki herkesin de en çok o seviyeye dek gelmesini sağlıyor ve ondan öte bir dünyanın olduğunu ne kabul ediyor, ne de başkalarının çıtayı oralara dek götürmesine izin veriyor. (Siyasette bu duruma zaman zaman “köylülük” deniyor)
Bu öncülerin açtığı yolda geri kalanlarımız lay lay lom yaparak geliyor, hazıra konuyoruz. Bizim için dünya çok kolaydır. Bizden önce giden akıncılar nereye dek gidileceğini bizim için belirlemiştir. Sorgulamayız, ayıp olur. Merak etmeyiz; kafa patlatmak gerekir. Sadece tüketmeye geliriz; tüketiriz. Ta ki tüketilecek bir şey kalmayıncaya kadar.
Internet de bu ikilinin yaklaşımına maruz kaldı ve kalmaya devam ediyor. Bugün internet dediğinizde aklımıza gündelik hayatınızda faydalı bir işe yarayan herhangi bir olayı ya da olguyu yanına getirip iliştirebiliyor musunuz? İstisnai bazı durumlar dışında hayır.
Onun yerine akla ilk gelen imaj nedir? İşte internete düşmek ifadesi buna en güzel cevap. “Internetten mi okudun; sakın inanma!”.
Internette bulunan tüm bilgiler doğru mu? Hayır. Peki bunun sebebi neden o yanlış bilgileri internete koyarak kendini bir şey sananlarda değil de internette?
Her gün size de en az bir düzine eposta geliyordur. Zaman zaman bir firmayı ya da bir ürünü kötüleyen zaman zaman da ölmek üzere olan bir hasta için kan bağışı isteyen.
Nasıl bir tepki veriyorsunuz? Aman vicdanım rahat etsin diye derhal tüm arkadaşlarınıza yönlendiriyor musunuz o epostaları? Sonra da ukalanın birisi o epostanın içindeki bilgilerin yanlış ya da eski olduğunu bildiren bir cevap gönderi; bozulursunuz.
Eposta sisteminden istifade etmenin onca yolu varken buna benzer şekilde kullanılması verimsizliğin ötesinde giderek o sistemin faydalı olma olasılığını da zihinlerde sıfırlamakta. Böylece yarın gerçekten acil kana gereksinim duyan bir eposta aldığınızda ona da kayıtsız kalacaksınız.
Üç tane düşmüş kendi düşmüşlüklerini unutmak ve unutturmak için bugün internete zehirlerini şırınga ediyor. Geriye kalanlarımız ise bu konuda bir şey yapmakla sorumlu olduğumuzu bile düşünemiyor.
Şimdi internet yerine şu olguları düşünün ve karar verin onların da başına gelen aynı şey değil mi? Demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet...
Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 30 01 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder