Kişinin bir fikir sahibi olması iyi birşey. Ancak bu aşırıya kaçtığında her türlü hayal mahsülü fikir, objektif bilgiden daha itibarlı hale gelebilir. Hakikatin çölünü reddetme eğiliminde olan birey için bu renkli hayal dünyası ne büyük bir nimettir! Dilediğin sebebi hayal et; olayların ardındaki gerçek o olsun!
Birkaç gün önce yazar Paulo Coelho Twitter üzerinden kendisini izleyenlere bir soru sordu : Matrix filminde “Hakikatin çölüne hoşgeldiniz” diyen karakter hangisiydi?
Hakikat neden çöle benzer? Çevremizde meydana gelen olayları ya da birilerinin söylediği bir sözü ya da aldığını bir kararı (doğrudan ya da dolaylı bizi ilgilendirdiği için) irdelememiz gerektiğini varsayalım. O olay neden oldu? O kişi neden öyle dedi? Ya da neden öyle bir karar almış?
Perdenin arkasında yatan gerçekleri ararken çok kritik bir noktadan geçeriz. Bu arama, tarama, irdeleme işini yaparken baz alacağımız temel paradigma nedir?
Bu noktayı o kadar hızlı geçeriz ki bunun bir değeri olduğunu bilmemekle kalmaz, bunun aslında tüm resmi değiştirecek güce sahip olduğunu da algılayamayız. Birisi bir vesile ile (mesela bu yazı) konunun altını çizmeye kalktığında da büyük bir olasılıkla onunla hem fikir olmamız olanaksıza yakın bir köşeye atılacaktır...
Nedir o paradigma? Basitçe, sadece kendine kapalı bir çevrede oluşmuş kişisel fikirlerimizi mi baz alacağız? Yoksa kendimizin, kendi fikirlerimizin de dışına çıkarak, başka bireylerin fikirlerini ya da daha objektif olduğu konusunda mutabakat sağlanmış fikir/bilgi kaynaklarını da resmin içine dahil edecek miyiz?
Bu kritik nokta bizim birey olarak, toplum olarak bilgi çağının neresinde olduğumuzu net bir şekilde gözler önüne serme gibi “kötü” bir özelliğe sahip!
Eğer sadece kendimiz ile sınırlı kalma yolunu seçersek; o olay, söz ya da kararla ilgili olarak fantezi dünyası önümüzde sonsuza dek açılmış olur. Hayal kurma kapasitemiz burada kendisini azami ölçüde gösterir ve inanılmaz sebepler icat ederiz. İcat edilen bu rengarenk sebeplerin ortak özellikleri de olacaktır. Mesela duruma göre bize en büyük kötülüğü yapacak olanlar gibi.
Böylece birisi bizi hiç dikkate almadan bir laf etmiş olsa bile bizim sınırsız hayal kurma dünyamız sonuçta aslında o kişinin oturup bize en büyük zararı dokunacak lafın ne olduğunu arayıp tarayıp bulmuş ve söylemiş olduğu fantezisini geliştirir.
Oysa kendi dışındaki kaynakları da resme dahil etme yolunu tercih eden birisi, o kişinin neden öyle demiş olabileceği konusunda daha objektif kaynaklara da başvurarak veri ve enformasyonu bir araya getirir ve bunlar ışığında bir bilgi üretir.
Fantezi dünyasındaki birey bunun etkisinde o derece kalabilir ki tesadüfen gerçek ile karşılaşsa bile gerçeğin çölünün renksizliği, hayalgücünden uzaklığı ona itici gelecektir. Bu çerçevede kişi gerçeğin çölünü acilen terk etmek ve kendi renkli hayal dünyasına geri dönmek ister. Böyle bir kişiye gerçeğin ne olduğunu bulmasını sağlamanın ya da anlatmanın ne anlamı olabilir ki? (Yine Matrix filminde Cypher karakterinin tüm ekibi ajan Smith’e sattığı yemek sahnesini anımsayın)
Bilgi toplumu bu açıdan bakıldığında hakikatın çölünde yaşar. Bilgiden istifade etmesini bellemiş birey de hakikatin çölünde yaşamaktan rahatsızlık duymaz. Bilgi tarih boyunca insanın gözlerine musallat olmuş aldatıcı gözlükleri çıkarıp atma eğilimindedir. Adem ile Havva’nın, cennetten kovulmalarına neden olan bilgi ağacının meyvesini yemelerinden beri. Belki de asıl husus cennet olgusuyla ilgilidir! Belki de o meyve cennete giriş anahtarıydı!
Birkaç gün önce yazar Paulo Coelho Twitter üzerinden kendisini izleyenlere bir soru sordu : Matrix filminde “Hakikatin çölüne hoşgeldiniz” diyen karakter hangisiydi?
Hakikat neden çöle benzer? Çevremizde meydana gelen olayları ya da birilerinin söylediği bir sözü ya da aldığını bir kararı (doğrudan ya da dolaylı bizi ilgilendirdiği için) irdelememiz gerektiğini varsayalım. O olay neden oldu? O kişi neden öyle dedi? Ya da neden öyle bir karar almış?
Perdenin arkasında yatan gerçekleri ararken çok kritik bir noktadan geçeriz. Bu arama, tarama, irdeleme işini yaparken baz alacağımız temel paradigma nedir?
Bu noktayı o kadar hızlı geçeriz ki bunun bir değeri olduğunu bilmemekle kalmaz, bunun aslında tüm resmi değiştirecek güce sahip olduğunu da algılayamayız. Birisi bir vesile ile (mesela bu yazı) konunun altını çizmeye kalktığında da büyük bir olasılıkla onunla hem fikir olmamız olanaksıza yakın bir köşeye atılacaktır...
Nedir o paradigma? Basitçe, sadece kendine kapalı bir çevrede oluşmuş kişisel fikirlerimizi mi baz alacağız? Yoksa kendimizin, kendi fikirlerimizin de dışına çıkarak, başka bireylerin fikirlerini ya da daha objektif olduğu konusunda mutabakat sağlanmış fikir/bilgi kaynaklarını da resmin içine dahil edecek miyiz?
Bu kritik nokta bizim birey olarak, toplum olarak bilgi çağının neresinde olduğumuzu net bir şekilde gözler önüne serme gibi “kötü” bir özelliğe sahip!
Eğer sadece kendimiz ile sınırlı kalma yolunu seçersek; o olay, söz ya da kararla ilgili olarak fantezi dünyası önümüzde sonsuza dek açılmış olur. Hayal kurma kapasitemiz burada kendisini azami ölçüde gösterir ve inanılmaz sebepler icat ederiz. İcat edilen bu rengarenk sebeplerin ortak özellikleri de olacaktır. Mesela duruma göre bize en büyük kötülüğü yapacak olanlar gibi.
Böylece birisi bizi hiç dikkate almadan bir laf etmiş olsa bile bizim sınırsız hayal kurma dünyamız sonuçta aslında o kişinin oturup bize en büyük zararı dokunacak lafın ne olduğunu arayıp tarayıp bulmuş ve söylemiş olduğu fantezisini geliştirir.
Oysa kendi dışındaki kaynakları da resme dahil etme yolunu tercih eden birisi, o kişinin neden öyle demiş olabileceği konusunda daha objektif kaynaklara da başvurarak veri ve enformasyonu bir araya getirir ve bunlar ışığında bir bilgi üretir.
Fantezi dünyasındaki birey bunun etkisinde o derece kalabilir ki tesadüfen gerçek ile karşılaşsa bile gerçeğin çölünün renksizliği, hayalgücünden uzaklığı ona itici gelecektir. Bu çerçevede kişi gerçeğin çölünü acilen terk etmek ve kendi renkli hayal dünyasına geri dönmek ister. Böyle bir kişiye gerçeğin ne olduğunu bulmasını sağlamanın ya da anlatmanın ne anlamı olabilir ki? (Yine Matrix filminde Cypher karakterinin tüm ekibi ajan Smith’e sattığı yemek sahnesini anımsayın)
Bilgi toplumu bu açıdan bakıldığında hakikatın çölünde yaşar. Bilgiden istifade etmesini bellemiş birey de hakikatin çölünde yaşamaktan rahatsızlık duymaz. Bilgi tarih boyunca insanın gözlerine musallat olmuş aldatıcı gözlükleri çıkarıp atma eğilimindedir. Adem ile Havva’nın, cennetten kovulmalarına neden olan bilgi ağacının meyvesini yemelerinden beri. Belki de asıl husus cennet olgusuyla ilgilidir! Belki de o meyve cennete giriş anahtarıydı!
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1226) - Ooof Off Line Köşesi - 17 09 2010
1 yorum:
Sevgili Tanol, benim de sürekli kafamı kurcalayan bir konuya parmak basmıssın. (Hakikat nedir ?) Ama bundan daha önemlisi o gerçeğe nasıl ulaşacağımız sorusu bence. İşte benim de asıl tıkandığım nokta burası gerçekten objektif olarak gerçeği söyleyen kim ? Bunu bulmak o kadar kolay olmuyor. Çünkü ya, senin de değindiğin gibi kendi hayal dünyasının beslemeleriyle bizi bilgilendirmeye çalışanlar, ya da kendi çıkarları için bilgiyi saptırıp seni yanlış bilgilendirenler, ya da ... saymakla bitmez. Aslında o kadar kötü bir bilgi kirliliği var ki, hele internet gibi bir ortamda. Bilgi havuzuna at bir bilgi sende, suyu bulandırsa da bulandırmasa da kirlilikte bizim de bir tuzumuz olsun. Eskilerin dediği gibi bilen de konuşuyor bilmeyen de.
"hakikatin çöl"ünü hiç bulamayacak mıyız yoksa.
seviglerle
Selçuk YURDAKUL
Yorum Gönder