Dijital kültürde bireyleri ve toplumu ileriye götürme amacındaki kanaat önderleri bu konudaki liderliği beceriksizlere kaptırmıyorken, siyasi sahnemizde bu durum tersine dönmüş durumda.
Bilgisayar, internet ve cep telefonu olmayan bir dünyanın ne anlama geldiğini bilmeyen ve “dijital yerli” olarak isimlendirilen genç kuşaklar acaba kendi içlerinde de çeşitlilik gösteriyor mu? Yoksa bu şeytan üçgeninin olmadığı dönemleri de anımsayan “dijital göçmen”lerin bakış açısından yorumlamak gerekirse aslında hepsi de tek bir örnek mi? Son dönemde tartışılan önemli konulardan birisi de bu.
Aslında dijital uçurum olgusu “çeşitlilik” bakış açısını destekler nitelikte. Yani dijital deneyim açısından dünyada bir uçurum varsa bu durumda her ne kadar yaşı itibariyle dijital yerli kategorisine girseler de genç kuşak mensuplarının dijital imkanlara erişebilme ve onlardan istifade edebilme imkanları da farklılık gösterecektir. Özellikle de gelir düzeyleri arasındaki farklılık bu uçurumun en temel sebebidir (Yoksa dijital uçurum sadece dijital yerlilerle dijital göçmenler arasındaki modern bir “kuşak farkı olgusu” değil).
Ortada bu kadar bariz bir sebep varken başka sebepler gölgede kalabiliyor. Örneğin dijital uçurumun gerek ülkeler arasında gerekse de bir ülke içinde bu denli derin olması kültürel özelliklerle de ilişkilendirilebilir mi?
Dijital imkanları kullanmak, tıpkı diğer şeyler gibi, bunları kullanma gereksinime bağlı. O halde şu soruya cevap aramalı: Gereksinimin farklındalığı ortaya nasıl çıkıyor? İki alternatif çözüm var. Birisi doğal yollarla, kullanıcının kendi özgür iradesiyle o şeye gereksinim duyduğunu belirlemesi ve bu çerçevede kullanması. Diğeri ise yapay yollarla, gereksinim duyulan imkanları sunan firmaların, çeşitli pazarlama, medya, reklam bombardımanıyla kullanıcıların zihninde, hiç de hesapta yokken, o şeye gereksinim duyması gerektiği inancını yaratması.
1970 model bilimkurgu öykülerinde bu yapay yol öyle bir raddeye gelmişti ki sokaklardaki dijital reklam panolarında ya da televizyonlardaki reklam filmlerinde bireylerin bilinçaltına hitap eden ve beş duyu organıyla algılanamayan (subliminal) mesajlar yer alırdı. Örneğin reklam panosunda diyelim ki meyve suyu reklamı yer alırken, subliminal olarak beyine “beni satın al” mesajı gider; böylece o reklama bakan, kendisini ilk fırsatta o meyve suyunu satın alırken bulur.
Son çıkan dijital imkanları kullanmamanın, özellikle de yeni yetişen kuşakların zihninde, küçük düşürücü bir durum olduğunu göstermek bugünün dijital pazarlama taktiklerinin başında gelmekte. Böylece gençler kendilerini gereksinim duymadıkları özellikleri olan son model cep telefonlarını, bilgisayarları satın almak zorunda hissediyor. Bunları kullanma konusunda gündelik yaşamında bir nedeni olmayan, özellikle de bilgi toplumu sürecini idrak edememiş toplum ya da bireylerde, bu yapay kullanma gerekliliği kendisini faydasız işlevlerle belli ediyor. Ülkemizdeki internet kullanımının eğlence amacının ötesine geçememesi, internet öncesi dönemde eve bilgisayar almanın temel sebebinin bilgisayar oyunları oynamak olması tipik birer örnek.
Bu durumda tablo şöyle şekilleniyor: Bir yanda her ne kadar yaşı itibariyle dijital yerli sınıfına girse de her genç dijital imkanlardan eşit ölçüde istifade edemiyor ancak dijital hizmetleri arz edenlerin baskısı sonucunda bunları edinme, kullanma zorunluluğu oluşuyor. Bu baskıyı yaşama bakış açısına göre yönlendirebilenler dijital imkanları hayatına bir anlam katacak işlevler için kullanırken, bunu yapamayanlar sadece ona sahip olma hissini yaşıyor ve kullanım amacı eğlence kategorisinden öteye geçemiyor. Bir başka deyişle bir grup şimdiyi ve geleceği yaşarken bir grup sadece şimdide takılı kalıyor.
Son yıllarda ülkemizdeki siyasi tablo ile müthiş bir benzerlik var. Bu tabloda da demokratik imkanları yıllarboyu yönlendirmiş olanlar, bunu yakın zamana dek becerememiş olanlar tarafından suçlanmakta. Hatta yıllara yayılan bu beceriksizlik bile ilk gruba girenlerin bu becerikliliğinin bir yan etkisi olarak lanse edilmekte ve mağdur rolüyle beceriksizlerin sesi haline gelinmekte.
Fark ise şurada. Dijital kültürde ileriye götürücü kanaat önderleri liderliği beceriksizlere kaptırmıyorken, siyasi sahnemizde bu durum tersine dönmüş durumda.
Aslında dijital uçurum olgusu “çeşitlilik” bakış açısını destekler nitelikte. Yani dijital deneyim açısından dünyada bir uçurum varsa bu durumda her ne kadar yaşı itibariyle dijital yerli kategorisine girseler de genç kuşak mensuplarının dijital imkanlara erişebilme ve onlardan istifade edebilme imkanları da farklılık gösterecektir. Özellikle de gelir düzeyleri arasındaki farklılık bu uçurumun en temel sebebidir (Yoksa dijital uçurum sadece dijital yerlilerle dijital göçmenler arasındaki modern bir “kuşak farkı olgusu” değil).
Ortada bu kadar bariz bir sebep varken başka sebepler gölgede kalabiliyor. Örneğin dijital uçurumun gerek ülkeler arasında gerekse de bir ülke içinde bu denli derin olması kültürel özelliklerle de ilişkilendirilebilir mi?
Dijital imkanları kullanmak, tıpkı diğer şeyler gibi, bunları kullanma gereksinime bağlı. O halde şu soruya cevap aramalı: Gereksinimin farklındalığı ortaya nasıl çıkıyor? İki alternatif çözüm var. Birisi doğal yollarla, kullanıcının kendi özgür iradesiyle o şeye gereksinim duyduğunu belirlemesi ve bu çerçevede kullanması. Diğeri ise yapay yollarla, gereksinim duyulan imkanları sunan firmaların, çeşitli pazarlama, medya, reklam bombardımanıyla kullanıcıların zihninde, hiç de hesapta yokken, o şeye gereksinim duyması gerektiği inancını yaratması.
1970 model bilimkurgu öykülerinde bu yapay yol öyle bir raddeye gelmişti ki sokaklardaki dijital reklam panolarında ya da televizyonlardaki reklam filmlerinde bireylerin bilinçaltına hitap eden ve beş duyu organıyla algılanamayan (subliminal) mesajlar yer alırdı. Örneğin reklam panosunda diyelim ki meyve suyu reklamı yer alırken, subliminal olarak beyine “beni satın al” mesajı gider; böylece o reklama bakan, kendisini ilk fırsatta o meyve suyunu satın alırken bulur.
Son çıkan dijital imkanları kullanmamanın, özellikle de yeni yetişen kuşakların zihninde, küçük düşürücü bir durum olduğunu göstermek bugünün dijital pazarlama taktiklerinin başında gelmekte. Böylece gençler kendilerini gereksinim duymadıkları özellikleri olan son model cep telefonlarını, bilgisayarları satın almak zorunda hissediyor. Bunları kullanma konusunda gündelik yaşamında bir nedeni olmayan, özellikle de bilgi toplumu sürecini idrak edememiş toplum ya da bireylerde, bu yapay kullanma gerekliliği kendisini faydasız işlevlerle belli ediyor. Ülkemizdeki internet kullanımının eğlence amacının ötesine geçememesi, internet öncesi dönemde eve bilgisayar almanın temel sebebinin bilgisayar oyunları oynamak olması tipik birer örnek.
Bu durumda tablo şöyle şekilleniyor: Bir yanda her ne kadar yaşı itibariyle dijital yerli sınıfına girse de her genç dijital imkanlardan eşit ölçüde istifade edemiyor ancak dijital hizmetleri arz edenlerin baskısı sonucunda bunları edinme, kullanma zorunluluğu oluşuyor. Bu baskıyı yaşama bakış açısına göre yönlendirebilenler dijital imkanları hayatına bir anlam katacak işlevler için kullanırken, bunu yapamayanlar sadece ona sahip olma hissini yaşıyor ve kullanım amacı eğlence kategorisinden öteye geçemiyor. Bir başka deyişle bir grup şimdiyi ve geleceği yaşarken bir grup sadece şimdide takılı kalıyor.
Son yıllarda ülkemizdeki siyasi tablo ile müthiş bir benzerlik var. Bu tabloda da demokratik imkanları yıllarboyu yönlendirmiş olanlar, bunu yakın zamana dek becerememiş olanlar tarafından suçlanmakta. Hatta yıllara yayılan bu beceriksizlik bile ilk gruba girenlerin bu becerikliliğinin bir yan etkisi olarak lanse edilmekte ve mağdur rolüyle beceriksizlerin sesi haline gelinmekte.
Fark ise şurada. Dijital kültürde ileriye götürücü kanaat önderleri liderliği beceriksizlere kaptırmıyorken, siyasi sahnemizde bu durum tersine dönmüş durumda.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1199) - Ooof Off Line Köşesi - 12 03 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder