Çarşamba, Kasım 12, 2008

SEBEP ADLİ TEMBELLİK Mİ?


Özdeğer olgusu gerek birey gerekse de toplumsal düzeyde davranışları etkileyen önemli bir olgudur. Son yıllarda özdeğerler teorik ve pratik olarak ikiye ayrılmaya başladı. Farkında bile olmadan.


Sanırım internette kişilik haklarına en çok saldırılan Türk olan Adnan Hoca, geçtiğimiz günlerde bu kez Vatan Gazetesi’nin web sitesini mahkemeye verdi ve mahkeme siteyi kapatma cezası uyguladı.

Buraya kadar herşey normal. Ancak anormallik bundan sonra Vatan Gazetesi’nin avukatlarının yaptığı titiz çalışmayla başladı. Avukatlar, bu tür bir adli davanın, davacıların belirttiği gibi Medeni Kanun’a değil, internet suçlarıyla ilgili 5651 Sayılı kanuna dayandırılması gerektiğini öne sürdüler.

İşin ilginci eğer bu kanun devreye sokulursa, davanın açıldığı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararı vererek, davayı Sulh Ceza Mahkemesi’ne yönlendirmesi gerektiği. Sulh Ceza Mahkemesi’nin de kanundaki açıklamalar gereği vereceği hüküm temel olarak belli: Kişilik hakkına saldırı niteliğinde olan açıklamaların web sitesinden çıkarılması.

Görüldüğü üzere ortada web sitesini kapatmayı hükmeden bir durum yok. Oysa Asliye Hukuk Mahkemesi, ihtiyati tedbir niteliğinde tüm web sitesini kapattı. Ertesi gün yapılan itirazlar üzerine de kişiyle ilgili haberlerin çıkarılması şartıyla tedbiri kaldırdı. Web sitesi açıldı.

Yukarıda anılan yasa 23 Mayıs 2007’den beri yürürlükte. Yani bir yılı aşkın bir süredir. Davacı konumundaki avukatların, yasalardan kendilerine en çok hangisi lehte bir durum yaratıyorsa onu kullanma motivasyonunda olması kendi içinde tutarlı bir durum. Ancak ortada nesnel değerlendirmeyi yapacak mahkeme heyetlerinin baştan savma bir yaklaşım içine girmelerini gerektirecek bir durum olamaz.

Üstelik internet artık marjinal bir olgu değil. Günlük yaşantımızda hergün adını sık sık duyuyoruz; kullanıyoruz, ondan istifade ediyoruz. Profesyonel yaşantımızda da internetin etkilerini sadece altyapı unsuru olarak dolaylı yoldan değil doğrudan gözlemliyoruz. Mesleğimiz ne olursa olsun.

Bugün örneğin doktorlar internet, bilgisayar kullanımı nedeniyle şikayetçi hastalarla ilgilenmekte, finansçılar pek çok kararlarını internet üzerinden eriştikleri bilgileri değerlendirerek vermekte, öğretmenler, öğrenciler derslerde işlenen konularla ilgili olarak internete başvurmakta.

Benzer şekilde yargı sürecinin mensubu olan avukat, hakim ve savcıların da interneti yakınen izlemeleri, önlerine internetle ilgili bir dosya geldiğinde en son yasal gelişmeleri izlemiş olarak dosyayı irdelemeleri, incelemeleri gerekmekte.

Tabii gerek kamu gerekse de özel sektörde bu tür doğal tepkiyi tüm profesyonellerin vermesini sağlamak için bireylere belli bir “güven” duygusunu aşılamış olmak gerekiyor. Bu güven duygusu ancak sosyal devletin gücünü, varlığını vatandaşlarında hissettirebildiği ortamlarda kuvvetlidir.

Devlet (ya da özel sektör örneğinde yönetim) otoritesini yitirmişse ve o otoriteyi başkaları ele almışsa ya da bazı vatandaş gruplarına gösterdiği ihtimamı başka bazı vatandaş gruplarına göstermiyorsa güven duygusunda zaafiyet oluşur. Bunun sonucunda da doğru olanı yaptığı sürece ardında onu destekleyecek bir yönetim ya da devleti bulamayan profesyonelin doğru olanı yapamaması zaafiyeti oluşur.

Kağıt üzerinde atması gereken bir adımı atamayan bir kamu görevlisini eleştirmek hepimize çok doğal geliyor. Bu tür eleştirilerin doğal olabilmesi için, öteki tüm koşulların “normal” olması gerekmekte. Peki öteki tüm koşullar normal mi? Bugün verdiğim bir karar nedeniyle akşam eve giderken başıma bir şey gelirse ne olacak?

Doğru olanı yapanların başlarına gelen geri dönüşü olmayan kazalar sadece geride kalanların sindirilmesinde ibretlik birer ders olmuyor aynı zamanda kazaların müsebbibi olanları ve olma yolunda ilerleyenleri de olumlu anlamda motive ediyor (“Türkiye seninle gurur duyuyor”).

Özdeğer olgusu gerek birey gerekse de toplumsal düzeyde davranışları etkileyen önemli bir olgudur. Son yıllarda özdeğerler teorik ve pratik olarak ikiye ayrılmaya başladı. Farkında bile olmadan.

Teorik özdeğerler; “özdeğerleriniz nedir?” diye sorduğunuzda aldığınız cevaplardır. Pratik olanları ise davranışlarınızın, tepkilerinizin gerisinde yatan gerçek özdeğerlerdir. Örneğin çıkıp AB’ye girmek bizim düsturumuzdur dersiniz ama yaptıklarınızla AB’ye değil olsa olsa karanlığın deliğine girersiniz. Ya da ben demokrasinin, açık toplumun, herşeyin özgürce konuşulmasının tarafındayım dersiniz. Davranışlarınız ise herkesi susturmaya yöneliktir.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 07 11 2008

1 yorum:

senbilirsinabla dedi ki...

"Abla"ya göre özdeğer kavramı, Atatürk'ün, kul, Osmanlı'lıktan çıksın da, birey olsun, Türklük bilinci kazansın diye söylediği "Ne mutlu Türküm diyene" ile altın çağını yaşadı, sonra yine inişe geçti...