Salı, Temmuz 27, 2010

IŞIĞA DOĞRU

Yaşamın kaotik bir ortamda tesadüfler ya da keyfiyetlerden uzak belli bir düzen ve seviyede ilerleyebilmesi için değişmez standardların toplumun her kesimi tarafından deneyimlenmiş, idrak edilmiş ve kabul edilmiş olması bir zorunluluktur.

Okumak mı daha önemlidir, yazmak mı? Dinlemek mi daha önemlidir yoksa konuşmak mı? Tabii buradaki tuzak, olgulardan bir tanesini diğerine tercih etmeye zorla(n)maktır. Her eylemi gerektiği yerde icra etmek eş önemdedir.

Dijital altyapının getirdiği hız unsuru ne yazık ki bu bakış açısını gölgeleyebiliyor. Dijital kültür pek de hissettirmeden sanki yazmanın okumaktan, konuşmanın dinlemekten daha önemli olduğunu empoze ediyor.

Bunu doğal karşılamak gerek. Eğer birey(ler) dijital imkanlarla (internet, cep telefonu vb) tanışmadan önceki yaşamlarında kendilerini ifade etme konusunda yeterli imkanlara sahip değillerdiyse dijital imkanları bulduklarında ilk yapacakları şeyin bu açlıklarını gidermek olması normal bir reaksiyondur. Ya da bu tümceyi tersten değerlendirmek gerekirse, bugün en çok konuşanlar dün arzu ettiği kadar konuşamamış demektir.

Benzer bir durum “yazma” eyleminde de mevcut. Düne kadar rafları süsleyen yeni kitapların sayısı sınırlı kalırdı; fakat son yıllarda yayıncılıkta bir patlama yaşanıyor. Ancak ne hikmetse “az okuma” sorunu hala aşılabilmiş değil. Demek ki yazıldığı kadar çok okunmuyor. Öte yandan bu sorunun yanında yeni bir sosyal sorun daha ortaya çıktı. Yazılanların içeriği!

Sınırlı sayıda yayın yapılan zamanda sürece dahil olmuş, yer edinmiş eleme aşamaları vardı. Bu elekten geçirme süreci belki bugün de var ama eski imtiyazlı durumunu kaybetmiş durumda. Bunun doğal sonucu da içeriğin kalitesinin düşmesidir. Oysa bu sorun da kemikleşmiş “az okuma” sorunu ile dengelenmektedir: Çok fazla okuyan yoksa yazılan içeriğin çok da kaliteli olması gerekmez!

Dijtal kültür toplumun bugüne dek üretmiş olduğu “aracıları” bir bir ortadan kaldırmakta ya da gücünü zayıflatmakta. Eğer bu aracılar bireyin özgürlüğünü, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor, bunlara sınır getiriyor, bunların gelişmesini engelleyen roller icra ediyorlardıysa ortadan kalkmaları olumlu bir gelişmedir. Ancak bu aracıların ortadan kalkması kaliteyi, standardları aşağı çekici bir durum yaratıyorsa böyle bir gelişme pek de tercih edilmez.

İşin ilginci imtiyazlı durumunu elinden kaçıranlar (ya da kaçırma korkusu yaşayanlar) toplumu kalitenin düşeceği yönünde uyarıyor (tehdit ediyor). Bu tehdide aldırmadan cesur adımlarla ilerleyenler ise geliştirilmiş olan standardların, imtiyazı elinde tutanların kişisel çıkarları için üretmiş oldukları birer mekanizma oldukları (yanlış) düşüncesiyle bunları kolayca terk edebiliyor.

Tüm bunlar aynı resme bakıp farklı yorumlar yapmaktan başka bir şey değil. Yorum farkı ise bireyin ya da toplumun mevcut gelişmişlik düzeyi. Yaşamın kaotik bir ortamda tesadüfler ya da keyfiyetlerden uzak belli bir düzen ve seviyede ilerleyebilmesi için değişmez standardların toplumun her kesimi tarafından deneyimlenmiş, idrak edilmiş ve kabul edilmiş olması bir zorunluluktur. Ki ne değişirse değişsin bu asgai müşterekte bir zaafiyet oluşmasın.

Anayasa Mahkemesi’nin alacağı kararları yok saymayı önermek gibi, Google’a Youtube’a yasak koymak gibi gündemi olan bir ortamda kaostan, keyfiyetten kurtulmak sanki her geçen gün daha da zorlaşmakta. Oysa unutmamak gerek ki gecenin en karanlık anı ışığa en yakın andır.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji (1214) - Ooof Off Line Köşesi - 25 06 2010

Hiç yorum yok: