The Graduate filmini pek çoğunuz anımsayacaksınız. Kolejden yeni mezun olmuş, üniversiteye mi gitsin hali vakti yerinde babasının yanında iş hayatına mı atılsın değerlendirmesini yapmak için koca bir yaz mevsimine sahip olan esas oğlan (Dustin Hoffman) önce komşuları Bayan Robinson ile bir gönül ilişkisine girer. Sonra da bayan Robinson’ın kızıyla, kız tam kilisede evlenmek üzereyken, kaçar gider.
Filmi izlemediyseniz bile, Simon ve Garfunkel ikilisinin Mrs. Robinson şarkısını mutlaka biliyorsunuzdur. İşte o şarkının finalde söylendiği film.
The Rumor Has It isimli yeni Hollywood filmi ise hikayenin devamı şeklinde. Aradan yirmi küsur yıl geçmiştir ve o gün kiliseden kaçıp Meksika’ya gitmiş olan Bayan Robinson’ın kızı, birkaç gün sonra geri dönmüş ve orada öylece yüzüstü bıraktığı adamla evlenmiş, iki kız çocuğu olmuş, hatta ölmüştür.
Mrs. Robinson ile ilk filmde Dustin Hoffman’ın canlandırdığı Beau Burroughs ise halen yaşamaktadır. BB’yi bu yeni filmde Kevin Costner canlandırmaktadır ve bu kez sahneye üçüncü kuşak çıkmaktadır...
Filmle yollarımız burada ayrılıyor. İşin ilginç yanı ilk filmde hangi baltaya sap olması konusunda kararsız olan BB, bu ikinci filmde karşımıza Silikon Vadisi’nin en çok aranan yatırımcılarından birisi olarak çıkıyor olması.
BB gibi yatırımcıların akıttığı para ile patlama yapan 90ların internet devrinin şu sıralar yeniden geri dönüşe hazırlandığı yolunda gelişmeler var. California’da geçtiğimiz günlerde yapılan ilgili bir konferansa tam yebi bin kişi katılmış durumda.
Finansal ve siyasi açıdan son 8-10 yıldaki gelişmelere baktığımızda ilginç bir döngü ile karşı karşıya olduğumuz görüyoruz. Global anlamda.
Öncelikle iki Clinton döneminden sonra iki Bush dönemi geldi. Bu süreçte de bizim belediye hizmetlerinden bildiğimiz bir model global anlamda icra edildi – edilmekte. Bu model kaldırım taşlarını değiştirmek olarak özetlenebilir : Yık yeniden yap, iş olsun !
90lı yıllarda teknoloji dünyasında gördüğümüz ivmelenme, bundan daha farklı olarak, mevcut üzerine yeni şeyler yarat modelini tercih etmişti. Ancak bu maceracı yoldan yorulmuş olunacak ki konvansiyonel modele geri dönüldü.
Dönülmüştü. California’da gözlemlenen bu yeni kıpırdanma gelecek dönemin de buna paralel olarak değişiklik göstereceğini işaret edebilir.
Peki bu kez itici güç ne olacak? Bir yanda web teknolojilerinin geliştirilmiş versiyonları ortaya çıkarken diğer yanda donanımların ucuzlatılması ve her eve en az bir bilgisayarın girmesinin sağlanması gibi bir strateji söz konusu. Bu sağlandıktan sonra hızlı internet erişim altyapısı artık evlerin elektrik, su tesisatı gibi değişmez bir parçası haline gelecek.
Öte yanda zirve dönemini yaşan bir “bilgiyi bulma” süreci yaşanıyor. İlk on yılında bilgiyi dijitalleştiren dünya şimdi de o dijital veri yığını içinde kendisine uygun bilgiye ulaşma ya da bilgiyi üretebilmek için en hızlı, en doğru araçları üretmeye konsantre olmuş durumda.
Google’ın firma olarak kariyerini bu yönde izleyebilirsiniz. Google ne tür bir madenin üstünde oturduğunun bilincinde olduğunu yeni yeni piyasaya sürdüğü hizmetlerle azar azar da olsa gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde ülkemizdeki gazetelere de yansıyan bir haberde mesela hangi bölgedeki internet erişimcilerinin en çok hangi sitelere gittiği, ya da hangi partinin en çok hangi bölgeden hit aldığı gibi istatistikler artık çok değerli bilgi olarak parayla satın alınacak hale geliyor.
Bütün bu gelişmeler olurken biz Türkiye olarak kendimizi nasıl konumluyoruz? Belki de üzerinde saatlerce tartışılması gereken bir konu. Bir yanda teknolojinin bir çıkış olduğunu her defasında gündeme getiriyoruz, diğer yanda ise bu konuda ses getirici bir “çıkış”ı henüz üretebilmiş değiliz.
Bunun temeline indiğimizde bence iki önemli göstergeyi tespit ediyoruz.. Birincisi, öncelikle, bilim/teknoloji üreten mekanizmaların ne kadar özgür olup olmadığı ile ilgili. Her ne kadar üniversiteler düzinelerce makale üretiyorlarsa da her ne kadar teknoloji şirketleri “üretiyoruz” diyorlarsa da henüz dünya piyasasında yerini almış bu anlamda bir başarımız yok.
İkinci ve daha sosyal nokta ise toplumun ne kadar özgür olup olmadığıyla ilgili. Internete giren Türklerin çoğu chatleşmek, kendisine bir arkadaş bulmak için vb zaman harcıyor. Demek ki bu olgular sokaktaki hayatta yeterince yaşanamıyor.
Alfabeyi öğrenmeden edebi eser yazmak ise doğal olarak imkansız.
Filmi izlemediyseniz bile, Simon ve Garfunkel ikilisinin Mrs. Robinson şarkısını mutlaka biliyorsunuzdur. İşte o şarkının finalde söylendiği film.
The Rumor Has It isimli yeni Hollywood filmi ise hikayenin devamı şeklinde. Aradan yirmi küsur yıl geçmiştir ve o gün kiliseden kaçıp Meksika’ya gitmiş olan Bayan Robinson’ın kızı, birkaç gün sonra geri dönmüş ve orada öylece yüzüstü bıraktığı adamla evlenmiş, iki kız çocuğu olmuş, hatta ölmüştür.
Mrs. Robinson ile ilk filmde Dustin Hoffman’ın canlandırdığı Beau Burroughs ise halen yaşamaktadır. BB’yi bu yeni filmde Kevin Costner canlandırmaktadır ve bu kez sahneye üçüncü kuşak çıkmaktadır...
Filmle yollarımız burada ayrılıyor. İşin ilginç yanı ilk filmde hangi baltaya sap olması konusunda kararsız olan BB, bu ikinci filmde karşımıza Silikon Vadisi’nin en çok aranan yatırımcılarından birisi olarak çıkıyor olması.
BB gibi yatırımcıların akıttığı para ile patlama yapan 90ların internet devrinin şu sıralar yeniden geri dönüşe hazırlandığı yolunda gelişmeler var. California’da geçtiğimiz günlerde yapılan ilgili bir konferansa tam yebi bin kişi katılmış durumda.
Finansal ve siyasi açıdan son 8-10 yıldaki gelişmelere baktığımızda ilginç bir döngü ile karşı karşıya olduğumuz görüyoruz. Global anlamda.
Öncelikle iki Clinton döneminden sonra iki Bush dönemi geldi. Bu süreçte de bizim belediye hizmetlerinden bildiğimiz bir model global anlamda icra edildi – edilmekte. Bu model kaldırım taşlarını değiştirmek olarak özetlenebilir : Yık yeniden yap, iş olsun !
90lı yıllarda teknoloji dünyasında gördüğümüz ivmelenme, bundan daha farklı olarak, mevcut üzerine yeni şeyler yarat modelini tercih etmişti. Ancak bu maceracı yoldan yorulmuş olunacak ki konvansiyonel modele geri dönüldü.
Dönülmüştü. California’da gözlemlenen bu yeni kıpırdanma gelecek dönemin de buna paralel olarak değişiklik göstereceğini işaret edebilir.
Peki bu kez itici güç ne olacak? Bir yanda web teknolojilerinin geliştirilmiş versiyonları ortaya çıkarken diğer yanda donanımların ucuzlatılması ve her eve en az bir bilgisayarın girmesinin sağlanması gibi bir strateji söz konusu. Bu sağlandıktan sonra hızlı internet erişim altyapısı artık evlerin elektrik, su tesisatı gibi değişmez bir parçası haline gelecek.
Öte yanda zirve dönemini yaşan bir “bilgiyi bulma” süreci yaşanıyor. İlk on yılında bilgiyi dijitalleştiren dünya şimdi de o dijital veri yığını içinde kendisine uygun bilgiye ulaşma ya da bilgiyi üretebilmek için en hızlı, en doğru araçları üretmeye konsantre olmuş durumda.
Google’ın firma olarak kariyerini bu yönde izleyebilirsiniz. Google ne tür bir madenin üstünde oturduğunun bilincinde olduğunu yeni yeni piyasaya sürdüğü hizmetlerle azar azar da olsa gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde ülkemizdeki gazetelere de yansıyan bir haberde mesela hangi bölgedeki internet erişimcilerinin en çok hangi sitelere gittiği, ya da hangi partinin en çok hangi bölgeden hit aldığı gibi istatistikler artık çok değerli bilgi olarak parayla satın alınacak hale geliyor.
Bütün bu gelişmeler olurken biz Türkiye olarak kendimizi nasıl konumluyoruz? Belki de üzerinde saatlerce tartışılması gereken bir konu. Bir yanda teknolojinin bir çıkış olduğunu her defasında gündeme getiriyoruz, diğer yanda ise bu konuda ses getirici bir “çıkış”ı henüz üretebilmiş değiliz.
Bunun temeline indiğimizde bence iki önemli göstergeyi tespit ediyoruz.. Birincisi, öncelikle, bilim/teknoloji üreten mekanizmaların ne kadar özgür olup olmadığı ile ilgili. Her ne kadar üniversiteler düzinelerce makale üretiyorlarsa da her ne kadar teknoloji şirketleri “üretiyoruz” diyorlarsa da henüz dünya piyasasında yerini almış bu anlamda bir başarımız yok.
İkinci ve daha sosyal nokta ise toplumun ne kadar özgür olup olmadığıyla ilgili. Internete giren Türklerin çoğu chatleşmek, kendisine bir arkadaş bulmak için vb zaman harcıyor. Demek ki bu olgular sokaktaki hayatta yeterince yaşanamıyor.
Alfabeyi öğrenmeden edebi eser yazmak ise doğal olarak imkansız.
Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik Eki'nde yayınlanmıştır (19 05 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder