Pazartesi, Haziran 09, 2008

TELİF OLGUSUNA DİJİTAL BAKIŞ


Kulaktan kulağa pazarlamanın göz ardı edilen yanı şu: Aslında bu olgu da telif değeri olan bir şeydir. Sırf ben, herhangi bir ticari kaygı beklemeden, kendi arzum çerçevesinde, kendi çevreme, tavsiye yayını yapıyorum diye bunu telif değeri olmayan bir olgu olarak yorumlamak, artık bugünün dijital dünyasında, ne kadar doğrudur?


Malum konu; internetten bedava müzik indirmek telif haklarına aykırı bir olgudur diye tüm dünyada tu-kaka ilan edildi; pratikte bir şey değişmemiş olmakla birlikte vicdanlara pranga vurulmuş oldu. “Eğer bedava müzik indiriyorsan, suç işliyorsun”.

Peki bir de şu açıdan bakalım. Lost dizisi Türkiye’de düzenli olarak gösterilmediği halde, internet üzerinden yapılan indirmeler sayesinde çok geniş bir izleyici kitlesi oluşturdu. Öyle ki dizinin kahramanlarından bir tanesi bir reklam filmi çekimi için Türkiye’ye getirildi. Türkiye’de en popüler programlarda canlı yayın konuğu oldu. Şimdi Lost’un bir sinema filmi çekilse sanırım Türkiye’de (de) çok ciddi bir gişe geliri elde eder.

Peki bu popülaritenin gerisinde ne yatıyor? Türkiye’de de, ABD dahil pek çok ülkede olduğu üzere, dizinin internet üzerinden, korsan bir şekilde indirilerek izlenmesi. İzleyenlerin, diziyi kendi arkadaş çevrelerine tavsiye etmesi ve bunun bir çığ etkisi yaratarak artması.

Bu süreçte göz ardı edilen temel bir olgu var. O da “kulaktan kulağa” tavsiye müessesesi. Bu olguyu bireyler pek ciddiye almıyor olabilirler ama pazarlama dünyasında çok ciddi bir yere ve öneme sahip bir araçtır bu “kulaktan kulağa pazarlama”.

Kulaktan kulağa pazarlamanın göz ardı edilen yanı şu: Aslında bu olgu da telif değeri olan bir şeydir. Sırf ben, herhangi bir ticari kaygı beklemeden, kendi arzum çerçevesinde, kendi çevreme, tavsiye yayını yapıyorum diye bunu telif değeri olmayan bir olgu olarak yorumlamak, artık bugünün dijital dünyasında, ne kadar doğrudur?

Madem bir müzik parçasını indirmek telif olgusuyla çelişiyor, o zaman kulaktan kulağa tavsiye sürecinin de bedeli olmalı ve bu bedel sahibine ödenmelidir.

Dijital kültür ögeleri, bildiğimiz kültürel ögelerden biraz farklı çalışıyor. O nedenle burada telif haklarıyla ilgili global anlamda bir yasalar silsilesinin çıkarılması için mücadele etmek ve bunun resmi olarak (?) telif haklarına dahil etmek, olaya ancak konvansiyonel dünyadan bakınca çizilecek bir tablo olabilir. Dijital kültüre uymaz!

Dijital dünyada bu süreç kendi içinde yerini zaten bulmuş durumdadır. Güya suç işleyerek bir eseri indiren kitleler, o esere fayda sağlayacak faaliyetleri, dijital yaşamlarının doğal bir parçası olarak, gerçekleştirerek aslında telif bedelini dolaylı da olsa eser sahibine ödemekteler.

Telif eser ile bu eserin cisimleştirilmiş halinin telifi aynı şey değildir. Bir müzik albümü ile bir müzik albümü CD’si aynı şey değildir. Bir müzik CD’sinden en çok kazanan da ne yazık ki o müziğin bestecisi değildir.

Dijital dünya, tanım gereği bir müzik CD’sini çoğaltamaz; çünkü o anlamda cisimlerin paylaşılmasına imkan vermemektedir. Ancak o CD’nin içindeki müzik paylaşılabilir ki bu da direkt bestekarın telifi ile ilgili bir durumdur. Aynı durum kitap için de film için de geçerli.

Herkesin de bildiği üzere bir eser sahibi, eserinden çok onun yan ürünlerinden daha çok gelir elde etmektedir. Örneğin reklam gelirleri, ödül gelirleri, konser vb etkinlik gelirleri gibi.

Bu çerçeveden bakıldığında aslında bir eseri internetten ticari bir kaygı gütmeden (yani onu alıp cisimselleştirip satışa sunma amacı olmadan) edinmenin telifi, doğrudan ya da dolaylı yoldan o eserin reklamı yapılarak ödenmektedir.

Belki konuyu daha da ileri götürmenin zamanı geldi. Yani acaba cisimselleştirilmiş hali yirmi lira olan bir eseri dijital ortamdan edindikten sonra “kulaktan kulağa pazarlama” yoluyla ona sağlanan katkı gerçekten de sadece yirmi lira düzeyinde midir? Yoksa çok daha fazla mıdır?

Belli ki fazladır. Peki o zaman dijital kültürün müdavimleri bu teliflerini hangi ajanstan tahsil edecekler?

Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 23 05 2008

Hiç yorum yok: