Söylenen sözün doğruluğunu irdelemeye çalışmıyoruz; gözümüze kim daha çok güçlü görünüyorsa ya da öyle bir imaj çiziyorsa (“Ben Mir’im!”), bilinçaltımızdaki korkudan olacak, onun haklı olduğuna doğru meylediyoruz.
Malum biz düello yerine pusu kurmayı tercih ederiz. Kültürel bir olgu. Ancak yine de geçtiğimiz günlerde birbirleriyle rakip partinin birer milletvekili biraz da gaza geldiklerinden medyanın önünde sözlü düello yapmaya kalktılar.
Pusu kültürü “sağ kalan kazanır ölmüş olan kaybeder” gibi net bir kıstasa sahip olduğundan, bu düello sonucunda kimin kazanıp kimin kaybettiğini anlayamadık. İki taraf da kazananın kendisi olduğunu söylemeyecek kadar diplomasi kültürüne sahip olduklarından, rakibinin kaybetmiş olduğunu ifade ederek üçüncü şahısların kendisini galip ilan etmelerini bekledi.
Ertesi gün medyaya yansıyan sonuçlar da düello cahilliğimizi tasdikledi. Sonuçlar ortada ya da birbirine çok yakın duracak şekildeydi. Kimse net olarak AKP’li Fırat ya da CHP’li Kılıçdaroğlu’nun kazandığını (ya da kaybettiğini) söyleyemiyordu.
Tartışmanın önemli bir kısmını canlı olarak izledim. Görünen o ki bu “ilk defa oluyor” havası Uğur Dündar’dan izleyicilere kadar herkesi öyle bir etkilemiş ki içeriğe odaklanma konusunda büyük sıkıntılar çekmişiz.
Örneğin bir hayali ihracat davasının sürecinin nasıl işlediğini bilmiyoruz. Hatta bir noktada Kılıçdaroğlu bunun kısa bir tanımını da yaptı. Bir hayali ihracat davasının vergisel ve ağır cezalık iki bağımsız dava sürecinin olduğunu söyledi. Bunu söyleyene kadar Kılıçdaroğlu vergi davasıyla ilgili belgeleri sunarken, Fırat kendisini ağır ceza davasıyla ilgili belgeleri göstererek savundu.
Kılıçdaroğlu iki dava olayını açıklayınca bu kez Fırat başka bir ağır ceza davasındaki sonuçları belge olarak göstermeye başladı. Bunu da Ukrayna, İngiltere farklılığında anladık.
Uyuşturucu kaçakçılığı konusundaki iddialar ise bilgi olgusunun iğfal edilme sürecinin zirvesi niteliğindeydi. Suç; taşıyıcı konumundaki tır şoförüne atılıyor ve bunun kanıtı olarak da şoförün ifadesi ile uyuşturucu paketleri üzerinde yapılan parmak izi karşılaştırması gösteriliyordu. Nasıl yani? Uyuşturucu kaçakçısı olmak için kaçırılan uyuşturucu paketleri üzerinde parmak izinin olması mı gerekiyor? Silahın üzerinde parmak izi aramak gibi?
Tır şoförünün itirafını güçlendirmek için, tır şoförünün pek de tekin biri olmadığı şeklinde bir yorum yapan Fırat, böyle bir insana neden mal taşıtıldığı konusuna da, söz konusu firmanın gümrüklerdeki uygulama çerçevesinde neden her şeyinin didik didik aranması gerekenleri simgeleyen kırmızı hat listesinde bulunduğuna da bir açıklama getirmedi.
Malum biz düello yerine pusu kurmayı tercih ederiz. Kültürel bir olgu. Ancak yine de geçtiğimiz günlerde birbirleriyle rakip partinin birer milletvekili biraz da gaza geldiklerinden medyanın önünde sözlü düello yapmaya kalktılar.
Pusu kültürü “sağ kalan kazanır ölmüş olan kaybeder” gibi net bir kıstasa sahip olduğundan, bu düello sonucunda kimin kazanıp kimin kaybettiğini anlayamadık. İki taraf da kazananın kendisi olduğunu söylemeyecek kadar diplomasi kültürüne sahip olduklarından, rakibinin kaybetmiş olduğunu ifade ederek üçüncü şahısların kendisini galip ilan etmelerini bekledi.
Ertesi gün medyaya yansıyan sonuçlar da düello cahilliğimizi tasdikledi. Sonuçlar ortada ya da birbirine çok yakın duracak şekildeydi. Kimse net olarak AKP’li Fırat ya da CHP’li Kılıçdaroğlu’nun kazandığını (ya da kaybettiğini) söyleyemiyordu.
Tartışmanın önemli bir kısmını canlı olarak izledim. Görünen o ki bu “ilk defa oluyor” havası Uğur Dündar’dan izleyicilere kadar herkesi öyle bir etkilemiş ki içeriğe odaklanma konusunda büyük sıkıntılar çekmişiz.
Örneğin bir hayali ihracat davasının sürecinin nasıl işlediğini bilmiyoruz. Hatta bir noktada Kılıçdaroğlu bunun kısa bir tanımını da yaptı. Bir hayali ihracat davasının vergisel ve ağır cezalık iki bağımsız dava sürecinin olduğunu söyledi. Bunu söyleyene kadar Kılıçdaroğlu vergi davasıyla ilgili belgeleri sunarken, Fırat kendisini ağır ceza davasıyla ilgili belgeleri göstererek savundu.
Kılıçdaroğlu iki dava olayını açıklayınca bu kez Fırat başka bir ağır ceza davasındaki sonuçları belge olarak göstermeye başladı. Bunu da Ukrayna, İngiltere farklılığında anladık.
Uyuşturucu kaçakçılığı konusundaki iddialar ise bilgi olgusunun iğfal edilme sürecinin zirvesi niteliğindeydi. Suç; taşıyıcı konumundaki tır şoförüne atılıyor ve bunun kanıtı olarak da şoförün ifadesi ile uyuşturucu paketleri üzerinde yapılan parmak izi karşılaştırması gösteriliyordu. Nasıl yani? Uyuşturucu kaçakçısı olmak için kaçırılan uyuşturucu paketleri üzerinde parmak izinin olması mı gerekiyor? Silahın üzerinde parmak izi aramak gibi?
Tır şoförünün itirafını güçlendirmek için, tır şoförünün pek de tekin biri olmadığı şeklinde bir yorum yapan Fırat, böyle bir insana neden mal taşıtıldığı konusuna da, söz konusu firmanın gümrüklerdeki uygulama çerçevesinde neden her şeyinin didik didik aranması gerekenleri simgeleyen kırmızı hat listesinde bulunduğuna da bir açıklama getirmedi.
Firmalar herhalde geçmişteki performanslarına bakılarak kategorize ediliyor. Bu firma temiz bir firma olsaydı en azından en temizler listesinde olmasa bile ortalama bir düzeyde olurdu (gümrük sürecinde firmalar üç kategoriye ayrılıyormuş).
Kılıçdaroğlu, Fırat’ın konsantrasyonunu bozan kırmızı listeden çıkarılma talebini içeren belgeyi açıklarken, aslında bir taşla iki kuş vurma imkanından istifade edemedi. Böyle bir dilekçede adınız ne arıyor diye ikinci kuşu vurmaya çalışırken; madem sizin firmanız temiz bir firma neden kırmızı listede diye sormayı ihmal etti.
Tüm bu detaylar aslında bize bilgi olgusuna değer vermediğimizi, onu kendi çıkarımız doğrultusunda ve gerektiği yerlerde suistimal ederek kullandığımızı göstermesi açısından çok önemli.
Böyle yapıyor olduğumuzun ve bunun farkında bile olmayışımızın temelinde bilgi toplumu olabilmek için gerekli olan ön koşulları yerine getirememişliğimiz yer almaktadır. Daha da vahimi bu açığı kapatmak değil tam tersine açmak üzere her türlü kamu imkanı da seferber edilmiş durumdadır.
Yukarıdaki gibi örneklerde söylenen sözün doğruluğunu irdelemeye çalışmıyoruz; gözümüze kim daha çok güçlü görünüyorsa ya da öyle bir imaj çiziyorsa (“Ben Mir’im!”), bilinçaltımızdaki korkudan olacak, onun haklı olduğuna doğru meylediyoruz.
(Huzurlu olmamız istendiği için) Huzurlu koyunlarız biz. Yine de zaman zaman öndeki koyunun ardından uçurumdan aşağı atlayan koca bir koyun sürüsü haberini okuduğumuzda şaşırıyoruz!
Cumhuriyet Bilim Teknoloji - Ooof Off Line Köşesi - 24 10 2008
1 yorum:
"Abla" yazarın "bilmeyi bilmediğimiz" saptamasına yerden göğe katılır! Herşeye rağmen pek eğlenceli geçtiği belli, körler sağırlar düellosunu yazı konusu yapıp "abla"nın da eğlenmesine ön ayak olduğu için, özellikle teşekkürler!
Yorum Gönder